YILDIZ ADAM HATIRASI
YILDIZ ADAM HATIRASI
Karlı
bir gündü, şehir görülmemiş biçimde karlıydı. Cezaevinin kapısından çıktı. Hakkı,
on yıl hapis yatmıştı, zehir gibi acı günler, hazmedilmesi zor simsiyah günler
devirmişti. Dostunun evinin ön
bahçesindeydi, içiyorlardı, bahçeye söylenerek bir adam geldi, Kadir’den
alacağı vardı, Kadir, “borcumu ödeyeceğim” deyip durdu her zamanki gibi, adam
bundan bıkmıştı, yeni evlenmişti ve para acil lazımdı, bu kez parayı alacaktı,
Kadir adama diktir çekip küfür edince tartışma kavgaya döndü, Kadir masadaki
bıçağı almak isterken adam atik davrandı ve bıçağı kaptı, Kadir, sandalyeyle
savunma yaptı ve adam yere düştü,
Kadir adamın
üstüne çıktı ve onu hurda haşat ediyordu, bıçak yere düşmüştü, Hakkı Kadir’i
adamın üstünden almaya çalışıyordu. Onu güçlükle geri çekti, ona sarıldı, Hakkı,
başını geri çevirince adamın yerden bıçağı almış koşarak üstüne geldiğini fark
etti, son anda fark etmişti onu, bıçağı almaya çalıştı, bir süre savaştılar bu
konuda, Hakkı, adamın elini ısırdı, bıçağı kaptı ama düşürdü, almak için elini
uzattı, adam da çabalıyordu, boğuşma esnasında
adam
Hakkı’nın üstüne hücum etmişti, ağır ve geniş adam bıçaklandığını anlayamadı
kalbinden, bir süre yumruk salladı, Hakkı da onu bıçakladığını fark etmemişti,
yere düştü, şok içinde çevresine bakındı, nefes almakta zorlanıyordu, ceketinin
cebinde bir şey arıyordu, bulamıyordu, sigara işareti yaptı bir eliyle
Hakkı’ya, Hakkı anladı, kendi cebinden bir sigara yakıp verdi ona, adam birkaç
nefes çekti, “yeni evlenmiştim” dedi, Hakkı’nın gözlerine bakarak, gözlerinde
yaşlar belirdi ve aniden öldü. Hakkı, derin bir üzüntüyle alnını karışladı.
Ağlamaya başladı.
Hakkı,
geçmek bilmeyen on sene geçirmişti hapiste ve içmemeye tövbe etmişti, o
kurtardığı Kadir ise bir kere bile ziyaretine gelmemiş, arayıp sormamıştı,
sonra onun yüksek doz eroinden öldüğünü işitti, “iyi oldu” diyeceğine, üzüldü,
ağladı. Çünkü Kadir çocukluk arkadaşıydı. Şehirde çalmadık kapı bırakmamıştı iş
bulmak için, sonunda barın birinde iş bulmuştu; güvenlik görevlisi olarak, işi
kapıda beklemek, içerde sorun çıkaranları güzellikle dışarı atmaktı; ama burası
tekin bir yer değildi, silahlı gelenler oluyordu, sorun çıkarıyorlardı. Eşsiz
(damsız) girilmeyen bara günün birinde esrarkeş olduğundan şüphe etmediği bir
sürü sabıkası olan arıza bir tip geldi ve içeri girmek için çabaladı, en son
geldiğinde sorun çıkarmıştı. Hakkı, bir bahaneyle uydurdu ve onu alamayacağını
söyledi kibarca, keş kafa tuttu, yanındaki kavgacı, mini etekli kız da ona destek
oluyordu, ertesi gece pompalı tüfekle geldi ve Hakkı’yı vurmak için arıyordu,
“Hakkı nerde, lan buraya gel, seni ödlek!” diye bağırıyordu genç adam, hap
içmişti, kafası güzeldi, yere çöküp oturdu, tüfeği yere koydu, sigara yakmıştı,
az dinlenip tüfeği eline alıp doğrulacaktı, arkadan sessizce yanaşan iki adam
bunu etkisiz hale getirip güzelce patakladı ve elini kolunu bağlayıp polis
çağırdı. Gencin akrabaları bar önüne gelip barı taşlamaya, genci polis gelmeden
almaya kalkıştı, bar sahibi, Hakkı’ya,” sen gözden kaybolsan iyi olur” dedi ve
Hakkı, o gece işi bıraktı. Onu seven başka bir bar sahibi vardı, ortalık
sakinleşince ona başvurdu, bu adamın cezaevi geçmişi vardı ve Hakkı’nın
talihsiz durumunu iyi biliyordu, Hakkı, mafya bağlantıları olan bu adamın
barında işe girdi, güvenlik şefi olarak. Birkaç gündür yeni çalışıyor, işler
yolunda gidiyordu. Hapisten çıktığı karlı günü hatırlayıp; “bir daha hapse
girmeyeceğim” diye düşünüyor, “olmadı bu işi bırakıp başka iş yaparım.” Bu
işlerde belanın nasıl ve nerden geleceği belli olmazdı, tedirgindi, günler
geçti, olay olmadı, bir ay sonraydı, gencin
birini barın karşı caddedeki
kaldırımında yaramaz tiplerle muhabbet ettiğini görürdü, gidecek yeri olmayıp
buraya vakit geçirmek için gelmiş gibiydi, belli ki dostu yoktu, çekirdek
yerdi, bira içerdi, bara girip çıkanları seyrederdi, sinema filmine dalmış
gibi, belki de o zengin züppelerden birinin yerine koyardı kendini, bazılarına
laf atardı, “güzel ceket, kızdan daha güzel, ya da “parayı nasıl buldun, oh!”
ya da “fazla içme soyarlar” ya da “saçların güzelmiş!” O zengin çocuklar bunun
deli ya da yarım akıllı olduğunu düşünürdü, ses etmezdi, bazısı para vermek
isterdi, çocuk parayı almazdı, böylece onların bazısıyla ahbaplık kurmuştu, bu
çok hoşuna gidiyordu, iyi giyimlilerden söz almak bambaşka bir hazdı onun için,
bazısı ise genç adamı hep aşağılar, küfür ederdi, kovmaya çalışırdı, genç adam
istifini bozmaz, onlara boş gözlerle bakardı, arkalarından dil çıkarırdı,
eliyle bir küfür hareketi yapardı; ama onlar arkalarını dönüp gittiklerinde. Barın güvenlik görevlileri ya da çöp atmaya
çıkan garson o genci burada istemezdi, onu kovarlardı, el işareti yaparak,
takılırlardı da ona, genç adam zararsızdı ve karşı caddede olduğu için gence
bir şey yapmazlardı; hatta genci biri pataklamak istese onu kurtarırlardı,
çaktırmadan severlerdi bu deli çocuğu.
“Git lan
buradan çapulcu! Bıktık senden, evin barkın yok mu, bir gün yakalayıp fena
tokatlayacağım seni.”
Şakadan koşar; ama yetişemez, çocuk lazer gibi
koşardı, bazen; “bu kez yakalayacağım” umuduyla koşar, kesilir ve bırakır,
bazen koşar gibi yapar, durur, genç adam tazı gibi hızlı koşardı. Diğer
güvenlik görevlisi şişmandı, “elleme çocuğa, zararsız.” Bağırır: Ufaklık git
evine sütünü iç, buralar sana göre değil.” Yanına gider, ona birkaç laf edip
yerine gelirdi.
Uzun olan hiç dostça bir tavır göstermezdi, hep
küfür ederdi: “Piç kurusu! Ya da yine mi buradasın. Git yemek ye, sıçan surat!”
İki güvenlik görevlisi de işi bırakmış, ikisi de dün
manyağın birinden fena dayak yemişti, mafya liderinin oğlundan, ses de
çıkaramıyorlardı ve evlerinde yatıyorlardı ağrı sızıyla. Geçici olarak iki
garson koyulmuştu hemen yerlerine, Hakkı da oradaydı, ve yeni elemanlar
güvenlik işinden hiç anlamıyordu.
Bara girmek için aracını valeye veren bir zengin
müşteri o pinekleyen gence tekme yumruk girişmiş, Hakkı koşup kurtarmıştı
çocuğu, adamın yanındaki kız bir şey demiş, adam da çocuğu pataklamıştı, “abla
saçın çok güzel!” demişti, kötü bir şey dememişti, “çocuk bana sulanıyor, şu
pislik piçe bir şey desene!” demişti sevgilisine. Çocuğun ağzı burnu kan
içindeydi, Hakkı, adamı nerdeyse
pataklayacaktı, “bırak lan çocuğu! Vicdansız!” demişti, çocuk ağlıyordu
kaçarken.
İyi
giyimli adam bunun hesabını sana sorarım deyip içeri giriyordu, Hakkı dayanamadı,
küfrü bastı, adam parmak salladı; “sen öldün,” içerden birileri geliyor, “abi
garson lazım, elamanları sal,” Hakkı iki salak elemana; “gidin siz, ben başa
çıkarım” dedi, az sonra barın müdürü geldi, sigara yakarken belindeki tabanca
görüntü, Hakkı’yı delice bir korku sardı, bar sahibi dedi ki: “Benim eski iş
ortağımın oğluna ağır küfürler etmişsin? O bilmem ne çocuğunu dövseydin elini
öperdim aslanım. Gelip gidiyor gelme de diyemiyorum, bebekliğini bilirim,
babasıyla kardeş gibiydik zamanında, sonra kazık attı bana; aramız bozuldu. Çok
geçmedi vurdular bunu; öldü, kardeşim ölmüş gibi üzüldüm ama. Bu çocuk da
yanlış işler peşinde, geberip gidecek, insan istemez tabi, kucağımdaydı bir
zamanlar, şeker bir bebekti, keşke doğru yolu az da olsa bulabilse.”
“Ya
kusura bakma abi. Özür dilerim.”
“Devam
et aslanım; ama terslik yaparsa küfür etme, abilik yap, öğüt ver.” dedi, Hakkı’nın
sırtını sıvazladı, yaşını başını almış adam, içeri geçti,
Kendini,
yüreğini birine kaptırınca işte böyle oluyordu, nerdeyse hayatı mahvoluyordu,
şu karşıdaki çocuk yüzünden.
“Kaybol
lan!” oradan diye işaret yaptı, çocuk oradan uzaklaştı.
Ertesi,
gün alelacele işe alınan güvenlik görevlilerine bam güm girişildi ve hastanelik
oldu, müşteri içkilidir, gergindir, çok yumuşak olacaksın derdi Hakkı, boyu
kısa adam küfür edince karşılık vermişler, on dakika sonra boyu kısa adamın
telefonuyla, on kişiyle gelmiş, kapıdaki görevliler kaçmaya fırsat bulamadan
dayak yemişlerdi, ancak Hakkı içerde gelince durdular, onu bilirlerdi, adam
öldürdüğünü, cesur olduğunu, sayı ve korku karışık bir his beslerlerdi ona,
Hakkı onları tanıyordu, ses etmeyecekti, “abi hastane masraflarını karşılarız,
şikayetçi olmasınlar. Biz öğrenciyiz.”
Üste
para vereceklerdi, güzelce dövdükleri için. Hakkı, onlarla anlaştı.
Artık
Hakkı duruyordu barın girişinde, yanında bir gençle. Kibarca söylüyor, “…varsa
verin lütfen…” Silah, bıçak sokmak yasak, varsa alıyor emaneti koyuyor içerde
masa gözüne.
Hakkı,
kapıdan uzaklaşmıştı, sigara yaktı, çocuk ona el işareti yaptı karşı caddeden,
Hakkı da ona işaret çaktı, işaretlerle her şeyi anlatabilirsiniz, çocuk biri
şeyler anlattı, Hakkı gülümseyerek seyretti, sonraki günlerde çocuk Hakkı’ya
olan ilgisini arttırdı, onunla dostluk kurmaya çalışıyordu, bir el hareketi,
nasılsın, sonra kendisini anlatıyor, “ben iyiyim, iyi hissediyorum,” baş parmak
hareketiyle. Sonraki gün barın bulunduğu caddeden geçiyormuş gibi yaptı, (her
an kaçmaya hazırdı) “Hakkı abi nasılsın?” diye sordu, havadan sudan konuşuyordu,
Hakkı; “işim var, senle ilgilenemem, uzaklaş lütfen” dedi, çocuk güldü, zaten
arkadaşlar beni bekliyor dedi, gitti, yalan attı, onun arkadaşı yoktu. Hakkı
düşündü, “adımı nerden öğrenmiş? Seni sersem.” İyi hissetti ama. Ona acırdı, bu
çocuğun kimi kimsesi yok muydu? Takılacak başka yeri yok muydu? Bu pislik yerde
harcanıp gidecekti günün birinde, kesin keş olacaktı, kesin bunu biri döverek
öldürürdü; çünkü insanlara laf atardı. Hakkı ona daha yumuşak ve dostça
davrandıkça çocuk sevinip bir şeyler geveliyordu, insanlarla ilgili yorum
yapıyordu, Hakkı onu gitmesi için kibarca uyarırdı, çocuk dinlemiyordu,
Hakkı’yı sevdiği için oradan uzaklaşamıyordu.
“Şamarı
yersin; git.”
“At da
görelim. On beş yirmi adamla gelirim sonra!”
“Gel
ebenin şeyini görürsün!”
Çocuk
güldü. Şakalar yapıp durdu, gideceğimi dedi, bir şeyler anlattı, saçma sapan şeyler. Hakkı bu çocuğun aklının
yarım olduğunu ya da zeka geriliği vardı herhalde; ama ara ara çok yüksek
zekaya sahipmiş gibi şeyler anlatıyordu, çok zayıftı, çok kısaydı, 17
yaşındaydı; ama 12 yaşında gösteriyordu. Çirkin bir yüzü vardı.
Geceler
şehvetli biçimde akıp geçerken oralarda
bir kız türedi, bara girip çıkardı, uyuşturucu hap satan
bu kız önce
birkaç kez bedava hap verdi Şerif’e, “al iyi gelir, dene, para istemem.”
Güzeldi
ve Şerif’le uzun uzun sohbet edip bara geçerdi. Sonra kız sordu, “hap ister
misin?” Şerif eliyle kış kış yaptı: “Uzak dur dedi Şerif, güzelsin diye senle
muhabbet ettim, diktir ol git şimdi.” Kız şaşkındı, “bu çocuk haplara nasıl
olur da alışmaz.” Sonra güldü; “şaka yaptım, ver bir tane.” Kız dedi ki: “Parasını
verirsen olur.” Şerif ona el hareketiyle küfür etti, kız güldü, “bana müşteri
bulursan sana hap veririm.”
“Anlaştık”
dedi, Şerif uzaklaştı ve kısa bir süre sonra iki gençle geldi, satıcı kız
araçtan uyuşturucuyu almış geliyordu, bu esnada çevrede evsiz gibi dolanan iki
sivil polis fırladı, kızı tutukladılar, Şerif en başından beri aldığı hapları
içmeyip saklıyor, olup biteni Hakkı’ya anlatıyordu, ve işin içine polisleri soktular, Hakkı
Şerif’in çok akıllı bir çocuk olduğuna karar verdi, o hapları saklamayıp
içebilirdi! İçmedi, tuzağa düşmedi. Bu yüzden onu çok sevdi ve tuttu. O gün
muhabbetleri derinleşti.
“O
kopuk tiplere selam bile verme.”
“Boyum
kısa diye zayıfım diye herkes dalga geçiyor benimle. Param olunca boy uzatma
ameliyatı olacağım.”
“Önemli
olan kişiliktir, yürektir, kafadır, boş ver bunları sen. Ne iş yaparsın?”
“Lise
terk. Sanayide çalışayım dedim, ustam dövünce işi bıraktım. Ara ara inşaatlarda
amelelik yaparım. Mesela adam evinde tadilat yapıyor, molozlar çuvallarla aşağı
indirilecek filan, ben bu iş yaparım.”
“Çok
zayıfsın, zor olmuyor mu?”
“Zor
ama ne yapayım.”
“Kuaförlük
kursuna git, berber ol, garson ol, böyle işler senin için iyidir. Takılma
buralarda. Başın belaya girecek.”
“Nereye
gideyim, arkadaşım yok ki, burada bir sürü manzara var, vakit geçiriyorum.”
Şerif,
barın oraya gelmeye devam ediyordu, karşı caddeden bakınmıyordu artık, Hakkı
ona müsaade ediyordu, ufak tefek işler yaptırıyordu, bana sigara alıp gel
diyordu mesela, müşteriye, Hakkı ona yiyecek içecek veriyordu, bazen onu oradan
kovuyordu, kalabalık ve iş yükü yüzünden. Derken Hakkı genç adamın dertli ve
düzelmez görünen ve yerinde sayan hayatına kayıtsız kalamamış, onun için bir
şeyler yapması gerektiğini hissetmişti, Şerif’i bara bulaşıkçı olarak aldırdı,
sonra Şerif temizlikçi oldu, sonra komi, kendini sevdirmiş, çalışkanlığı
sayesinde terfi etmişti. Bar sahildeydi, soğuk bir kış gecesi kızın biri
intihar etmek için elbiseleriyle denize açıldı ve derinlere gidiyordu, kimse kızı
kurtarmak için
bir şey
yapmıyordu, herkes işin matrağındaydı, ileri geri konuşuyorlardı densizce.
Şöyle:
“Geri döner.”
Diğeri:
“Mecbur yoksa geberir.”
Diğeri:
“Mecbur değil zaten gebermek niyetinde.”
Bir
diğeri: Yok ya, kafası güzel, farkında değil, biri onu kurtarsa iyi olacak.
Kurtarası varsa tabi.”
bazıları,
çekirdek yiyor, sigara içiyordu, biri cips, biri çikolata yiyordu, biri tespih
sallıyordu. Küçük bir kalabalıktı ve her saniye büyüyordu, kız siyah giysiliydi,
ve sonra karanlıkta görünmez olmuştu, Hakkı olayı öğrendi ve fırladı, derin sularda
su yutan kızı kurtarıp kıyıya getirdi, üniversite okuyan kız aile sorunları
yaşıyordu, ailesiyle arası çok bozuktu, sonra… sevgisiz ve yalnızdı, bir kız
arkadaşıyla yaşıyordu, garsonluk yapıyordu, üniversiteyi ilk yıldan terk
etmişti.
Kurtarıcısına
meyletti, nişan, derken kimsenin yüzüne bakmadığı, gerçekten değer vermediği
Hakkı evleniverdi nikah dairesinde. Ev kira, eşyalar ikinci el ya da daha
eskiydi. Parası yoktu, bar sahibi pusuya düşürüp öldürülmüştü, bar da
kapatılmıştı. Hakkı kimi işlere girip çıkmıştı, borçla idare ediyordu, iş arayıp duruyordu,
bütün kapılar yüzüne kapanıyordu, “hurda, para eder atık toplayayım” diye
düşündü, toplayıcıları görmüştü, dört tekerli bir eskici arabası satın
aldı,
ikinci el, bununla gece gündüz sokakları turluyordu; ama soğukta, yağmurda
yapılacak iş değildi bu lanet olasıca iş ve sonunda hastalanmış, yağa düşmüş,
boğazı şişmişti. Toparlandığı, kendine geldiği, güçlü hissettiği günlerin
biriydi. Karısı aşerdiği için ara ara kıyma alıp köfte pişirirdi. “Her yerim
büyüdü, bu kiloları veremezsem mahvoldum” dedi karısı, “tiksindirici bir şişko
oldum,” sonra ciddileşerek; “çok iyi köfte yapıyorsun, annem bile bu kadar
güzel yapamaz, bence sen köfte yapıp satmalısın hayatım.” Dalga mı geçiyordu,
mora mi veriyordu, sonra düşündü taşındı, onun yaptığı yiyecekleri (makarna,
pilav, hamsi ızgara, kuru fasulye) eve gelen misafirler, arkadaşları da oldukça
lezzetli bulurdu, “senin elinde lezzet var” derlerdi, “bizde aynısını yapıyoruz
ama böyle güzel olmuyor. Ve Hakkı cesaretlendi, hurda toplamak için kullandığı
eskici arabasını, bir köfteci dükkanına çevirmeye başladı, ona dam da yaptı,
böylece yağmurda karda ıslanmayacaktı, ocağı, tüpü, tencereleri, ızgarası,
bıçakları, tabakları her şeyi vardı, köfte arabasının yanında birkaç tabure… Akşam ve gece vakti sahilde belli noktalarda
duruyordu, köftenin tadını alan müşteriler sık sık köfte yemeye geliyor ve
yanlarına
başkalarını getiriyorlardı, türlü baharatlarda pişirdiği köfteler başkalarının
yaptığı gibi değildi. İşe elinin lezzeti de geçiyordu, bir sihir gibi bir şeydi
köfte. Yiyen doyuyor, mutlu oluyordu, gözleri mutlulukla parlayıp
minnettarlıkla oradan ayrılıyorlardı. İşi temiz ve titizlenerek yapıyordu, para
kazanma derdinde değildi, utanacağı bir durum aman çıkmasındı, müşteri memnun
olsun yeter ki diyordu, işi çevireyim yeter. Soğanı keserken güzel düşüncelerle
kesiyordu, çocukluğunu hatırlıyordu mesela, köfteleri maşayla tek tek ekmeğin
içine dizerken güzel hislerle yapıyordu bunu, ailesini, birlikte yemek yedikleri
güzel günleri hatırlıyordu, o manzara gözünün önüne geliyordu ve iş sırasında
kan ter içinde kalıyordu; ama vakit geçince önlüğündeki kağıt ve bozuk paralar
akıl almaz hızla birikiyor, buna şaşıyordu, müşteriden yanlışlıkla fazla para
mı aldım deyip korkuyor, aman işe namussuzluk bulaşmasın diye düşünüyordu,
köfte
bitiyor ve üzülerek yeni gelenlere; “maalesef kalmadı, domates biber soğanla
yapayım mı?” derdi, kimseyi boş çevirmek istemezdi, sandviç, onu da çok güzel
yapardı, halis zeytinyağı koyardı çünkü. Sık sık da Şerif ona yardım etmeye
gelirdi, hiçbir işte dikiş tutturamıyordu Şerif.
“Bak
aslanım dedi Hakkı: “Sana da alalım bir dört tekerli eskici arabası, haşlanmış
yumurta, mısır, ne bileyim başka şeyler satarsın. Sandviç. Merak etme ben
dizayn eder senden para almam.”
“Beceremem
ki…”
Hakkı,
ne dese boştu, Şerif, tek başına bir şey yapmak istemiyordu, ya da cesareti
yoktu ya da Hakkı’ dan ayrılmak istemiyordu, belki de sorumluluk almak
istemiyordu. Çocukça kafasına göre takılmak istiyordu, evet, tam tamıma buydu.
Çalıştığı mobilyacı yanından ayrılmıştı. Asalak gibi, her şeye pasif yaşamak
istiyordu sanki, çalışmak istemiyordu, çalışarak çok ezilmiş, Hakkı yenmiş
filan. Aslında psikolojisi bozuktu, altı kız kardeşi o cehennem evden evlenerek
kurtarabilmişti kendini, iş güç sahibi olmuşlardı, hurda toplayıp evi
geçindirmişti baba; ama artık eskisi gibi güçlü çalışamıyordu, hastalıkları
vardı, evin ev büyüğü yıllar önce evlenmiş, belediyede temizlik işçisi olarak
işe girmişti, başta çok iyiydi, baba evine çok sık gelir, arardı sorardı, çok
ilgiliydi, eli yiyecek dolu poşetlerle gelirdi; ama bir çocuğu olduktan sonra
aramaz ve uğramaz oldu, benden para, bir şeyler isterler diye, karısı böyle
istiyordu çünkü. “Herkes başının çaresine baksın artık, çocuğumun lokmasını
başkalarına yediremem” diye söylerdi ona, bahaneler uydururdu.
Çirkef,
pislik, kötü kalpli bir gelindi.
Oturdukları
eski küçük evi de gelinin babası hediye ettiği için kadının boyunduruğuna ses
etmezdi adam. (Genelde böyle olur) Sadece kurban bayramında uğradı baba evine.
Şerif,
bir gün annesinden para istemiş, kadın vermemiş, Şerif de evdeki birkaç
tencereyi satmış. Mahalledeki parkta bira içiyormuş, babası gelip bunu bir
güzel pataklamış, birileri yetişmese ölüyormuş.
Hakkı’nın
yanına gelmişti bir gece: “Neyin var Şerif? Gözüne ne oldu? Biri mi dövdü?”
“Hiç”
dedi; ama ağlamaya başladı, sahilde kimse kalmamıştı.
“Karnın
açtır al şu çayı, son köfteyi de ikimiz için yapayım. Neyin var senin, anlat?
Anlatmazsan öteki gözünü de ben morartırım.”
Şerif,
güldü ve olayı anlattı.
Yarım
ekmek köfteleri yiyorlardı, ayran içerek.
Şerif
dedi ki: “Dün bana de demiştin?”
“Ne,
hatırlamadın.”
“Hani o
güzel kız vardı ya? Sahilde kız arkadaşlarıyla eğleniyordu, onu takip edip
evini öğrendim.”
“Ha,
tamam, hatırladım, senin yüzüne bakmaz; ama şansını dene demiştim, kabul ederse
getir buraya köfteler bedava size demiştim, eeee…” Güldü, “Korkuyorum demiştin,
boyum kısa asla kabul etmez arkadaşlık teklifimi. Çünkü çok çirkinim. Korkma
demiştim. Kendine güven, senin muazzam bir çirkin karizman var.”
“Bir de
şunu demiştin” dedi Şerif: “Ağaçta oturan kuş, dalın kırılmasından asla
korkmaz, çünkü güvendiği ağaç değil, kendi kanatlarınadır. O kızıl derili sözü
çok hoşuma gitti ve beni çok etkiledi, derinlemesine düşündüm, sonra kızın
evinin önüne gittim, villanın bahçesindeydi, havuzdan çıktı.”
Hakkı;
“eyvah!” diye düşünüp yüzünü sıvazladı. “Ya ben sana böyle mi anlattım?!”
“Dinle
abi, kız içmeye başladı şezlongda, cep telefonu vardı elinde, duvardan atlayıp
girdim bahçeye, korktu, ses çıkaramadı, korkma dedim, onu sevdiğimi anlattım,
korkusu gitti, cüzdanından para çıkardı verdi, al şu parayı, git kendine yemek
al dedi, çok zoruma gitti. Ben dilenci
değilim ki dedim.
Özür
dilerim dedi, içimden geldi, kendine güzel kıyafet alırsın. Tanışsak dedim.
Gözüne
ne oldu dedi. Orası babamın attığı yumrukla morarmıştı; çalışmıyorum diye. Ne
diyeceğimi bilemedim, nasıl bir yalan atmalıydım, göğe baktım, bir yıldız
hatırası dedim, attım kafadan. Şaşarak duraladı, o put, kibirli hali, vicdansız
ve vurdumduymaz hali birden yıkıldı, içten bakıyordu, ruhu güvercin gibi süzüldü
bana doğru. Başımı sallayarak, evet, gözümdeki bir yıldız hatırası, evet, bir
yıldız hatırası, bir yıldız…” Tatlı tatlı gülümsedi, mavi gözleri sımsıcaktı,
akıyordu bana, sarılıyordu bana, ben de ona. Bana şöyle dedi: Çok ilginç geldi
bana bu, yıldız hatırası demek, sanki yıldızlar arası yolculuk etmiş gibi, o
yıldızlardan hatıralar… anılar, güzel bir şeyler toplayıp gelmiş gibi çiçek
toplamak gibi… şairane sözdü.. Yıldız hatırası da nedir dedi, bana izah eder
misin? Seni saatlerce dinlemek isterim bayım. Korktum, sıçıp batırmaktan
aramızdaki güzel enerjiyi.
Nasıl
bir hikaye uyduracağım düşünüyordum.
Zaman kazanmak için tanışsak, adını söylesen dedim. Kız
alçak sesle şöyle dedi: “Olur ama babam sıra dışı birisidir, güldü, seni
görürse…
“Lan ucube çocuğu benim biricik kızımı nasıl rahatsız
edersin!? Gavator!” diye bağırdı biri, fırladım, pompalı tüfekle ateş etti iri
yarı bir adam. Kız çığlık attı, duvardan nasıl sıçrayıp atladım o korkuyla
bilemedim, 2 metreye takındı yükseklik, uçtum maymun gibi demek ki. Yerden taş
alıp fırlattım, adamın evinin camına doğru, taş bir yere çarpıp sekti, adamın acıyla bağırdığını duydum, duvara
tırmanıp baktım, adam yüzünü tutmuştu,
kız ağlıyordu, o taşı atmamalıydım. Sakın buraya bir
daha gelme yıldız adam!” diye bağırdı kız, iş berbat oldu. Üzüldüm, ne hoştu,
kızdığında bile güzel şey demişti, yıldız adam, kızdığında bile iltifat eden bir
kız, tertemiz, ince kalpli. Üzüntüden kafayı yedim, ağladım, çıldırdım. Kaçtı
ilk aşk, trilyonlar…geleceğim…kızla evlenirdim, trilyonlarım olurdu… çok
zenginmiş adam… Dengem gitti. Saatlerce kendi kendime şöyle dedim: Yıldız adam,
yıldız adam, hayatımdaki en güzel sözleri bu kız demişti bana. Ertesi gün işe
gittim, zor uyandım, annem eğer kalkmazsan baban ağzına şey yapacak dedi mecbur
kalktım, bir de babamla ters düşmek istemedim gözümün acısı, yani önceki
dayağın acısı geçmemişti. İş yapmak içimden gelmiyordu, sigara yaktım, ustam
kızdı, söndür şunu eşek sıpası dedi, iş sırasında içemezsin, ayrıca 12 yaşındaki çocuklar sigara içemez.
Salak biliyor 17 yaşında olduğumu. Söndürdüm sigarayı, çekici ver dedi, çekici
düşürdüm, sıcaktan bunalmış, ayağındaki çorabı çıkarmış, kaşıyordu kirli
parmaklarını, çekiç ayağına düştü, anama sövdü. Yerdeki tahtayı kafasına
indirecektim, acıyla ağzından kaçtı, ses etme dedim kendime; ama yine küfür
etti, çok acıdı, senin ananı Türkiye’nin en iyi penisli adamları… Çok zoruma
gitti. Abi sen bana sövdün dedim özür dilemelisin.
Güldü: Git bana su getir dedi, arkasını döndü.
Tahtayı indirdim kafasına, ağlar gibi acı sesle bir
şeyler dedi, beni ustamın bir dikmediği kaldı, ne dayaklarını yedim, çok ayıp
ettin çocuk diye söylendi, beni işten kovdu.
Hemen sonra gitme gel dedi, yalvarmaya başladı, istifa
ediyorum dedim, güldü, istifa dilekçesini imzala dedi, al kalemi, aletinin
olduğu yeri işaret etti. Küfür ettim, güldü, gitme diye yalvardı, akşama kadar
kalırsam iki günlük ücret vereceğini söyledi, bir günlük hakkım vardı, kaldım, gitmedim.
Akşam beş kuruş vermedi. Başıma indirdiğin tahtanın acısı geçmedi dedi.”
“Ustan ilginç adammış.”
“Ondan önceki ustam da ilginçti. Sıva için iskele
kuruyorduk binaya, ona harç yapan, her istediğine koşan elemandım, adi herif.
Hep laf sokar, küfür ederdi sefil herif, arkamdan keser fırlattı, keseri
düştüğü yerden aldım, ona fırlattım, keser
sahibi öper dedim, argo ama, keser adamın nerdeyse
başına geliyordu. Delirdin mi oğlum gel gitme diye yalvardı, beni yalnız
bırakma.
Hep küfür ederdi, ses etmezdim, sonra ben de
karşılık vermeye başladım, ilk küfür ettiğimde çok şaşırdı, bozuldu, keserim
seni dedi ama bir şey yapmadı, o küfür ettikçe ben de, ama ne yazık ki o en
ağır küfürleri etmekte ustaydı, onunla böyle çok iyi anlaşıyorduk, küfürleşme
bir tür şakalaşmaya dönmüştü, bir
seferinde yine beni ezip geçti küfürleriyle, hazmedemedim, anlık sinirle küreği
indirdim kafasına, başı yarıldı. Çok korktum ölecek diye. Bayıldı çünkü… Her
neyse, şu kız meselesi yüzünden içim yandı, sence beni bağışlar mı çiçek filan
alsam?”
“Ağaçta oturan kuş, dalın kırılmasından asla
korkmaz; çünkü güvendiği ağaç değil, kendi kanatlarınadır, her durumda, zor
durumda, çıkmaza düştüğünde bunu hatırla ve hayat akar durur, ve sürekli yeni
şeyler olur, şaşırtır, kızdırır, bozar; ama yeni duruma ayak uydurursan sorun
olmaz, yani ak, su gibi ol. Ve kuşu hatırla. O zaman içinde olman gereken en
doğru noktada olursun, dağılmazsın, yolundan sapmazsın, kafanı çabuk
toparlasın. Yılmaz, pes etmezsin. ve seni kimse bozamaz, raydan çıkaramaz.
Merak ettiğim şu: “Sen bu kıza aşık değil miydin?”
“Ne aşkı abi, açım, kız beni sevse param olur,
hayatım kurtulur. Adi biri olduğumu düşüneceksin; ama değilim, kız bana diyor
ki babam sıra dışı biridir, dese ki katil ruhlu bir babam var, hemen kaç, kaçardım.
Annem de bu sabah bozuk buzdolabını tamir etmeye çalışıyordu, ona üzüldüm çok,
tamirci çağır dedim, çok para alır dedi, sen de malın tekisin, nice çocuklar
var senin yaşında cin gibi, tamir bilirler, küfür etti bana, elince tornavida
vardı, güya açacak makineyi, hiç anlamaz ki, gülesim geldi, ve ağlayasım, malın
tekiyim, annem haklı. Sonra komşulardan birinin oğlunun bu işlerden anladığı
aklıma geldi, evine gittim, işteymiş, işten sonra müsait olursa gelirmiş ve
gelmedi, parkta dostlarıyla içerken gördüm onu. Sonra eve geldim, buzdolabı
yapılmış.
çok basit bir sorun varmış, biri bir şey takmış,
buzdolabı çalışmaya başlamış, ben gerekeni yaptım,
mal gelmedi, ama biri gelmiş, sorunu ben çözmüş gibi hissettim annemi görünce.
Annem içini bir şey yapabilmek kendimi iyi
hissettirir. Çok acı çekmiş biri. Bak abi, benim param olursa anneme neler
neler alırım, oturduğumuz ev berbat, derdim bu.
“Bak aslanım; dişine göre bir kız sevsen, annen
bahçede ya da evde bir şey onarmaya çalışırken ya da salça kaynatırken ya da
turşu kurarken ya da reçel yaparken onunla yoldaş olabilecek bir kız lazım
sana, o beğendiğin zengin kız anneni hor görür, anlayamaz, hor görmese bile
katlanamaz, kavrayamaz o yaşantıyı, hayatta kalmanın ilginç delirmelerini.
Annen kaç bin kez delirir; ama devam eder, senin kız duvara toslar hemen,
kaldıramaz.”
“E abi kızı alıp o kötü eve gelin getirmeyeceğim
ki!”
“Kız derse ki babam istemiyor seni, kaçalım, o zaman
annenin evine sığınacaksın.”
“Haklısın.”
“Buzdolabını arkadaşım yaptı. Sana bir bakayım
dedim, annen içerde ağlıyordu, yiyecekler bozulacak ne yapacağım diyordu, para da yokmuş tamirciye götürmek için.
Annen kahve verdi, sohbet ettik filan. Evden çıktım
eski dostumu aradım, birini yolladı, adrese.”
“Abi iyi ki varsın! Senle ölüme giderim, bir şey
soracağım; kıza çamaşır makinemiz eski, yenisi lazım desem alır mı sence?”
“Beni seviyorsun sanmıştım, aç köpek, param
peşindesin, git kokuşmuş kıçını diktir derse sana kız?”
“Dayağımı yer.”
“Evlat, ilginç şeyler diyorsun.”
“Ya arkadaş, garip anacığıma bir çamaşır makinesini
çok görüp almıyorsa sıçarım ağzına. Kız çok zengin. Alması lazım abi, normali bu.”
Hakkı, gülümsedi ona acıyarak.
“Şaka yapmıştım… Sence onu nasıl kazanırım? Babası
olacak kalası, görgüsüzü yere serdim ya? Bahçedeki çocuğa pompalı tüfekle ateş
etmek ne ya, delinin teki demek? Üstelik 12 yaşında çocuk.” Güldü, “kızı nasıl
kazanırım, mutlu ederim?”
“Ona sadece hayal gücünü ver, ruhunu, kızlar bunu
çok sever ve ondan hiçbir şey isteme.”
“Galiba seni anladım Hakkı abi, evet, yıldız adam,
yıldız adam hatırası!”
Hakkı güldü: “Demek
yıldız adam, yıldız adam hatırası?”
Şerif dedi ki:
“E herhalde yıldız adam babam! Gözümde onun hatırası, kaç kız evlendirdi,
yıllardır çabalıyor, halen çalışıyor, pes etmez yenilmez, bu çilekeş adam
yıldız adam değil de nedir? Sen ne anlamıştın o sözlerden, kafadan attığımı sandın
değil mi? Düşünürüm abi, düşünürüm, en zor zamanlarda, en iyisini.”
“Evet, böyle
hiç düşünmemiştim. O sözlerin bu açılımı olduğunu.”
“Ben babam gibi
olamam o ayrı konu.”
İsa Kantarcı
Yorumlar
Yorum Gönder