KARMA
İKİ YALNIZ
Bir yalnız
orada… Birikmişti. Dolu dolu bakıyordu.
Kadını fark etti. Ondan önemlisi yanındaki devasa boşluğu ve güzelim
gözlerindeki derinli kahverengisinin.
Onun yanına oturmak istedi. Düşündü çekindi. Döndü, gidiyor. Aklı oradaki
boşlukta, aklı kadında. Karşıdan bando geliyor. Kapatıyor yolu. Döndü geri.
Utana sıkıla geçti kadının yanına. Oturdu.
İki yalnız. Çok büyükler çok. Yürek tarafından. Ama orası boş. Tozları uçuşur.
Kocaman bir rüzgârı vardır. Sonrası sınırsız. Gök ve toprak arasında melekler.
Bolca kırığı var kalplerinin. Çöller kadar.
İki yalnız, su gibi. Bir bakışta kendini ele verir onlar. Gizlenemezler ki.
Maskeli baloda bile parmakla gösterilirler. Kadın derya gibi. Kadın uzun bir
yolculuktan dönmüştü. Geçilmez yollarla doludur yaşam. Bir noktada bitersiniz.
Hiç gücünüz kalmaz. Terk edersiniz yolu. Belki de tam ters istikamette yol
almaya başlarsınız.
Kimse bilemez başladığı yolun sonunu. Kadın döndü, belki de yuvarlandı bir yerden.
Çetin bir noktadaydı ya da şansı yoktu. Terk etti hayallerini. Kim bilir?
Kadın oradaydı bütün genişliği ve güzelliğiyle. Adeta bir gemi gibi,
transatlantik gibi. Evet, Bakılmaya doyulmayacak kadar, hatta kör edecek kadar
güzeldi.
Adam dönmüştü bir yerlerden incele incele, döne döne. Çok zor bir yerlerden.
Dağlara kavgalıydı sanki. Ağzı karanfil tadındaydı sıkı sıkıya. Cebinde ölü
yıldızlar vardı.
Kim bilebilir cebinde esrar taşımadığını? Kim bilir bir veda mektubu
taşımadığını? Kim? Koyu bir acının çiçekli tepesinden yuvarlanmıştı belki de.
Onları toplamaktan bitkin. Onları vazolara koymaktan, sulamaktan solgun. Erik
ekşisi. Ve elma tatlısı... (hayat bu ikisinden başka nedir ki?)
Bu acıya tutuna tutuna yaşamda kalmasını bilmişti. Şimdi azgın sularında soğuk
boşluğun.
Kadının ırmakları dolu dolu. Deniz özlemiyle parlayıp sönüyor gözleri. Kırılgan
ve denizler kadar utangaç. Bekliyor. Neyi, kim bilebilir? Belki de şişman bir
kocası vardı, koyun kokan, nefret kokan, kötülük kokan bir adam... Bıkmıştı
kadın ondan ve her şeyden. Bıkmıştı. Çünkü köpeğiydi hayatının.
Şimdi burada olmak bir hayaldi.
Yürüyüş
yolunda oynayan çocuklar vardı, neşeli insanlar vardı. Belki de ölü çocuklar.
Doğduklarında ölmüşlerdi. Ya da cami avlusuna bırakılmayıp bir anne ya da bir
sevgili tarafından boğularak öldürüldüler. Bir trafik kazası belki de. Çocuklar
vardı. Kimse onlara zarar vermezdi. Hiçbir şey onları engelleyemezdi. Hiçbir
şey onlara çarpamazdı. Vardılar ama görünmez, ezilmez, öldürülmezlerdi.
Sıcak, gülen, mutlu hayaletlerdi.
Kadın gençti, güzeldi, inceydi. Delice dans edebilir ruhu. Susması ölüm gibi
olur. Kim tahmin edebilir, kim bilir? Belki de zihnine beton döküyor. Yoruldu
savaşmaktan. Kalbi çok arkada. Öyle ki, arkada bir çıkış yolu buldu, onu terk
etti. Aylardan Nisan, salkım salkım. Kalpsiz de yaşayabilir Nisan.
Kadın şeker tadında bakıyor, iyi film kadar sarışın düşünceleri. Hava deli gibi
güneşliydi. Yıllardır böylesi görülmemişti. Bal bırakıyor insan ilişkileri. Kış
kötü geçmemiş miydi? İnsanlar karla mahvolmamış mıydı? Adam da dönmüştü bir
yerlerden. Kaya gibiydi. Karaydı gözleri. Karamsardı zehir zehir. Oturacak bir
yer aramıştı, yorgundu ayakları. Yıllarca koşmuştu bir arzunun asfaltında.
Eşsiz bir arzuydu. Ama… belli bir zaman sonra her arzu
biter. Kim bilebilir, bando, bando değildi. Belki de o koyun sürüsüydü ya da
kadın sürüsüydü.
Kadın
belki dönüşsüz bir yoldaydı. Başlangıçta sonsuz görünmüştü. Ama… Belki buzun üstünde yaşıyordu ve
buzda kocaman bir çatlak oldu olacaktı. Bir karar vermeliydi. Allah’tan bir
işaret bekliyordu.
Kadın belki çantasında bir tabanca taşıyordu. Bir saat sonra birini
öldürecekti. Hayatını karartan birini. Bir kadını ya da bir adamı. Güç topluyor… Kadın belki arkadaki apartmanda
oturuyordu. Yeni evlenmişti zengin adamla. Sadece parası için. Onu öldürmeyi
düşünüyordu. Bu adam ise fena görünmüyor. Kırmızı bir banktı. Önceden
keresteydi. Ondan önce ağaçtı. Genç bir adamın baltasıyla ölmüştü. Adamın
karısı hamileydi. Kör bir babası vardı belki de. Gururlu bir baba. Hep Allah
diyen. Önüne yemek koymazsan açım demez. Yük olarak görür kendini. İsyan etmez.
Kadın
belki de çocukluğundan dönmüştü. İçli, gülmez, yeşildi gözleri. Yine de hoşnut
olabilir bir sıcaklık dalgasıyla, milyon tane kapısını açık bırakmış dünyaya ve
dünyaya bedel gülümseyebilir; ama zamanı gelirse. Hatta korkusuzca. Çıkılacak
en yüksek yer neresiyse dişiyle, tırnağıyla, ırmağıyla çıkmaya hazır. Bilenmiş
ruhu. Kaplan sanki.
Kırmızı bir banktı. Değildi belki de. Özünde sarıydı belki de. Yalnızdı ormanda.
Bu yüzden kesilmişti. Ölmemişti. Can çekişiyordu yıllardır. Bir filizi
çıkmıştı. Kadın belki de vefasız bir adamdan dönmüştü bir yerleri eksile
eksile. Kolay olmamıştı. Hiç kolay olmaz hayat. Yıllar, mevsimler, geceler,
gündüzler… Adam dağ gibiydi. Ne iriydi ne
inceydi. Gözlerinde yorgun bir çocuk. El sallayıp sallayıp kayboluyor. Adamın
yüreği parmak şıklatıyor. Kayıp bir şeyleri çağırıyor. Kadın denize bakıyordu.
Deniz
temizdi. Masmaviydi. Belki de plastik şişelerle doluydu. Kirliydi. Çok kirliydi.
Temizdi kadının gözleri. Ölüm gibi gözleri. Bakıyordu kayıklara. Beş kayık
vardı. Beş kayıkta beş çift vardı. Beş mutlu çift. Belki de beş nişanlı çift.
Deniz masmaviydi. Dudaklarını boyuyordu. Diriydi… Kadın paldır küldür dönmüştü bir yerden. Kırmızı bir
sorunun amansız bakışından. Belki de pembe bir sevdanın yılan kollarından.
Dönmüştü. Sönmüştü. Sağ kaldığına dua ediyordu. Bir daha yapmayacaktı. Asla ama
asla. Kendi kendine yeterdi. Hiçbir adamı sevmeyecekti. Asıl sevmek insanın
kendisinde başlardı. Öteki olmasa da olurdu.
Adam dönmüştü bir yerden. Korkuyordu. Ölüyordu düşüncelerinde. Sonra gerçekten
ölecekti. Ama aniden. Bir kalabalıkta ya da kör bir karanlıkta. Her an olabilir
ölüm. Belki de bir kurşun vardı ardında. Takip bir yerde kanlı noktalanacak.
Belki bir genç kızı hamile bırakmıştı. Kandırmıştı onu. Kullanmıştı.
Mahvetmişti. Paramparça etmişti.
Adam dönmüştü bir yerden zınk diye. Bazı şeylerde ısrar, adamı öldürür.
Sınırları bilmek gerek. Ölçülü yaşamak gerek. Rüyalarımızda bile. Belki de
sınırsız bir sevgi arıyordu. Ne olursa olsun aşk. Sonu nasıl biterse bitsin.
Aşk için yaratıldığına inanırdı. Belki de bir şiiri, bir öyküyü, bir çiçeği
yarım bırakmıştı.
Devamını
getirmeye korkuyordu. Yanlış bir hareketle korkunç bir yaratık oluşturabilirdi.
Sonra bu dev yaratık onu rahat bırakmazdı. Benim babam kim, ben neyim, der
durur, soruları bitmez, yaşamda korku sala sala belki de insanları mahvede
mahvede yaşardı. Adam belki de kadınlardan ürküyordu. 40 yaşındaydı. Memurdu.
Hayatı boyunca içine çekile çekile yaşamıştı. Vücudu bile içine çekiliyordu.
Çekile çekile yok olmuştu. Sanki bir gölgeydi.
Hiçbir kadın onu tanımazdı. Bu adam çok mutsuzdu. Artık bir adım atmak
istiyordu. Dışa doğru yaşamak istiyordu. Belki de bu kadın onun son şansıydı.
Kaderiydi. Kadın belki de otuz beş yaşındaydı. Bankacıydı. Belki de ayakları
protezdi de salak adam fark etmiyordu. Saçı da peruktu meselâ. Ruhu da peruk
meselâ. Kalbi de peruklu. Her şeyi… Salak adam anlamıyor. Kadın incele ezile bakıyor.
Adam da süzüle büzüle bakıyor. Ama birbirlerine belli etmiyorlar. Birbirlerinin
gizemli sıcaklıklarını ürpere ürpere duyuyorlar.
Adam belki hayatı boyunca başladığı bütün işleri yarım bırakmıştı. Bundan
belkiydi. Sevdaları, işleri, sözleri... Hiçbir şeyin arkasında durmaz belki.
Acayip bir şey. Güçlü görünür ama değil. Adam görünür ama değil. Vay düzenbaz!
Kadın belki de dilsizdi. Babası kesmişti dilini. Yanlış biriyle konuştuğu için… Adam belki de sağırdı doğuştan…
Kadın belki kekeme. Bu yüzden korkuyor bir merhaba demeye. Adam yarısını
kaybetmişti belki de. Ayran gönüllü sarışın bir kadında. Asi gözlü ve erotik
sesli bir kadın…
Adam belki de oğlunu kaybetmişti. Ona hasretti. Belki de can arkadaşının
ölümüne sebep olmuştu.
Güneş biraz geri çekildi. Serin bir rüzgâr fırıl fırıl esmeye başladı. Çok genç
bir rüzgârdı. Göğüsleri yeni yeni büyümeye başlamıştı. Yaşıtları arasında çok
kıskanılırdı. Bütün ruhunu açıyor, iplik iplik oluyor. Saçılıyor deli deli.
Kadın gibi ve adam gibi. Bando gümbürdüyordu. Şırıl şırıl bakıyor kadın, adama
göz ucuyla. Mırıl mırıl bakıyor adam, kadına göz ucuyla.
Bando:
Castara castara cas. Casrata castara cas. En önde güzel bir kız. Asayı
sallıyor. Kızları kırmızı, erkekleri beyaz, bandonun. Arkada davulu şişman bir
çocuk çalıyor. Davulları hep şişman çocuklar çalar. Islık çalıyor takiptekiler.
Bayrama hazırlanıyor liseli gençler. Kayıp bir çocuk bitivermişti önlerine. Beş
taş oynuyordu. Görmüyorlardı. Adam kadına baktı. Sigara yaktı. Karşıya baktı.
Sonra kadın adama baktı. Saçını geriye attı.
En kesin olan şuydu: Adam bulutlar kadar yalnızdı. Kadın daha çok yalnızdı.
Topraklar kadar.
En kesin olan şuydu: Bir doğru ediyorlardı, ne var ki görmüyorlardı. Ama ikisi
de o bankta yan yana sonsuza dek oturmak istiyordu.
Çocuk bir
papatyayı eline almıştı, söylüyordu: Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor…
İsa
Kantarcı
Yorumlar
Yorum Gönder