GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
Ağustos sıcağı yakarak sallıyordu her
yeri, gizli köşelerde böcekler gelen geçenin sevinciyle köşelerinden çıkmıştı,
bir geyik, bir kurt, bir tilki geceye akıyordu. Gecenin üçüydü.
Ormandaki 8 bin dönüm araziye kurulu
villanın önüne kalın tekerleri leoparı andıran yüksek bir motosiklet gelip
yanaştı, hayalet misali.
30 yaşındaki Şeref, dizlikler, kask,
siyah deri kıyafetiyle bir savaşçıya benziyordu, uzun çizmeler, çizmelerde
çıngıraklı yılan gibi öten bir zil vardı; yaşamın karanlığını, acıyı, öfkeyi,
kaybetmeyi, her olumsuz şeyi öteleyen bir ruh vardı bu motorda, bu kostümde, bu
kel kafalı adamda, şiş göbek, bir kulağı küpeli, sol yanakta bıçak izi anne
dokunuşu gibi, siyah eldivenler olmasa olmaz. Sakallar çok uzamış, çok ilginç
bir mavi uzamış, oraya bir mavi boya sürmüş. İçindeki çocuktan, ruhundaki
parlaklıktan sanki. Sakalda mavi olmasa olmaz, açık mavi.
Genç kız motordan indi, kaskını
çıkardı, Nur, adama sarılacaktı, caydı.
“Tam evin önüne çektin! Yırtık dondan
y.rak gibi
“Düzgün konuş.”
“Çiçek olsun.”
Şeref güldü.
“Babam görürse çok kızacak, o kel
kafalı şişkonun ne işi var burada diyecek bu saatte.”
“O senin sorunun; tatlım.”
Genç kız kaska tokat attı şakadan.
“Bir gün kurtulacağım bu evden!
Cehennem bile buradan daha güzeldir.”
Genç adam dedi k: “Güneşin cayır cayır
yaktığı tarlalarda tarım işçisi senin yaşındaki kızlar böyle bir yaşamı
rüyalarında bile göremez. Haline şükret!”
“Hadi ben sen de!”
“Ben kaçar; ufaklık.”
“Kaybol.”
Nur, 14 yaşına bir ay önce basmıştı,
Kumraldı, bebeksiydi zarifliği akarsu
yanında biten sarı çiçekler gibiydi, hafif, çok hafif, uçar kaçar, deli dolu
bir şeyler, inanılmaz kıpırtılar uyandırırdı insanlarda, çekiciliği, inceliği.
En parlak yeri iri ve kahverengi gözleriydi, kirpikleri uzundu, işte en önce
oradan yakalardı insanı, o muazzam ışığı. İçeride tertemiz bir varlık… nefes
alıp verdiğini hissederdiniz, ona yakın olmak, onu dinlemek isterdiniz,
saçmalasa bile. Şarkıda dediği gibi:
“Muhtacım sesine, yüzümde tatlı ılık
dolanan nefesine.”
Ufak tefek, 14 yaşındaki kızın hayat
hakkında merak ettiği çok şey vardı ve bir şey oldu, hepsi sekteye uğradı,
karanlık bir uçurumdan aşağı devrilip gitti, at arabası gibi, eski filmlerdeki
posta arabası gibi, dört atlı, yaşlı bir adam, vestern filmlerindeki gibi,
kırsalda ilerler posta arabaları eski zamanlarda.
Bütün hayat sevinci eriyip gitmişti.
Evin çevresi dev çam ağaçlarıyla
kaplıydı, bahçe kapısında panoda şifreyi girdi, büyük demir kapı usul usul
açılmaya başladı, gül kokuları, irili ufaklı ağaçların arasından ilerliyordu.
Orman ferahlatmıştı, hafif bir esinti
vardı, üşüdü, küt saçları uçuştu. Saçının sağ kısmını kulak arkasına koydu,
sevecen ve dostça ve düş gibi evin çevresine bakındı, “ne zaman bitecek bu
delilik diye düşündü, bu yaşama saçmalığı?”
Yalnızdı, her akşam gözünü dikip
düşüncelere daldığı ay gibi, öyle yürekli birini hep istemişti. İçindeki huzuru
büyülten biri. Ama sevgili işi tehlikeli bir işti, ne yapsa iyiydi, bir
karanlık aldı gidiyordu başını derinliklerine.
Nur, korkuyla villanın pencerelerine
baktı, anne ve babasının yatak odasına, gece lambası yanmamıştı. Çakal gibi
sessiz ve çevik olmaya dikkat ederek kapıya yanaştı, anahtarıyla kapıyı açıp
içeri süzüldü gecenin prensesi gibi süzülen kuşlar misali. Ama böyle eskiden
hissederdi, şimdi o anlar sanki asırlar öncesinde kalmış gibiydi.
Üst kata çıkıyordu, döne döne çıkan
merdivenin trabzanına tutundu, çatı katına çıktı, odasına girdi. Üstünü çıkarıp
makyajını silip ceset gibi yatağa uzandı, açık pencereden esinti doluyordu
içeri ve tülü şişiriyordu.
Güneş altın rengi ve neşeli parıltılar
saçarak ormanı ve villayı etkisi altına almıştı, sabahın erken saatleriydi.
İdris, her zamanki gibi işe gitmek için hazırlanıyordu, bir kahve içerdi her
sabah ve aracına atlardı aceleyle; ama önce dışarı çıkıp bahçenin ve ormanın
havasını içine çekerdi. Yüzme havuzunun önüne geldi. Açık mavi su sakindi,
havuz ıslık gibi sessiz ve güzel duruyordu orada ve ona bakmayı her zaman
severdi. Arada girerdi havuza; ama ona bakmayı severdi daha çok. Kafası
sakinleşirdi o zaman ve en doğru ve en kaliteli düşüncelere dalardı orada.
Karısı erken uyanmıştı bu sabah,
şehirde işleri vardı. İdris, cebinden sigarasını çıkarıp yaktı ve dumanı
savurarak başını çevirdi, mutfağa giden karısına dedi ki: “Bizim kız yine geç
geldi, kimle dersin? O kel kafalı şişkoyla, o ucubeyi günün birinde fena
benzeteceğim.”
Karısı Nimet güldü, o da kendine kahve
alıp sigara yakmıştı, havuz kenarındaki masaya koydu sigarayı ve kahvesini,
onun yanında geldi, beline dokundu,
İdris, bu dokunuşlara bayılırdı, bazen
kadın onun omzuna koyardı elini arkadan, başını omza yaslardı arkadan, kadın
dedi ki: “Benzet tabi, ama ondan iyisini bulamazsın.”
Şeref, iş ortaklarından birinin
oğluydu, bar işletmeciliği yapardı, çok güvenilir, sağlam bir genç adamdı, ve
zaten kızı izin alıp gitmişti. Şaka yollu bir eleştiri yapıyorlardı. Şeref’i
çok severlerdi.
“Aslında Nur benle işe gelecekti
bugün.”
“Boş ver, sonra gelir, bırak kafasına
göre takılsın.”
“Bu kızın bu kafayla bir halt
olacağını sanmam.”
“Sen de birdenbire bir şey olmadın ki.
O daha çocuk.”
“Haklısın.”
İdris, ertesi gün kızını göremedi,
diğer gün de, üçüncü gün sabah erkenden kızının odasının kapısını çalıp içeri
girdi.
Nur, “kalk güzel kızım. Hemen kalk,
benle işe gidiyorsun. Söz vermiştin. Haydi kızım! Canlan. Harika bir gün var.
Kaçırmayalım!”
Genç kız zorlukla uyandı, içinden
küfürler ederek.
İdris, kızının iş hayatının, yaşamın
gerçekliğini deneyimlemesini istiyordu, biraz zor olacak ki işin içinde;
kavrulacak ve pişecek. Yani hep dut ve gafil kalmasındı hayata yön veren
acılara, olaylara ve şeylere, ekmek parası kolay kazanılmıyordu, bunu anlaması
lazımdı. Boş, kof ve temelsiz kalmasın. Kapsın bir şeyler hayattan ki;
karakterli ve güçlü olsun.
Karısı tam tersini düşünüyordu:
“Bu zamanın çocukları için boş laflar
bunlar. Kafasına eseni yapar onlar. Ne kadar zorlarsan, bir şey şırınga etmeye
çalışırsan çalış işe yaramaz, hayat onlara yollarını verir. Benden aptal çocuk
asla çıkmaz, endişe etme.”
“Hep boş bırakırsak olmaz. Şımarıklık
hiç görmedim.”
“Senin devrin geçti.”
“Ya angaz olursa?
“Angaz ne?”
“İşe yaramaz yani. Miskin, aptal ve
boş. Tam sözlük anlamı: Ahmak,
sersem, akılsız, dangalak, angut.
Nimet güldü: “Bana tonla emek verdiler
de ne oldu, tutup en büyük yanlış şeylere bulaştım. Beni her sıkıştıranı kedi
gibi tırmaladım. Hiç de pişman olmadım.”
“Senin anlıyorum. Ama kızımız şımarık
ve vurdumduymaz zibidi ya da aykırı manyak kızlardan olmasın istiyorum. Bir
tarzı olsun en azından. Emekçi bir tarzı olsun. İnsaflı ve erdemli ve hayata
değerli özellikler katan bir bakış açısı olsun, değil mi?”
Nimet güldü, dedi ki: “Boş şeylerden
söz ediyorsun İdris’ciğim. Senin bakış açını değiştirmen lazım
Onun bağlantıları başka. Onun ajanları
başka.”
“Bağlantı; ha? Ajan; ha?”
“Ot olmasından korkarım kızın. Ona
aldığım kitapların hiçbirini okumadı, elinde görmedim.”
“Okur merak etme, ayrıca onlar sıkıcı
kitaplar. Ben gidip bir konuşayım onunla.”
Nimet, kızını kalkmaya ikna
edebilmişti.
İdris, araçta biraz bekledi, Nur gelip
araca atladı.
Araç ilerliyordu. İdris kızına baktı,
Nur, uykulu, sinirli, gergin görünüyordu, ‘senin işinin içine ederim, ya beni
neden uyandırdın baba’ der gibi bakıyordu.
İdris bir şeyler diyor, havadan sudan
konuşup eğlenceli olmaya çalışıyordu. Geçenlerde kızıyla konuşmuştu, Nur ona
içi dolu tuğla gibi bir kız olacağından söz etmişti, hayatta öyle yer kaplayan
biri. Baş yaracaktı gerektiğinde, demir leblebi olacaktı Amansız olacaktın
falan filan.
Ne kadar çok hevesliydi. Ne kadar çok
coşkuluydu ve azmi büyüleyiciydi. Yaparım ederim diyordu filan. İdris, iş zor,
gelme istersen demişti, ama Nur işe geleceğim senle diye ısrar ediyordu, fikir
kızından çıkmıştı.
“Evde otur, havuza gir kızım.”
“Olmaz; senle işe gelip bir şeyler
öğreneyim.”
Hırslanmıştı Nur. İdris sık sık
söylerdi, ekmek elden su gölden, yaşıyorsunuz ve benim nasıl bir savaş
verdiğimi bilmiyorsunuz konuşuyorsunuz, gelin benle de iş dünyası nedir
öğrenin.”
Baba böyle söylendikçe kızına batmış,
rahatsız olmuştu, “ulan bir geleyim senle de göreyim neymiş bu iş dünyası?”
diye düşünmüştü, belki babası çenesini kapatırdı. Katır gibi çalışmaya kafasına
koymuştu.
Ama işi bozan erken kalkma sorunu, bu
olmasa.
Of. Sabahın köründe kafası yerinde
değil ki. Pişman oldu azimli lafları için.
Yollarda insanlar dolmuş, tramvay,
otobüs bekliyor, işe gitmek için. Araç gelince süratle doluşuyorlar, belediye
otobüsleri özellikle.
“İşe gidiyorlar böyle” dedi İdris,
“her sabah aynı çile. Bizim altımızda otomobil var. Yıllar önce çok bindim
bunlara.”
“Sen geleyim dedin diye, yoksa sorun
olmazdı kızım, ama pes etme, bir günü tamamla bence. Abini de alacağım bir
gün.”
Bırak o uyuz eşeği. İş yapmaz o.
İdris güldü: “Sence neden uyuz eşek?”
“Oturur benle mavi niye mavidir diye
tartışır.”
“Onda iş yok, bana sen lazımsın.
Üniversite bir başarı kazanacağı yok, ama koyarım onu fabrikaya, eşek gibi
çalışır görür gününü. Sen bari beni hüsrana uğratma.”
“Denerim baba. Seni utandırmak
istemem.”
İdris büyük sefillikler ve zorluklar
çekerek hayatta bir noktaya gelebilmişti, çocuklarının kolaya alışmasını
istemezdi, mücadeleci olmalarını isterdi, ama evlatlarda böyle şeyler yoktu,
karısının dediği gibi bunlar başka türlü bir dizayna sahipti, İdris çok çok
bela atlatmıştı, o mücadeleci kişiliği… fiziksel olarak da güçlüydü, soğanı
yumrukla parçalardı bekar evinde, çok adam dövmüştü zamanında.
İdris, tokat atar gibi sert bakardı
sinirlendiğinde, sanırsın tokat hemen gelecek. Gözleri şimşekler çakardı. İdris
şöyle diyordu: “Her işi yaparsın sen! Yeter ki kendine inan. Her zorluğu aşacak
bir karakterin var! Ben sana çok inanıyorum. Abin hayal kırıklığının teki. Ama
sen güçlü bir kızsın. Sen hayalimsin! Sen sersem Taner gibi değilsin. Ben
sadece en çok sana inanıyorum kızım. En çok senin ilerlemeni ve başarmanı
istiyorum hayatta. Önüne çıkan bütün zorlukları bir şekilde aşacaksın.
Demeyeceksin olmuyor. Ben ne sıkıntılar çektim biliyor musun; yok. Tekini bile
anlatmadım. Zayıf karakterli ve pasif evlatlarım olmaz benim. Hele hele sen bir
solucan değilsin. Taner bir solucan olabilir; bunu garipsemem. Ama sen çok
başkasın kızım. İçindeki o gücü ya açığa çıkaracaksın ya açığa çıkaracaksın.
Sana başka şans yok. Sana başka türlü bir şans tanıyamam..”
“Çok fazla anlam yüklüyorsun bana
baba” diye düşündü Nur, canı sıkıldı, “bugün katır gibi çalışayım da gönlü
olsun.”
Şey sana şöyle bir şey diyeceğim,
kırılma, ben genç kalktığımda annem şöyle derdi: “Şeytan gibi uyuyorsun öğlene
kadar. Bazen akşama kadar. O uyku şeytan
uykusudur, sen de bazen öyle çok uyuyorsun ki.”
“Olabilir.”
“Gül sen gül. O kel kafalıyı da bir
gün benzeteceğim.”
“Sen bilirsin.”
“Hayatta şeytanlardan ve motorculardan
hiç hoşlanmam. Mümkün olsa onları bir kaşık suda boğmak isterim… ne oldu onun
evlilik işi?”
“Gelecek yaz evlenecekmiş.”
“İyi ya evlensin, hayatı düzgün hale
gelir, o çok iyi bir çocuk.”
İKİNCİ BÖLÜM
Gece geç yatmıştı Nur, çatı katında
film izleyip iki bira içmişti, babasının biralarından, huzur hissetmişti,
mutluluk, çivi gibi, öğlen oldu kalkmadı, beton çivisi gibi berbat
hissediyordu, ancak öğleden sonra 3’de uyandı Ama yataktan çıkmak istemiyordu
canı. Ayla, yılan gibi girdi odaya, yeşil gözlü, uzun siyah saçlı, at gibi bir
kızdı, boyu 1.80’ di, capcanlı, neşeli, her zaman gürültülü konuşan, bol bol
kahkaha atan bir kızdı, yaşam enerjisi hiçbir olumsuzluktan etkilenmezdi sanki,
her zaman dinamikti, adeta alev saçardı enerjisi, Nur’un ondan en çok sevdiği
buydu, candan biriydi, gerekirse dostu için ölürdü Ayla, öyle derdi, Nur,
gülümseyerek ona bakar, inanmaz, çaktırmaz, böyle gönül veren bir dostu olduğu
için sevinirdi, zor durumlarda belki de Ayla kaçar giderdi. Nur, onunla bağ
kurmaktan, ona her an ulaşabileceğini bilmekten, ona içini dökebilmekten…bu
dostluktan memnundu. Bu ikisi birbirini sevgili gibi önemserdi.
Çocuklukları beraber geçmişti,
Ayla’nın oturduğu villa ormanın diğer yakasındaydı, hacizden arazi, ev
satılmıştı. Babası temerrüde düşmüştü.
Ayla, onun baş ucuna geldi, başını
okşadı, yanağını.
“Kalk dostum, akşam olacak. Gün
bitmeden bir şeyler yapalım.”
Yanıt alamadı, onunla oynamaya
başladı: Saçtan çekti, kulağa püfledi. Yanaktan ısırdı, hafif bir tokat attı:
“Nerde hareket orada bereket.”
Nur, küfür etti.
“Çekil git; kaybol! Rahat bırak beni!
İşin gücün yok mu senin?”
Ayla güldü, “işim sensin.”
Nur, gözünü açıp ona baktı, uykusu
kaçmıştı.
“Esrar getirdim. Ayrıca eroin de var.”
“İyi bok yaptın, biraz daha bağır da
annem duysun.”
Ayla, aptal aptal güldü.
Kalktı, aralık bıraktığı kapıyı örtüp
yatağa geldi, ikisi de bağdaş kurmuş yan yana oturuyordu. Nur, gözlerindeki
çapakları temizliyordu, kaşıntı olmuştu.
Bu yaz esrara başlamışlardı ve bir kez
eroin kullanmışlardı. Sırf merak ve gençliğin verdiği dinamizm, neşe ve
delilikten, can sıkıntısından, şu hep filmlerden bildikleri şeyler. Ama bu iş
korkutucu gelmişti Nur’a. Bir kez kullanmış, görmüştü eroini, gerek yoktu, bu
işin ölümcül şeye, bir korku koridoruna, bağımlılığa, yani diğerlerini
sevdiklerini de girdap gibi okyanusun ya da hayatın en karanlık en cehennem
derinlerine sürüklemesinden… ödü patlıyordu, değer verdiği şeyleri kaybetmek
korkusu, uyuşturucuyla bir şeytana dönüşmek korkusu… tam olarak yoldan çıkmak
ve toparlayamamak. Geri dönüşsüz bir yola girdin mi çıkamazsın. Böyle düşündü.
“O bokları kullanmayalım.” dedi Nur.
“Ben kullanırım, sen kullanma o
zaman.”
“Sen de kullanma.”
Nur, tuvalete gitti, elini yüzünü
yıkamak için.
Annenle konuşayım dedi Ayla, odadan
çıktı, onun kıçına bir şamar attı. Nur ona küfür etti, orasına dokunulmasından
hiç hoşlanmazdı. Ayla da onu sinir etmek için dokunurdu.
Nur şöyle düşündü: “Bu salak beni
sonunda uyuşturucu bağımlısı yapacak, kullanmakta ısrar ederse sileceğim bu
malı hayatımdan.”
“Malları ver?”
“Neden?”
“Tuvalete atacağım.”
“Ben atarım.”
“Seni döverim bak!”
Ayla, güldü ve gitti.
Şamatalı bir zamanda esrarla başladı,
sonra eroin.
Bu iş çok canını sıkıyordu Nur’un,
kendini suçlu hissediyordu, birini öldürmüş gibi, ailesinin uyuşturucu
konusundaki düşüncelerini hatırlayınca onlara ihanet etmiş gibi hissediyordu
kendini.
Evin temizlikçi kadını banyoyu
temizliyordu, Nur, onu bekliyordu, “az işim kaldı” diyordu kadın ama işi bir
türlü bitmiyordu, duş alacaktı Nur, bir ara baş kahramanı bu temizlikçi kadın
olan roman yazmaya vermişti kendini, çünkü bu kadının hayatta kalma azmine,
dürtülerine ve büyük mücadelesine hayran kalmıştı, sürekli kaybetmeye oynadığı
halde nasıl kahkahalar atabilir, nasıl morali düzgün uyanabilir, berduş
kocasına, dayak atan kocasına nasıl dayanabilir, çok tuhaf geliyordu kadının
mücadele türü, acılar karşısında verdiği tepkileri, her günü bir işkenceydi,
sık sık dayak yerdi, kocası çalışmazdı, parayı elinden alırdı, ve kadın dört
ufak çocuğa bakardı, Ayşe hep dertle dolu biridir; ama hayatını neşeli bir
filmmiş gibi anlatır, Nur’a garip gelen bu,
Nur, kadının annesiyle sohbetini
dinlediği bir gün
bir fikir uyanmıştı içinde; sürekli
acı çektirilen, süründürülen bu kadının hayattan ve insanlardan alacak intikamı
varken neden almaz ki? Niye ötekilerin yaptıkları yanına kâr kalsın ki. Onun
almayı bilmediği nefis, kırmızı dikenli balyoz gibi bir intikam vardı, kafası
basmıyordu herhalde, çok iyi kalpli biriydi herhalde, çok salaktı belki de, ama
salağa da benzemiyordu, çocuklar büyüsün, onun anasını belleyeceğim diyordu
gülerek, sık sık derdi bunu, ha, bir bildiği var, salak değil bu kadın…İyi
insanların almayı bilmedikleri ya da bir şekilde hiç almadıkları intikamı
birileri almalı, birileri ah çekip durmamalı, bir patlama olmalı, bir büyük
patlama, dev bir intikam, öyle sakinlik, bilgelik, sabır boş iş, kana kan, dişe
diş, onlar yaptıklarını pahalıya ödemeli, bu işi öteki dünyaya bırakmak
zalimlik, bu işi, çektirdikleri…onları Allah’a havale etmek büyük günah,
onların yakasına yapışmalı, onları öldürmekten beter etmeli. Yumuşak insanları,
iyi insanları ezerler, sömürürler, dünyaya bu kadar iyi insan fazla. İnsan
sinirleniyor, insan o kişileri parçalamak istiyor, insan o ezilen kişiler için
bir dünya savaşı başlatmak istiyor, insan yapılan haksızlıkları sindiremiyor,
insanın yüreği, ruhu acıyor. Birileri o mağdurların, ezilenlerin sözcüsü,
savaşçısı, gerillası olmalı, kan gövdeyi götürmeli, o insanların paramparça
edilmesi şart. Şu temizlikçi kadının sükûnet dolu bakışları, hızlı elleri,
büyük gülümsemesi, bir sürü şeyi gerçekten insanda olağanüstü bir evren, bir
büyü uyandırıyor. Hırslandı Nur, kendini temizlikçi olarak hayal etmeye
başladı, roman böyle gelişiyordu. Ayşe demişti, bir uygulama var, cep
telefonunda bir yere basınca polis basan kadının tehlikede olduğunu anlıyor;
ama ışık hızıyla gelmiyorlar, gelemiyorlar,
“ha, acıktım, şurada et döner yiyek
öyle gidek” diye düşünüyor polis, bir işi çıkıyor, başka işi çıkıyor, uyuşuk,
tembel, şişman, o an kadın öldürülecek, bu şuurla bakmıyor olaya, Ayşe diyor
ki, “polis gelene kadar çiğ çiğ yer beni,” ama bir gün çok pis şeyler olacak;”
mutfakta, salonda, evin her yerinde bazı şeyler bırakıyor, mesela mutfakta
özel, sert bir tava hep bekliyor, bir çekiç, bir keser,
“Ya hanım, bu keserin işi ne
mutfakta?”
“Ceviz kıracaktım da… tatlı için.”
Demir testeresi duruyor banyoda.
“Hanım, kafam güzel, bundan yanlış
görmüş olabilirim, banyoda sanki demir testeresi gördüm?”
“Ha, o mu, borunun boktan ucunu
kesecektim de.”
Başka bir gün; “hanım benim teneke kül
tablası nerede? Deli oldum amına koyduğumun kül tablası nerde, tipini
s.ktiğim.”
“Attım onu; bir boka yaramaz eğildi.
Bak sana
Ne güzel yenisini aldım canımın içi,
camdan.”
Adam eline alıyor kül tablasını; “Çok
kalın tabanı var, adamın başını yarar bu.”
“Tabi yarar. Sağlamdır, sigara
söndürmek için ilahtır. Eğilmez bükülmez. Geçenlerde o teneke kül tablasına
bastım, yere düşmüş, eğildi bok. Ama cam eğilmez.”
“Hanım sen olmasan ne yapardım” diye
başlar yalakalığa, aşkım, bir tanem.”
Mutfaktaki tava, adamın gözü döner de
saldırırsa kullanmak için.
Banyodaki demir testeresi, cesedi
parçalara ayırmak için, kemikleri süper keser demir testeresi.
Tavayla vurup bayılınca… mutfakta
keser, kafasını patlatmak, onu öldürmek için…
“Hanım bu tornavidanın işi ne yatak
odamızda, yastığın altında?”
“Ha, gardıropta bir vida çıktıydı da
sıkıştırmak için, deli etti beni.”
Adam düşünüyor, korkuyor, hep bir
yerlerde bazı aletler.
“Beni öldürecek mi yoksa?”
“Hanım senin beni seviyon mu?”
“Çocuklarımın babasının, kadın
kocasını sevmez mi? Sen evimin direğisin hayatım.”
Yağım balım der, ertesi gün bir kamyon
dayak atar.
Büyük bir tutarsızlık, organize bir
manyaklık var bir yerde.
Eeee bir gün çok kötü şeyler olacak,
bir yerlere bıçaklar, baltalar, satırlar saklasa…hakim karşısına çıktığında…
savcı; “tasarlayarak adam öldürmekten cezalandırılmasını isteyecek
Mütalaasında,
bunun cezası çok ağır. Ama evin bir
yerlerinde bazı aletler, mutfak malzemeleri olursa: “Bana saldırdı, beni
öldürecekti, ben de o telaşla tavayı elime geçirdim… hakim bey.” ha, kendini
savunma söz konusu olunca birini öldürsen bile hiç ceza almayabiliyorsun…
Bu temizlikçi kadın dahi, peki neden
düzgün bir meslek yapmıyor, kafası zehir gibi çalışıyor, bir keresinde
kocasının yemeğine fare zehri katmış, adam ölmedi, “dünkü yemek çok güzeldi,
var mı?” dedi.
Kadın sevindi, “bu kez kesin ölür”
diye düşündü, tavuk doldurmuş tabağı tepeleme.
“Sen neden yemiyorsun hayatım?”
“İşte yedim” dedi, masanın karşısında
oturdu, sigara yaktı, az sonra gebereceksin” diye düşünüyordu, gözlerini ondan
ayırmıyordu,
onun acı çekerek ölmesini büyük bir
zevkle, onurla, şerefle, yüreği ferahlaya ferahlaya, hafifleye hafifleye,
yepyeni bir zevkle, Tanrıça olur gibi efsanelerdeki…
yeniden doğarcasına zevkle izleyecekti, eh, onca acı veren bu pisliğin ölümü
böyle deli bir zevk verirdi, her salisesini yaşayacaktı, mutlulukla havaya
uçacaktı. İnternet araştırmalarında siyanür içersen ne olur diye araştırma
yapmıştı, karın ağrısı, kasılmalar, kıvranma, ağızdan gelen tükürük
köpükleri…sorun siyanürü nerden bulacak…fare zehrini bulmak kolay,
bir keresinde bir dükkana girip soracakken kafasından şunlar geçti.
“hanım efendi siyanürü ne yapacaksınız?”
“G.tüme sokacağım. O. çocukluğu yapma da ver şunu, belimde silah var
sıkarım.”
Dükkandan istediğini alıp çıkarken kaçar gibi hızlıydı.
Dükkan sahibi peşinden dışarı fırladı, yandaki dükkan sahibine:
“Ahmet ara polisi, deli karı vuracaktı beni.”
Fare zehri tespit edilse bile yalanı hazırdı, içki şişesine koymuştum,
evi fareler basmıştı, bey şişeleri karıştırdı, oysa tembih etmiştim. Ah benim
canım ciğerim kocacığım, evimin direği, çocuklarımın babası…” (ağlayarak)
Adam tavuklu pilavı yiyordu,
“Hanım neden öyle bakıyorsun?”
“Nasıl?”
“Beni yiyecekmiş gibi, beni çiğ çiğ yer gibi.
Neyin var?”
“Hazdan hayatım.”
“Bana beş yüz senedir hayatım dememiştin.”
“Çok seksisin şimdi.”
“Aaa! Neden?”
“Öyle, yemek yemen, bana bakışın.”
“Karı yapma ya” dedi gülerek, “kafan mı güzel?”
“Şu an orgazm oluyorum, sana tecavüz ettiğimi hayal ediyorum.”
Adam bastı kahkahayı.
Masada kapta on ekşi elma vardı, kadın birini aldı, başladı yemeye.
Adam, yemeği bitirmişti. Benim karı kafayı üşüttü, onu doktora götürsem
iyi olacak” diye düşünüyordu.
“Ben de yiyeyim bir tane” dedi, bir elma aldı kaptan, beşinci elmaya
ulaşmıştı. Birbirlerini kesiyorlardı.
Kadından korkuyordu ama engel olamıyordu kendine: “Hadi gel yatak odasına
giderim, sevişelim.”
Kadın düşünüyordu; “herhalde orada gebermeye başlar.”
“Sen git; ben balkonda bir sigara içip geleceğim.”
Adam, yatak odasına gitti.
Kadın, sigarası bitince yatak odasına gülümseyerek giderken onu yatakta
can çekişirken bulacağını hayal ediyordu.
“O da nedir, adam çırılçıplak, gece lambası yanmakta. Adam malını eline
almış, pis pis sırıtıyor. Ne çirkin bir yaratık bu, öldürülesice, lanet!
“Hanım, gelmeni iple çektim.”
“Sen dur” dedi, öfkeyle mutfağa yöneldi, oklava ve ekmek bıçağını alıp
geldi.
“Karı neler oluyor? Vay am.na koyim!”
“Çılgın bir fantezi parladı beynimde, sana bıçak ve sopa zoruyla tecavüz
edeceğim, seni o. çocuğu! Uzan ibne, g.tveren pislik, adi şeytan, s.kik!
İbnesin lan sen!”
Adam, güldü korkuyla: “Ya karı ağzını da iyice bozdun, ibne deme bana!
Abarttın!”
Kadın; “bu herifi gebertcem bu gece” diye düşünüyordu, çok öfkeliydi,
fare zehri neden etkisini göstermemişti, çok katmıştı üstelik. Balla sosla
gizlemişti zehri.
Oklavayı birkaç kez indirdi, başa, sağ omza, çeneye, dizlere.
“Vay am.nı sikt.ğim neler oluyor, karı s.ktin beni, az dur canım çok
yandı.” Acıyan yerlerini ovuşturmaya başlamıştı.
Kadın ise kendini kaybedercesine vurmaya başladı.
S.kerim böyle çılgın fantaziyi dur karı, mahvoldum!”
Kadın, bıçağı eline aldı.
“Uzan lan, pislik herif, tipini s.ktiğim. O göbeğinin amına koyacağım
lan, uzan, g.tlek pislik, ucube!”
Adam, gülmeye başladı.
“Karı sen hiç böyle konuşmazdın, bir yaşıma daha girdim, kafa hapı mı
içtin ne ettin? Uzak dur benden!”
Kadın, bıçağı savurmaya başladı. Adam bilekten yakaladı, onu yatağa
savurdu, bıçak yere düştü, adam onu öpmeye başladı, kadın karşı koyuyordu, adam
bir tecavüzcü gibiydi, kan ter içinde sevişmeye başlamışlardı.
O gece kadın onunla evlendiği ilk gecekinden kat be kat büyük bir haz
aldı, mutluluktan galaksiler ötesine gitti sanki, inanılmazdı, sevişme sonrası
sigara içiyorlardı, adam da ilk kez böyle deli ve hırçın bir zevk almıştı.
Kadın şöyle düşünüyordu; “ben bu adamı öldürmeyeyim, çok güzel seviştik,
dövse de sövse de katlanayım, nerden bulurum böyle sevişen adamı, dayağını
yesem de katil olmaya değmez.”
Sonra adam horlayarak uyumaya başladı, kadın bıçağı eline aldı, “fare
zehri neden etkisini göstermedi?” diye düşündü, “sabaha ölür herhalde, “ölürse
son gecemiz muhteşemdi”
Güldü içinden.
Sabah adam erken kalkıp kahvaltı
hazırladı kadına, hayretler içinde kaldı kadın, adam hiç böyle yapmazdı. Bir
rüya gördüm diye söze başladı: “Farelerle dolu bir şehirde yalın ayak
geziyordum, fareler insan gibi konuşuyordu, fareler insan gibi şehri ele geçirmişti,
otobüse biniyordum, şoför yaşlı biri fareydi. ‘Adam ol yoksa çükünü keserim’
dedi bana.
‘Sen deli misin?’ dedim.
‘Yok ama sen anana küfür ettirecek
hareketler yapıyorsun her yerde. S.kecekler belanı, ananı.’
‘Tamam abi’ dedim, ‘adam olacağım.
Kötü şeyler yapmayacağım, tövbe.’
‘Geç s.ktir ol git arkaya otur.
Tövbeymiş, göt herif. Hep tövbeni bozuyorsun, bu kaçınca bok herif!?’
‘Peki baba, özür.’
‘Arkada güzel kızlar var yamuk yapma.
G.tüne matkapla yepyeni delikler açarım bak!’
Adam dönüp baktı yolculara: ‘e hepsi
fare, bunların nesine bakayım ya!?’’
‘Lan senden iyi fare mi var bu
otobüste?’ dedi şoför, ‘Siktir git otur lan!’
‘Peki baba’ dedi.
‘Daha ne duruyorsun geçsene arkaya,
karısını siktiğimin paçozu!’
‘Ee yetti be!’ diyerek parladı, ‘sen
ne biçim şoförsün lan s.kerim seni bak fare! Seni çalıştığın kuruma, amirine,
her yere şikayet edeceğim.’
Fare atak yaptı ve onu boynundan
ısırdı, adam acıyla rüyadan uyandı.
Kadın korktu, “Allah bu işi istemiyor”
diye düşündü, kocasını öldürmemeye karar verdi, evini temizlediği doktora
sordu, “arkadaşımın birinin kocası uyuşturucu bağımlısı, kadın onun yemeğine
fare zehri katmış” diye başladı anlatmaya.
Doktor şöyle cevap verdi: “kocan
ölmedi çünkü elma yedi, elmadaki asitler fare zehrini parçaladı ve etkisini yok
etti. Bence bir daha yapma, belasını başkasından bulsun, ya da
boşanmak için mahkemeye başvur.”
Nur, yazdığı bu romanda temizlikçi
kadının bu anlattıklarını kendi başından geçen olaylar gibi anlatmıştı, bu
büyük bir haz vermişti ona, savaşma gücü olmayan ya da doğru taktikleri
uygulayamayan birinin acı çığlığını duyup gerekeni yapmak, ezilenin sesine ses
vermek genlerimize işlenmiş merhamet. Bazısı temizlikçi kadına tecavüz etmek
ister, bazısı kandırıp yatağa atmak, bazısı az para verir, bazısı cinsel
tacizde bulunur, bazısı para karşılığında cinsel ilişki talebinde bulunur, Ayşe
bir gün bir müşterisinden söz etmişti, yaşlı adam ona şöyle demiş temizlik
yaptığı sırada:
“İşini çok güzel yapıyorsun Ayşe, sana
hayranım, biliyorsun karı göçtü gitti, kadınlar paramın peşinde, bu eve girip
çıkan tek kadınsın, için temiz, çok namuslusun, şerefsizlik hiç yapmazsın,
senle evlenmek isterdim; evlisin ama; ya güzelim, sana para versem, az buz
değil ama, ihtiyaçlarını giderirsin, bir gece birlikte olsak, kusura bakma,
bunu dediğim için uyanıyorum kendimden.”
“Şeref bey seni severim, bunu duymamış
olayım. Bekar olsam dediğini bayıla bayıla yapardım ya. Güldü.
Özür dilerim.” Yaşlı adam onay almış
gibi sevindi, mutlu oldu, ben bir kahve daha yapayım. Çocukların nasıl bu
arada?”
“Çocuklarım bir büyüsün, bir liseyi
bitirsinler, yüksek okula başlasınlar…” Böyle avutuyor kendini, kandırıyor,
belki de en doğrusu bu, kendisi hapse girse ne olur çocuklar? Yetiştirme
yurtlarına verilirler, oralar tekin yerler değil. Temizlikçi kadın evini
temizlediği bir kadından para yerine üç çuval patates almıştı, o kadar
sevinmişti ki buna, ufak çocuklar özellikle sabahları, Cumartesi ve Pazar
sabahları; “patates kızart” diye söyler, adeta isyan ederlerdi, arada özellikle
hafta sonları (kendisi de doğayı sevdiği için) onları ormana ya da ormanlık
yerlere, park gibi yerlere pikniğe götürürdü, komşu kadın ve ailesiyle, bir
kamyoneti vardı komşu adamın. Ayşe doğada huzur bulurdu, bütün sorunlardan, can
sıkan şeylerden uzaklaşırdı, yeşil gördü mü iyi hissederdi, “köyde bir yerim
olsa” diye düşünürdü, bunun hayalini kurardı, köyde bir yer almak hayaliydi,
emekli olunca. Şimdilik bu imkansız bir hayaldi, şimdi sgk primlerini ödemek
için çırpınır dururdu, bir ölüm kalım savaşı veriyordu, kişisel zevkler bekleyebilirdi.
Çocuklarıyla huzur bulurdu, ama bu
huzuru aniden darmadağın eden şeytani bir şey vardı, aniden patlak verirdi.
Dayağı yerdi sebepli ya da sebepsiz, hayatın ve geçim zorluğu değildi mesele,
huzur kaçıran, insanın dengesini bozan, insanı kötü şeyler yapmaya iten o adi
kocasıydı meselesi. Hayatında eşe duyulan aşk ve sevgi çoktan kaybolmuştu,
kadınsal hazlar…ve o yaz akşamı; “çocuklar ne yapıyordur evde? Karınları açtır,
ne pişirsem, makarna? Peynir zeytin ve çayla ve dünden kalma az yemekle idare
etmişlerdir” diye düşünüp (yüzünde oluşan berrak bir tebessümle onlara
kavuşacağı için mutlu ama yorgun argın eve ilerliyordu, yüksek tv sesi, ve
kavga sesleri, kapıyı çaldı, duyan olmadı, anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi,
çocukların birine bir şamar, ötekinin kıçına terlikle ve bir diğerinin kıçına
iri bir çimdik attı, çocuklar biraz ağlayıp sukuneti buldu ve barış içinde tv
başındaydılar, tv kanalı seçimi yüzünden kavga etmişlerdi, “sizin istediğiniz
kanal değil; benim istediğim kanal” deyip haberleri açmıştı. Üstünü başını
çıkarıp tuvalete oradan da banyoya girmiş, sonra çocuklarla halleşmeye
başlamıştı, “patates kızart” diye tutturmuştu çocuklar, balkondaki
patateslerden bir miktar alacaktı, patates çuvalları yoktu, beyninden vurulmuş
gibi kötü hissetti, dehşet bir hayal kırıklığı, biri mi çalmıştı patatesleri,
ev birinci kat, biri çalmış olabilir, kocasına soracaktı, onu aradı cep
telefonuyla, karşı taraf cevap vermedi, makarna yapma işine koyulurken
söyleniyordu, “nerde patatesler?” Çocuklara sordu.
“Anne, sen işe gittikten sonra babam
geldi.”
Kocası eve gelir, yatar, ya birkaç gün
evden çıkmaz ya da biraz uyuyup gider, günlerce eve dönmezdi. Ortadan
kaybolurdu, alabilirse kadından para alırdı. Uyuşturucu ya da içki tesirinde
olurdu eve geldiğinde.
“Patates kızartıp yedi, biz istedik
kovaladı bizi.”
Ertesi gün Ayşe evden çıkmış işe
gidiyordu, otobüs durağına doğru, yolda bir komşusuyla karşılaştı, elinde ekmek
poşeti olan kadın şöyle dedi: “Ayşe Allah razı olsun sizden, Şaban dün üç çuval
patates getirdi, o kadar iyi oldu ki, evde yiyecek hiçbir şey yoktu, dolap
bomboştu, komşu çökelek vermişti, çöpün yanından marketin attığı kırık
yumurtalar vardı bir koli, çökelekli yumurta yaptım, patates kızarttım,
çocuklar bayıla bayıla yediler, o sapsarı patatesler muhteşemdi kız. Senin
kocan olacak şu Şaban bokun teki diye düşünürdüm, alakası yokmuş, kapıya geldim
seni sordum, evde yok, işte olmalı dedi, buyur abla, patates istedim, bana üç
çuval verdi, çok dedim bize üç çuval gelecek” dedi, çok teşekkür ederim size.”
“Ne demek canım.”
Kadının kocası uyuşturucu satmaktan
hapisteydi, onun da dört çocuğu vardı, yatalak kaynanasına bakardı. Harabe gibi
bir evde yaşıyordu.
Ayşe, içinden ağlayarak, içi kan
ağlayarak oradan uzaklaştı, şöyle düşünüyordu: “Be o. çocuğu vereceksin madem
bir çuval ver, hepsini neden verirsin ki!”
İşe gitti ama nasıl bir kafayla, o
kocayı dişleriyle ısırıp parçalamak istiyordu, onu dilim dilim kesmek, onu
bıçakla delip deşik ederek inletmek, öküz bir gibi bağırtmak istiyordu,
sosyetik genç bir kadının evine temizlik yapıyordu, kadın Ayşe’nin temizlediği
yerleri kontrole geliyor, aynı yeri tekrar silmesini istiyordu, içeri gidiyor,
odasında bilgisayar masasına kuruluyor kırmızı ojeli parmaklarıyla, biriyle
yazışıyor, “ah yapma aşkım!” diyor, şuh kahkahalar atıyor, ve yine geliyor
Ayşe’nin geçtiği yerleri inceliyor, “burayı bir daha sil lütfen.” Kuruntulu
biri belli ki, Ayşe’yi tanımıyor, tanısa böyle demek herhalde, temizlenmiş yeri
tekrar sildiriyor, Ayşe kadına patlamamak için kendini zor tutuyordu, bu
kadınla ilk işi, gerginlik çıkarsa, ekmeğinden olur, kadın onu bir daha
çağırmaz, ayrıca bu işi ayarlayan arkadaşına da ayıp etmiş olur, dişlerini
sıkıyor, kocasını öldürme hayalleri kuruyor, elinde bir iri bıçak hayal ediyor
mesela ve kocasının çocuklarının nimetini o koca üç çuval patatesi başkasına verdiği
aklına gelince delirecek gibi oluyordu, düşünüp duruyordu, o patatesleri eve
zor getirmişti, yabandaki vahşi aslanı ya da bir leoparı veya impalayı kafese
koyup eve getirmek ne kadar zorsa, o üç çuvalı eve getirmek de kat be kat zor
olmuştu.
tanımadığı çok adamlardan yardım
almıştı, otobüse birkaç kişi taşımıştı çuvalları, indirirken başkaları, eve ise
komşudan ödünç el arabası alıp taşımıştı. El arabasına çuvalları yüklemek için
de yardım almıştı.
Ayrıca otobüs şoförüne dil dökmese
çuvalları eve getirmek için başka bir yol bulmak zorunda kalacaktı. “Bir çuval
olabilirdi; ama üç çuval çok fazla” demişti şoför.
Sonra. Patatesler evde, ne mutluydu!
Gece başını yastığa koyunca ne güzel hayaller kurmuştu, 3 ay yeterdi bu patates
onlara, haşlama yapardı, kıymalı patates yemeği yapardı, patates salatası
yapardı, tavuklu patates yapardı, türlü yapardı, of of! Yemek tariflerinin
olmazsa olmaz sebzesi patates! İşe gidip geliyor, en çok işte başının etrafında
sanki sihirli bir hare gibi patatesler duruyordu, bu patates meselesini
düşünmeden edemiyordu, bu saçma meseleyi unutmaya çalışıyordu, “patatesler
benim nasibim değilmiş” diye düşünüp kendini teselli ediyordu. O günlerin
birinde temizlik yaptığı evde bir delirtme hali gelmişti üstüne, bir öfke
nöbeti,
perdeleri çekip yırtma isteği, masa
örtülerini parçalamak, vazoları eşyaları… İşi bıraktı, balkona geçti oturdu,
sigara yaktı, gelip geçenleri seyrediyordu, dur kızım, sakin ol, kafanı dağıt,
düşünme, ev sahibi kadın yanına geldi;
“cancağızım neyin var, işi bıraktın?” Kadına ters ters baktı, kadın anladı
hatasını; “tamamdır iki kahve yapıp geliyorum, sen dinlen.”
Genç kızlar mutfağa geçti. Evin annesi
Nimet mısır ekmeği pişirecekti.
“Ekmek pişirme işini öğrenmeye ne
dersiniz.
“Sonra anne, bize yiyecek bir şeyler
versen.”
Ama kızım, evlenince lazım olur,
kocanız bayılır buna, sizi deli gibi sever, güzel ekmek yaparsanız size aşkı
bitmez.
Nimet, çay doldurdu bardaklara,
dolaptan kahvaltılık yiyecekleri çıkarıp koydu masaya.
Nimet son zamanlarda evde ekmek yapma
işine merak sarmıştı, yoga yapmayı çok severdi ve yemek yapmayı. Entel dantel
takılmayı…Elinde sürekli bir kitap olurdu…
Genç kızlar kahvaltı yaptıktan sonra
bir süre havuzda yüzüp şakalaştılar. Havuz yanındaki masada hasır şapkaları
takmışlar, soğuk içeceklerini içiyorlardı.
Nur sordu: “Eroini kimden aldın?”
“Hakan’dan.”
“At onu.”
“Son kez kullanacağım.”
“Bağımlı olacaksın, mahvolacaksın.”
“Biz hiçbir şeyin bağımlısı olmayız Nur, esrar
içmediğimizde onu aramıyoruz ki. Bu hayatta kafamıza eseni yapamazsak yaşamanın
ne anlamı var. Cesur ol.”
“Eroini sen mi istedin Hakan’dan?”
“Yok.”
“Para verdin mi?”
“Hayır.”
“Bence ondan uzak dur,
“Muhabbet açıldı, öyle aldım.”
“Bir gün içeri girecek.”
“Bizi ilgilendirmez.”
“Geberip gitse iyi olacak, esrara da onun yüzden başladık.
Ayla, güldü.
“Bir gün ne yapmak isterim biliyor musun?”
“Ne?”
“Gece apartmanların arasında geçeceği köşe başında
karanlıkta saklanıp yüzüne tahta ile vurmak.”
“Neden?”
“O bunu hak ediyor. İnsanları zehirleyip yoldan çıkarıyor.”
Sonra sırayla tramplenden havuza atlamaya karar verdiler. Her
atlayan atlamadan önce çığlık attı, çünkü yükseklik korkutucuydu, 15 metre
sarsar insanı.
Hakan, çok sevdikleri kız
arkadaşlarının en büyük abisiydi, 30 yaşında, yurt dışında eğitim alıp gelmiş,
bir takım işlere bakmış beğenmemiş, simyah bir motorla gezer, saç sakal uzun,
kötümser biri, ülkeyi eleştirip yerden yere vurur, örgütlenmeden, solculuktan
dem vurur, eylemlerin gerekliliğinden güzelliğinden. Sürekli olumsuz biriydi,
ezilen toplum ona göre eylemler yaparak kurtulacaktır sahtekar
siyasetçiden, isyan ederek,
örgütlenerek. ve Hakan her gün içer, yapılı biri, rüya gibi geliyordu başta
Nur’a, çok seksi ve güzel adam. Ayrıca onun olumsuz düşüncelerini de çekici ve
seksi buluyordu, o sıralar onların evinde esrar kullanmaya başladılar, Hakan;
“denemek ister misiniz?” diye sormuştu, o zaman Nur ona hayrandı, ona hastaydı,
onu hiç tanımıyordu ama, çığlık gibi mavi gözleri vardı, dişleri beyaz, sarı
uzun saçları var, sürekli siyah giyer, siyah bandana takar, şiir yazıp durur,
güzel şiirler yazar, ses tonu çok yumuşak ve tatlı. Bakışları parlak, canlı ve
sevgiyle ışıldıyor. Karanlık hatta zifiri sokakta kırsalda bir sokak lambası
gibi geliyordu ona Hakan, onunla sevgili olmak, olmasa bile onunla can cana,
kan kana olmak istiyordu. Ama Hakan’ı tanıdıkça onun tekin biri olmadığını
anlamıştı. Onu güzel bir abi sanırdı, çok bilgili, erdemli, örnek şeyler yapan,
ama Hakan’ı tanıdıkça onun of biri, dev bir saçmalık olduğunu anlamıştı. Hakan
kibirli bir pislikti, çevresindekileri etkilemek için her şeyi yapardı,
Hakan can sıkan, iç karartan biriydi.
Ayrıca babası da Hakan’dan hiç
hoşlanmazdı, bir kez Hakan’ı aralarında görmüştü babası. Sonra sormuştu.
“Bu tipten uzak dur” demişti.
İdris, onun esrar kullandığını
yüzünden ve kokusundan anlamıştı.
“Keş bu, seni yoldan çıkarır.”
“Yok baba, iyi biri o.”
(o zamanlar Hakan’ı hiç tanımıyordu)
“Dediğim neyse o. Ondan uzak dur
diyorum. “
“Onu tanısan çok seversin.”
“Akreple dost ol ama bu adamı yanına
yanaştırma.”
“Öyle olsun.”
“Sevdiğin, evleneceğin kişi olduğunda
eve getir, tanışırız.”
“Peki.”
“Ama bence onu fiziken dövmesen de
lafla döversin.”
“Yaramaz biriyse elbette.”
“Çevrende uyuşturucu bağımlısı biri
var mı?”
“Yok.”
“Hiç mi yok?”
“Yok tabi.”
“Atma” dedi gülerek, “seni bağımlı
yapmalarına izin verme.
“Vermem.”
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Nur, gece erken yattı, renkli ve uçuk
odasında.
O serin gece bilgisayarında, cep
telefonunda değerli bir şey bulamadı, bir kitap açtı; onu da okuyamadı. Ruhunun
can sıkıntısı eritecek, kalbine güzel bir şey katacak hiçbir şey bulamadı,
düşündü taradı tarttı ama bulamadı, bilgisayarda, nette kötü bir film izledi
yarısına kadar. Sonra ışıkları kapatıp karanlıkta düşüncelere daldı. Uykuya
dalarken evi terk edip izini kaybettirip bir şehirde garson olarak çalışmaya
başladığını hayal ediyordu, bu delice hayal onu mutlu ediyordu, belki de öyle
yaparsa yaşamı bambaşka olurdu, özgür olurdu, sonra bu hayalin içine şeytani
tipler girdi, onlarla uyuşturucu kullanmaya başlar, bağımlı olur, onlardan biri
ona tecavüz edip öldürürdü, yani o hayatta özgürlük filan yoktu, garson olarak
çalışmaya dayanamazdı ki. En kötü işlerden biridir garsonluk, yorucudur, eh,
insanın gecenin bir yarısı canı sıkılınca evden bağımsız olmaya dair uçuk hayal
gözüne hoş gelebiliyor, para kazanmak zordu hayatta ve şimdilik baba parası
yiyordu, babasının dedikleri oluyordu, çalışmadan da ölene dek yaşayabilse
güzel olurdu. Öte yandan çalışan, dişiyle tırnağıyla mücadele eden kızları
hayal etti, onlar fakirdi, kuaförde çalışırlardı, pazarlarda sebze satarlardı,
kasiyer olurlar, her türlü zorlu işe dalarlardı. “Keşke onlarda olan azim bende
de olsa” diye düşündü. Tek başına yaşamayı hayal etti, üniversite okuduğu
şehirde, babası para yolluyor, eve arkadaşlarıyla dolup taşıyor, sık sık parti
yapıyor, bir parti gecesi babası aniden kapıyı çalıyor, yok, böyle bir şey
gerçekleşemez, babası kaç para yollarsa hesabını sorar, eve arkadaşlarını
dolduramaz. Babası zaten onu yurda yerleştirir, üniversiteyi kazanırsa… Dişli
bir kız olmak isterdi, en ufak sıkıntılarda ağlamayan, ya da kendini öldürmeyi
düşünmeyen, demir gibi kızlar vardı hayatta, bazılarını tanımıştı, biri yolda
laf atınca karşı tarafı doğduğuna pişman eden kızlar, oysa kendisi ne
diyeceğini şaşırır, utanır, korkar. Çeşitli sapıkların, otoritelerin, geri
kalmışlıkların erişemediği eğemediği eritemediği ve bükemediği kızlar, sanatsal
kızlar. Çingene ruhlular. Hiçbir yere bağlı olmayı sevmeyen kızlar. Kim vardı hayatında gerçek bir dost. Ayla
vardı, Ayla da bazen çok şapşaldı, malca şeyler yapardı, ama matraktı.
Gülümsedi içinden, Ayla geldi gözlerinin önüne, onu gördüğü son haliyle, içten
ve büyük gülümsemesiyle. Böylece hissettiği can sıkıntısı, boşluk duygusu,
mutsuzluk hissi birden kayboldu.
Sabah uyanınca enerjisi yerine
gelmişti, dinamik hissediyordu, “iyi ki bu aileye sahibim” diye düşündü.
Herkesten erken kalkmıştı, ilginç bir fikir uyandı kafasında, bikinisi açılınca
bir yeri kopunca alt kısmında…çıkardı hepsini, yüzme havuzunda yüzmeye başladı,
su soğuktu, kısa bir süre sonra çok üşüyerek havuzdan çıkıp hemen üstünü giydi.
Kendisine tost yapacaktı, babası kalkmıştı, “ben yaparım” dedi, kahvaltı
hazırladı, babasıyla kahvaltı yaptı. Sonra babasıyla şakalaşıp durdu.
“Seni gezdireyim” dedi babası, çok
güzel bir yere gideceğiz.”
İdris onu iş yerine, fabrikaya
getirdi. Babası onu çalışma gerçeklerini, ekmek parası kazanmanın zorluklarını
görsün diye getirmişti. Nur, kandırıldı için kızgındı. Ama sonra hep burasını
merak ettiğini hatırladı, ufak yaştan beri.
İş yeri şehirden uzakta, ıssız bir
alandaydı, devasa bir alandı burası, yapı, banyo aksesuarları üreten şirketti,
duşa kabin. Her çeşit duşa kabin üreten uluslararası bir şirketti bu.
Nur, babasıyla büroya geçti, babası
bilgisayarını açarken iki çay geldi, çaycı kadın çayları bırakırken İdris
kızını çaycı kadınla tanıştırdı, kısa bir sohbet oldu, şişman bir çalışan
kapıyı çalıp içeri girdi, İdris’i bir iş için atölyeye çağırıyorlardı. Nur
büroda yalnız kalınca orayı burayı karıştırdı ufak çocuk gibi. Çayı içti. O
şişman atletli adam geldi, “sizi fabrikada gezdirmekle görevlendirildim,
buyurun gelin.”
Nur içinden garipsedi durumu:
“Başbakan geldi sanki.” diye düşündü.
“Gerek yok abi. Ben kafama göre
takılırım.”
“Var var sen gel. Baban çok ciddiydi.”
“Sen git ben gelirim, çayım bitsin.”
Çayını içti, aralık kapıdan baktı,
şişman adam görünürdü yoktu, Nur süratle oradan uzaklaştı. Şarkı mırıldanarak
ilerliyordu, fabrikanın arkasına ilerledi, 20 yaşlarında bir işçi yaşlı bir
adamla tahta paletleri yüklüyordu kamyonete. “Cahil ve acınası fakirler…” diye
düşündü, al birini vur ötekine, sürekli şükür edeceklerine, din sömürüsü yapan
siyasetçileri iktidara getirmeseler…Din denen şey fakirlerin avuntusudur.
Hayattaki zorluklar ve belalar karşısında insanların kendilerini teskin etme
biçimi, kandırma, oyalama. Bu fakirler akıllarını kullanabilse kendi işlerini
kurabilirler ya da düşük ücretle köle gibi çalıştırılmalarına izin vermezler,
örgütlenirler; ama bunlar dinle kendilerini uyuşturuyorlar, din bir afyondur.
İradeleri din denen şeyle esir alınmıştır şuurları. Bunların kafası kesik ve
ortalıkta dolaşabilen tavuklardan farkı yoktur. Kafaları kesiktir; ama
ölmezler, kafaları dinle zehirlenip imha edilmiştir akılları, fikir ve
düşünceleri, aside batırılmış gibi. Sahilde dondurmacıda çalışan bir genç kız
görmüştü, siyah önlüklü, öğle sıcağında izin alıp sigara içmeye çıkmıştı
sahildeki çam ağacının altında sigara içiyordu çimene bağdaş kurmuş, çok
kısaydı vakti, çok çabuk geçerdi, çevreyi izlerdi, ne düşünürdü, bu kız hayatı
boyunca bazı üçkağıtçı işverenlerin kölesi olarak kalacaktı, herkes onu bir
parça sömürecek, herkes onun ruhundan bir parça koparacaktı, bu alçak sömürü
düzeniyle savaşma taktiği yoksa, ya dişiyle tırnağıyla okuyacak, ya kendine bir
iş kuracak devletten aldığı kredi ya da hibe desteğiyle. Nur bu genç kızdan
dondurma almış, işe sigara molası veren kızı seyretmişti, onun iç dünyasını,
kafasının içinden geçenleri merak etmişti.
Şimdi şurada iş yapan genç adam ve
yaşlı adam işte o ömürleri boyunca sömürülecek olanlardı.
Yaşlı adam; “yoruldum” deyip gitti,
çay vakti geldi.
“Dayı, yarım saat var, İdris abi
götünü keser.”
“Belim ağrıdı.”
“Hep böyle yapıyorsun dayı, düşmanını
sikeceğim bak!”
“Gel benle, takma kafanı, hızlı
çalışırız bitiririz.”
Şener, işi tek başına yapmakta
zorlanıyordu.
“Yardım edeyim” dedi kız, malzeme
yığını ardından çıktı.
Genç adam şaşırdı, “senin burada ne
işin var” diyecekti, ses etmedi, arada bazı konuklar aileleriyle gelirdi
fabrikaya, iş görüşmesi için ya da İdris onlara mangal yakardı. Fabrikanın
dışında öyle bir yer ayarlamıştı, konuk evi diye. Burada bağ evi gibi ağaçlı
çiçekli bir yerdi, cennetten bir parça gibi.
O büyük kalıplı şişman adam geldi:
“Ya Şener, misafire iş yaptırıyorsun,
oldu mu, senin uyuz” dedi, enseye bir şamar attı. Şaka maka ama sert bir
tokattı. Coşkuya kapılmış, ayarlayamamış tokat derecisini.
“Şener çok kızmıştı: “Senin ben…!”
dedi. Küfür edecekti nerdeyse…
Düşecek gibi olmuştu.
“Ne dedin?”
“Bir şey yok, kendisi yardım etmek
istedi. Ben de ses etmedim.”
“Patronun kızı gelmiş; iş
yaptırıyorsun; hiç olmadı.
“Kusura bakma bayan. Çocuk cahil.”
“Ne bayanı!” dedi, “genç kızım, bayan
değil. Karışmayın işimize.”
Şişman adam; “siz bilirsiniz, küçük
hanım, devam edin çalışmaya, ben karışmam. Ama bir yerinizi sakatlamayın da iş
yapayım derken.”
Şener, “çok iyi dedin” diye düşündü,
genç kıza minnettarlıkla baktı. O sırada kız şöyle dedi gülüp:
“Bana Nur diyebilirsin. Molozun teki.
Aldırma.”
Az sonra; “yoruldum” dedi genç kız,
“oturalım, içecek yok mu, bir şeyler içelim.”
Yan yana oturdular iki paletin
üstünde, karşıda güneş ve ve ekili tarlalar vardı.
“Bu iş zor; nasıl katlanıyorsun buna?”
“Bana öyle gelmiyor, çok daha
zorlarını gördüm.”
“Sigara yakmayacak mısın?”
Şener şaşırdı, paketi çıkardı; ama gen
kız ondan hızlıydı; “buradan yak.”
“Arada tek tük içerim; ama babam
görmese iyi olur.” Güldü.
Şener genç kızın güzel parfüm kokusunu
duyuyordu,
Zengin adamların kızlarının kibirli
olduğunu bilirdi, ama bu kız başkaydı. Kızın sigara içişi çocukçaydı, belli ki
birilerine özeniyordu, adam yerine koyulmak gibi bir şeydi bu onun için.
“Okul durumların olmadı mı?”
“Çocukluktan beri ailemin geçimine
katlı olsun diye çalışıyorum. Mecburen, kardeşlerim var. Babamın kazandığı
yetmiyordu, sonra öldü babam. Tabi bir ara okuyamadık diye ezik hissettim,
sonra büyüdük, ayının ya da erkek aslanın ağzından ekmeğini alabilirim,
yapamayacağım iş yok.”
Sohbet tatlı tatlı ilerlerken arkadan
sessizce yanaştı yaşlı adam; enseye bir şamar attı.
Genç adamın öfkeden yüzü kızardı ve
acıdan ensesi.
Yaşlı adam sigarasından çekti; “oğlum
domates gibi kızardın, neyin var?”
“Yavaş ol dayı, çok sert vurdun.”
“Burada oturmuş muhabbet ediyorsun, iş
bitmemiş.”
“Çekil şuradan pis kokulu seni!
Hanımefendiyi rahatsız etme, leş gibi ter kokuyorsun, yüz metreden adamı
kokunla imha edersin, pislik torbası, git banyo yap be, uzaklaş.”
“Dayı, kızıyorum ama!”
Yaşlı adam güldü, yaşlıydı ama dinç ve
kıvraktı.
“Bu var ya,” dedi yaşlı adam, “çok
açlık çekmişler, bir keresinde bahçede kirpi bulmuşlar anne biz buna bakalım
çok sevimli, anne ertesi gün akşam kirpiyi kesip patatesle haşlayıp önlerine
koymuş. Çocuklar kirpiyi sormuş sonra, annesi de şöyle demiş: Ailesini özledi
çekti gitti… Ha, bir şey daha anlarayım, Şener, pazarda ayakkabı boyacılığı
yapmaya çalışıyordu, iş yaptığı yok, acıdım buna, buraya işe soktum onu,
sayemde rahat etti.”
Şener, ters ters yaşlı adama
bakıyordu: “Dayı bitti mi lafın?”
“Bitti, siz kalkın gidin çay için,
kalan işi ben yaparım.”
“Tamam dayı.”
“Ama dur, bir şey daha diyeceğim.
Kızım bak bunun babası var ya, yetmiş yaşında bir kocakarıya gitti, kocakarının
ağzında iki diş kalmış tavşan gibi, ön düşler, bumburuşuk suratı bir kadın,
neden ona gitti, kocakarının evi tarlaları vardı parası. Çocuğu çoluğu yüz üstü
bırakıp gitti, ben, mahalleli sahip çıktık bunun ailesine.”
“Of dayı ya, girmesen özel
meselelerime.”
Genç adam genç kızla ilerliyordu.
“Dayıyı karısı evden attı, bunak bir
kadın, git çalış bir şeyler yap diye, arada fena aksileşen bir karısı var,
kavgacı. Dayı bizim mahalleden, plastik toplayıp satmaya çalışıyordu, patrona
dedim, anlattım, sonra onun çalışmasına baktı ve onu işe aldı.”
“Kirpi yediğin doğru mu?”
“Evet, beş altı kez yedik.”
Konuk evinin oraya geldiler, çay,
poğaça aldılar,
Sohbet burada devam ediyordu bir
ağacın altında.
Şener dedi ki: “Kendimi bildim bile
çalışıyorum, okusam ne güzel olurdu, büyüyünce iş değişir, kendimi kurarım
dedim, ama yine imanım gevreyene kadar çalıştırdılar, ve paramı tam
vermediler.”
“İmanı gevreyene kadar da nedir?”
Şener şaşırdı: “Sen bunun anlamını
bilmiyor musun?” Güldü. Bunu bilmiyorsan…sustu, “çok boş kafalısın” diye
düşündü.
Şöyle dedi ona donmuş gibi bakan kıza:
“Öyle şeyleri bilmezsen düzgün bir tavır, bakış açısı geliştiremezsin.”
“Ya şey… biliyordum da hatırlayamadım
birden.”
“İman nedir?”
Genç kız başını başka tarafa çevirdi
sinirle: “Bana böyle sorular sorma!”
“Yoksa sen imansız mısın?” Güldü.
Genç kızın dinle arası yok. Hiç inancı
yoktu.
“Fakirler Allah’a inanır, zenginler
ise paraya.” diyecekti, diyemezdi, karşısındaki de fakirdi.
“Konuyu değiştirsek? Can sıkıcı bir
tartışmaya girmek istemiyorum.”
“Neden?”
“Kalbini kırarım.”
“Canını sıkma, inançsız dostlarım da
var, istediğin gibi takılabilirsin. Seni yargılamam.”
“Ben kirpilere inanıyorum
ve sen onları yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”
Sırıttı: “Annem işte, ne yaparsın. O zavallı kirpiyle annemi ben
tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu ameliyat edelim düzeltelim demiştim, annem
ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi alıp mutfağa götürmüştü, sonra onu arka
bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini yıllar sonra anladım.”
“Evde yiyecek yok muydu?”
“Zeytin ekmek vardı sadece. Et
yemiyorduk uzun süredir. Ama çok üzüldüm, kirpicik sevinçle, kıpır kıpır
dolanıyordu bahçede ve ben ona ekmek parçası atıp kandırdım, elime alıştırdım.”
Tabi Nur bu sözleri çaktırmadan cep
telefonuna kaydetmişti, bunu internete koymak çok eğlenceli olabilirdi.
“Sonra annem birkaç kez daha kirpi
pişirdi bize.”
Şener’i çalışanlardan biri çağırdı.
“Gitmem lazım, kendine iyi bak” dedi
Şener, benimle sohbet ettiğin için teşekkür ederim. Dur seni babamla
tanıştırayım.”
Yaşlı adam geriden koptu geldi.
Nur, yüzünden değişik renkte küçük
kuşlar salarcasına bütün yüreğiyle şaşkınca ve gülümseyerek baktı ona, beni
işlettiniz ha?”
“Yok ya.”
“Doğal olarak gelişti.”
“İyi tiyatroydu.”
Şener gülümsedi, “kusura bakma.”
“Ben de senin için yardım kampanyası
başlatmayı düşünüyordum.”
Şener güldü: “Yıldızlı bir gecede beni
hatırlayıp hayatım için birkaç güzel dilekte bulun ruhunla ve kalbinle yeter.
Nur şaşırdı: Zarif ve anlamlı sözler
beklemiyordu.
“Seni ilk gördüğümde ve sonra ilk
sözlerini duyduğumda kalın kafalı birini bekliyordum bunu değil.”
“Sana öğüt: Tanımadığın insanlara
güvenme.”
Kirpi yediğin gerçek miydi?
Kesinlikle.
Beni işlettiniz, olmadı.
Oldu oldu çok güzel oldu
Son gülen iyi güler dedi ve cep
telefonunun kaydını açtı.
Ses duyuldu: “Ben kirpilere inanıyorum
ve sen onları yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”
“Annem işte,
ne yaparsın. O zavallı kirpiyle annemi ben tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu
ameliyat edelim düzeltelim demiştim, annem ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi
alıp mutfağa götürmüştü, sonra onu arka bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini
yıllar sonra anladım.”
Şener’in
yüzünün şekli değildi.
“Akşam bunu
internete koyarım.”
“Sakın yapma!”
“Merak etme,
adını ifşa etmeyeceğim.”
“Olsun yine de
yapma.”
“Tanımadığın
insanları hafife alma, işletme.”
“Özür
dilerim.”
“Kızları
hafife alma, yoksa iyi bir bakış açısı, tavır geliştiremezsin.”
“Haklısın,
tekrar özür dilerim, onu siler misin?”
“Gece
silerim.”
Şener oradan
ayrıldı.
Akşam
oluyordu, Nur iş yerinde Şener’i arıyordu, ona veda edecekti, bu sürüngeni
sevmişti.
“Umarım ömrün
boyunca sürüngen olarak kalmazsın.”
O ada orada
bir yerde oyalanıyordu, onu son kez görüp bir şeyler söylemek için. Temiz
üstünü giyinmişti.
Şener güldü:
“Fareler doğar, yaşar ve ölür. Fare faredir. Fareler ve İnsanlar, bu kitabı
oku. Umarım bir gün sınırları aşabilirim.”
“O kitabı
okudum, bence sende şans parıltısı var, atmosferinde.”
Şener güldü.
“Mutlu olmanı
dilerim.”
“Öyle bir şey
yok ki. Ona koşarken bile hatalı çıkış yapar insan. Çok sevdiğinle kanlık
bıçaklı olursun.”
“Ezik
psikolojisi. Bunu aş.”
“Azimli ol.”
Nur, oradan
babasının aracıyla karanlıkta ayrılırken içini derin bir üzüntü kapladı.
Nur, babasıyla evdeydi. Annesi mutfaktaydı, yemek
pişiriyordu, Nur bahçeye çıktı, arka bahçeye çıktı, bir sigara yaktı, geçirdiği
günü, tanıştığı insanları düşünüyordu, içini bir sızı kapladı, Şener’in gülüşü,
gözlerindeki ılık bakış, gülümsemesi, konuşması…bunlar geliyordu gözünün önüne.
Annesinin ve babasının üstüne çok emek harcadığı bu çocuk… bu değerli fakir
çocuk…
İkinci sigarayı yaktı, aniden içinde dehlizlerle dolu bir
kara sıkıntı düştü, her bir dehlizi ayrı türde, başka bunu anlayamadı ama hep
kötü kötü şeyler içinden geçmeye başladı, kendini öldürmeyi düşündü, bu
binlerce dönüm arazi ağaçlarla doluydu ve sıcak günün akşamı esinti vardı,
rahatlatan bu esinti ağaç dallarını titretiyordu, kavak ağaçları vardı,
yaprakların rüzgarla sallanıp birbirine sürtünme sesi zarif bir müzik gibi
dolduruyordu kulağını. Sırt çantasını alsa, tabi içinde yiyecekler olacak, su,
uyku tulumu olsa, uzanacağı bir mat, kaç gün hayatta kalabilir, ve böyle
ilerleyip gitse ve ortadan kaybolsa. Ormana çeşitli eşyaları atsa…hayat son
derece sıkıcı geldi gözüne, yaşadığı hayat, sürekli bir şeyler yapmaya mecbur
olmak, içinden geçenleri yapamaması, bu tür şeyleri düşünmeye başladı, kaçıp
gitse, öyle izler bıraksa ki aile onun ormanda öldüğünü düşünse, cesedi vahşi
hayvanlar götürdü diye düşlünseler… yıllar sonra ortaya çıksa, ailesini görmeye
gelse. Bir gemiye binse….gerekli
evrakları çıkartıp garson olarak çalışsa gemide, böyle çalışıp emekli olan bir
türk kadın duymuştu. Bir kız arkadaşının ablasıydı bu kadın. Gemi sürekli
yolculuk hallindeydi, zengin müşterileri gezdirirdi. Birileri…birilerini
öldürmeyi düşündü, canını sıkan birilerini. Silah almayı düşündü…bu kötücül
düşüncelerden rahatsız oldu, kaktı yerinden, ilerlemeye başladı usul usul. Bu
sıra ruhsal hali hemen değişmeye başladı, serin rtüzgrı…
Şener’le yaptığı sohbet kafasında dönmeye başladı bu
çocukla arkadaşlık onu mutlu etmişti, neden çevresinde böyle insanlar yoktu ki,
tek Ayla vardı, o da deli pisliğin tekiydi.
Şunları hatırladı.
Nur sormuştu:
Sevgilin var mı
Ben de sana
bunu sormayı düşünüyordum, çekindim,
Neden
Hemen konuyu
buraya getirip salak bir kız olduğumu düşünmenden korktum, salak kızın derdi
sevgilidir. Sevgilim dedin
ya, erkeklerin
benim hakkımdaki ilk düşüncesi beni sikmektir, bu kızı nasıl kandırıp
sikebilirim.
Şener bu kadar
dürüst ve dobra bir cevap asla ummazdı. Bu narin görünen kız balyoz gibi
savurmuştu düşüncelerini. Utandı.
Ne oldun,
yüzün garip oldu
Hiç dedi.
İtiraf et sen
de beni görür görmez sikmeyi düşündün
Hayır hayır
Nur gülerek
ısrar ediyordu.
Genç adam ise
bırak ya, kafa bulma benimle.
Genç kız
ısrarı bıraktı.
Şimdi babam
annem evlenmemi iistiyor, mahallede komşumuz bir kız var, tombul kız, şişman
yani. Boyu kısa. Benim gibi. Topaç gibi tosun gibi bir kız. Ailem bu kızı
beğeniyor.
Neden
Çünkü iyi
yemek yapıyor, kardeşlerine sahip çıkıyor, dört kardeşi var, babası yok, iş
kazasında ölmüş, annesi ne iş bulsa yapar, fakirler, kız üniversite okuyacak.
Sağlam kız, namuslu. Boş konuşmaz. Demir gibi. Ailem onunla evlenmemi çok
istiyor, gidip orospuluk yapmaz, seni aldatmaz satmaz, kölen olur. Diyor annem.
İnce zarif kızlar böyle olmaz diyor, ona demiştim, zarif bir kızla evleneceğim
diye. Şimdi ben bu kızla evlensem, koşsam yetişemez bana, zayıflaması lazım,
zayıflamaz ama onu bildim bileli şişman.
Ameliyatı var
40 milyardır o
ameilyay parası.
Yani benim
hayal dünyamdan geçenlerke bu kız hiç uymuor birbirine. Akşam kafaa esti, hadi
yürüyelim, hadi ülkenin diğer ucuna gidelim, böyle bir delice fikir bende
uyansa, hemen der, anneme haber verim, şudur budur, başımıza kötü bir şey
gelirse….delirdin miotur götünün üstüne, oralarca ne işimiz var, bize para
lazım, evlilik masarfaları için yıllarca taksit vs ödeyeceiz der.
Nur bşaını
salladı: gerçekler ve hayaller birbirine uymaz ki. Seni anlıyorum. Ayakları
yere basan hayaller…gerek..bu da seni boğuyor anlaşılan.
Aynen.
Evlenirsem bu
şişman kızdan sıkılırsam ne bok yiyeceğim, ben senden sıkıldım boşanmak
istiyorum mu diyeceğim.
O zaman deneme
yap, nişanlan önce.
Düşüncem bu
ama ne yapacağımı bilmiyorum.
Flmlkerde
aşklar var, birbirini delice seven çiftler zorlujklara göğüs geriyorlar filan,
birbiri için ölebilirler, gerçekte böyle bir şey yok ya. Beni deli gibi sevip
benim için dünyayı karşıma alan bir kız olsaydı.zengin bir kız ama
Zengin mi
He…parası için
değil. Zengin kızlar başka olur…zorluk görmemiş ya. Çıt ırıldımdır, bir filmde
izlemiştim, kız çok nazik, asla vahşileşmiyor. Böyle bir kız sevgilim olsa.
Bunlar özenti
saçma sapan şeyler.
Bence de dedi
gülerek. Bir kitap alıyorum, bir adamı anlatıyor mücadelesini, adam bir kızı
seviyor, ya kitabın en değerli bölümlerinde aşk doğru düzgün yok, aşk olursa
iyi olmaz diye bakıyor, boktan bir roman oluyor o zaman. Aştan söz etmek suç
sanki.
Biliyorum o
mal kitapları.
Hayal dünyam
olmasa çekilmez bu ciddi ve zor hayat. Bu gerçekler insanın hayal dünyasının
belini kırıp bütün umutlarını söndürüyor, üç beş çocuk ve geçim derdi, bunu
yaşamak istemiyorum. Bi ervli, götü çıkıyor geçinebilmek için. Askerden iki yıl
önce geldim, evleneceksem bile evim olmalı. İrada oturamam ki.
İnsan gerçekten ruhuyla sevilmeden
asla rahat etmez hayatta. Öyle biri olacak ki.
Konuyu nereye kaydırdın
Bir kız arkadaşımın ablası böyle
demişti. Sık sık seviştiği sevgilisyle değil de bambaşka biriyle evlandi.
Annesinin ona seslendiğini duydu, içeri geçti. Büyük
dikdörtgen masa kurulmuş akşam yemeği zamanı gelmişti, tabaklara anne yemekleri
koymaya başladı, bu onların en mutlu olduğu anlardan biriydi. Lavabodan çıktı
Ayla, nur onunla göz göze geldince içi içi ışıntı
Sen de nerden çıktın tavşan surat. Ayla yanaşıp ona
sarıldı. Biribirini öptüler.
Naber kömürlük güzeli, dedi taner,
Nur ona pis pis baktı ve dil çıkardı. Bok ye dedi dudak hareketlieriyle.
Taner ona sessiz öpücük attı sırıtttı, saçları uzundu,
sarıydı, gözleri maviydi, 19 yaşındaydı, bir kulağında küpe vardı. Uzun
boyluydu, hafif keçi sakalı vardı.
İyiyim fare surat, seni sormalı.
Baba dün motordaki sorunu gidermek için kömürlükte
bıraktığım takım sandığını almaya giderken bir de ne göreyim, simsiyah bir kız,
zencilerden daha siyah. Bir de baktım ki benim kız kardeşim…gülmeye başladı.
Baba şuna bir şey de…ben simsiyah değilim ki. Ben güzelim,
yüzüm parlak, ışık saçıyor,
Abin senin güzel olduğunu anlatmaya çalışıyor, şaka yapıyor
kızım, takma kafana.
Dalga geçiyor ama olmaz, arkadşlarım duysa lakabım kömürlük
güzeli olur.
Taner oğlum abartma lütfen, rahat dur, kız kardeşine güzel
şeyler de, papatyasın gibi.
Baba diken o diken, deve dikeni.
Ağzını burnunu kırarım senin, su bardağındaki suyu ona
fırlatacak gibi yaptı nur.
Çocuklar yeter. çocuklar bu tatlı diyalogu sonra devam
ettirin.
Şakalaşıyoruz baba dedi taner. Ayla naber kız.
İyidir.
Ayl dedi ki: arkadaştan çıkmştım, taksi beklerken bir de ne
göreyim, taner, kırmzı ışıkta bekliyordu, koşup yetiştim. Kaptı beni geldi, eve
bırak dedim ısrar etti, çok hızlı sürdü.
Atma, o motor ölü eşek hızınd ilerler.
Yok hızlıydı. Kaza yapacak diye çok krokum. Ama sonra
yavaşladı. Issız orman yolunda kaza yapsak bizi bulana dek geberir giderdik.
Acaba eski motoru satsak mı?
Neden baba
Kaza yapıp ölebilirsin,
Yok baba
İdris sinirle ve kendini kaybedercesine kararlılıkla dedi
ki: Motoru satıp sana en yi maraton ayakkabılarından alırım oğlum. Sen yeter ki
he, de, baban her zaman arkandadır. Kaza riski yok. 30 kimöotre koşarsın. Leopr
gibi kuvvetli olur bacakların. Göbeğin de demir gibi olur kasların.
Herkes gülüyordu.
Bu çok eski bir motordu, kırmızı renkli, yanda sepeti olan,
benzinle çalışıyordu, sıradan bir motordu, 1. Dünya savaşında bunlar askeri
araç olarak kullanılıyordu, hatta bazı türk filmlerinde, stve mc filminde de
kullanışmıştı bu motor. Tanere bir bisiklet, motor ya da araç lazımdı, baba
bana mtor al diye tutturmuştu, idris de onu oyalayıp dururdu, üniversiteyi
bitir önce diye. Çalışıp para biriktirip almayı deneyebilirsin, ama taner
çalışacak cinsten biri değildi ve zora gelemezdi.
Ev şehirden epey uzakta ve kimsenin yaşamadığı ormandaydı.
Buradan insan geçmez, otobüs dolmuş taksi hiç geçmezdi. Nadiren orman işletmeye
ait bir araç görünürdü yolda. Buralara
bir araç olmadan buraya gelmek zordu.
Tanerin aklına annesi geldi, evet, anesinden para alır,
babasına da çalışıp para biriktirdim diye bilirdi.
Peki annesinden para nasıl alacaktı, idrsin en büyük
destekçisiydi kadın kocasını sözlerine inaırdı: biz buna motor alırsak bir şey
öğrenemez, ama kendi çalışıp alırsa tecrübe sahibi olur, değerini bilir. Biz
alsak motoru anlamı olmaz, bu motoru çok arzulasın ve kendi kendine elde etsin.
Sevgiyi bulduğuı gece yatağa atarsa aşkı nasıl öğrensin, beklemek, sabretmek,
özlemek, onun görememek, engeller…bak bunları yaşarsa…
Taner şöyle dedi annesine: anne barda çalışacağım, sen de
bana destek ol, güzel bir motor alayım kendime.
Annesine yalvarmış, onu tavlamıştı, ben de çalışacağım
anne. Söz.
Kadın dayanamamış, tamam demişti. Taner barda bir gün
çalışmıştı. Eve gelmiş, ağlamıştı. İşe bir gün dayanabilmişti ve annesine öyle
şeyler anlatmıştı ki. Kadın çok üzülmüştü, dert etme, o motoru ben alırım sana,
babana da çalışıp para biriktirdim aldım dersin. Oysa taner numaradan göz
yaşları dökmüş, kendini acındırmıştı. Bardakileri bir canavar, şeytan sürüsü
gibi anlatmıştı, emek sömrüsünde uzmak olmuş şerefsizler gibi. Öyle yalanlar
atmıştı ki. Anne saatlerce bulaşıp ykattılar bana, ayaklarım ağrıdan kırıldı
yere düştüm baydım yemek de vermediler, işi bitir öyle yersin dediler ama
tabaklar da gibi yıldı tezgahta ve baygın halde beni tuvalete götürüp
bıraktılar, biri yere sıçmış, başımı bokun üstüne koydular, hortum tutup beni
köek gibi ıslattılar. Sonra deri kıyafetli kamçılı adamlar üstüme işedi,
Sonra uyuşturudu bağıılısı bar sahibi ve beş çalışanı Barın
arkasında, bıaç çektiler.
Kadın kulaklarına inanamadı, onları dava edeceğim dedi ama
taner ylvardı. Bunlar karanlık adammış, mafya. Annesini sakinleştirdi. Kadın
öfkeden çılgına dönmüştü. Sakinleşti ve oğlunun sırtını saçlarını okşadı, sana
o güzel motoru alacağım oğlum merak etme. Her sabah işe gider gibi evden
çıkacaksın. Tamm mı
Tammdır.
Arkadaşlarında vakit geçir gel akşam.
Tamamdır anne.
Ve taner gece olup biteni kız arkadşına anlatıtyordu
odasında, oğluna tatlı getiren anne sesi duyumuş ayak kesip içeriyi dinlemişti:
Aşkım annem o kadar
saf değildir, inanmaz kızım demiştim sana ama inanır dedin sen, hepsini yedi,
şu bulaşık yılama, tuvalete atılma ve hortumla ıslatılma hikayen süper tuttu.
Nimet öfkeyle dişlerini sıktı.
Sonra nimet şehirde epey dolaşmış, şehrin kirli ve karanlık
arka sokaklarından ikinci el motor satan bir motorcudn bir motor satın almıştı.
En adi, en eski, en hurda motoru gözüne kesitrdi.
Abla afedersin ama en boktan motor bu, bunu almak
istediğinizden emin msiniz.
En boktan bu mu?
Kesinlikle.
Güzeeel.
Sık sık yolda kalır, bak benden söylemesi, ama bzen hiç
bozulmaz, bunu kullanan dinden imandan çıkar onun dilinden anlamazsa, deli eder
kendini.
Nasıl yani.
Kap kaç yaptın bu motorla diyelim, motor bunu anlamış gibi
durur, hatta kaç kaç yapılan kişiye doğru gider. Bu hurdayı almakta ciddi
misiniz? Tekrar sordum çünkü iade kabul etmem.
Kesinlikle.
Dükkan sahibi mtora baktı ve şöyle dedi: Ateş yılanı.
Sen az önce bana ateş yılanı mı dedin.
Asla hanımenedin, ateş yılanı motorun adı diyebilirsiniz,
yılan ya da ateş ya da kobra, bana kalırsa kobretti derdim ona.
Çok garip.
Evet, bu motorun sahibi hacı amcaydı, beş vakit namazını
hep camide imamla kılardı, o motora ateş yılanı adını takmıştı, bazen kobra
derdi ona, türlü türlü adları vardır bunu,
bana da çok garip gelmişti, bu kafadan çatlak diye düşünmüştüm,
O rahmetli olunca üç çocuğuna bu motoru miras bırakmış,
trilyonları ise kendi kurduğu vakfa ve bir kısmı da bir sivil toplum kuruluşuna
bağışladı. Miras davası yıllardır sürerken. Hiçbiri para yerine bu motoru neden
miras bıraktığına akıl sır erdirremedi, biz bile. Şunu da söylemeliyim, eşref
amca motorun bir ruhu olduğunu söylerdi, yani onun bir canlı gibi canlı
olduğunu…bozuulursa küfür edersen asla çalışmazmış mesela. Güzel güzel
konuşursan düzelirmiş arıza. Bence eşref amca biraz kaçıktı. Batıl şeylere inanırdı,
uyduruk şeylere.
Oğlum sama aslan gibi bir motor aldım
Arka bahçede.
Üstünde çul örtülüydü motorun.
Anne, ta ta tammm dedi çulu çekti.
Anne bu ne, bu bir hurda. Ben bunu sürmeye utanırım.
Arkadaşlarım beni bnunla görse mahvolurum.
Baba bana yeni motor almak için yardım edecek misin?
Üniversiteyi bitir, konuşuruz.
Bari bir bisiklet al
Üniversiteyi bitirirsen araç alırım, oğlum sen ne diyorsun,
bisiklet ne ki.
Kahkaha attı: Baba süpersin. Kalktı onu yanağındn öptü
Alırım ama ama tek teker, sonra iknicisi.
Herkes gülmeye başladı.
Sonra motoru, eski otomobillerdn otomobil yapan bir
arkadaşım var
Baba olmaz öyle ya.
Olur olur.
Baba şakanın sırası mı…
İdris gülümseyerek çatalını salataya daldırdı, etten bir
parça kesip ağzına attı.
Baba eve zor geldim. Kaç kere aniden durdu. Bo motor deli
etti beni.
Güzel oğlum tamir emeyi öğren. Madem motor alıyordun neden
daha sağlam bir şey almadın, o külüstüre beş kuruş verilmezdi.
Taner annesine çevirdi gözlerini.
Sen ne dersin anne.
Baban haklı, bu motoru tamir ede ede ustası olursun. Sana
yein motor alsak bundn hiçbir şey öğrenemezsin ama eski motor sana bu işin
ruhunu öğretir.
Taner motorla şehre indiğinde bşında kask olurdu, gözünde
güneş gözlüleri, başında siyah bir peruk arkadaşlarıyla buluşacaksa motoru uzak
br yerde bırakır, soygun yapmış gibi, merkez bankasını soymuş gibi kaçarcasına
oradan uzaklaşırdı. Ço gururluydu ve zengin arkdaşları onu bu motorla görürse
dillerinden kurtulamazdı. Motor sık sık arıza yaıyordu vegece yarısı villaya
gideken bozulmuştu, yol kenarına oturmuş ağlıyordu, bu yol ytürümekle bitmezdi,
karnı açtı ve yorgundu, sonra birden annesinin dediği aklıa geldi, motorun adı
kuru kafa, sakın unutma, küfür edersen çalışmaz, güzel güzel konuşursan
çalışır, bunu denedi, aşkım kuru kafa, çalış lütfen diye başşladı söze, ve
kontağı çevirdi, motor çalışimadı, hay senin ananı avradını diyeceği sırada
motor çalışmaya başladı.
Taner karnını doyurmuştu, sofradn kalktı, babasının sırtına
dokudu. Annesinin yanağını öptü, kömürlük dedi kız kardeşine bakıp göz kırıptı,
aylaya el salladı ve yuarı kata, odasına çıktı döner merdivenden.
Az sonra Nur ayla ile odasına çıktı.
Ayla
dertliydi, babasıyla annesi boşanma aşamasındaydı ve kavgaları bir türlü
bitmiyordu, babası evi terk etmişti, ara ara uğruyor, kızıyla görüşüyordu
annesi babasıyla görüşmesini istemiyordu, görüşürse hiçbir ihtiyacını
karşılamamakla tehdit ediyordu. Ağlayıp anlatıyordu.
Bu gece sizde
kalabilir miyim?
Elbette.
Hakanı polis
yakalayıp içeri attı, küçük bir kıza esrar vermiş, kız odasında esrarı içerken
annesi yakalamış. Sonra hakanı söylemişler polise, hakanın odasında bir kilo
eroin bulmuş polis. ailesi perişan. İçeri attılar Hakan’ı. Kız kardeşi perişan.
İdris sigara
yakmış, karısı iste masayı topluyordu.
Şu motora
garaj yapmak lazım.
Taner kendi
yapsın. Malzemeleri getir. Projeyi anlat.
İyi fikir.
Kulübe ypmasını öğrensin. Bu çocuk bu motoru iyi ki almış, kaskafa bunu nasıl
başardı, hayret ettim. Dün patak tamiri tamir ettiğini gördüm. Canla başla
çalışıyorudu. Biz bunu okutmayalım da sanayide oto tamircisine versek çok iyi
ederiz.
Kadın güldü.
İlerde usta
olur, sonra tamirhane açar filan. O salakarkadaşlarından da uzak kalır.
Kadın
olabilir dedi. Ona motoru aldığını nereyse itiraf edecekti. Mptprun
hikayesini…nerdeyse anlatacaktı.
Eşref her
akşam eve beli bir saatte gelirdi, akşam sekiz, şaşmazdı bu hiç, bu akşam da
eve geldiğinde evden bir müzik sesi duyunca şaşırdı, karısının sesini uydu,
karısı şarkı söylüyordu, asla söylemezdi, eşrek fena şaşırdı, bir aydır
işsizdi, inşaat malzemeleri satttığı dükkanı iflas etmişti. İş arıyordu, ara
sıra boya işi çıkardı, uzun süredir bu işten de haber çıkmışyırodu.
Eve girdi,
salona geçt. Gözlrine inanamazdı, kadın yer sofrasını kurmuş rakı çiyordu. Tv
açıktı, bir müzik programıydı.
Hanım sen
çıldırdın mı
Neden
Sen nasıl rakı
içersin, kafayı mı üşüttün,
Gayet iyiyim.
Ya mahalle
kadısınız, sıradan bir köylü kadınsın. Senin gibilr asla içmz. Senin gibielr
evine çocuklarına bakmak için ömrünü harcaz saçıını süpürge eder. Canıyla
dişiyle hareket eder sürekl pes etme. Rakı içip şarkı söylemez ki.
Berdu olmaya
karar verdim.
Sen
emektarsın, bir tür katırsın benim gibi.
Ben prensesim.
Eşref
gülüyordu. Birden ciddileşti, çok uzattın, kes şunu, bunu görmedim sayıyorum,
at şu rakıyı çöpe.
Kadın yan
tarafta kasada duran soğanın birini alıp fırlattı. Gözüm gitti anam dedi idris.
Bir eiyel gözünü tuttu.
Belasını siktiğim kör ettin beni…
Kadın iikinci soğanı attı. Bu sohan da
diğer göze hitap etti. Adam diğer gözünü de tuttu.
Seni öldüreceğim karı.
Kadın uzun ve iri yarıydı. Eşref ise
kısa boylu bir adamdı. Ufak tefek.
Yanıma gel dedi kadın. Adam duvara
sırtını dayanmöış gözleini ovuşturuyordu, bulanık görüyordu.
Yanıma geli dedi kadın, elinde satır
vardı.
Beni kesecek misin
Gelmezsen evet.
Adam bulanık görüyordu ama sürünerek
geldi.
Kadın soranın kenarındanki kağıdı
gösterdi.
Bankadan kredi çekmişsin.
Rakamı adam okuyamadı. Kadın söyledi.
Eve icra gelecek.
Kredi mredi çekmedim ki.
Ayakkabıcık işi yapıyordu, çalışasına
dükkanı dv retmişti, bir şey hatırladı. İki kez imza atmıştı. Süleyman!
Sülsymen bir imza attırmıştı
Ben sana söylemiştim ona güvenme diye,
biri imza istrse bana sor diye.
Ya çok güvendiim biriydi.
Dükkanı benim üstüme yap demiştim
nişanlıyken, yapmadın. Dükkan gitti. Şimdi arazler de gidecek.
Kadın cep telefonuu .çıardı, kısa bir
süre sonra avukat geldi.
Avukat kağıtlar çıkardı.
İuraya imza atacaksınız.
Ne bu
İmza at dedi kadın
Ne bu
Satırı gösterdi kadın.
Araziler benim üstüme olacak. Boşanma
anlaşması bu.
Anlaşmalı boşanıoruz.
Köydeki arazler köy evi, çiftlik vs.
epey değerliydi.
Eşref imza
attı.
Kadının emeği
çoktu bu arazilerin alınmasında. Salça çekme makinesi almışlar, domates ekip
salça yapıp satmışlardı, komşulara salça çekmişlerdi, tarhane yapıp
satmışlardı, kavak ağazının gölgesinde yaz günleri gece yarılarına kadar is
duman içinde. O tarlaları satın almışlardı. Kavak ağaının ytparakları şıngır
mngır sallanırdı esintide, akşamlar geçer güzeldi ve semaverde çsay yaparlardı,
ve sığır bakıp büyütüp satarlardı, o paralarla şehirde bir dükkan satın
almışlardı.
Eşyalarını toğla dfeol git bu evden.
Eşref bir çuvala bazı eşyalarını koyup o akşam evi terk etti. Üç çocuğu vardı.
Hiçbiri babalarıyla vedalaşmadı. Seyrettiler düşman gibi onu.
İdris şehri terk eti otobüsle.
Askerliğini yaptığı sehre geldi. Parkta bankta yattı çuvalı yoktu uyandığında.
Son prasıyla iki simit aldı bir şişe su.
Sonra ormanlık alana gitti. Kendini
asacaktı.
Cesaret bulamıyordu, acıkmıştı ve
kayışını çıkaracağı anda, tam kendini asacağı anda..yaktığı ateşin içinden bir
yılan belirdi.
Yılan söyle dedi: allah bana çok şey
verdi. Bu bir insan sesi gibiydi ve yılan kayboldu, eşref düşünmeye başladı,
intihar düşüncesinden caymıştı, yemek yiyecek bir şeyler bumak için ilerledi, o
gün kurlmuş paar yerine geldi, yereki artıklara baktı, domate, topladı ,bber,
poşette peynir, çuvala doldurup yerine geldi.
Pazar yerinde takılırken pazarcılarla
arkadaş oldu ve bir pazarcının yanında çalışmaya başladı, 41 yaşındaydı. Ve
kırmzı ikinci el motosikleti satın aldı ve satacağı malları bu motorla aldı
halden ya da köylülerden. Giderek işi bülttü,
Bu motorda insanı doğru yla çeken bir
enerji var dedi abla, eşref dayı, deli saçması diyebilirsiniz, ben diyorum ama
adam tirlyonların ilk parasını bu motorda elde etmiş. Öyle anlattı. Küçük
paralarla başlar hikaye derdi, buna inanırım ma, birkaç kasa mal…şftali limon,
balık mesela…onları bu motorla taşmış pazara. O saf gayret enerji, o
ışık…varmış bu motorda…eşyların tılsmı vardır derdi ama azim en önemlisi…zor
zamanlarda da direniş, morali korumak…
orası çok doğru, eşyaların sihrine
inanmam. Şöyle düşündü, bizim çocuktan bir bok olacağı yok, ya uyuşturucu
bağımlısı olur, ya kendini öldürür, ya hırsız olur,
ama bunun bir sihrinin olduğunu
söyledi dayı, asla yalan söylemez. Enerji olayları, güzel enerji.
Bir deneyelim o zaman. Enerji olayına
inanırım.
Ya hanım efendi, insanlarımız berbat
dizilere inanıyor bunlara kim inanıyor hayret, bizim dayının hikayesi bence
inanılmayacak türden değil. Ben de gerçekçiyim, eşyaların sihri olayı bana
saçma gelir, ama dayı anlattı, ben de açık açık söyledim, dediğim gibi,
denemekte yarar var. Güldü.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
O gece İdris yatmadan çalışma odasında
masa
lambası aydınlığında bilgisayarında
birkaç iş hallederken gelen e postalara baktı. Bunlardan biri hemen dikkatini
çekti. Şaşırmıştı. Yıllardır görüşmediği
annesinden gelen mesajı defalarda okudu, iç titremişti.
“Hastalandım, pek fazla vaktim
kalmadı, buraya gelsen iyi olur, tabi keyfin bilir, şu var ki aileni çok merak
ediyorum.
Ne olursa olsun gelmelisin, senin
ailen benim ailem. Geçmişte olan iletişimsizlikleri bir kenara bırakmalısın.
Seni her zaman sevdim.”
O taş kalpli bildiği annesi bu
cümleleri nasıl yazmıştı. Gözlerine inanamamıştı.
Bu kısa e posta onu sevindirmişti. İçi
fena alev almıştı.
İdris, annesiyle ilgili
çözümleyemediği (ya da içinde karanlık bir taraf fırlatıp attığı, görmezden
geldiği) şeyleri ve duyguları yeniden hissetti. Sarsılmıştı. Ağzı kurumuş,
Viski içmeye başladı. Sigara içiyordu.
Birini bitirip ötekini yakıyordu. Bahçeye çıktı. Uzun yıllardır düşünmediği
şeyler, acı-tatlı her şeyi düşünüyordu. Üstüne adeta beton döküp unuttuğu
şeyleri.
Ertesi akşam yola çıkmaya karar verdi.
Aslında hemen yolculuğa çıkmak isterdi. Bir an önce annesini görmek için
heyecan duydu. Ama dinlenmeliydi, yarın güzelce uyuyup belki öğleyin yola
çıkardı.
Epey içti İdris, annesiyle ilgili
anıları, en güzel anıları kafasında dönmeye başladı. Çocukluk anıları,
annesiyle kurduğu ilk sağlam bağlar. Kötü anılar da geliyordu ama onları
görmezden geliyor, onu mutlu edenlere yöneliyordu.
Ertesi gün geç uyandı, öğle vaktiydi,
eşi şaşkındı, eşine annesinden söz etti, sonra iş yerini arayıp hasta olduğunu
anlattı. Sonra iş yerine gidip birkaç görüşmeyi gerçekleştirdi.
Akşam yaklaşırken aile yolculuk için
bavullarını hazırlıyordu. Evin annesi Nimet çok heyecanlıydı; çünkü kocasının
ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyordu, sorduğu sorular hep yanıtsız kalmıştı,
kocasının ana parçasını keşfedecek olmak, merak ettiği sorulara yanıt
bulacaktı.
İdris bahçede sigara içip geceyi,
gökyüzündeki ayı izlerken içerden onların hazırlık seslerini duyuyordu. Bu
sırada bir motor sesi duyuldu, sonra Ayla göründü.
Sempatik tavırla yaklaştı ve:
“Nasılsın İdris amca? Çok düşünceli gördüm seni?” idris bu kızı ne zaman görse
canlı ve enerjikti, neşeliydi, morali bozuk oldu zamanlarda bu kıza denk
gelmiş, genç kız hal hatır sorup düşünceli sorular sormuştu, yaşı ufak kızın
düşünceli yaklaşımı çok hoşuna gitmişti. Nezaketli ve saygılı konuşurdu. Annene
babana selam söyle derdi idris.
Baş üstüne efendim derdi ayla. Hoppa
zıppa ve lakayt zengin kızları gibi değildi.
Bu kız idris’e Anadolu’da yetiştiği
bölgedeki sağlam ve kişilikli kızları anımsatırdı. Ayla. İdris’e çok
saygılıydı. Çünkü bu adam en sevdiği ve tek dostunun babasıydı. Eğer adam ondan
haz etmese. Bir yanlışını yakarsa kızıyla görüşmeyi yasak edebilirdi. Ayla
zıpır yönünü gizlerdi. Bir keresinde şöyle demişti; fakir insanların mücadelesi
ilgimi çeker, pes etmeyen insanlar….” İdris de çok sıkıntı çekmişti yükselmek
için. O gün bu kızda iş var diye düşünmüştü.
Ayla sık sık şaka yapardı, kendini
sevdirmek için-, ve İdris’i alıp götürürdü. Ayla kalbinde ve kafasının
merkezinde aydan bir ateş varmış gibi enerjik olurdu, İdrisin aklından geçeni
ayla biliyordu, idris onu akıl süzgecinden geçirirken dehşet titiz bir inceleme
yapardı
Bu kız kızmın dost olacağı kadar
değerli mi, bir yanlışını araştırırsam bulabilir miyim. Bu kız kızımı yoldan
çıkarır mı, ayla onun dikkatli ve titiz bakışlarından inceleme masasına
yatırıldığını çar çabuk anlamıştı, sezgili ve uyanık bir kızdı, karşısındakinin
yüzünü takip eder, ona göre hikayeler kurardı, çok temkinliydi, bu adamın
gözünün kalbine girmekten başka çıkar yolu yoktu.
İdris ve bu samimiyetten istifade
ederek sorardı; benim kız uyuşturucu alıyor mu?
Asla
Takip et, yakalarsan bana bildir; seni
asla söylemem; dikkat edin.
O iş bende dedi Ayla gülerek gitti,
İdris de güldü bu lafa kızımın iyi ki de böyle bir dostu var diye düşündü.
Sonra düşüncelere daldı, annesiyle ne olacak, kucaklaşacak mıydı, kavga mı
edecekti ya da iki kalas gibi yan yana oturup berbat mı hissedecekti, bu çok
yaşanmıştı, bir şeyleri konuşarak halletmeye çalışırken sesler yükselir,
birbirlerine öfkelerini kusarlar ve hemen ardından susarlar, kafalarının
içinden birbiriyle konuşurlardı, birbirlerine söyleyemediklerini söylerlerdi
birbirlerine. Ve İdris oradan uzaklaşırdı, oysa anne oğlunun ona sokulup
sarılmasını beklerdi, boş ver anne, birbirimizi üzmeyelim türünden şeyler,
İdris haksızlığa uğradığını, annesinin onu anlamak istemediğini düşünürdü, her
neyse, şimdi aradan yıllar geçmişti, İdris büyümüştü, çok değişmişti,
olgunlaşmıştı. Geçmişti yaptıkları, tavırları, tepkileri, annesine söyledikleri
gözüne çok saçma ve salakça geliyordu. Ama kayıp yıllar, bu çok yürek
parçalayıcıydı, can yakıcıydı, ağladı, yıllardır ilk kez, onlarca sene, keşke
böyle olmasaydı diye düşündü, bir şekilde annesiyle arasında düşmanlık yeşermiş
ve arlarındaki kutsal bağı yok etmişti. Ağladı, yıllardır içinde birikmiş
karanlık Kirli ve zehirli kan akıp boşalıp yol olup gitmişti sanki bedeninden,
ruhunda bir açılma olmuştu
Belki de yine bir tartışma
başlayacaktı aralarında, her neyse, ama bu kez basıp gitmezdi, basıp gitmeler
çağı gençlik çağında kalmıştı. Olgunlaşmıştı, alttan almayı, özür dilemeyi,
canlı kanlı duygularıyla hareket etmemeyi, öfkeyle kararlar vermemeyi, yumuşak
yürekliliği öğrenmişti. Annesini görmeyi her şeyden çok arzuluyordu deliler
gibi.
Gerçeği yaşama vakti geldi, onun
arkasında düşündükleri, hissettikleri her neyse, artık gerçeği yaşama vakti
geldi. Diye düşünüyordu. Hayatının görkemli aydınlığını bulacaktı, hayatının
saklı karanlığı aniden benzersiz bir güneşe dönüşecekti) yaşayacaktı sonunda,
onda kanser olan şeyi çözümleyince, kesinlikle çok iyi olacaktı, çocukları ve
karısı için de.
Nur babasının yanına.
Baba ayla da bizimle gelse
İdris sinirlendi ama gülümsedi.
Bu ailevi bir mesele
Ama baba o benim dostum gidecek yeri
yok
Nasıl yok.
Of ağlıyor içerde.
Neden
Nur koşarak içeri gitti.
İdris de az sonra sakinleşir susar
diye düşünerek bahçede yeni bir sigara yakıp ilerledi, evin arkasına geçti, bu
sırada ayla koşarak geçti
İdrisi fark etmedi, salıncağa oturdu.
Birini aradı, sonra telefonu hoparlöre
aldı.
Anne sen ciddi misin dediklerinde
Evet ciddiyin, o lanet babanla
görüşmeyeceksin, o bok torbası şerefsizin bana neler ettiğini görmüyor musun,
onu boşayacağım, benim tarafımda olacaksın, beni taciz etti diyeceksin. Para
alabilmek için atıvereceksin bazı yalanlar. Bunu annen için yapabilirsin
tatlım.
Ama ben yalan söyleyemem ki, anne
delirdin mi.
Bana yalancı mı diyorsun
Hayır ama o babam.
O zaman beni unut.
Ama anne seni seviyorum.
Beni seviyorsan dediklerimi düşün.
Yanımda ol. Yanımda olursan çok para alırım. Gül gibi yaşarız, bir dediğini iki
etmem.
Sana gelsem anne iyi hissetmiyorum.
Dışardayım. Kalacak yerim yok.
Halana gitmedin mi?
Gittim de kavga ettik terk ettim
orayı.
Oraya dön
Dönemem.
Aptal! Halana gitme demiştim zaten.
Arkadaşlarının birinde takılırsın. İlaç aldım uyumam lazım sarhoş gibiyim senle
uğraşamam şimdi. Yat uyu bir yerde. Bana git.
Çat kapadı telefonu.
Ayla bir süre düşündü. Ağladı ve
sustu.
Ayla telefon rehberinde gezinirken
kimi arasam diye düşündü, babasını arayacaktı. Ama daha bugün görüşmüştü ama
onunla konuşmaya ihtiyacı vardı.
Kırmızı ojeli tırnaklarıyla eline aldı
cep telini.
Baba yanına gelebilir miyim, sana
ihtiyacım var.
Ah prensesim…bu ara işlerim çok.
Ayrıca kafam karışık. Annen çıldırmış. Bir şeyler zırvalıyor. Mahkeme filan
diyor. Kız benim tarafımda diyor. Sen bugün böyle bir şey demedin bana. Annenin
seni manipüle ediyor; farkında mısın,
Farkındayım. Baba seni seviyorum.
Tamam da şerefsiz annenin tarafında mı
olacaksın, bu iş mahkemeye varacak. Benden para koparmak peşinde. Gel benle
yaşa. Benim tarafımda ol. Bütün oyunlarını mahkemede anlat.
Beni bu işe katma. o benim annem.
Gelip benle yaşamalısın, o deli karı
sana iyi bir gelecek sunamaz.
Arkadaşı çevremi bırakamam.
Peki kızım. Sen nasıl istersen.
Sana gelsem birkaç gün kalsam.
Çok mühim işlerim var müsait değilim.
Baba telefonu kapatıyordu.
Bir kadın sesi duyuldu, şöyle diyordu:
seni bekliyorum hayatım.
Bana kim o demedi, sevgilisi
olmalıydı. Malum sevgilisi.
Ayla, bu kez başka birini aradı.
Kağan sen misin?
Evet tatlım neden aradın.
Ya berbat durumdayım, size gelebilir
miyim?
Üzgünüm ama sevgilim yanımda. Onunla
vakit geçirmem lazım.
Ayla başka birini aradı.
Çağla selam…sana gelebilir miyim.
Eski üç arkadaşımla gezip içeceğiz.
Hatırlarsan en son sen de vardın ve kusmuş ağlamış intihara kalkışmıştın ailevi
sorunlardan, nerdeyse biz de mahvoluyorduk. Senin tutmasak balkondan
atlamıştın. Şundan korkuyorum. gelin bakalım kızılar, aylayı kim öldürdü
anlatın, diyor polis. Mesela yani. Böyle bir şey yaşamak istemem.
Anlıyorum.
Üzgünüm başka zaman.
Ayla, ağlamaya başladı.
Kimsenin çeşitli sebeplerle istemediği
ya da çıkarların için kullanmak istediği genç kıza acımıştı idris.
Ayla içeri gitti. Kısa süre sonra bir
gölge gördü idris, ağaçlar arasında birisi. Peşinden nur göründü, ayla diye
sesleniyordu, neler oluyor dedi idris. Nur geldi, ayla ağlıyor, onu kimse
istemiyormuş filan. Kalacak yeri yokmuş, halası varmış. Onla da kavga etmiş.
Berbat durumda psikolojisi bitik. Bizle gelsin bana, senle konuşacağımı
söyledim. Onu yalnız bırakamam baba. Benim tek dostum. Ailesi. Boşandığı için
çok üzgün. Babası sekreteriyle ilişki yaşıyormuş.
İdris düşünmeye başladı, o da aile
sorunları yaşamıştı. Fazla düşünmedi, bu genç kıza kol kanat açmak için.
Tamam bizle gelsin. Ama babasıyla
görüşüp konuşmam lazım.
Nur sevinç çığlığı attı. Babasına
sarılıp onu yanaklarından öptü. Koşarak aylayı aramaya başladı.
Ayla neredesin. Babam bizle gelmeni
kabul etti. Aşkım ortaya çıktı.
Ses yanıt gelmedi.
Ayla ona arkadan yanaştı.
Aşkım mı, bir daha söylesene
Neyin var
Çok aptalca…aşkım lafı. Sen bana aşkım
demezdin ki.
Nur sırıttı
Ayla kollarını açarak ona koştu,
birbirlerine sarıldılar.
İdris aylanın babasıyla kısa bir
görüşme yaptı, her şey ayarlanımştı, yola çıktılar, yol üstünde aylanın
halasına uüradılar, yaşı bir kadındı. İdris onunla sohbet etmeden önce şöyle
düşünd bu yaşlı kadın genç kızın enerjisiyle bağlantı kurmayı bilmiyor diye
düşündü, asık suratlı bir kadındı, idris korktu, ama kadın konuşmaya başlayınca durmun hiç de öyle
olmadığını anlad, ayla televizyonuın sesini açmıştı. Basit bir tartışma olmuı,
basıp çıkıp gitmişti. Yaşlı ama bakımlı ve diri kadın ağlıyordu, çok üzgünüm
bağırdım ona. Ayla gitmeden idris işaret edince ötede kırgın bicinde duran
halaına yöneldi. Özür diledi, ona sarıldı. Ayla araaca binmişti, idris halayla
konuşuyordu, hala epey derliydi, kocası ölmüş, evlatları faydasız ve hain
çıkmıştı, kadının parasını yemek derdindeydiler, sürekli çeşitli bahanelerle
para istiyorlardı ve kadın onları def etmişti, yaşlı kadın paralarıyla ve
yalnızlığıyla, bahçeli dublex evinde kedi ve köpekleriyle yaşıyordu, aylayı çok
seviyordum. Bazen bir yeğen başka türlü sevilir benim gibi yalnızsan…gitmese
iyiydi ama gitse gözü gönlü açılır. İyi bakın ona. Arasın.
Bal gibi tatlı bir kadındı bu.
Araç hareket ederken nur mutluydu, bu
kız sadece arkadaşı değildi aileden biri gibi gördüğü..her şeyiydi, ondan ayrı
kalmayacak olması muhteşemdi. Birlikte halaya el sallıyorlardı aralık camdan.
Göz, yaşlı kadın genç kızlığında
kesitler hatırlayarak el sallayarak ve ağlayarak yanıtlıyordu onları.
İdris, geçmiş yılarca akıl almaz zorluklar çekmişti,
arkasında aile desteği olmadı mı çok zorlanırsın hayatta ve onlar destek
vermediği için büyük bir nefret gelişmişti içinde, sonra bunu unutmuştu, destek
gelmeyince kurt gibi geliştirmişti kendini, alışmış kudurmuştan beterdir derdi
annesi, paraya, rahata çok alışmıştı.
Yeni evliydi, oğlu olmuştu, oğluna bez alacak parası yoktu,
karısının sütü kesilmişti, yiyecek ekmek bulmakta güçlü çekiyorlardı, komşular
yardım ederdi arada, kirayı ödemek hep zordu, mağara gibi bir bodrum katta
yaşıyorlardı, rutubetli evde. Üniversiteden tanıştığı ve çok iyi dost olduğu
karısıyla kendi aralarında evlilik kararı alıp evlenmişti. O eski alev gibi zor
günler dönüyordu beyninde.
“Eskindendi” dedi idris çocuklar
ekmeklere hangi fırında üretildiğine
dair bir pul yapıştırırlardı. O pul orada yapışıp kalırdı. İnsanlar pulu
çıkartmak isterken ekmeğin o kısmını koparıp çöpe atardı. Böylece binlerce ton
ekmek çöpe giderdi. Bir pul yüzünden. Sonra pul uygulaması kalktı.”
Bu çocukların umurunda olmadı tabi.
Birbirleriyle konuşup Cep telefonuyla
ilgileniyorlar, bir şeyler konuşuıyorlardı harıl harıl.
Karanlık yolda bir kaplumbağa göründü,
İdris aracı kenara çekti, canlıyı yok kenarına koydu araca geçti, dedi ki:
“Yaşamak zor çocuklar. İlerde bu
günleri çok ararsınız. Tadını çıkarın. İş derdi, evlilik derdi, çocuk derdi,
det bitmez. Ben pes etmedim. Ya kendi kurtuluşunuzu yazarsınız ya da
cehenneminizi. Her şey size bağlı. Zor durumlardaki tutumunuza. kurtuluşa ulaşmak
için ne olursa olsun pes etmemek lazımdır. Bu kaplumbağa
bu kararlılığı gösteriyor. Gündüz
sıcakta da yemek arayacak su arayacak. Nerde gayretli bir canlı görürsem
göreyim hayran olmadan edemem. İyi ya da kötü durumda birçok canlı pes etmez,
daha gayretkeş hâle gelir. Siz de gayretkeş olmalısınız. Tabi şimdi bir
kulağınızdan girer ötekinden çıkar. Ama bir gün acı gerçeklerle baş başa
kalacaksınız. Benden demesi.
Nur ve taner dalga geçercesine bir
şeyler dediler. Güldüler.
Gülün siz gülün dedi idris.
Zaman geçiyordu ve gençlerin neşesi
kaybolmuş, araç içine sessizlik hakim olmuştu, gözler uykuyla mahmurlaşıyordu,
arada alçak sesle biri bir şey diyordu.
İdris dedi ki: Çocuklar. Nedir biliyor
musunuz gerçek? Dün işçilerimden biri söyledi, ben ona neden bu kadar
çalışıyorsun, iş saati bittiği halde hep geç çıkıyorsun. Bana şöyle dedi: Varlıktaki her zerreyi kendine
verilmiş bir emanet olarak gören kişi, o emanetin hakkını vermek için çalışmak
zorundadır, iş bitmeden çıkmak olmaz. başka yerlerde inanılmaz ezildim. Burada
iyi bir maaşım, yemeğim ve yolum karşılanıyor, işime aşık olmayayım da ne
yapayım? Adama mesai fazla ücret veriyorum. Yetmedi. Onu bölümünde sorumlu
yaptım. Onu çalışırken görürken acayip seviniyorum, hizmetçisi olasım geliyor,
işi yüreği ve ruhuyla yapıyor çünkü.”
Kimse bir şey demedi. Karısı nimet bir
şeyler dedi.
Gençler beni takmıyorsunuz galiba.
Fikrinizi, yorumunuzu söyleyin, aksi
halde hepinizi dışarı atarım,
Aracı yok kenarına çekti.
Taner şöyle dedi: Adam güzel demiş.
Çok erdemli. Muazzam felsefe.
Nur: böyle derin adamlar tükendi
sanıyordum.
Ayla: büyük adammış. Böyle bir adam az
bulunur.
İdris: Taner gerçek düşüncen, yani
bana yalakalık yapmadan söyle: Kafadan çatlak dedi taner, eve gidip karısıyla
vakit geçirse ya.
Nur sen söyle: akıl noksanlığı var
galiba.
Ayla sen söyle: evde çekilmez bir
karısı olmalı.
İdris güldü.
Dağın eteğinden kıvrılarak giden yol
uçurumlarla doluydu ve ıssızdı. Tek şeritli yolda karşıdan gelen tek tük araç
çıkıyordu. İdris, yol kenarında paslanıp hurdaya dönmüş araçlar gördü. İçini
büyük bir korku kaplıyordu. Fazla yavaş gidiyordu bu yüzden.
Her tarafı renkli boyalarla boyanmış,
üstünde hippi şekilleri karikatürler olan serseri minibüs arkadan deli deli
geliyordu.
İdris ağır giden kamyonu sollayacaktı,
cesaret edemedi. Serserice ilerleyen minibüs İdris’in aracını sollayarak
geçiyordu. Şoför, el hareketi yaptı, dalga geçercesine. İçerisi genç adam
doluydu, kendi aralarında konuşup gülüyorlardı. İçlerinden birinin kulağında
küpesi vardı ve saçları punk modeldi. Gençler camlara doluşmuş, kimi kafasını
çıkarmıştı.
“Dayı korkma, kaplumbağa gibi sürmene
gerek yok. Teneke sürmüyorsun.” dedi biri. Kahkahalar koptu.
İdris takmadı onları, gülümsedi.
“Az toslayalım şuna.” dedi öteki.
“Yapmayın çocuklar! Bu işin şakası
olmaz” dedi İdris.
“Rahat bırak adamı” dedi gençlerden
biri.
Tam geçip gidiyorlardı, içlerinden
biri elindeki bira kutusunu fırlattı. Kutu aracın ön tarafına çarpıp yere
düştü. İdris, aracı kenara çekti. Islak bezle sildi o kısmı.
Çok sakindi. Küfür etmiyordu mesela.
Ve yola devam etti. Karısı buna şaşırdı.
Yarım saat kadar sonra. Yol
kenarındaydı o malum minibüs, lastiği patlamıştı.
El ediyordu biri yardım istemek için.
İdris yavaşladı: yardım etmek isterdim
ama yapabileceğim bir şey yok.
Şey dayı kusura bakma.
Öteki bağırdı: yaşlı götten neden
yardım istiyorsun ki.
İdris gazlıyordu.
Gençlerden biri şortunu indirip kıçını
gösterdi.
Öteki küfür işareti yaptı eliyle.
Taner aynı şekilde yanıtlayınca
genlerden üçü koşarak gelirklen idris hızlandı.
İdris o elini diye bağırdı idris.
Size koaly gelsin çocuklar. Dedi.
Gençler küfür ettti bağırarak.
Bu anı sonsuza dek hatırlarlar artık
dedi Taner.
İdris gülüyordu, iyi dedin.
Uzun bir süre geçti.
Zifiri karanlıktı. Nurun tuvaleti
gelnişri.
İdris aracı kenara çekti.
Git şurada yap gel
Yabani hayvan varsa.
Bir şey yapmaz. Ben bakıyorum.
İdris, kızının karnındaki kelebek
dövmesini fark etmişti
Neden yaptırdın onu?
Ya baba, of!”
Neye yarıyor.
Anlamazsın baba.
Diğerleri de dışarı çıktı, oturmaktan
uyuşup mahvolmuşlardı.
Karanlıktaydı taner, esrar içiyordu
Taner nereye kayboldun.
İşimi görüp geleceğim baba.
Fazla uzaklaşma. Kurt ayı olabilr.
Malı götürür.
Taner esrarı yere atıp ayakkabısıyla
ezip hemen geldi.
Nur buralarda kurt ya da ayı varü koş
gel canını kurtar
Nur takmadı ama taner çalılardan ona
yaklaştı
kurt gibi sesler çıkardı.
İdris, yaklaşan s oüluna baktı.
Şaklabanlığın sırası değil.
Nur sıçmıştı. Panikle kalkarken boka
basmış, cep telenu da bokun içine düşmüştü. Çığlık atıt
Ne oldu kızım.
Bok oldu.
Az sonra nur ağır adımlarla geldi.
Senin ağzına…abi sen bokun tekisin.
Ne oldu kız…şaka yaptım.
Anne ıslak mendil ver bana.
Ne oldu, altına mı yaptın. Dedi
gülerek.
Boka düştüm. ,panrolonumu tişörtümü
değiştirmem lazım.
Kızım demiştim, ihritaç giderin, yolda
tesis yok demiştim.
Tuvaletin zamanı olmaz dedi nimet.
Gelirse gelir.
İdris bagajı açtı. Nimet kızının sırt
çantasını açıyordu.
İdris düşüncelere daldık kızına
bakarak, şöyle bir söz okumuştu: “Babalar oğullarıyla çok vakit geçirebilir;
ama kızlarına âşıktır.
Orası hiç öyle değildi. Aslında taneri
pataklamak isterdi, taner gel bakayım, kız kardeşine yardımcı ol.
Kızına yanaştı, boku işaret etti,
sonra yüzünü, abin geliyor, korkma, ben vardım.
Taner geldi.
Kız kardeşinin üstünü temizlemesine
yardım et.
Islak mendil aldı. Bu sırada nur boklu
ıslak mendili abisini yüzüe sürdü.
Taner ıyyy diyerek geri çekild,, yere
düştü.
Araca bindiler. İdris yola koyuldu.
Anemin evinde de böyle garip şeyler yaparsanız çocuklar mahvederim sizi
bilesiniz. Her neyse. zamanla neyin ne olduğunu öğrenirsiniz. Umarım. Ben iflas
ettim defalarca, hiçbir şeyim kalmadı, bir şekilde kendi ayaklarımın üstünde
durmayı başardım. Siz de başarırsınız herhalde.
sabahın köründe kalkmayı öğrendim.
Dağınık bir hurdalık yeri gibi öğlene kadar uyumayı bıraktım. Uyumak çok şey
kaybettirir insana derdi babam, insanın geçim kaynakları melekler vasıtasıyla
sabahın erkek vaktinde dağıtılırmış. Gideceğimiz yerde insanlara uyun. Şımarık
ve aşırı davranışlar görmek istemiyorum sizde. Orada zihninizle sizin bir
fotoğrafınızı çekecekler hemen, sizi görür görmez, sizi kalplerinde,
zihinlerinde güzel bir yere koyacaklar. Resminizi çakacaklar içlerindeki
duvara.
İlk birkaç gün ve sonrası çok önemli.
Benim düzgün, aklı başında evlatlar yetiştirdiğimi görmelerini istiyorum,
yanlış bir şey yaparsınız, beni utandırmayın, beni sizi savunmak zorunda
bırakmayın, size bir şey derler, zoruma gider, bu yüzden olumsuz hiçbir şey
duymak istemiyorum sizle ilgili. Ayağı yere basan sağlam genç portesi
çizeceksiniz. Delilik yok, uçuk kaçık hareketler yok. Sorumsuzluk yok. Üstünüze
gelseler bile alttan alacaksınız. Saygısızlık yok. Sizden bunu istiyorum.
Onları mutlu edeceksiniz. Onlar sizi zaten mutlu edecektir. Aksi halde sizin
için çok kötü olur, eve dönünce hesabını sorarım sizden. Aykırı ve uçuk hiçbir
söz ve hareket görmeyeceğim sizden. Aile olarak bir büyük uyanış yaşayacağız.
Böyle olacağına inanıyorum. Size ne yaparlarsa derslerse dersinler onları
kırmak yok. Onlar size orasını, yani kalplerini verirse siz özünüzü
vereceksiniz.
İdris, bir keresinde kızının okuduğu
kitapları merak edip odasına tilki gibi araştırmaya girişmişti, kitaplardan
birini alıp rastgele açmıştı, öyle cümleler görmüştü ki, utanmıştı, bir adamın
cinselliğine dair deneyimleri ..
İdris, mutfakta yemek yapan karısının
yanına fırlamıştı.
Bizim kızın okuduğu kitaba bak, şöyle
diyor. Deyip okumuş,
Karısı çoktan okumuştu o kitabı.
Karısı gülmüştü, çağ dışı kalmış gibisin. O kitabı ben önermiştim ona. Yılar
önce okumuştum.
İdrisin yüzündeki ifade bütün
enerjisini bir anda kaybetti, bir ktaba bir karısına baktı, demek öyle dedi,
yeryüzündeki en geri zekalı adammış gibi hissetmişti kendini. “Dünyayı
durdurun, dönmesin, kaçırdığım çok şey var, hepsini anlamak istiyorum” demişti
ona, eğlenceli biçimde.
Müzik aç baba diyordu çoduklar, idris
açtı, radyoada eski bir rock şarkıl. Camlar açık. Geçler bağırıyor. İdris
sigara yaktı, öksürük tuttu, balgam geldi. Camdan tükürdü.
Bu sırada ağzı açık ve bağıra bağıra
şarkılar söylküyordu taner, ben çok mutluyum dedi, o da neydi dedi, ağzının
kenarınav ıslak bir şey yapıştı. Eliyle silerken bu da neydi diye düşündü.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Gün doğalı saatler olmuştu. Sıcak kara
asfaltı yer yer eritiyordu, idris yorgundu, kırsalda ilerliyordu araç, yol
kenarında şöyle birkaç saat uyuyabileceği bir yer, çayırlık bir alan bakarken
ormanın kenarındaki oteli fark etti. İki katlı ahşap bir otelde burası.
Yolcular dışarı döküldü. Akşam yola
çıkmaya karar vermişlerdi.
Akşam alıyordu. İdris kalmayacak kadar
yorgun ve uykulu hissediyordu.
Makarna, kıymalı patates yemeği ve
cacık yiyiyip yattılar.
Yaşlı karı kocanın üniversite bitirmiş
torun genç kızı işletiyordu burayu. Hayvancılık işine girmiş ama batacağını
anlatınca daha çok zaarar etmememk için hayvanlartı satıp burayı inşaa etmiş
tanıdıklarının yardımıyla. Tarım işine girmiş o da iyi gitmemiş. Yanlış ürün
ekmiş. Susuz yetişebilen kekik yetiştirecekmiş. Ama bunun zahmeti fazlaymış.
Otel işi daha iyi görünmüş gözüne.
Eski tahtalardan. Eski köy evi
tahtalarından yaptırmış oteli. Kendi de çalışmış. Pembe boyalı basit bir oteldi
burası, eski köy evlerini amfdırıyordu. Çok ufak odalar.
Eski vesternfilmlerindeki evler
gibiyhdi. Tarla işçilerinin konakladığı bir dizi halinde barakalar gib,
verandası olan.
Şirin bir oteldi burası. Beş alatta,
beş uykarda oda var.
Akşam oluyordu.
Yaşlı anne ve otel sahibi kız
yemekleri hazır etmişti. Biber dolması, salata, tavuk kızartması, patates
salatası, cacık, yoğurt.. biber, patlıcan ve patates kızartması, pilav, yeşil
fasulye, gençler neyi sever ona göre yemek hazırlamıştı.
Nur yemekten sonra bahçeye çıkarken
ayla uyumak için odaya geçti. Gündüz
uyumamış, otel sahbiyle sohbet etmişti.
Nur bahçede geziyordu. Otelin arkasına
geçti. Orada ışıklandırma yapılmıştıu ve çiçekli yolda ilerliyordu,
ışıklandırma da yoksul köylerde yapılan ışıklandırma gibihydi. Öyle parıltılşı
süslü bir dünya yoktu burada. Her şeyh sadeydi. Yolun sonunda bir gölet vardı.
Birkaç çardak, bank. Banka oturdu. Gölet doğaldı ve çrevre orman ağaçlarıyla
kaplıydı. Ama agağçarın bir aralığından ay ışığının vurduğu mısır tarlasını
gördü.
Macera ya da çılgınlık olsun diye
tarlaya girmek istedi; ama korktu yolunu kaybetmekten. Yanında ayla olsa çok
kolay yapardı çılgınlık; ama tek başına cesaret edemiyordu.
Işıklı yoldan biri geliyordu, genç bir
adamdı bu. Yaklaştı, ona yakın bir banka oturdu. Nur bu çocuğu bir yerden
tanıyuor gibiydi.
“Selam!” dedi genç adam. Kumral. İri
yeşil gözleri var, uzun kirpikli, kirli sakallı. Berrak ve derin bakıyor, uzun
bir acıdan, aysı bir geceden bakar gibi, dingin, nur onu görür görmez sevmişti,
göğsünde bir güvercin sürüsü havalanmıştı, bu aşkını ilk gördüğü andaki gibi
bir parlamaydı göğsünden havalanan, bu çocuk 20 li yaşlarda olmalıydı, ama
korktu, kimdir nedir…zarar verir mi…
Selam dedi yine, selaı alınmaıştı, onu rahatlatmak ister
gibi otelde kalıyorum.
onu nerde gördüğünü hatırlamıştı: “Sen o
minibüstekilerdensin!” dedi.
“Öyle. Arkadaşlarım adına özür dilerim. Oldu bir yanlışlık.
Aslında matrak insanlardır. Bazen çekilmez olabilir herkes. Babana
takılıyorlardı.
Nur kalkp gidecekti.
Hasan nerdesin diye bir ses geldi. Ekmek bekliyoruz.
Hasanın elinde bir poşet vardı.
Aüaçların arasından, mısır tarlası yönünde cüce bir genç
çıktı, çene mi çalıyorsun burada göt herif.
Yok ben dostum.
Hadi gidelim.
Al ekmekleri. Az sonra gelirim.
Domates salatralık da getir demişlerdi. Getirmeiştsin.
Gitmedim. Ekmeği zor buldum.
Çadıra hiç gelme.
Cüce gitti.
Bana otelde kalıyorum demiştin.
Genç adam güldü.
Şey. Biz pansiyonda kalacaktık. Çok para tuttu. Bizde öyle
para pul ne gezer. Aşağıda ormanda, dereye yakın kalıyoruz. Çadır kurduk. Doğa
müthiş. Arkadaşlarım derede yüzüyor. Beni sarmadı. Köy bakkalı varımş oradan
ekmek aldım. Bakkal domates salatalık alabileceğim bir yer dedi, gittim ama
köpek vardı geri döndüm.
Ayağa kalktı. Sağa sola bakındı. Arkasını nura döndü.
İlerde bir şeye bakıyor gibiydi.
Oradan bir ses geldi sanki.
Nur bu çocukta ters bir şey olduğunu anlamıştı.
Gitmem lazım.
Genç adam yolunu kesti.
Daha yine başladı sohbet.
Kusura bakma.
Genç adam belinden bıçak çıkardı.
Sakin ol dostum dedi nur, bıçağa gerek yok.
Çıkar üstünü hemen. Dedi sağa sola bakıyordu biri gelecek
mi diye…
Peki dedi nur, çıkaracağım. Ama beni öldürme.
Adi zengin kaltak seni. Ne işin var burada senin. Tecavüz
kaçınılmazsa zevk alacaksın. Beni dinlersen çok zevk alırsın aşkım.
Nur az önce o arkası dönükken yerden alıp bir eliyle
arkasına sakladığı taşı savurdu. Ne olur ne olmaz diye aldığı taş…Genç adamın
yüzünün ortasına.
Burnum diye bağırdı genç adam yere savruluştu, keskin bir
acı.
Nur,
Gördün mü ananın amını diye bağırdı ve koşarak oradan
uzaklaştı.
Otele vardı. Şok içindeydi. Vay be.
Ama iyi bir şeyin varlığını
hissetmişti onda; sesinde, konuşmasında, bakışında. İçi birden çatallanıp
budaklanmıştı ona.
“Bu çocuk benim dostum olsa
güzel olur, gerisine sonra bakarız” diye düşünmüştü.
Ama piçin yaptığına bak. Eğer o
taşı yerde gözüne kestirip hemen alıp arkasına saklamasaydı şu an tecavüz
travması yaşayan kızlar gibi olacaktı allak bullak. Demek ki bir silah…bir şey
olmadan takılmak yanlışmış, ayla hep üstünde bir şey taşırdı, bir bıçak, sprey.
Parfüm. Ya da birer gazı. Küçük bir tornavida. On santimlik bir vida ya da
çivi. Büyük boy kurbağacık ya da boru anahtarı. Ve onunla dalga geçerdi. Ayla
sivri bir şey mutlaka taşırdı bir ara. Aylaya deli gözüyle bakardı. Ayla
haklıymış. Jaranlık ya da loş bir yerde asla tek başına olma. Bir daha asla bu
duruma düşmeyeceğim.
Otel sahibi kız, onun
Anneannesi, dedesi, idris, nimet
bahçede çay kahve içip sohbet
ediyordu, taner ilerde salıncakta sallanıyor, cep telefonunda bir şeylere
bakıyordu.
Otel sahibi kız şairane
konuşuıyordu: Ben bir ekmek yerken tarlayı hayale ederim, tohumu tarlaya atan
eli, tarlanın korkuluğunu, göğünü, yağmurunu, kuşunu, böceğini… Tarlanın
kenarındaki ağacı, ağaca tüneyen kuşu, akşam çökünce çevresini sallayan cırcır böceğini,
tarlaya serilen ayı… toprağın, ekinin kokusunu… Tarla, böceklerin gelmesini
sağlar. Böcekleri kuşlar yer. Ekinler kurur falan. Komşuluk ilişkileri= Eko
sistem deniyor buna. Ne kadar emek ve yürek varsa işin içinde; o kadar güzel.
Ruhaniyet ve iyilikle yapılan işler bereketlidir. Öte yandan şehirde çöp
kutularının yanı bayat ekmek kaynar hep. Ben apartmanlarda büyüdüm, şehir
merkezinde.
Gidebileceğim bir köyüm hiç
olmadı. Yolda minibüsün yoluna çıkan bir kaplumbağa, bir yılan, bir kirpi çıkar
meselâ. Dur derim, sakın ezme onu. Gider alırım elime fantastik kaplumbağayı.
Yolun kenarına koyarım. Hayvanları çok severim. Ama ne bir kedim, ne bir
köpeğim olmadı. Annem izin vermedi, kendi evim olunca bakarım artık.”
Nur onlarla çay içerken kızgın
ve hayal kırıklığı iiçindeydi.
Sonunda doğru düzgün, duyarlı ve güzel
konuşan, yaşam ve hakkında bilgisi olan ve güzel bakan bir erkek dostu
olabilecekti, işler yolunda giderse. Diye düşünürken tecavüzcü çıkmıştı.
Neden aşk filmlerindeki gibi ya da iyi
romanlardaki gibi bir aşk bulamıyordu, öyle bir bağ, bir kontak.
Gerçek bambaşkaydı ve hep hayal
kırıklığı vardı bu işin içinde, bu aşk denilen bokun içinde, onu istemiyordu
ama istiyordu, biri, parlak biri, içini eriten biri…bunun açlığını
hissetmesi…can sıkııcıydı.
Gerçek vahşi ve acımasızdı. Bu sistem
aşka izin vermiyordu ama bulan nasıl buluyordu, aile dostları olan birbirine
aşık bir aileyi hatırladı. Hep öyle bir işlikim olsun diye hayal ederdi. Adam
karısına çok iyi davranırdı, kadın adama, ufak çocukları vardı, o zaman nur da
ufaktı, onlara oturmaya gittiğinde çok mutlu olurdu. Kendi ailesi ise
ciddiytdi, ama onlar aşkım canım cicim der sevgi ve aşklarını gösterirlerdi.
Kendi ailesi hep ölçülüydü, düşünceli konuşurlardı. Kendi ailesi soğukkanlıydı.
Msela annesi babasına idris bey derdi, idrisciğim asla demezdi. Canım demedi.
Balım kaymağım demezdi. Bunlar onlara göre cıvıklıktı. Sanki silah zoruyla
birlikte yaşamaya mecbur edilmiş gibi görünmese de bir putluk vardı içerde,
robotlarmış gibi. Kalpleri yokmulş gibi.
Ayla uyanmuştı, aşağı indi. Ona yemek
hazırlandı.
İkisi salıncakta sohbet etmeye
başladı. Nur aylaya o kötü çocuk hakkındaki olayı anlatmaya başladı. Ayla
şaşırdı. Nur şiddeti hiç sevmezdi ve hiçbir canlıya zarar verecek kapasitesi
yoktu,
O taşı nasıl aldın da savurdun. Vay
be. İnanılmazsın. Ne dcevherler varmış sende. Aslında gidip o çadırı taşlamak
lazım. Varm ısın.
Delirdin mi.
Çantandaki bıçağı bana ver.
Ne bıçağı. Bıçak ya da keskin şeyler
taşımam bir yıol önceydi. O ara başıma kötü şeyler gelecek diye korkardım.
ALTINCI BÖLÜM
Araç kırsalda ilerliyordu, yol
kenarında erik satıyordu yaşlı bir adam, İdris yavaşladı, erik satın alıp araca
geçti, geri geri çıkarken, arkadan gelen traktörü fark etmedi, “arkana bak”
dedi Nur, İdris yavaşladı, hemen oğluna baktı, bunu neden oğlu söylememişti ki?
Tam arka koltukta oturan oğlunun kulaklarında kulaklık vardı, cep telefonunda
bir şeye bakıyordu, uzanıp aldı telefonu, gözlerine inanamadı: Çıplak iki bücür
erkek zenci.
Karısına gösterdi telefonu. Karısı
çığlık attı. Kusacak gibi olup ağzını tuttu.
“Ne zamandır böylesin?”
“Baba sandığın gibi değil. Bir siteye
tıkladım yanlışlıkla çıktı orası.”
“Bana bunu kanıtlamak zorundasın.”
Telefonu onun yüzüne fırlatır gibi
yapıp koltuğa fırlattı.
Kısa bir süre sonraydı. İdris
kafasındaki düşünceleri dağıtmak için
müzik açmıştı. Ön sağ tekerden bir “pof” sesi geldi, araç yalpalıyordu. Aracı
kenara çekti, inip baktı, lastik patlamıştı, eğik bir çivi vardı lastikte.
Taner de babasının yanındaydı.
İdris, çiviye küfür etti.
“Baba bence çiviye küfretme.”
“Nedenmiş?”
“Laneti tutar. Hem çivi mi suçlu?
Çiviyi atan el suçlu değil mi?” Güldü.
“Hııı, tavuk mu yumurtadan çıkar,
yumurta mı tavuktan çıkar gibi bir soru. Felsefeci bir çocuk yetiştirmişiz;
haberimiz yok. Ey Allah’ım. Zevzeklik yapmayı kes! Canım sıkkın.”
“Tamamdır. Teşekkür ederim baba.”
İdris, ters ters baktı ona: “Pekala,
bay felsefe,
lastiği değiştirelim. Bagajdan
aletleri yedek lastiği çıkar bakalım.”
“Belim ağrıyor baba; yapamam. Kaç
zamandır belimde bir ağrı var. Geçenlerde basket maçı yaparken düştüm de. Ağrı
azdı.”
İdris, yeni lastiği takmıştı, yolcular
tarla yanındaki ağacın altında, gölgede oturup çevreyi seyredip sohbet
ediyordu, İdris gelin işareti yaptı eliyle.
Yolcular bindi araca. Taner, araca
bineceği sırada İdris “dur” dedi, ağacın altına geç, seni fotoğraflayacağım.
Hatıra olsun. Cep telefonumda sonsuza dek kalacak!”
Taner, koşarak ağacın altına geçti
sevinçle. Babası onu önemsiyordu.
“Gülümse” dedi İdris, cep telefonunu onu çekecek gibi kaldırdı, onu
çekmek yerine hemen araca bindi ve gazladı, bağırarak dedi ki: “Biraz yürü de
lastik tamir etmenin zorluğunu belki anlarsın.”
“Ama babaaaa!”
Taner, çok geride kaldı.
İdris, geri baktı aynadan, oğlu gözden
kaybolana kadar bastı, toprak yola saptı. Düşündüğü gibi oldu ve tekrar asfalt
yola çıktı, ilerledi ve tam oğlunun yanında durdu.
“Ben de sizi başkası sandım. Arkadan
dolanmak ha. Baba çok zekisin.”
“Umarım bir gün düzgün bir adam
olursun; emeklerim boşa gitmez.”
“Gitmeyecek baba. Haklısın; özür dilerim.
Belim konusunda yalan attım.”
Taner, araca bineceği sırada cebinden
çivileri çıkardı.
“Yerde bir sürü eğik çivi var…
gördüğümü topladım…
Biri bilerek asfalta çivileri atmış.”
“Ya önümüzde yine çivi varsa… sen yürü
önden git kontrol et.” dedi İdris.
“Süper bir fikrim var baba!” Cep
telefonundan bir uygulama açtı.
“Nedir o, evlat”
“Yerde çivi varsa telefon bib bib diye
öterek yerde çivi olduğunu söyleyecek.”
“Yani hazire arayanların kullandığı
alet gibi.”
“Aynen.”
Taner, aracın önünde gidiyordu. Cep
teli yere uzatmıştı.
İdris, onu birkaç metre geriden takip
ediyordu. Taner birden yön değiştirdi.
Cep telefonu çok yüksek sesle; “bib
bib” diye sinyal sesi veriyordu.
Taner, yolun kenarına gitti, oradan da
boş tarlaya girdi,
“Nereye oğlum?”
“Dur baba!” Diye bağırdı ve şöyle
mırıldandı: “Belki de Roma döneminden kalma altın sikke dolu çömlek bulacağım!
Bulursam yaşadım, kendime ve dostlarıma istemediğim kadar uyuşturucu
alabilirim! Partilerin kralı olurum!”
Taner, yere eğilmiş kazıyordu
elleriyle.
“Oğlum ne yapıyorsun.”
“Bu da nedir” dedi Taner, vay
anasını.. içi altın doludur dilerim!”
Bir patlama oldu bu sırada. Kum ve
toprak havada saçılıp uçuştu. Taner, haya birkaç metre sincap gibi uçtu ve
çuval gibi yere serildi, hendeğe savrulmuştu, toz toprak uçuşuyordu havada.
Çömelip başını önüne eğer İdris
yavaşça başını kaldırdı, ayağa kalktı, hendeğe yanaşıp aşağı baktı: “Oğlum, iyi
misin?”
Taner, gözlerini açtı, yerde kopmuş
kolu gördü.
“Kolum koptu baba. Kolsuz ne yaparım.
Hayatım bitti, hiçbir kız bakmaz bana artık, engelli oldum.” Ağlıyordu.
“Geri zekalı herif; kolun yerinde!”
Taner, koluna baktı, kolu yerindeydi.
Saçları karmakarışık olmuştu elektriğine tutulmuş gibi, suratı simsiyahtı.
“Sen tarlaya neden saptın aniden?”
“Ya altın sinyali verdi uygulama.”
Toprağa bulanmış cep telin ışığını gördü, eline aldı cep telefonunu: “Altın olunca böyle mor ışığı yanar cihazın.
“Bib bib” sesi çıldırmış gibi yüksek gelir.
“Buldun mu altını?”
“Buraya neden mayın mı ne
koymuşlarsa?”
“Çık oradan gel yanıma.”
“Ya bir daha varsa mayın?”
“Uygulamayı kullan.”
Baktı. Birden söndü cep telefondaki
ışık. Cep telefonu iflas etmişti.
Tel kapandı. “Şarzı bitti galiba. Ya
da patlamadan etkilendi.”
“Tırman. Çık şuradan. Elini uzat.”
“Aynı yerden gelemem. Şu tarafta yol
var galiba. O taraftan dolan.”
İdris, tarlanın kenarındaki yola girip
hendeğe yanaştı.
Elini uzattı oğluna: “Tırman. Elimi
yakala. Bommm!” diye bağırdı.
Tırmanan Taner, korkuyla yerinden
zıpladı, yuvalanıp düştü hendeğin dibine.
“Ya baba ödümü patlattın şakanın
sırası değil.”
Bu sırada yolun diğer tarafından bir
adam çıktı. Nimet, Ayla ve Nur korkuyla çığlık atıp kaçıştı.
Adamın başına saplı bir balta vardı.
Yüzü korku filmlerindeki zombiye benzeyen adam: “Yardım edin diyordu alçak
sesle, acı çekerek, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Grup koşarak ormana girdi can
havliyle.
“Neler oluyor orada?” dedi Taner.
İdris, şaşkındı. Bu gerçek miydi.
Zombi gibi ilerleyen, yaklaşan adama bakakalmıştı. “Bu bok herif de neyin nesi”
dediğinde, hızla gelen kürek sağ yanağına çarptı ve yuvarlanarak hendeğe düştü. Gözü kararmıştı. Bayılmıştı.
“Ne oldu sana baba?” diyordu Taner.
“Bilmiyorum” dedi acıyan yanağını
tuttu. Biri bana bir şeyle vurdu.
Taner İdris’in omuzlarına bastı, İdris
yavaş yavaş ayağa kalktı hendeğin duvarına tutunarak, Taner yukarı çıkmayı
başardı.
“İp, uzun bir sopa bul, ağaç dalı da
olur.” dedi İdris
Taner ağacın altında bir uzun dal
parçası bulup geldi, bir ucunu babasına verdi, yavaş yavaş onu yukarı çekti.
Aracın yanına geldiler.
İdris, yanağını tutmuştu; “yanağım çok
acıyor, şişiyor bu.”
“Nerde bizimkiler?” dedi Taner.
Taner, annesine seslendi. Yanıt
alamadı.
Araca bineceklerdi.
“Arka sol lastik patlamış baba.
Aman…diğeri de patlamış.”
İdris, küfür etti, geliyordu bakmaya
arkaya. Taner ise şoför mahalline yanaştı. İdris başını eğdi. “Lastikler
patlamamış” dedi.
“Şaka yaptım baba.” Güldü.
“Sen bekle. Şu tarafa bir gidip
geleyim. Bizimkilere bakacağım.”
Gözle kaş arasından, adeta yıldırım
gibi araca bindi bastı. Çok süratliydi, toprak yola saptı, dönüş yapıp asfalt
yola girecekti, iri bir taşa çarptı araç ve yan tarafına taklalar atarak
savruldu meyilli arazinde. Ve ters döndü kaldı leş gibi.
İdris, güneşten sakınmak için bir eli
alnında manzarayı izliyordu, toz duman kalkmıştı, gerisi görünmüyordu, ilerledi
ve yokuşun aşağısında ters dönmüş ve çok sevdiği aracına bakıyordu. Üstünde bir
çizik bile olsa onu huzursuzluğa boğan aracı hurda vaziyetteydi. Birkaç dakika
boyunca dondu kaldı. Elini cebine attı, sigara paketini arıyordu. Taner ise
hurda aracın eğik kapısını aralayıp dışarı çıkmıştı.
“Ben iyiyim baba; endişe etme” dedi ve
korkuyla geri geri gitmeye başladı. Fren yaptım ama tutmadı bana, benim suçum
değil. Düştü. Başını taşa çarptı, başı yarılmış kanıyordu.
İdris, ise düşüncelere dalmıştı,
hesapta ailesinin evinin önüne bu güzel cipi çekecekti, bu pahalı cip…çalışarak
kazandığı parayla aldığı araç… gururlanacaktı…ve o güzel araçtan ailesi
inecekti çocukları, onlarla da gururlanacaktı. O güzel hayal yerle bir olmuştu.
Daha yeni bakımları yapılmıştı aracın, tertemizdi, mis gibiydi.
İdris araca arkasını döndü, sigaradan
bir nefes çekti, çevreye bakındı, kimseyi göremedi, araca doğru ilerliyordu
hızla.
“Baba sakin ol lütfen.” Taner, epey
uzaklaştı oradan.
İdris kısa bir araştırma sonrasında
araçtaki cep telefonunu buldu.
Açtı baktı haritaya cep telefonundan
“Burada ilerde bir köy var, daha
ilerde bir kasaba.
Aracı buradan çıkartıp tamir
ettirebilirdi.
“Gel buraya eşek herif?”
“Beni pataklamayacaksın, değil mi
baba?”
“Yok oğlum; gel.”
Yolun kenarında bekliyorlardı. İdris
yola çıkmış ileri bakıyordu. Taner yol kenarında bağdaş kurmuş oturuyordu.
Yarım saat geçmişti. Yolda tek araç
görünmüyordu.
Ses geldi, Nimet, Nur ve Ayla koşarak
geldi. Ormanda kaybolmuşlar.
Aile ilerlemeye başladı asfalt yolun
kenarından
“Daha ne kadar ilerleyeceğiz baba?”
diye sordu Taner, o pis çukurdan nasıl kurtulduk ama.” Taner’in gözleri
sevinçle parlıyordu.
İdris ağzını eğerek şöyle dedi: “Daha
ne kadar ilerleyeceğiz baba? O pis çukurdan nasıl kurtulduk ama.”
“Büyük sıkıntı atlattık, her neyse.
Annemin evine geldik sayılır.”
Bir kilometre kadar sonraydı.
Yolun kenarında bir çocuk göründü,
“sanırım yola çivileri atan bu çocuklar” dedi Taner.
İdris bağırdı: “Gelin lan buraya piç
kuruları!”
Çocuklar kaçtı. Tezgahın olduğu
noktada kayboldular orman tarafında.
Yol kenarında şeftali satan adam
vardı, lastik önündeki kartonda iri harflerle şu yazıyordu: “Çivi Gibi İri
Şeftali.”
İdris, bir şeftali aldı, karısına
attı; “yakala.”
Karısı havada yakaladı şeftaliyi.
Satıcı yaşlıydı, kenarda uyuyordu
hasırın üstünde. Perişan bir vaziyeti, fiziği vardı. Yaşlılık kılıç gibi
doğramıştı bir zamanlar süt gibi güzel olan 18 yaşındaki genci. Sinekler uçuşuyordu kafasında, her yerine konuyorlardı,
saçsız başına kasketi koymuştu. Yan tarafına uzanan, ayaklarını karnına çeken
adama
İdris kibarca dayı diye seslendi.
Yaşlı adam bir türlü uykusundan uyanamadı.
Evlat dedi İdris, elimde sihirli bir
değnek olsa ve senin zihnini dayını bedenine, onunkini de senin zihnine
geçirsem, ne dersin?
Baba delirdin mi? Asla olmaz.
Belli bir süreliğine.
Asla. Hem niye böyle bir şey dedin ki.
Empati yapmayı öğrenirsin. Seni kalın
kafalı. Bir tecrübe edinirsin diye. Farkındalığın artsın diye.
Baba boş boş laflar etme bence. Odunu
fark etti. Şununla deneyelim dedi. Yaşlı adamın arkasına geçti ve odunla ona
vuracak gibi hareketler çizmeye başladı.
İdris gel, kes şunu diye fısıldadı.
O odunu kenara bıraksan iyi edersin
genç adam.
Dayı sen uyumuyor muydun?
Yaşlı adam idrise satış yaptı. Tatlı
dilli, yumuşak yürekli biriydi. Ayak üstü sohbet uzadı, samimiyet gelişti,
idris bey dedi, bu genci yanıma bir aylığına bıraksan onu tertemiz geri
alırsın.
İş yapmaz, canını sıkar.
Ben onu adam ederim dedi, sevecen
bakışlarla, eline odunu aldı.
Taner yaşlı adamın boynuna kolunu
doladı, dayı seni sevdim, harbi konuşan adamları severim, senin yanında kalsam
her işi yaparım. Senin gibi tatlı dayılar bu dünyada daha fazla olsa ne güzel
olurdu.
Evlat, babana layık olmaya çalış, onu
utandırma. Aksi halde rüyalarına girer kabusun olur yumruk çakarım sana. Baş
üstüne efendim de bakayım, bizim kültürümüzde böyledir.
Taner; baş üstüne efendim.
Taner yaşlı adamı kucakladı.
Babamla hiç böyle şeyler yapmayız.
yaşlı adam idrisin aracı kurtarmak
için birileriyle görüştü eski cep telefonuyla. idris tamircisiyyle görüştü.
Tamirci aracı hendekten çıkarmak için traktör yollayacaım dedi. Uzun bir süre
sonra yolda bir römorklu traktör göründü.
Dört kişi vardı römorkta, biri iri
yarıydı ve traktör de de şoför yanında yaşlı bir adam vardı, adı burhandı, ayı
balığı dedikleri iri yarı gencin dedesiydi.
Hacı burhan dedikleri yaşlı adam evin önünde can sıkıntısıyla otururken
torunu sözü edilen işi yapmaya gideceğini söylemişti, “ben de sizle geleyim hareket olur, ortam
değişikliği ruh haline iyi gelir” diye düşünmüştü, bir iş yapacağından değil.
Burhan idrise selam verip yanaştı, el
sıkıştılar.
“Büyük geçmiş olsun” dedi.
İdris durumdan söz etti. Burhan kentli
bu ailenin sorununu çözmek için gereken her şeyi yapacağını, söyledi, bizde
kalabilirsiniz. Araç tamir olana kadar.
Köydeki tamirci tarım aletleri,
motosiklet, traktör. .her türlü aracı tamir edebiliyordu. Evinin önündeki
garajda, emekliydi. Daha çok tarım
makineleri tamir ederdi.
İdris sigara yakmıştı. Kokusu çok hoş
gelmişti burhana.
“Bir dal da bana verir misin?”
Kusura bakma. İçtiğini bilmiyordum
hacı amca.
İdris de ona diğerleri gibi hacı dede
demeyi uygun bulmuştu.
“Ya dede hani yakmayacaktın?!” dedi
torunu.
Bir tane torunum dedi. Günde bir
hakkım var…onu bizim evin orda içmiştim. Doktor yasak etti sigarayı…kalp iyi
durumda değilmiş.
İdris cipin oradan nasıl
çıkarılacağına dair fikirlerini anlattı.
Bu iş bende dedi burhan, hiç kafanı
yorma. Sen geç git ailenle isrersen bize. Şu taraftan. Ayran iç yemek ye çay
kahve iç. Ufak çocuklardan biri ordaydı. 10 yaşlarında. Ahmet len, şu amcaları
bizim eve getir, benim neneye selam söyle, misafir yolladığımı söyle, yolda
kalmışlar araç hendeğe devirmiş amatör. Güldü üstelik.
İdris şaşırdı, beni olayı bilmeden
bana nasıl ‘amatör’ dersin ki, zoruna gitmişti, yüzünde gülümser gibi ekşi bir
ifade oluştu. Ailesiyle eve gidecekti, bunları işi çözer diye düşünmüştü ama
fikri birden değişmişti, bu amatör lafı yüzünden, kıl kapmıştı yaşlı adama.
“Sorun mu var idris bey? Aracıma el
sürmeyin der gibi bakıyorsun da.”
“Yok dayı da kafama takıldı. Tamam
[Yİ1] [Yİ2] tamam da dayı, aracı oradan nasıl
çıkaracaksınız? Merak ettim. Aracı pert ederseniz ne olacak?”
“Bak evlat, ayıp ediyorsun. Sen
giderken ben bininci seferi yapıyordum, bu saçları sakalları nerde ağrıttım
sanıyorsun. Hendeğe düşmüş zaten pert gibi bir şey. Sen bana güven.”
Burhan yere çöktü, bir çalı aldı yan
taraftan.
Çalıyla
toprağa çizim yapıyordu.
sanki bir
askeri operasyon yapacakmış gibi ciddi ve kararlıydı.
Burhan idrisin
sırtını sıvazladı.
Ve traktör
römorkuna atladılar,
İdris yaşlı
adama bakıyordu, kafasında şu laf dönüyordu: amatör amatör amatör.
yolda
kalmışlar araç hendeğe devirmiş amatör.
Yaşlı adamın
gülüşü geldi gözlerinin önüne.
Burhan idrisin
ona baktığını hissetmiş olacak ki başını çevirip ona baktı: bu muhteşem olaya
tanık olup göreceksin bak analar ne yiğitler doğrulup yetiştirmiş. Gelmen iyi
oldu seni yoracağız ama. Gözün arkada kalmaz. İşi çok güzel çözeceğimizi bizzat
gözünle görürsün.”
Olay yerine
gelmişlerdi. burhan kutsal sözlerle traktörden indi, operasyon yerine geldik
dedi, hendekteki araca bakarken idris sigara yakmaya davrandı. sigara yakarken
burhanı gözlerindeki sevimli ışıltıyı fark etti ve ona da bir dal sigara verdi:
torun görmesin.
“He he he diye
güldü.
Burhan dede
grupta çok sevilen saygı gören biriydi: gençler çok dikkatli olmalıyız. Bu
değerli abinizin aracını oradan çıkarmalıyız ve kendimize de dikkat etmeliyiz
bir kaza çıkmasın. Ters dönmüş aracı düzleştirmeliyiz. Biri ayağını unutursa
altında kalırsa…fena…
Burhan şakacı,
esprili biriydi ve gençleri güldürecek şeyler söylüyordu, herkes dikkatli
olsun, koluna bacağına dikkat etsin, boğa yılanı gibi güçlü uzun penisinizi her
zamanki gibi belinize sarıyorsunuz değil mi çocuklar. Geçen gün çok iyi tarif
etmiştim. Merak etmeyin, zamanı gelince evleneceksiniz. Karı kıza
bulaşmıyorsunuz değil mi. Birilerinin karısına kızına yan gözle bakmak
yok…böyle diyor ve aracı nasıl çıkaracağına dair düşüncelerini söylüyor,
gençler de fikirlerini söylüyor, burhan tekrar şakaya başlıyor, gençler bu
sırada birbirlerine takıldılar ve ikisi güreş etmeye, tozlu toprakta
yuvarlanmaya başladılar.
İdris yine
sigara yaktı. Burhana da bir dal uzattı.
Bunların iş
yapacağı yok gibiydi, taşak geçiyorlardı.
Dayı şu işe
başlasak diyecek oldu, sustu, gençler güreşmeye devam ederken burhan altta
olana taktik veriyordu.
Gençler kan
ter içinde yol kenarında, çimene oturdu.
burhan, bir
dal sigara alabilir miyim?” dedi Burhan.
“Hay hay” dedi
idris,
Burhan
sigarayı kulak arkasına koydu.
Bir iddia
ortaya atıldı, üç genç ve ayı balığı dedikleri genç arasından.
Üç genç el
birliğiyle ters dönmüş aracı kaldırmayı denedi, başaramadı.
Ayı balığı
gitti ve aracı kaldırmayı denedi.
O da
başaramadı; ama nerdeyse başarıyordu.
Gençler sigara
istedi, idris hepsine birer tane verdi.
Ayı balığı
hariç.
Burhan aracın
yanına gitti, bir de ben kaldırayım dedi, denedi ve osurdu, herkes gülmeye
başladı kırılırcasına.
Onlar gülerken
geldi burhan,
Aman çocuklar
dikkat edin dedi burhan, benzin sızıyor depodan. Sigaraları atın. Havaya
uçmayalım durduk yere. Bir gülüşme oldu.
Gençler yine
birbirine girdi, ikisi yerde kapışmaya başladı, iş ciddileşti ve yumruklaşmaya
başladılar, biri birinin sigarasını çalmıştı, çalınan sigara da kırılıp
içilemez hale gelmişti, dayı onları ayırıp sakinleştirdi,
Şu mallara
sigara ver de sakinleşsinler…
İdris onlara
sigara verdi. Bir dal da burhan’da. Herkes sigara yakmıştı.
“Dükkanın açık
oğlum! Kapa şunu dedi burhan gencin birine. Genç adam utançla önüne baktı
çekecekti, çekilmiş.
Yapma hacı
dayı ya. Gülüşmeler oldu.
Burhan idrisle
şehirdeki hayat üstüne sohbet ediyordu. Ve burhan aniden kalktı ayağa. Şu işi
bitirelim
zevzekliği bırakın.
Burhan kulak arkasında sakladığı
sigarayı yakmıştı. Aracın yanına gittiler.
Burhan son bir nefes daha alayım, son bir nefes daha alayım derken,
sigarayı aracın yanına giderken atlamış, en sonunda ağzında kalmıştı sigara,
gözlerini kısmış, duman gelmesin diye, işe kaptırmıştı kendini. Hep birlikte
aracı düzeltmek, dört teker üstüne gelmesi için çevirmeye odaklamışlar,
kaldırıp abanıyorlardı.
Gençlerden biri şaka yapınca gülme
krizi başladı, aracı çevirme güçleri erimişti gülmekten.
Hacı dede at sigarayı
Atacağım karışma işime.
Burhanın ağzındaki sigaranın kor külü
benzin bulaşmış otların üstüne düştü ve ateş parladı. Alev parıltısı.
“Patlama olacak kaçınnnn!!!” diye
bağırdı bunu fark eden biri.
Herkes kaçıştı.
Az sonra bir büyük gümlemeyle ters
dönmüş araç havaya sıçradı ve yere düştü.
Herkes şaşkındı ve aracın çatır çutur
sesler çıkararak yanmasını seyrediyordu, kara dumanlar yer yer alevlerle
karışıyordu. İdris bagajdan birkaç bavulu kurtarırım diye uğraştı ama alevler
sarmıştı orayı. Uzaklaştı.
Gençlerden biri: “Hacı dede ben sana
dedim at sigarayı atmadın!”
Birkaç nefes daha alıp atacaktım. Her
neyse. Cana geleceğine mala gelsin canım. Ölen yaralanan kimse yok aramızda
allaha şükür.
İdrisin canı son derece sıkındı,
depresyona girmişti. Yüzünü ovuşturuyordu.
Büyük geçmiş olsun dedi hacı burhan.
İdris’in sırtını sıvazladı. Belki de böylesi iyidir, ölen mölen yok. Takmak
kafana idris. Yeni bir araç alırsın ama öleni geri getiremezsin.
Diğerleri tek tek geldi: “geçmiş olsun “abi.
Gençler yine aralarında bir tartışmaya
başlaşmıştı, gençlerden biri tek camı olmayan güneş gözlüğünü gömlek cebinden
çıkarmış takmış, nasıl yakışıklı oldum mu diyor sordu diğerlerine, espriler
başladı, daha ilginç biçimde yakışıklı olabilirsin dedi uzun olan. Gözlüğü
uzanıp kaptı ve tek camı kırdı, gözlüğün hiçbir camı kalmamıştı. Fırlattı ona,
tak bakayım, aldı taktı gözlüğü böyle süper yakışıklı oldun. Gülüşmeler koptu,
küçükken de böyle oynardık ya senle. Çöpten bulduğumuz gözlükleri takardık.
Öteki uçtu yakasına yapıştı len ona cam taktıracaktım yüz liralık gözlük o.
öteki gülüyordu ya yirmi lira o gözlük… yenisini alırım bırak. Şaka maka olay
ciddi kavgaya dönmüştü. Onları ayırmaya çalışıyorlardı.
Gözlük camını kıran: Sen ailenin
trajedisisin. İş güç yapmayıp karı kız gözetliyorsun.
Yalan atma. Deyip onun boğazına
sarıldı.
İdris sigara yakmıştı, oğlu Taner bir
elinin babasının omzuna yaslamıştı.
Taner dedi ki: “Ne kadar sersem
bunlar!”
“Sersem ötesi evlat; bunları hepsi at
penisi, başka bir bok değiller.
Taner gülecekti, tuttu kendini:
Anlıyorum baba araç gitti, takma kafana bence.
Köy evine vardı traktör, yolcular
aşağı indi.
Evin avlusu kalabalıktı.
şen şakrak bir biçimde sohbet vardı,
bağıra çağıra konuşup kahkahalar atarak konuşuyorlardı. Burada her ne oluyorsa
matrak bir şeyler oluyordu İdris şaşırdı, ama sevdi, büyüdüğü çiftlikle böyle
manzaralara tanık olmuştu, bu ortam o eski anıları hatırlatmıştı. Çok yaşlı
nene vardı, sıcakta çullarla kaplıydı, çay içiyordu, sonra başka yaşlı bir adam
bacak bacak üstüne atmış neneye bir şeyler anlatıyordu, ortaya yaşlı bir kadın, daha geçkince ve üç
genç kız ipe tütün diziyorlardı, anlaşılan bunlar tütüncülükle geçiniyordu, eşi
ve kızı, ve ayla da onların yanındaydı, onlar da ipe tütün dizme işini yapmaya
çalışıyordu.
Nimet oradaki kadınlarla, ev halkıyla
sohbet ediyordu. Kocasını fark etti, kocası ona el sallıyordu, nimet el salladı
ve işe devam etti, kocası yine el salladı.
Hayatımın en
muhteşem anları idris, ipe tütün dizme işini çözdüm sayılır. Büyüleyici bir iş.
İdris bir serseme bakar gibi ona
baktı.
Seni tebrik ederim. Kadın gülümsedi.
İdris bir tarafa baktı sıkkın. Nimet kocasının yüzündeki ifadeden sıra dışı bir
şey olduğunu anlamıştı.
Ona yanaşıp sordu usul sesle.
Ne oldu idris bey.”
Cipimi havaya uçurdu geri zekalılar.
Nasıl nasıl?
Olayı anlattı.
Tamirci Murat geldi, idrisle bir
köşede sohbet ediyordu: çok üzüldüm arkadaş, aracı oradan ben çıkartırım,
yapabildiğim kadar yaparım, bu işlerden anlarım. Sonra gelip alırsın. Uzun bir
süre bende kalır. Keşke burhan dayıyı almasaydınız yanınıza. Onda bir sakarlık
vardır, el attığı işin başına bir şey gelir kesinlikle. Küçük torunu film
yapımcısı olacağım diye tutturdu, korku filmi çekecekmiş. Bomba yapmaya
çalışıyormuş. Angut!
“Bomba mı?” dedi, oğlu hendeğe
düştüğünde olan patlamayı hatırladı.
“He.”
Nasıl bomba bu?
“Mayın. Korku filmi için mayın
lazımmış da. Köydeki ufak çocuklara para vermiş. Yola çivi atmaları için.
Araçların bazı parçalarını çalıp satıp film için kamera alacakmış.
“Sen kim mayın yapmak kim. Sen nasıl
mayın yapacaksın ki. Teknik bilgin var mı ki? Moloz!”
“Bence mayın yaptı.”
“Anlamadım ustam?”
“Bence mayın yapmıştır.”
“Nerden çıkardın ki bunu? Nasıl
bileceksin ki. Sen köyün yabancısısın.”
İdris, şu patlama olayını anlattı.
Murat, yere, önüne baktı suçlu gibi.
O SABAH
Murat incir ağacı altında oturmuş
serinleyip çay ve sigara içiyordu, tespihi masa üstündeydi, Evin başında Mahmut
göründü.
Mahmut hal hatır sordu, bir poşete sarılı bidon
getirmişti: “murat abi, bu bidonu birkaç gün saklayabilir misin?”
“Nedir len bu?”
“Filmimde kullanacağım malzeme.
Bizimkiler el sürer çöpe atar diye sana getirdim. Bunu saklar mısın? Saklarsan
sana işlerinde yardım eder para almam.
“Olur” dedi aldı koydu depoya.
MAHMUT’ ANNESİ
Bu mahmut’ın adam olacağı yok, inek
herif, adam gibi sigortalı bir işte çalışsa diye düşünüyordu Mutat, karısı
menemen yapmıştı, ona ekmek bandırıp yiyordu.
Mahmut’ın annesi Hanife göründü,
kahverengi gözleri neşeyle ışıldırıyordu, Mahmut’a selam verip hal hatır sordu,
evin kadınına seslendi, napıyon gııı…ve Mahmut’la sohbete döndü, çok
kaygılıydı, dedi ki: Bizim oğlan bi boklar karıştırıyor, başına bir bela
gelecek. Elektronik bir şeyler ve sıvılarla bir şeyler yaptı. Bidona koydu.
Aman anne elleme patlar dedi. Patlayıcı mı ne yapıyor filmi için. Geberip
gidecek patlatacak uçuracak evi havaya. Jandarma evi basıp alayımızı içeri
alırsa…terör eylemi için bomba yapıyorsunuz derse haberlerde izledim az önce el
yapımı bomba…basmışlar bir evi… bizim çocuk bir şey getirdi mi sana bidon, öyle
bir şeylerle uğraşıyordu yakaladım açacaktım elleme patlar dedi hızla gelip
elimden aldı geçenlerde. Arkadaşıyla telefonda konuşuyordu amonyum bişey bişey
diyordu neydi ya hah hatırladım, amonyum nitrat mı nedir, sordum birine,
patlayıcı yapmakta kullanılırmış, bulundurması yasak.
Murat korkuyla sarsıldı: Yok ablam.
Bana bir şey getirmedi.
Şöyle düşündü, ne kadar malım, ya niye
hemen kabul ettim ki o şeyi.
Kadın gitti ve Murat siyah poşet
içindeki bidonu korka korka aldı ve yolun kenarındaki hendeğe fırlattı ve
eğildi bomba patlayacak diye. Baktı patlama olmamıştı. Şükür dedi ve oradan
ayrıldı.
El yapımı bomba yere düşünce ateşleme
sistemi devreye geçmişti. Birkaç saat içinde patlayacaktı, kırmızı ışık yanıp
sönüyor ve kalan süreyi yazıyordu ekranda.
İdris başına balta saplı kişiden söz
etti. O maymunu bir yakalasam…
Murat yine yere baktı, sabah oğluna
sormuştu, saatlerdir neredesin,
Mahmut’la takılıyordum baba. dereye
balık avlamaya gittik.
Elindeki balta nedir, korku filmi
için.
Bırak şu deliyle takılmayı. Film milim
çekemez o.
Çekecek çok para kazanacağız baba.
Murat gülmüştü: Ya bırak oğlum, inanma
şuna. Boşa zaman kaybı.
Ya baba plastikten bir maske yapacak,
maskeye balta saplı görünecek.
Ey Allah’ım. Evlat bırakın bu işleri.
Cuma günü namazda göremedim sizi.
Arkadaydık baba diye yalan attı.
Murat sigara yakmış, başı hala
önündeydi.
İdris sordu: daldın gittin, murat bey,
şu ucube…başına balta saplı ucube…neden buralarda öyle geziyor ki…bir anlam
veremedim.. Hanım çocuklar görünce dehşete kapıldılar. Gerçek sandılar. Bir de
biri yüzüme kürek indirdi, gözlerim karardı…küreğin bir yerinde kırmızı boya
vardı.
Allah allah dedi murat, kim olabilir,
buradakiler düzgün insanlar, kimmiş o adi, ona iyi bir dayak çekmek lazım.
OYSA SABAH
Murat’ın ağzında bir sigara, gözlerini
kısmış, yüzü terlidir, şöyle diyor: Oğlum o küreği neden aldın, kafanı
patlatmaya çok yaklaştım.
He he diye güldü: Çekim için lazım
baba, sonra getiririm merak etme.
Kürek gelmezse eve giremezsin ona
göre.
Takma kafana. Ayrıca kürek benden
değerli mi?
Değerli.
Murat sabahki manzaradan sıyrılıp
çıktı ve şöyle dedi Murat’a: Ben bulur hesap sorarım onlardan.
“Araçsız ne yaparım” diye üzüntüyle
konuşuyordu idris, bir yerden araç bulsam, kiralasam…var mıdır böyle bir imkan…
Murat, onu tamirhanesinde getirdi.
Ağaçlar içinde bir garaj vardı, hangar
gibi büyüktü, açık alanında hurda birçok araç vardı işi bitik, paslı
kaportalar…
İdris orada Muratla gezintiye çıktı,
ağaçların altında eski kırmızı bir minibüs gördü,
Bu aracı sana satabilirim dedi murat.
İdiris güldü.
Çok eski yıllardan kalma minibüs.
Yüzüne kürek yediği için yüzü şişmeye başlamıştı. Acıyan yerleri okşadı.
İdris aracı incelerken bu aracı uzun
yıllar önce yaşadığı yerde, çiftlikte gördüğünü hatırladı, birisi dolmuşu düğün
arabası yapmıştı, içinde gelin damat ve başka süslü insanlar vardı. İdris o
zamanlar 10 yaşlarında olmalıydı. Aracı incelerken ısındı, sevdi bu aracı.
Pazarlık ediyorlardı idris eski karavanı fark etti, çekme karavan.
Murat onu asla satmam diyordu ama
idris karavanı incelemeye başladı.
Geçen sene aldım tamiri yeni bitmedi,
Murata para lazımdı, dağda bir ev
yaptırıyordu ve İdrisin önerdiği para güzel bir paraydı.
Ama karavanın işi bitmedi, bitsin öyle
alırsın.
Yok, bununla gideyim, eşim bayılacak
buna, eski şeyleri sever.
Caymak yok.
Yok.
Ama istersen karavanın işlerini
bitireyim. Öyle alırsın. Yolda kaza çıkarsa ailecek yok olmanıza üzülürüm.
İdris güldü. Merak etme.
Para işi ne olacak.
Sonra.
Para ve hukuki işlemleri sonra
halletmeyi önerdi idris, cep telefonundan iş yerinin fotoğraflarını videosunu
gösterdi güven vermek için. Bu zengin adama güvenebileceği açıktı muratın. Ama
ona acil para lazımdı ve ilçeye gidip bankadan para çekmeyi, en azından bir
miktar hukuki anlaşma yapılmadan. İdris cüzi bir miktar önerdi anlaştılar.
Muratın aracıyla bankaya gidip para işini çözdüler. İdris bir miktar para
ödedi.
Saatler geçmişti. İdris’in yüzünün bir
kısmı fena şişmişti.
Akşam olmuştu.
İdris ve murat kafa kafaya vermiş iki
kardeş gibi sohbet ediyordu buranın güzelliğinden, ağaçlardan, hayvanlarından,
bitkilerinden, geçmiş olaylarından, yakın olaylarından, mevsimlerinden
acılarından ve sevindiren her şeyinden, evin yolunda usul usul ilerliyorlardı.
Uzakta bir gölge göründü, yaklaşıyordu.
Baba diye bağırdı, Metin, senin aptal
küreğini getirdim.
Küreği fırlattı. Bütün gücüyle. Küreği
gülle gibi fırlattı, bilirsiniz, gülle atıcıları kendi çevresinde döner.
Kürek havada döne döne, bumerang gibi
ya da bir ortaçağ silahı gibi vın ederek bir garip ıslıkla yaklaştı. İdris hava
bombardımanına tutulmuş asker gibi yere kapaklandı. Murat acıyla inliyordu.
Omzuna isabet etmişti küreğin sapı. Ay
ışığı vuran aydınlık kürekteki kırmızı yeri parlatıyordu. İdris bu küreği
tanımıştı.
Murat yerde acıyla bir süre durdu ve
bu kürek başıma indirilen kürek dedi, küreği eline aldı ve vuracak gibi muratın
üstüne yürümeye başladı.
Sen de bu işin içindesin değil mi?
Murat korkarak geri geri gidiyordu,
sakin ol dostum, çocuklar küreği benden aldı, haberim yok, kürek benim.
Bir şeyler çeviriyorlar, cahili
çocuklar.
Kusura bakma. Onlar adına özür
dilerim.
Evin bahçesinde yer sofrası kuruldu,
semaver yakışmıştı. Çatak bıçak sesleri, kahkahalar, yüksek sesli sohbetler,
abartılı gülmeler, öz denetim ya da sansür yok, herkes içi neyse o, ara ara
küfürler uçuşuyor havada. Ağır küfürler hem de. Onların samimi, yürekli
konuşması ağır küfürleri ortamda kabullenilmese de hoş karşılanır kılıyordu, o
küfürler doğallığın bir parçasıdır.
Sohbette konusu geçen birilerine. O
bana şunu yaptı, şöyle oldu. Tavukları mısırlarımı yedi, köpeği tavuklara
daldı, malları bahçeme girdi, geçiyordum selamımı almadı. Öteki ne der düşünür
daha çok şehirlilere ait bir tavırdır, özellikle soylu geçinenler. Köylü
insanlar buna aldırış etmezler.
Mahmut ve İhsan
Evin iki oğlu daha vardı, onlar tütün
işini yapmak istemiyorlar, “biz kendimizi bildik bileli bu işi yaparız. Bizi
küçük görüyorlar, beşe on tahta gibi hatta kütük gibi kalın kafalı görüyorlar
bizi. Sıçtığımız boklar bizi tanımıyor.
İhsan ve Mahmut eve gelmişlerdi.
Murat onları bir tarafa çekip sorular
sormaya başladı, onların ifadesini alıyordu polis gibi.
Mahmut dedi ki: Ben bu salağa adama
vurur gibi yap korkut dedim, çekim yapacaktım. O salak ayarlayamamış
yanlışlıkla yüzüne kaptırmış küreği. Biz doğal akışı olan bir kısa korku filmi
çekecektik hesapta. Öteki taraftan başı baltalı zombi çıktı, senin muhteşem
oğlun, cep telefonuyla çekiyordum ama iş hesapladığımız gibi olmadı.
“Sikerim sizin korku filminizi la”
dedi Murat, oğlum düzgün bir iş yapın.
Abi kimseye bir şey deme ne olursun,
ağzıma sıçarlar. Zaten kısıtlı olanaklarla film çekmeye çalışıyorum.
İyi, beni çekebildin mi bari.
Ya abi tam o ab kayıt yerine
basmamışım telefonun, ziyan oldu gitti.
İdris arkadan sinisine yanaşmış onları
dinliyordu: Boşa yedik küreği ha.
Ya yok abim. Kusura bakma abim, ver
elini öpeyim.
İdris elini çekti.
Bahçeye sessizlik hakim olmuştu, bir
cırcır böceği ısrarlı bir sevinç, yaşama asılma güdüsü sergiliyordu, onu bir
eşek anırması, birkaç köpeğin atışma biçimindeki uzak havlamaları takip etti,
İdris nicedir böyle sesleri duymamıştı, eski, çok eski anılarına gitti zihni.
Duygulandı. Herkes içerde yatmaya
gitmişti ve idris bahçede tek başına sigara içiyordu. Kurduğu muazzam hayal
suya düştüğü için üzgündü. Ama bunu kimseye çaktırmamıştı gün boyu
Karanlıkta Burhan göründü.
“Ya dede ne işin var bu saatte?”
Uyku tutmadı, düşünüp durdum. Bir
arazim var, sana onu vereceğim. Hobi bahçesi filan yapabilirsin.”
İdris, kahkaha attı: Ya yok dede,
“Aracını patlattım.”
“Yenisini alırım.
“Ya çok üzüldüm. Fena bi bok yedim.
Nasıl ne yapsam bunu sana unuttursam… Ne yapsam da sana kuş gibi yennik
hisssettirsem.”
“Sıkma canını” dedi sırtını sıvazladı.
“Çaktırmıyorsun ama üzüldün?
“Üzüldüğüm araç değil. Başka bir şey.”
“Nedir?”
O şahane çiftlik önünde idris,
yıllardır dargın olduğu annesinin evinde…o yolda… Evde baskın annesi. O yüzden
babamın evi diye düşünmez. Annesi erkek gibiydi. Öyle zehir zemberek bir baskın
kadındı ki.
“Evet, sonunda asla gelmem buraya. Sen
bir cehennemsin! Sana katlanamıyorum!” demişti ona. Cehennemin gerçek adı senin
adındır.
İşte sonunda burada. Bir kelebek
sürüsü gibi. Ailesi ve kırmızı parlak aracı. Kan kırmızı aracıyla. Annesi ona
şöyle demişti: bensiz bir hiçsin. Hiçbir şey beceremezsin. Sen sonsuza dek
baldırı çıplaksın ben olmasam. Sen tembel serserinin tekisin.
İyi. Gidiyorum. Ama bir gün bu
dediklerini sana yalatmasam namerdim anne.
Kadın çılgın bir kahkaha atıp şunu
dedi, ayol sen yeter ki yalat, bayıla bayıla yalarım. Ama sen adam olmazsın,
keşke olsan. Ama sakın unutma. Bensiz bir hiçsin. Hiçbir şey beceremezsin.
Her gün taş taşırım sabahtan akşama
dek ama sana muhtaç olmam!”
Bir saat dayanamazsın. Taş taşımak kim
sen kim….hah hah hay! Sen basit bir kurbağa kadar bile azimli olamazsın.
Bir kelebek sürüsüydü kırmızı cip.
Kozmik kırmızı güller. Ay ışığı, yaratılan insanın ilk insanın ilk nefesi gibi,
ilk sevişmesi gibi. Özel tasarım cipi yurt dışında yaptırmıştı. Kız gibi
bakmıştı ona. Çok çalışmıştı. Namuslu bir kazançla elde ettiği parayla almıştı
bu aracı.
Derken duygulandı ve gözlerinden
yaşlar düştü.
Burhan üzülme evlat.
“Bir anne için sen sonsuza dek baldırı
çıplaksın. Kadın yanlış bir şey dememiş de sen gurur yapmışsın. Seni o
doğurmuş. Altına doldurduğun taşan pislikleri temizlemiş. Seni banyo ettirmiş…”
İdris sessizce onu dinliyordu.
“Annenin evine ille güzel bir araçla
gitmen gerekmiyor ki…o senin annen…”
Uzun uzadıya sohbet ettiler, İdris
içinde ne varsa döktü, hiç tanımadığı bu yaşlı adama.
Yatağa gittiğinde içi rahattı,, huzur
bulduğunu hissetti, hafiflediğini, yıllardır içinde taşıdığı şeyler,, çöp
kamyonu gibi, ne çok şey biriktirmişti ve bunlar onu meğer çapa gibi aşağı
çekiyormuş, enerjisini,, ruhunun parlaklığını.
Ertesi gündü.
İdris eşini satın aldığı dolmuşun yanına getirdi, karısı
dolmuşu beğenmişti, ama karavanı gözü tutmamıştı.
İdris bu şeyi almamalıydın, kesin başımıza bir şey gelir.
Neden
Öyle hissettim. Tabuta benziyor bu.
Hadi ya.
Çağır çocukları.
Onlar da kesin benim gibi düşünecektir.
Çocukları çağırdılar.
Ayna, nur, taner karavanı inceledi.
Taner: Bit var burada.
Nur: Böcek o gerzek.
Ayla: simsiyah bir karavan. Garip. Ölüm gibi.
Tabut gibi bir şey bu.
İdris bozuldu: “Ayla sen misafirimizsin. Çok konuşma
diyecekti. Ses etmedi.
İdris ve ailesi oradan tatlı hislerle ayrılmadan önce
herkesle kucaklaştı, korku filmi ekibiyle özel görüştü, onlara yardım sözü
verdi, kamera almak gibi, ailenize işlerde yardım ederseniz.
Çocuklar edeceklerine dair söz verdi.
Şaka maka,, öyle böyle ilginç ama sağlam bir bağ olmuştu
aralarında, buraya tekrar gelmeni
bekleriz dediler.
Onlar bölgeden ayrılırken iki ufak çocuk yola çivi
bırakıyordu, bunlar şeftali satan adamın oğullarıydı.
Dolmuşun arkasında siyah karavan vardı ve kimse karavana
binmek istememişti, taner hariç, taner de karavanda kafasına göre takılıp
esrar, hap gibi şeyler içmek için tercih etmişti orayı.
İdris şöyle demişti: taner oğlum karavandan kimse
hoşlanmadı, bence orada yolculuk etme. Bir kaza olursa ölür gidersin.
Hahahaha diye kahkaha atmıştı taner.
Uzun bir süre geçmişti, idris benzinliğe yanaştı.
Kaldırım işçilerine haykırır gibi şöyle dedi aracı
çektikten sonra: “haydin çocuklar, çıkın dışarı, özellikle nur kızım önden sen.
Sıçmak istenler fırlasın.”
Ayyy baba, herkes bize bakıyor, iğrençleşme ne olursun.. bu
kadar açık seçik olmak zorunda mısın dedi karısı.
Bu tip
şakayı Burhan dan öğrenmişti. Burhan’ın babası böyle şakalar yapardı.
Taner,
oğlum, sen de taşaklarınla oynamayı bırak.
Oradaki Aracin kenarındaki şık kızlar gözünü tanere
dikti.
Taner ezildi. Iki elini havaya kaldırdı: baba sana
inanamıyorum, içtin mi happ mı aldın nedir, bu
sen değilsin
Eşi: “kulaklarımam inamıyorum, idris bey içinize
marslı mıı girdi?”
Idris karısının sesini taklit etmeye çalışarak:
kulaklarımam inamıyorum, idris bey içinize marslı mıı
girdi.
Idris gülüyordu.
Nur: ayy baba, sana ne oldu böyle. Bir süre hiç
konuşmasak çok iyi olur. Lütfen benle mesafeni koru.
İyi kızlar babalarıyla kapışır; ama babalarına
âşıktır.
“Taner, dükkanın açık.”
Taner utançla önüne baktı.
İdris kahkahayı patlattı: “Kandırdımmmm.
Ya baba keser misini şunu?!”
Bunu da burhandan
duymuştu, burhanın çocukluk anılarından. Bu şakayı idirisi de yapıyordu lise zamanlarında. Unuttuğu onca
güzel şeyi Burhan anlatıp açığa çıkarmştı, idiris içinde, derinlerinde, bir
şekilde kaybettiği kendisiyle buluşmuştu. Içinde, kalbinde blok koyduğu annesi…o duvar
yıkılınnca unutuverdiği anılarla o güzel bahçe açığa çıkkmmımıştı tıkanan
enerjisi, geçmişi..
Kamyon vardı… tekerde takoz.
Bakın şu takoza dedi idris bağıraak..
Herkes takoz arıyordu..
Idiris taneeri işaarett etti parmağıyla.
Bakın şu takoza. Bundan iyi takoz mu var.
Taaner koşarak kaçıyordu: baabamm delirmiş. Ben yokum.
Benzinliğin marketine fırlayıp gidecekti davrandı.
Idris fırrladı, oğlunu geçmek için….
sona kalan solucnn yesin.
Bunu da Burhan
anlatmıştı,, ilk okul anılarından. idrisi de ilk okulda böyle şakalaşırdı
arkadaşlarıyla.
Idris, aracı yürüttü. Geri geri çıkacaktı.
“Baba dur!” diye bağırdı, nur
Idris, anlamamıştı ve arkada birine çarpmıştı. Ses
duydular.
Idris, araçtan fırlayıp çıktı. Genç adamın yanına
vardı.
“Iyi misin kardeşim? Çok özür dilerim, arkaya
bakmıştım oysa.”
“İyiyim” dedi, genç adam, 30 yaşlarındaydı. Saçı
sakalı uzundu. Kıyafetinden motorcu olduğu belliydi.
“Hastaneye götüreyim seni?”
“Dert etmeyin, iyiyim.”
“Ne tarafa?”
“Geziyorum kafana nasıl eserse, gezginim.” dedi. Ötede
duran motorunu işaret edip gösterdi.
Idris, cebinden para çıkarıp uzattı, “Mutlaka lazım
olur.”
Gezgin güldü: “Ooo! Yapmayın beyefendi, bu çok para!”
“Yok abi.
Yemek yersin.
Bir süre daha
sohbet ettiler.
Idris, elini
uzattı. El sıkıştılar ve İdris aracına geçti, bastı gaza.
Yarım saat sonraydı.
İdris aracı uçurumlu kavşaktan hızlı sürüyordu,
dalgındı, yorgundu. O sırada bir gürültü
oldu. Tangırtı koptu.
İdris dikiz aynasından baktığında karavanın
dolmuştan ayrıldığını, ayrı yöne, uçuruma doğru gittiğini fark etti.
Evlat diye bağırdı.
Karavan gözden kayboldu. Uçuruma düştü.
İdris şöyle düşündü: Faydasız bir taner vardı o
da gitti, güzel hatıraları bizle yaşayacak.
Uçurumun kenarındaydı taner, son anda kendini
aşağı atabilmişti.
Baba diye seslendi.
Koştular.
YEDİNCİ
BÖLÜM
Gece
olmuştu, gökyüzü yıldız kaynıyordu, araç dağa tırmanmıştı, serin hava
üşütüyordu, araç ağaçların arasından çiftlik evine yaklaşıyordu
Dolmuşta
bütün yolcular uyuyordu, sadece karı koca uyanıktı.
İdris
camı aralamıştı, karısı sayıklar gibiydi. Açık camdan içeri dolan ağaç kokusunu
içine çekti, içi açılmıştı, uykusu kaçtı.
“Çok
zıpır hareketler görmeye başladım sende İdris bey, neden böylesin? Neler oluyor?”
“Düşünsel
ve ruhsal bir süreçteyim.”
“Bokunu
çıkarıyorsun ama.”
Gülümsedi:
“Haklısın. Aşırı gittiğimin farkındayım. Ama şu var, hani sen diyordun ya ipe aptal
tütün dizmeyi öğrendim, dedin ya, muhteşem, ben de öyle bir evredeyim, hayatımın
en ilginç, muhteşem bir noktasındayım. Hayatımın en ilginç noktasındayım,
hayatımın en muhteşem günleri… aşkınlık taşkınlık yapabilirim… tabi senin de
hayatının en ilginç ve muhteşem günleri olmasını istiyorum lütfen arkamda ol.
Bu büyük bir dönüşüm. Yıllar önce bir kazaya uğradı ve gerçekleşemedi.
“Elbette”
dedi bir eliyle onun elini tuttu uzatıp.
Dolmuş
virajlardan yol aldı. Karısı gözlerini kapatmıştı.
Geldi
dedi İdris, aracı çiftlik evinin önüne korkarak çekinerek çekti. Evi seyretti
uzun saliseler boyunca, sigara yaktı, çok gergindi, kalbi başka türlü atıyordu,
“bismillah” dedi araçtan indi.
Korkarak
utanarak sıkılarak suç işlemiş gibi…çevreye göz atıyordu. Uzun yıllardır
görmediği…büyüdüğü çiftlik evine…ağaçlar aynı…daha da görkemli hale gelmişler.
çocukluğunun
geçtiği iki katlı çiftlik evine bakıyordu.
Eve
yaklaştı biraz ve pencerenin birine gözünü dikti. İkinci kattaki oda…büyüğünü
oda…o odadan yazı, kışı…bir sürü şeyi seyretmişti, sabah uyanmaları…sevinçler,
üzüntüler ev içi kavgalar.. pırıl pırıl heyecanlar…ergenlik dönemi… ergenlik
döneminin o sihirli ve vazgeçilmez ve mükemmel
saflığı, yaşama hevesi, engelleri aşma, bir şeyleri başarabilme dürtüsü, yaşamda
var olma ateşi, kanda delice dolanan, aşk dürtüsü, sevmek ve sevişmek…annesiyle
en kavgalı olduğu dönen… derken annesinin yüzü belirdi o pencerenin önünde,
korktu, annesinin elinde bir iri bıçak, ekmek bıçağı, Hitchcock filmlerinden
bir sahne gibi, çiftlik evi o filmlerdeki evleri andırıyordu, eli bıçak tutan
anne senle hesaplaşacağız oğlum diyordu, İdris ise
“Bana
mektup atıp yalvarmasan buraya asla gelmezdim anne, her neyse, umarım bu
buluşma iyi olur. “
Bir
kavga patlak verirse… eğer…kendisini tutamazsa…annesini bokun içine tıkar ya da
atar gibi sayar durursa…burayı acilen terk etmek zorunda kalırdı, her şeye
hazırlıklıydı, o taş yürekli annesi alttan alacak cinsten biri değildi.
Belki
de eline bir bıçak alıp saldırırdı
Alfred Hitchcock filmlerindeki
gibi.
Bunamıştı
belki de.
O
demir kadın neden onu buraya çağırdı ki. “Aklını yitirmiş olmalı. Ya da
bunamıştır.
He
yapsam onu görünce, ne yapacağım, hemen gidip elini öpsem? Yooo, beni evden
kovan kendisi.”
Sonra
şöyle düşündü; “koy verme kendini, kendini ağırda sat, sana yaptığı o şeyler
var, özür dilemeli, evet, özür dilemeli.”
Tekrar
kötü şeyler yaşamak, kapışmak istemiyordu annesiyle ilgili. Burhanın
dediklerini hatırladı. Eski o kavgacı ergen genç, beyaz elbiseli genç, gururlu
ve yılansı kibirli genç içinde dirilir gibi oldu ve yere düştü, eriyip kaybolup
gitti benliğinde.
Tekrar
o pencereye baktı, o odada çoktan unuttuğu ne çok anısı vardı, peş peşe gözünde
canlanıyorlardı, onlardan en mühimi, yağmurlu bir gündü ve annesi eve erken gel
demişti, ergenlik dönemiydi ve annesiyle kavga edip duruyor, söz dinlemiyordu.
Annesinin yatak odasının ışığı kapalıydı, eve geçecekti, kendi odasında bir
gölge gördü, bu gölgenin elinde iri bir bıçak vardı, bu gölge annesine
benziyordu. “Annem kafayı sıyırmış olmalı” diye düşündü, ben oğlunum, beni
öldüremezsin ki anne. Eve girdi. Özür dileyecekti. Bir ayak sesi duydu, bir
gölge gördü, bıçak parıltısı, annesi bıçakla onu kovalıyordu, korkudan fırıldak
kesilmişti, odasına koştu merdivenleri tırmanıp bir erkek sesi duydu, annenin
sözünü dinle evlat.
Kapıyı
açtı, annesinin elbiselerini giymiş o adamı gördü. Adamı odasına aldı.
İçmişsin…çiftlik evini çalışanı adam ona öğüt vermeye başladı.
İdris
ağaçların arasından ilerledi, kahyanın tadilat halindeki küçük ahşap evinin
ışığı yanıyordu, İdris, aracın yanına gidip kornaya bastı. Az sonra aceleyle Kadir
hızlı adımlarla kopup geldi. Yaşlı ama çevik adam İdris’i görünce çok şaşırdı, karanlıktaki
ona yaklaşan gölgenin yürüyüşünden İdris onu tanımıştı, onu canı gibi severdi, onu
büyütenler arasındaki en önemli kişiydi kadir, çiftliğin her türlü işine
bakardı, “İdris, sen misin?”
“Evet
Kadir amca.”
İkisinin
de içine bir başka sıcaklık, yayılmıştı.
“Yolunu
mu şaşırdın?” dedi Kadir. Güldü, hay aslanım!”
Kucaklaştılar.
Yılların acı hasreti paramparça oldu bir anda, yaşlı adam ağladı, sohbet devam
ediyordu, ikisinin de içine bir coşku, muazzam bir ferahlık yayılmıştı.
“Ailem”
dedi, geride, aracın yanında ayakta bekleşenleri işaret etti.
Kadir
inanamadı kulaklarına, İdris gibi asi biri…bir zamanlar…yıllar sonra…aile
kurmuş…başkaldırıyı tarzı haline getirmiş o genç…hayret ediyordu.
Kadir
kurt gibi ilerledi o tarafa, gelenlere hoş geldin deyip bütün yüreğiyle konuşup
onları bağrına bastığını belirtti. Kadir çiftlik evine fırladı, aşçı nezaket ve
hizmetçi kız Zarife’yi alıp geldi. Misafirler içeri geçti, Nezaket onlara
kalacakları odaları gösteriyordu,
Nezaket,
evin hanımı Hayriye’yle görüşüp aşağı kata indi, kadirle görüştü. Kadir İdris’le
bahçede sigara içiyordu.
“Annen
hap içtiği için uykulu, gelecek durumda değilmiş. Gelmene hiç sevinmemiş, bana
bir güzel odun hazırla, onu pataklamadan içim rahat etmeyecek dedi. Aynen böyle
dedi, olur mu hanımım dedim, yapmayın, uzun yoldan gelmiş dedim, sen dediğimi
de, karışma işime diye bağırdı bana, bence büyük bir kavga çıkmadan git, onu
sakinleştireyim öyle gelirsin.”
İdris’in
gözleri önüne düştü.
“Şaka
yaptım be! Hemen inandın, gelmene çok sevinmiş.”
Kadir,
evin hizmetçisi ve aşçı nezaket bavulları içeri taşıdı.
İdris
Kadir’le mutfakta soğuk ayran içerek sohbet ediyordu, Nezaket ise yemek
ısıtıyordu. İdris tuvalete gitti. Dönüşte annesiyle karşılaştı.
“Ne
o anne, bembeyaz kesindin, hayalet görmüş gibisin?”
Güldü.
“Yüzüme
krem sürdüm, eşek herif.” Kollarını açtı.
Birbirlerine
sarıldılar.
“Çok
uykum var, sarhoş gibiyim, ilaçlardan. Seni bir göreyim dedim içim rahat
etmedi. Gelmekle çok iyi yaptın. Sabah görüşürüz.”
Ses
tonu soğuktu, diplomatikti. Her zamanki gibi. Kızınca çocuğunun kıçına şaplak
atan bir kadın asla olmamıştı. Sadece gerek hissettiğinde sert bakardı çelik
gibi.
Sarılma
işini korkarak yapmıştı, hiç sarılmazdı annesi. Bir sahtekarlık vardı bu
sarılmada sanki, hiç sarılmazdı ki annesi, bir sıkıntı, robotsu bir sarılmaydı
sanki, çok kısa sürmüştü ve İdris içinden geldiği gibi hareket etmek için
davrandı, diz çöktü hemen, ayrılmak üzere olan annesinin önünde, bir elini
öptü.
Bu
köpek gibi yakarış, kedi gibi sırnaşma gururlu ve ciddi bir kadın olan Hayriye’nin
pek hoşuna gitmişti ve beton gibi asi oğlu gülünç gelmişti gözüne. Adam olmuştu
demek, diz çöktüğüne göre? bilemiyordu ama hareketi yüreğine geçmişti, ve
sevecenlikle şöyle dedi: “Seni at kafa, sonunda geldin demek.”
Oğlunun
başını okşadı.
İdris,
esir gibi, suç işlemiş lanet olası bir köle gibi köpek gibi bir süre öyle
kaldı. Milyonlarca kitabın anlattığını basit içten bir hareket anlatır, söze
gerek bile kalmaz. Ayakları tuttu, öptü, kadın da baş okşadı.
“Yeter,
tamam” dedi, kadın, İdris çekildi kenara hizmetçi gibi.
Kadın
usul adımlarla ilerlerdi, merdivenlere yöneldi. loş ışıkta.
Ertesi
gündü, sabah erkenden kuş gibi uyanmıştı İdris, kendini çok hafiflemiş
hissediyordu, annesinin odasına çıktı, kapıyı tıklattı, içeri girmek için izin
istedi, babasıyla görüşmeyi çok istiyordu, uyuyor dedi annesi, hortladın mı…o
sırada Lütfü uyandı, bir gözünü açıp oğluna baktı, birden uzattı ellerini,
yatağın kenarına oturan İdris’in bir elini tuttu, gülüşmeler oldu, yaşlı adam
garip sesler çıkardı, sağ elini yumruk yaptı, bu bir oyundu, İdris küçükken
babasının yumruk biçimine soktuğu tek eli iki eliyle açmaya çalışırdı. Şakalar
kahkahalar eridi odada, sonra ciddi ve derin bir konuşma başladı aralarında.
Daha çok eski günlere yönelik. Çiftlik evinde olan güzel anılara yönelik.
Aile
bahçede, sergi salonu gibi büyük ağaçların altına kurulu ağaç masada kahvaltı
yaptı. Ailenin çiftlik evi sakinleriyle kaynaşması katlanarak büyüdü çığ gibi.
İdris’in kayıp noktası açığa çıkmış, bambaşka, değerli ve tadılmamış duygularını
açığa çıkarmıştı.
Karısının
annesi ve babası yoktu, şimdi bir babası ve annesi olmuştu, Hayriye ve
kocasının renkli ve fantastik resimlerle sürü bir sörf tahtası gibi iki torunu
karşılarındaydı. Ve İdris canı gibi sevdiği bu yerle, küstüğü ve koptuğu bu
yerle bir barış anlaşması imzalamanın huzurunu yaşıyordu. İdris ailesine
buraları gezdirmek istiyordu, bu sırada hasan geldi, çiftlik işçilerinden biri,
çok soylu bir at geldi, simsiyah, sizi onun üstünde görmek isterim diyordu, İdris
hasanla atlar üstüne sohbeti koyulaştırdı. Hasan şöyle dedi: Abim, sabahın
erken saatlerinde senin oğlanla tanıştım, güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz,
efendim.”
Fısıltıyla:
“Cahil çocuktur, ona abilik edip bir şeyler öğretirsen sevinirim.”
“Ne
demek, tabi ki. Sanırım senin çocukla kafalarımız birbirine uydu.”
“Zora
gelmeyi sevmez. Onu katır gibi çalıştırmak isterim. Bunu yapabilir misin?”
Gülmesini
tutarak; “denerim. Eğlence olmalı işin içinde. İnsan zor şeyleri böylece
sever.”
Sonra
Hasan işi olduğu için ayrıldı sofradan. İdris keyif çayı içiyordu sofrada,
hizmetçi zarife sofrayı topluyordu nezaketle. Hayriye ve kocası Lütfü sohbet
ediyordu nimetle. Nur, Ayla da oradaydı. İdris gidip şu güzel ata binelim
çocuklar dedi ve ailesini alıp çiftliğin arka tarafına gittiler. Dair biçimli
çitin içinde at yoktu, Hasan çite yaslanmış sigara içiyor, uzaklara bakıyordu,
konuşma seslerini duyup arkasına baktı, sigarayı yere atıp ayakkabısıyla ezip
söndürdü.
“At
nerde dostum?” dedi İdris.
Siz
gelmeden az önce bastı gitti, tam alışmadı buraya. Kızdım ona. Anladı. Atlar
çok hislidir. Küstü bana, çayırda dolanıyordur.”
“Biz
de ata binelim dedik ama.”
“Bir
eşek ayarlamam lazım” dedi gitti…
İdris,
çocukluk anılarını hatırladı. Eşeğe çok binmişliği vardı.
İdris’in
bahçeden uzaklaşırken manzaraya, sofraya eve geriden baktı, gözleri oğlunun
aradı. Kahvaltıdan beri yoktu Taner, bu sırada kahya Kadir yanaştı.
Ona
oğlunu sordu.
“Bir ara buradaydı, nereye kayboldu
bilemiyorum. Buralardadır” dedi Kadir, “bizim sohbetimizi anlamaz gençler,
yaşlıların sohbeti sıkar onları, kendi başlarına takılıp keşfetsinler burayı.”
“Tehlikeli şeyler olabilir.”
“Hangi bakımdan; anlamadım?”
İdris düşüncelere daldı. Taner sofrayı
kaldıran Zarife’ye öyle pis bakmıştı ki, üstüne atlayacak gibi.
“Düşer bir hendeğe, ne bileyim, köy yeri
burası. Başına bir şey gelir diye endişelendim” Diye yalan atıyordu.
“Yok canım; endişelenme. Senin aslan gibi
oğlun var bakar çaresine.”
İdris, çevresine bakındı, ben bir lavaboya
gidip geleyim diye yalan alttı, çiftlik evine geçti.
Ev işlerini yapan, ve aşçı Nezaket’e yardım
eden Zarife’yi arıyordu evde.
Zarife’yi göremedi. Mutfakta nezaketle
karşılaştı: “Nezaket hanım benim oğlanı gördünüz mü?”
“Zarife çıktığından az sonra o da çıktı. Şu
tarafa gitti.” Mutfak camından yolu gösterdi.
“Evin arkasına bak. Hasan’dan söz etmişti
bana. Hasan’ı sevdi.
İdris, korkunç bir hisle evden çıktı, bu
azgın köpek kıza bir şey yaparsa…
Zarife, çamaşır sepetiyle eve yaklaşıyordu,
çamaşır asmıştı.
“Benim oğlanı gördün mü, kızım?” dedi.
“İlerde” dedi, “salıncakta…”
Eliyle işaret etti.
“Al şu yapışkanı yakamdan” diyecekti, şakayla
karışık, son anda caymıştı, Taner’den hoşlanmıştı, saçından, ses tonundan, mavi
bakışından, kokusundan, o kendine güvenen, rahat şehirli atmosferinden. Taner,
buna bir sürü laf söylemişti kendini sevdirmeye çabalayarak, “sohbet edelim,”
şehirde böyle, şudur budur, kız çamaşır asıp durmuş, Taner kızın aklını çelmek
için arı gibi vızıldamış, genç kız güleceği geldiğinde kendini sıkıp içine
atmış, onun yüzüne bile bakmamıştı, ayağa dolanan pes etmez aç bir kedi gibiydi
Taner, “çekil be işim var” demişti, seleden çamaşırı alıp silkeleyip ağzına iki
mandal koydu.
Sonunda pes etmişti, “kafanı ütüledim, kusura
bakma. Beni tanıyınca çok seveceksin. Umarım o güzel gözlerin tek bana öyle
bakıyordur. Issız ve soğuk bir gecedeki bir sokak lambası gibi. Bir
patikadaki….”
Bu son cümle çok hoşuna gitmişti Zarife’nin.
Bu cümleyi düşünüp düşünüp duruyordu.
Ama onun arsız ve güvenilmez olduğunu sezip
çıt çıkarmamıştı, Zarife üzülmek, yıkılmak istemiyordu, çünkü yıkılırsa çok
kötü şeyler yapardı, ona ya da bu çiftlik evini yakardı mesela. Gönül
meselesinde kırılmak…her şeye katlanır da buna katlanamazdı. Bu şehirli piçin
onu kandırma çabaları…
Ona şöyle diyecekti; “gözü açılmamış, saf ve
güzel bir Zarife bulursan üstüne atla. Ama ben o değilim. Uza çekil git
başımdan seni Hayriye hanıma şikayet ederim bak!”
Bir an nerdeyse böyle diyecekti.
Ama komikti de bu sefil. Ondan kızgınlığı
çabuk geçip gitmiş, katlanmıştı ona. İpe çamaşır asma süresince.
Taner, ele avuca sığmaz maceralı sokak
köpeğinin tekiydi, mutlaka bir hata, suç yapardı istemeden. İdris’e göre,
misafirliğe gittikleri evdeki kadının bacak arasını görmek için neler yapmıştı,
7 yaşındaydı o zamanlar.
20
DAKİKA ÖNCE
Taner, sofradan kalktıktan sonra Zarife’nin
peşine düşmüştü, ondan umut kesince, yani onun aklını çelip onunla buradan
uzakta baş başa, diz dize nefes nefese çok samimi sohbet etme (bir tür ilk aşk
heyecanı gibi) imkanı olmadığını anlayınca çiftlik evinden uzaklaşmış, çevrede
keşfe çıkmayı düşünmüş, bu sırada, çitlik evinin toprak yolunun başında uzun
bir adamla karşılamıştı, 30 yaşlarında. Sıcakta beyaz atlet üstüne siyah takım
elbise giyen adam garibine gitmişti. Nihat, çiftlik çalışanı Hasan’ın can ciğer
dostuydu, orada dudağında yeşil bir otla hayaller kurarak Hasan’ın gelmesini
bekliyordu, Hasan, ona; “beni bekle” demişti.
Bu garip giyimli adamın yanından geçerken ona
selam verip vermemeyi düşünürken Taner…
“Misafirsin galiba?” dedi Nihat.
Aralarındaki sohbet böyle başladı. Nihat, hoş
sohbet, matrak biriydi, Taner, böylece onunla aktı.
Yolda ilerliyorlardı sohbet ederek.
“Burası gözüme çok sıkıcı göründü bir şeyler,
heyecanlı bir şeyler yapmak lazım, tahrik eden şeyleri severim.” dedi Taner.
Nihat güldü bilgece; “orası hiç öyle değil
aslında. Önemli olan içinde ne taşıdığın. İçinde bir coşku, neşe, yaşama tutkusu
varsa ıssız bir tarlada geceleyin meditasyon yapar gibi saatler geçirirsin
yıldızlara bakarak.
“Yıldızları severim. Ama uzaktalar ve bir
halta yaramıyorlar bence.”
Nihat, coşkulu gibi, bu asi lafları
çekinmeden söyleyen gençten hoşlanmıştı.
Taner de sevinmişti bu genç adamın laflarını,
“işte takılabileceğim biri” diye düşünmüş, içi ısınmıştı ona.
“Buranın geceleri güzeldir. Gece yaşamayı
sever misin?”
“Tabi” dedi Taner, gece barlarda, yollarda
kumsallarda dostlarıyla takıldığı geceler en mutlu geceleriydi.
“Gece buluşalım.”
“Neden?”
“Yıldızları sayarız.”
Taner, ona garip bakmıştı.
Ya sana kötü şeyler yapmam; korkma. Hasan’a
sor beni. Yıldızları en son ne zaman saydın?”
“Ufak bir çocukken.”
“Hadi gel benim mekana gidelim.”
“Nerde?”
“Yakında.”
Asfalt yolda bir süre ilerlediler, sonra
yolun bir tarafındaki patikada ilerlediler, ağaçlık bir alana geldiler, burada
kayalık tepe bir bölge vardı, “işte orası” dedi Nihat.
Orada bir mağara ilişti gözüne Taner’in.
Endişeliydi, bu adam ona bir iş ederse,
babasının sözü aklına geldi; “erkek milletine karşı çok dikkatli ol evlat,
özellikle hiç tanımadıklarına, tanıdıkların bile seni sırtından bıçaklayabilir,
bir suçu üstüne atabilir, ne olduğunu anlayamazsın, bir yalanla seni bir yere
götürürler, aracı sen sür derler, sürersin, burada bekle derler, beklersin
gece, koşarak içi çuvalla gelirler, ev soymuşlardır ya da banka, sonra, polis
sirenleri. Bas gaza derler. İşin biter, belki de organlarını sökmek isteyen
birileriyle dost olursun. Belki sapık biriyle, insanların içlerindekini
bilemezsin evlat.”
Mağaranın önüne geldiler, giriş çalı çırpıyla
kapatılmıştı, Nihat onları kaldırdı. “Buyur” dedi.
“Ya ne burası? Girmem ben!” Taner geri geri çekildi,
kalçasına dokunarak, “kestaneyi çizdirmesem iyi olacak” diye düşündü sürat
koşup kaçmaya hazırdı. Alt dudağını ısırdı, Nihat’a pis bir bakış attı.
Nihat, güldü.
“Ben önden gireyim öyleyse.”
“Burada ne var ki, neden giriyoruz?”
“Burası mekanım. Çok ilginç bir yerdir,
kimseyi sokmam ama sen girebilirsin.”
“Ne var içerde?”
“Dostum endişelenme. İstemiyorsan girme. Ben
içerden bazı şeyler alacağım. Bekle beni bir yere kaybolma.”
Nihat, içeri tilki gibi girip bir poşetle
çıktı, poşetten bir bira çıkardı, içmeye başladı. İçer misin?”
“Yok; sağ ol.”
“Yıllar önce buraya Cim Gorrison geldi. O
büyük şarkıcı. Dünyaca ünlü.”
“Hadi ya!” dedi ama afalladı, kim bu şarkıcı,
Hiç duymamıştı, çıkaramadı.
“Evet, geldi, cami inşaatında çalıştı.”
“Neyse ne” dedi içinden, onu bozmamak için
muhabbeti devam etti: “Hadi be. İnanılmaz!
“Ondan sonra Ferdi Merkür’ü de geldi.”
Taner düşündü durdu, sinirlendi,
patlayacaktı: “Öyle bir şarkıcı yok ki. Sonra anladı işin aslını. Güldü. “Adı
yanlış söyledin ustam?”
“Yok be
Bir süre bu konuda tartıştılar ve Nihat ad
soyadı yanlış söylediğini kabullendi.
“O adam buraya gelmiş olamaz. Atma.”
“Evet, geldi” dedi Nihat, bir ermiş hikayesi
anlatır gibi, “o güne dair bir şeyler anlatıyordu, yere çöktü.
Bu sırada Nihat uzaktan yaklaşan tehlikeye
takıldı gözü; “aman beni görmesin” diyerek sıvıştı, mağaraya girdi.
Taner, bakındı ama kimseyi göremedi,
ağaçların arasından bir kadın çıktı. Nerde o kalker kafa?” dedi.
“Nihat, nereye kayboldun?”
Bilmiyorum teyze.
“Yalan atma” dedi elindeki odunu sallayarak.
Girişirim sana bak!”
Taner güldü.
“Teyzeciğim lütfen beni bu işe karıştırma.”
“Allah için de; çok fazla vurmam.”
Taner bir gözünün ucuyla mağarayı işaret
etti.
Kadın mağaraya girdi.
Taner de kadının peşinden girdi. İş
çığırından çıkarsa müdahale etmek için.
Kadın Nihat’a odunla girişmişti. Nihat ise kımıldamadan
duruyor, sopayı onun elinden almaya çabalamıyordu bile, acıyla inliyor,
yalvarıyordu, “yapma anacığım. Canını yediğim yetmedi mi, arada gülüyor, sonra
inliyor, “ah, of’” diyor. Sonunda Nihat ağlamaya bağlayınca Taner duramadı, “e
Allah için dur be teyzeciğim!” Kadının elinden sopayı aldı, kırıp attı kenara. Kartal
bakışlı yaşlılığa merdiven dayayan kadın diz çöktü oğlunun yanında, nefes
nefeseydi. Bir aralıktan içeri gün ışığı sızıyordu, ve bununla harmanlanan
gölgeler…içinde ince bir toz bulutu…
Mağaranın duvarlarında yerli yabancı kimi düşünür,
filozof ve yarı çıplak güzel ama muazzam aptal şarkıcı ve oyuncuların
fotoğrafları vardı gazete ve dergilerden kesilmiş. Araya meze gibi
serpiştirmişti o yarı çıplakları. Çünkü bir ihbar bir şey olur, bu adam bilmem
ne örgüt üyesi (devlet düşmanı) filan diye jandarma onu içeri alır diye yaka
paça. Felsefeci ve düşünürler işin içinde oldu mu Türkiye’de mutlaka rahatsız
olur birileri, düşünen adamları sevmezleri çünkü. Kendileri kalın kafalı oldukları
için. Kavrayamadıkları için hayatın gerçeklerini, devletin ve hayatın
işleyişini. vs. Arada yarı çıplaklar olunca araştırmaya ve soruşturmaya değmez
vaka gibi görünmek istemişti.
Amerika’nın kimi şehirlerine ait bilgisayar
çıktısı resimler. Dağlar. Arzizona. Teksas. Las Vegas. Bolca vestern film
kahramanları. Klasiklerden. Kızılderililer, Geronimo, geyikler,
kurtlar. Kara ayı başı giyen bir kızılderili genç kız, şefin kızı
Çilekeş, şalvarlı, başı örtülü köylü kadın
çocuk gibi ağlayan diz çökmüş oğluna acıyarak ve nefretle baktı, Taner,
hayretler içindeydi, o da diz çöktüğü yerde iki tarafı gözlemliyordu, o boylu
poslu ve ağzı iyi laf yapan Nihat, görkemli adam, ağaç gibi adam kuzuya ya da
kedi yavrusuna dönmüş, annesine zerre karşı koymamıştı, oysa Taner olsaydı öyle
ağlayıp durmazdı kendini savunurdu, kaçardı; hatta karşı saldırı başlatırdı.
Mağaranın duvarlarına derme çatma tutturulmuş
resimleri parçalamaya başladı kadın
“Ana yapma” diyordu Nihat, ağlıyordu o boylu
poslu adam. Dil döküp duruyordu. Taner ona öyle acıdı ki.
“Gardaş, şuna bir şey söylesene.”
“Teyze, yapma lütfen” diye araya girdi Taner.
Kadın yoruldu sökmekten, çok fotoğraf vardı,
bitmemişti ve kan ter içindeydi, durdu, yere çöktü.
“Ben buna git çalış diyorum, böyle abuk subuk
insanların fotoğraflarını bulup kilise gibi bir yer inşa ediyor.”
Taner, gülecek gibiydi.
“Ana ne zararı var ki. Hayal dünyası bu.
Stres atma yeri. Dün çalışmadım ki tarlada.
Çalıştın ama erken gittin. Kadın Taner’e
dönük konuştu: bir boka yarasa, yok, ben bunu evlendirmek istedim, kız oğlun
deli dedi,
Anne o kız para peşindeydi.
Orası öyle ama, sen de kızı ikna edemedin ki.
Evin orada yaptı böyle bir mekan, köpek kulübesi gibi, dağıttım orayı, kızı
oraya götürmüş, kız da fotoğrafları görünce bu kafayı üşümüş diye düşündü,
gelip bana anlattı, tarlada katır gibi çalışan, pes etmek nedir bilmez tosun
gibi aygır gibi bir kızdı.
güçlü. Yüz kiloluk çuvalı sırtlıyor. Bir de
kıza bir hikaye anlatmış. Cim Gorrison diye biri Amerika’dan buraya gelmiş de
cami inşaatında çalışmış filan. Elin gavuru hristiyanı cami inşaatında neden çalışsın
ki. Bir de bir kitap yazarından söz ediyor, fantaziler kuruyor, hayal
dünyasında yaşıyor.
Yok anne, ona şaka yapmaya çalıştım, gır gır
geçiyordum, o deli olduğumu düşündü, matrak geçiyordum. Beni onu mekana neden
götürdüm, çok fantezi bir hikaye anlattı bana, şu berduş dayısı hakkında, geçen
sene dağda ayıyı alta ettiğini anlatı, dayısı ayıyla güreşir gibi kavga etmiş, ayıyı
burnundan öpmüş, bir el hareketi yapmış, sadece bir el hareketi ve ayı o an
kuzuya dönmüş, adam beş yaşındaki çocuğu tokatlar gibi tokatlamış ayıyı. ayı
korkup kaçmış.
Öyle detaylı anlatıyordu ki. Hatta ayıyı
kuzuya çeviren hareketi çok yalvardığım için… başkasına göstermeyeceğine yemin ettirdi de bana gösterdi…neymiş dayının
gizli ilim bilgisi varmış metafizik…Ben de malım inandım, öyle davrandım. Yeme
beni kızım demedim, senin cılız kokuşmuş dayın yalan atmış diyecektim, seni
akıllı bilirdim ama senin kadar avanak yoktur yeryüzünde zoruna gider diye
demedim.,
Ah bu benim taş kafalı oğlum, bir gıdım zekası
yoğun bakımdaki ezil sefil oğlum, dandik mal oğlum saçmalamasaydı.
Anne bu kadar övgü yetmez mi
Espri mi yapıyorsun, sıçarım esprine
bak…odunu salladı.
Kız gelip bana senin oğlunun bir tahtası
eksik demiyor da kibar kibar, senin evlat fazla ilginç diyor dedi, anlamadım
dedim, o da bir mekan yapmış kendine dedi. Seni severim Hasibe teyze ama bu iş olacak gibi görünmüyor
dedi bana. Ah o kızı alsaydı tarlada ne güzel çalıştırırdım onu, çalışmaya
bayılan bir kız. Katır gibi
“Tanker gibi kızdı ya”
Kadın ağlamaya başladı.
Ya ben ne yapacağım bu deli oğlanla.
Ya anne ben deli değilim ya.
Kız beni reddettiği için çok üzüldüm,
bunalıma girdim, bu mağarayı gördüm, dosyada vardı bu resimler, yapıştırdım.
Gideceğim buralardan anne, çalışacağım para
kazanacağım.
Nihat ağlıyordu. Z ehrayı ben de çok istemiştim, tam senin istediğin gibi bir kızdı,
sen başka kızla anlaşamazdın zaten.
Birkaç gün sonra gideceğim.
Ben ne yapacağım, abilerin gitti, bizi
unuttular. Güya para yollayacaklardı. Kalk yürü eve. Burayı da boş ver, kalk
yürü gidelim eve yemek yiyelim.
Nihat kalktı. Topallıyordu. Annesinden yediği
sopa bacağına gelmişti.
Sen önden git anne. Ben gelirim. Kadın gitti.
Taner, sen de gel yemek yiyek.
Teşekkürler aç değilim.
Olsun gel.
Yola çıktılar.
İlerde bir traktör durdu ve biri koşarak indi
traktörden, peşinden bir adam fırladı, kadın çığlığı duyuldu.
İmdaaaat!
Taner fırladı.
Nihat bu sesi tanımıştı.
Taner diye bağırdı Nihat, karışma bu işe. O
nişanlı.
Taner nişanlı lafını duymamıştı o süratle.
Yüz metre atleti gibi koşuyordu.
Mısır tarlasında sesin kaynağına gitti, ufak
tefek bir adam, 40 yaşlarında olmalı, iri yarı kızı yere yatırmış tekme yumruk
atıyordu, bir elinde bıçak vardı.
Neler oluyor burada, birader dur.
Sen karışma lan. Siktir git.
Beni öldürecek, yardım et ne olursun diyordu
genç kız.
Adama; bu iş bitti, senle asla evlenmem, bu
iş bitti. Ne yaparsan yap. Nişanı attım bitti gitti. İstersen öldür, ne
yaparsan yap seninle evlenmem.
Birader dur lütfen.
Taner ona yaklaşmaya çalışıyordu.
Adam; yaklaşma sakın. Defol git, deşerim
seni.
Kadın yerde sürünür vaziyetteydi, adam onun
başına tekme atıyordu, kadın sırt üstü döndü, ayaklarıyla onu kendinde uzak
tutmaya çalışıyordu, adamın bir ayakkabısı ayağından çıkmıştı.
Kadına küfür ederek tekme atmaya çalıştı
yüzüne, kadın ayağı tuttu ve ısırdı. Adam acıyla bağırdı. Eğildi ayağını çekmek
istedi, kadın bıraktı aniden, adam geri düştü, yere düşerken bıçak öteye
savruldu, Taner fırlamıştı, adamın üstüne çıkıp yumukları saydırmaya başladı, sağı
sollu yumrukları indirdi ufak tefek adamın yüzüne, adamın yüzü gözü kan revan
içinde kalktı, dudakları patladı, burnu kırıldı. Yüzü gözü dağıldı, Taner’in
elleri acımıştı, toprak arasından bulduğu taşı kaptı, yüze indirecekti, genç
kız onun kolundan tutu, bırak gidelim.
Tarladan çıkarken Nihat gelmişti.
Zehra ağlıyordu, yüzü gözü kan ve sıyrıklar
içindeydi toz toprak içindeydi.
Nihat bir şey diyecekti, ne diyebilirdi. Kız
onu reddetmişti.
Taner dedi ki: Nihat abi kızı kurtardım. Biz
olmasak kesin onu öldürmüştü.
Kız şaşırdı.
Kız çok dokunaklı biçimde dedi ki: Nihat onu
ben istemedim, onu annem istedi, parası var diye, tarlaları var diye, ben seni
deli meli ne olsan sevmiştim, annene seni reddetmem için bir bahane lazımdı,
senin oğlan garip dedim, bir bahane bul dedi annem, o işi bırak yoksa seni gibi kızım yok, annemi severim, her neyse, traktörde
giderken yoldan geçen yaşlı adama selam verip hal hatır sorup gülümsedim diye kıskançlık
yaptı, biz böyle anlaşamayız bu iş olmaz dedim, tartıştık, tokatladı, atladım
aşağı. Bu iş bitti dedim. O iş bitti, benimle olmaya var mısın?
Varım.
Ya annen. Razı gelir mi.
Durum ortada, beni öldürmeye çalıştı. Annem
razı gelmese de kaçar gideriz.
Tamamdır.
Yaralı kızla topal Nihat ve Taner eve
vardılar. Olayı anneye anlattılar. Sofra kuruldu.
Nihat çok mutluydu. Sureti, özellikle gözleri
yaz gecesi gökyüzüne fırlatın havai fişeler gibi ışıklar kıvılcımlar saçıyordu.
Yemekten sonra çay içmeye başladılar.
Neden takım elbise atlet.
Çocukluk hayali…hep başkasını eskilerini
giyindim. Geçen ay tarlalarda çalışıp biriktirdiğim parayla aldım bu takım elbiseyi.
Eziklik işte. Güldü. Elbise perişan olana
kadar giyip bir daha takım elbise görmek giymek istemeyeceğim. Güldü.
Taner: Bokunu çıkaracaksın yani.
Aynen.
Gülüştüler.
Aslında okumak hayalimdi, köy böyle devlet
adamları gelmişti ben küçükken. Maddiyat yoktu okuyamadım. Her neyse.
“Hasan la aran nasıl?”
Onu sevdim, onu çok tuttum. Taner Hasan’ı
övüp durdu uzun bir süre.
“Hasan tekin biri değildir, ona dikkat et.
“Neden böyle dedin?”
“Ya ben bu kadarını diyeyim. Ona dikkat et.”
“Neden?”
“Bilmem.”
“Neden?”
Gülümsedi. “Zamanla anlarsın Nihat abim
uyardı dersin.
Peki. Galiba onunda bir beyaz atlet siyah
takım elbise gibi bir durumu var.
Gülmeye başladı.
Senin zekan parlak, sevdim seni Taner. Ama
fazla zeka götünü patlatır insanın.
Gülmeye başladılar.
Arkanı kolla.
Kollarım abi.
Bu hayatta kimin beyaz atlet siyah takım
elbise durumu yok ki. Buralar, bu köy özellikle ezik dolu.
Yok be abi. Büyür şehir daha da ezik dolu.
Suç pislik. Burası cennet bence.
Hım, sayı az olabilir burada ama burada
eziğin iyisi çıkar Taner. Azdır ama bir iki tanesi bütün şehri yakabilir, öyle
canavarlaşır ki insan, şeytanlaşır, bu şeytanlaşma buralardan daha iyi çıkar.
Yok ben Nihat abi, köylü insanlar
şehirdekilerin yanında çok saf ve melek kalır.
İdris çiftlik evinin çevresinde oğlunu
arıyordu, ağaçların arasından sıyrıldıktan sonra uçsuz bucaksız görünen
tarlalar ortaya çıktı, eski günlere savruldu İdris, buraları eskiden hiç
önemsemezdi, cehennem gibi gelirdi ona bu topraklar, can sıkıcı, güneş yakar
kavururdu öğleyin, ve şimdi taşı toprağı altın gibi değerliydi tarif edilmez
bir his vardı içinde, kıymetini anlayamamış bu araçların. Oğlu aklından silindi
gitti, ağacın altında oturmuş tarlaları seyrediyordu. Ufuk bir noktada düz bir
çizgi oluyor ve titreşiyordu sıcakla. İdris orada uzun bir süre geçirdi,
gözlerini kapattı, uyku uyanıklık arası kaldı. Sonra kalktı, sigara yaktı ve
çiftlik evine gitti, mutfak camında Zarifeyi gördü, elinde çay bardağı.
“Benim oğlanı gördün mü?” dedi.
“Hayır efendim.”
“Kaç yaşındasın?”
Zarife, 15 yaşındaydı, ufak tefekti, yeşil
gözleri vardı, hep uzun etekler giyerdi, yüzünde ilk göze çarpan meleksi
güzelliğiydi, onun masumiyeti herkesi büyülerdi. Ama evin bir numaralı
hizmetçisi oydu, hamal gibi. Aynı zamanda aşçı Nezaket’e de yardım ederdi,
nezaket onu birkaç yıldır onu yanında tutuyordu, ona kızı gibi bakıyordu.
İdris Zarife yi etkileyici bulmuştu, su gibi,
peki oğlu, böyle bir kıza balıklama atlardı kesin, tehlikeli bir şeyler
hissetti, korktu,
Bir rezillik çıkmasından. Taner bu kızı
kandırıp bir pislik çıkarırsa ahlaksızlık. Facia olurdu. Buradan annesinde ve
diğer herkeste ailece güçlü, güzel hatıralar ve parlak bir izlenim bırakıp eve
dönmek istiyordu, çok güçlü, sarsıcı bir his duymalıydı annesi ve “İdris in çok
güzel, kaliteli bir ailesi var” demeliydi, gururlanmalıydı. Öyle düşüncelerle
dalıp gitmeliydi, İdris büyük şehirdeki evinde hayatına devam ettiğinde, bir
daha gelseler, özledim diye düşünmeliydi annesi. Eğer oğlu bu zarif köylü
kızını yatağa atıp becermeye kalkışırsa? Evet, oğlu kesin bir iş çevirecekti bu
konuda. Şüpheleri hep doğru çıkardı.
Canı sıkıldı, karısıyla sohbet etmek için onu
aradı gözleri, neredeydi?
Nur ve ayla çiftlik evinin önündeki devasa
bahçede gezintiye çıkmış, bitkilere dokunup inceleyip koklayıp sohbet edip
ilerlemiş ve çimene uzanmışlardı, sırt üstü, çevreyi merek etmişler,
incelemişler ve burayı çok beğenmişlerdi. Zarife bir süre peşlerinden gidip
onları gözetmiş, aslında onlarla takılmak istemiş ama cesaret edememişti, çünkü
onları tanımıyordu, o buranın bir çalışanıydı, işçi ve konular zengin
insanlardı, ve zengin konuklar hizmetçilerle samimi olmak istemezdi, uşakları
kendi kalitelerinde görmezlerdi, uşak uşaktı, ve onlar cahildi, kabaydı ve
aptaldılar. Birçok kişi Zarife ye böyle hissettirmişti. Belki de bu düşünceler Zarife
nin eziklik psikolojisinden kaynaklanıyordu. Ama nezaket ona şöyle derdi, işine
gücüne bak, onlarla muhatap olma. Onlar bizi anlamaz. Sanki onlar insan ve
zarife gibiler sıçandı, pis böcekler gibi bir şeydi ve ilk kez bu parlak
kızları görünce içinde sarsıcı bir şey uyanmıştı, onlarla yoldaşlık etmek.
Aslında mesele şuydu, nezaket kendi ezikliğini, karamsarlığını ve bozuk düşüncelerini
Zarife ye bulaştırmaya çabalıyordu, çünkü bu genç kız için en iyisidir diye
düşünüyordu. Zarife konuklarla mesafesini korudu hep ama bu kez o sınırı
darmadağın etmek istiyordu, onlara bir merhaba demek, onları içlerini çok merak
ediyordu. Onlara çok yaklaşınca başına bir felaket geçecek gibi hissedip
korktu, bir suç işleyecekmiş gibi korktu,
“Aaa, şu kız geliyor dedi nur
Hangi kız dedi ayla. Şu köpek gibi
çalıştırılan zavallı mı?”
Ayıp ettin, öyle deme be kızım.
O burada mutfakta gördüğüm en güzel şey. Bir
görüşte aşık oldum ona, buradan giderken onu da alacağım yanıma.
Nur güldü.
Zarife onlara yaklaşırken bu diyaloğu uzaktan
işitmiş, onların şımarık pislik şehir kızları olduğuna düşünmüş ama diyaloğun
bütününü duyunca pek sevinmiş, içerlemesi bir anda yok olmuş ve kendiyle pek
gururlanmıştı.
Ama korktu, nezaket bu davranışını fark
ederse iyi olmazdı hem yapılacak işler onu bekliyordu,
Hey, baksana…diye seslendi nur, gel gel yaptı
eliyle.
Zarife onlara dönüp baktı. Aklında bir ışık
yandı ve fırladı çiftlik evine. Bir kilim kapıp gelmişti. İki yastık. İki
minder.
Böyle sizin için daha iyi olur dedi
Yere serdi kilimi.
Bu da nerden geldi aklına, sen çok düşünceli
bir kızsın. Onca işin ardında bunu, bizi düşündün.
Dayanamadı, köpek gibi çalıştığım doğrudur,
ne yaparsın, kader.
Ah canım dedi ayla, demek beni duydun, kötü
anlamada demedim, ve ben de köpek gibi yaşıyorum, sokak köpeği gibi mesela. Çok
çalıştırılıyorsun, sömürülüyorsun anlamında dedim canım. Kalktı yerden ona sarılmak
istedi. Yandan sarıldı ona. Yanaktan öptü, saçının bir tutamını okşadı. Ayla
onun gönlünü almak için çırpındı durdu. Ve bu Zarife nin kalbini ısıttı, o
sözlerin acısı içinden birden yok olup gitmişti.
Sorun değil. Dedi gülümsedi tatlı tatlı.
Durun dedi, size içecek bir şeyler getireyim, burası sizin mekanınız olsun,
kafa dağıtma yeriniz, şu büyükler anlamaz sizi. Can sıkarlar.
Nur güldü, ayla da şaşkınca baktı, bu köylü
ezik diye baştan düşündüğü kız çıra gibi yanıyordu, ışık saçıyordu. Hizmetçi
kızın ardındaki insanı, genci, pırıltıyı hissettiler birden, onu bağırlarına
bastırlar. Sönük, pasif, kalın kafalı bir kız değilmiş.
Zarife onlara kahve ve kek getirdi. Kek yeni
yapışmıştı.
Zarife gidecekti.
otursana, konuşuruz,” dedi nur, ayla da ısrar
etti.
Zarife utandı, yeniden o hizmetçi kız gibi
hissediyordu kendini.
İşlerim var, onları halledip gelirim dedi ama
gelmedi.
Gündüz çok sıcaktı, insan hareket edemiyordu,
neyse ki karanlık çökünce o muazzam serinlik geldi, esinti ilaç gibiydi.
İdris verandada babası Yusuf ve kadirle
sohbet edip rakı içiyordu.
Taner göründü. İdris yerinden kalkıp oğlunun
yanına gitti.
Onun koluna girip bahçeye doğru çekti:
“Oğlum saatlerdir neredesin?”
“Geziyordum baba.”
“Yemeği kaçırdın.”
“Tokum.”
“Ne yedin?”
“Yedim işte bir şeyler.”
“Neler yaptın?”
“Gezdim dedim ya.”
“Evlat, buradaki insanları tanımıyorsun,
dikkat et kendine, başına belaya sokma, beni utandıracak bir şey yapma. Canımı
sıkacak bir şeyler yaparsan, hele de buradakilerin canını sıkacak bir şey
yaparsan seni mahvederim. Bir suça, bir rezilliğe, bir ahlaksızlığa sakın imza
atma. Annemin evinden düzgünce anılmamız gerek, onlara iyi hissettirip. Biraz
gayret et yeter. Tamam mı? Sırtına dokundu.
Bu dediklerini aklımda tutacağım bana, canını
sıkma. Bana güven.
İdris ona gülümsedi.
Söz mu evlat.
Söz.
Allah ın üstüne yemin et.
Allah ın üstüne yemin ederim. Bir kızı
öpersem suç olur mu
Tabi lan. Öpmekle de bırakmazsın.
Taner güldü.
İdris parmak salladı, bak yemin ettin.
Tamam şaka yapmıştım.
İçeri gitti, karısına Taner’le ilgili bir
şeyler diyecekti, endişelerini anlatacaktı, gözün onun üstünde olsun diyecekti.
içerde karısı nezaketle sohbet ediyordu mutfakta.
Gece İdris uyandı, sigara içip çevrede
gezeyim, dedi uyku tutmamıştı. Samanlık yanından geçerken sesler duydu, gülüşmeler,
koyu bir sohbet, öpme, öpüşme sesleri, ıslak sesler. İnlemeler.
İdris iki sesi tanımıştı. Tahta aralıktan
içeri baktı, iki gölge görmüştü.
“Dışarı gelin hemen, gördüm sizi.”
Oğlu kaçmıştı. Aralık tahtayı ayağıyla sığacağı
kadar kırıp oradan yılan gibi sıyrılıp koşarak eriyip gitmişti karanlıkta. Zarife
başı önde yavaşça geldi.
“Neden izin verdin ki? Senin aptal bir kız
olmadığını gördüm. Saf bir kız da değilsin. Senin neyin var, delirdin mi?”
“Bana aşık olduğunu, benimle evleneceğini
söylediği için izin verdim. Hayal kurmuştum; ama öyle güzel değil. O öyle güzel
anlattı ki; içim gitti. Bana dokununca da hayır diyemedim. Benimle evlenmek
zorunda.
İdris kahkaha attı: “Neden?”
Cinsel ilişkiye girdik.
İdris yine güldü.
Yaşım 15, Evlenmezse. Polise şikayet ederim.
İdris in içini korku aldı: Pek de akıllısın.
Bunu köyde kaç kişiyle yaptın peki?”
Zarife, ağlamaya başladı, “ben orospu
değilim. Ben bakireydim, ilk ve tek onunla yaptım. Bana her istediğimi
alacağını söyledi. Beni buradan alıp gideceğini, burada çok çile çektiğimi ve
bunu hak etmediğimi anlattı, peşimde dolanıp duruyordu, beni gördüğü andan
beri. Çok ısrar edip durdu. Ona içimi döktüm, Oldu böyle. Kimseyle yapmadım
öyle şeyler. Zaten biriyle kaçıp gitmeyi düşünüyordum buradan, hayalim buydu, o
da tam üstüne denk geldi. Evlenmem lazım, bir yuvaya ihtiyacım var, yıllardır
acı çektim. Annem, babam, kardeşim yok. Tek Nezaket teyzem var; ama nereye
kadar onunla kalabilirim ki, kendi ayaklarım üstünde durmam lazım. Burada
kalırsam hizmetçi, hamal, besleme olarak kalacağım.”
Keşke ona inanmasaydın. Olmuş bir hatası.
Polise gitmeye gerek yok, bu işi çözeriz. Ama o mal evlenilecek türde biri
değil; daha ekmek parası kazanmak nedir onu bilmez. Ne istiyorsan yaparız. Ama
polisi karıştırma. Sana para veririm, her istediğini alırım, ilerde
evleneceksin biriyle, parayı o zaman kullanırsın. Ama önce bir doktora gitmemiz
lazım, hamile kalmaman gerek. Bu işlerden eşim anlar,
Ben doktora filan gitmem, bebeğimin olmasını
isterim.
Bebek doğurursan kimden diyecekler, yaşın o
ufak, oğlumu hapse atarlar.
Bu onun sorunu.
İdris kızın boğazına yapıştı iki eliyle, annesi
aklına gelmişti, giderek fazla sıkıyordu, kız boğuluyordu, tamam tamam bırak,
şaka yaptım.
İdris ellerini gevşetti, birden kendini
kaybetmişti, kan ter içindeydi, korktu.
İyisin ya.
Kız öksürüyordu.
Merak etme, sana çok para vereceğim.
Verirsen iyi olur, aksi halde evin hanımı
öğrenir bunları. O beni canı gibi sever. Eşinle doktora da giderim.
İdris kabustan uyandı.
“Oh dedi, hepsi rüyaymış!”
Nur ve aylayı uyku tutmamıştı, odalarının
penceresi açıktı, Nur pencere kenarında oturuyordu, sigara içiyorlardı. Bir süre
cep telefonlarıyla meşgul oldular. Sonra baydı, bırakıp yatakta sırt üstü
uzanıp sohbet etmeye başladılar, nur bağdaş kurdu, ayla ise ellerini başının
arkasında birleştirmişti. Bu odadan Sıkılmışlardı, yarın çevreyi, daha uzakları
keşfe çıkmaya karar verdiler. Bir macera, bilmedikleri bu yerde keşfe çıkmak
onları heyecanlandıracaktı.
Kızlar
vakit öğlene yaklaşırken uyanmıştı, kahvaltıya kalkın çağrıları, “kalkıyoruz,
kalkıyoruz” demelerde kaldı ve uyuyup kaldılar patates çuvalı gibi. Nimet odaya
girip onları bir güzel haşladı. Ölü gibi yattınız kaldınız, gece yatmak
bilmediniz. Bu işe son verseniz iyi olacak.
Üzgünüm
anne dedi nur. Samimiyetle.
Nimet
odadan çıkınca ayla onu taklit etti, üzgünüm anne.
Senin
sinirlenmeyip böyle yanıtlar vermene şaşıyorum, ben olsam anneme defol git
başımdan derdim.
Nu
güldü: kaba biri olmak içimde yok. Hem annem haklı.
Kahvaltı
yapıyorlardı, o sırada aşçı nezaket pilav pişiriyordu, başka yemekler de vardı
ocakta, kızlarla sohbet etti, onlara yakınlık edip rahat uyudunuz mu, sevdiniz
mi burayı.. onlar cevap verdikten sonra tatlı tatlı dedi ki: o kadar çok uyumak
iyi değildir, gezin dolaşın varlık gösterin. Şeker kızlar. Başlarını okşadı,
nurun omzunu okşadı, ötekinin saçını düzeltip okşadı.
Verandaya
çıktılar. İlerde bahçede nimet ve evin hanımı Hayriye çiçeklerle ilgili bir
şeyler yapıyorlardı, nimet Hayriye ye yardım ediyor, sohbet ediyorlardı, bir
tarafta İdris ve babası kahve içiyor, Hasan ise mangal için odun kırıyordu. Kadir
onun başındaydı, kadir bir şey anlatıyordu, elinde sigara vardı. Taner
ortalıkta yoktu.
Nur
ve Ayla bu ortamı sıkıcı bulmuştu, biz biraz dolaşsak dedi nur nezaket abla, yakınlarda
gezeceğiz.
Kadir
amca size salıncak yapsın sallanın.
Salıncak
fikri iyi ama bir süre dolaşsak iyi olacak. Kafayı dağıtmamamız lazım.
İzin
almalısınız. İzin almadan olmaz.
Annesi
asla izin vermezdi, ben izin alıp geleyim dedi nur, koşarak gitti, nezaket onu
izliyordu, kısa bir sohbetin ardından nur koşarak geldi, annem izin verdi.
Nezaket
Zarife nin işi var ama o da sizle gelsin, kaybolursun bir şey olur.
Tamam
dışarda bekliyoruz dedi nur, mutfaktan çıkıyorlardı.
Nezaket
iri bir bıçak çıkardı, onu aylaya verdi, küçük baltayı de nura uzattı.
Ne
bunlar dedi nur, savaşa mı gidiyoruz.
Genç
kız boş gezmemeli. Lazım olur. Kızlar güldü.
Sahip
olduğunuz değeri bilmiyorsunuz demek, gülün gülün siz.
Pırlanta
gibi kızlarsınız. Ve burası vahşi bir yer, bir vahşi hayvan çıkar, bir hayvan
insan çıkar, değil mi.
Ayla:
Nezaket abla elime bıçak almaya korkarım ben.
İyi
öğrenirsin, birinin karnını deşmen gerekebilir. Bak nur o balta da iyidir, kısa
sapı sayesinde kolay savurursun, hafif. Onu kelle parçalamakta kullanırdım.
Evin arkasında iki mızrak var, onları da alırsınız, baston gibi kullanırsınız.
Yürümeyi kolaylaştırır. Ben onlara aşık
oldum, fasulye sırığı onlar, dedim gün gelir lazım olur birini, tak eden birini
deşerim.”
Güldü.
Kızlar
gülüşüyordu.
Taşıdığınız
hazinenin kıymetini öğreneceksiniz. Hayat çok pisliktir kızlar.
Abla
bana öyle geliyor ki sen sanki biraz fazla paranoyaksın.
Nezaket
güldü.
Çay
içeceğim vereyim mi size.
Olur.
Çayları
aldılar.
Zarife
bir arkadaşına gitti, az bekleyim, gelir, beraber gider gezersiniz. O buraların
kurdudur.
Dışarda
onu ekliyoruz deyip çıktılar.
Ve
sıvıştılar, sırt çantaları…evin arkasına gittiler, orada baston gibi iki mızrak
vardı. Ayla ikisini aldı. birini Nura uzattı. Bastılar.
Nezaket
ise yemekler pişerken masadan sandalye çekip oturmuş ağlamaklıydı, düşüncelere
dalmıştı, sanki taş taşımış gibi yorgun hissediyordu, bu parlak iki güzel kızı
düşünüyordu,
Bunlar
cici cici büyümüş kızlar, bir şeylerin acısı derinden, delirecek kadar sarsıcı
biçimde hiç hissetmemiş kızlardı ve kendi gençliğini düşününce…gözyaşları
yanağına düşmeye başladı, bir an pıtır pıtır düştüler, bir ses duydu hemen
elinin tersiyle yüzünü sildi.
Aynı
düşüncelerle mutfak kapısından içeri adım atan Zarife nin de içinden geçmişti,
benim gençliğim ve onların gençliği diye düşünmüştü, benim giydiklerim ve
onların giydikleri ve kendini böcek gibi hissetmişti, pis bir böcek gibi, tehlikeli
bir böcek gibi, akrep gibi sokak bir böcek gibi, kobra gibi bir yanı da vardı
bu işin, insanın içinden umut çıkmadıkça insan kobralık yapmadan ölmez azim
etmeyi bırakmazsa…
Cümle
sanki karışık oldu.
İnsanın
içinden umut çıkmamalı. Umut gün gelir karanlık zamanların en beterinde kendine
bir çıkış bulabilir, ve insanın tabiatında kobralık vardır, en salak insanlarda
bile…ve insan azim etmeyi bırakmazsa, pes etmezse, sabrederse…mücadeleyi
sürdürürse eğer işte o zaman tabiatında kobralığı kullanma imkanı bulur, o
kobra yön kendini açığa çıkarır an gelir zaman gelir.
Azim
denen şey kendini bildi biledi vardı Zarife de. Ama imkanları yoktu, sıkışıp
kalmıştı bu hapishaneye, nezaket ve onun çevresi, zengin çevresi, ve bu zengin
çevreden hiç kimse Zarife nin içinden neler geçiyor, ne ister diye sormuyordu.
Zengin ama aptal çevre. Hep kendini düşünen çevre. Zarife odasında nezaketi
pazardan aldığı plastik çerçeveli dikdörtgen küçük aynada kendine bakmış, saçı,
giysisi…ve nur ve aylayı gözünün önüne getirmiş, ve kendisini çöp-lük gibi çöpe
atılmış bebek gibi hissetmişti. Niçin kendisinin öyle güzel giysileri yok ki
diye soru soramazdı, sormazdı da,
Giyinmesi
gerektiği gibi giyinirdi, ve geceleri yatağa uzandığında müthiş fantazileri
başlardı, renk ahenk gökkuşağı giysiler, istemediği kadar giysi, hayal etmek ne
hoş.
Milyonlarca insan gibi gündüz
gerekeni yaparlar, mecbur oldukları için, katlanmaları gerektiği için, kuzu
kuzu katlanırlar, ses çıkarmazlar, tertemiz yaparlar işlerini, gerekenleri, çıt
çıkarmazlar, hiç isyan etmezler, kimseyi eleştirmezler, görevler yapılmalıdır
ama gece olunca düzgün yaşayan o namuslu insan gece bir fahişe gibi ortaya
çıkıverir, en kurulmaz düşler kurulur, en olmadık düşüncelere yer verilir,
çünkü gece, sorumluluk yok, kendi başlarınadırlar, yapayalnız, iç sesleriyle
birlikteler, görev yok, bitmesi gerek iş güç yok, kimse onları rahatsız edemez,
bir ayin yapar gibi, bir kurban keser gibi, bir insan kesme töreni yapan Aztek liler
gibi hayaller kurarlar, namuslu insan muazzam pes etmez bir fahişeye dönmüştür,
gündür yok saydıkları o insani yanları ortaya çıkmıştır, özlemleri, olmak
istedikleri yer, giymek istedikleri, söyleyemedikleri, yaşamak istedikleri
şeyler, onlara ilginç ve güzel gelen düşünceler, sorun şu, gündüz yaşadıkları
hayat sevdikleri hayat değildi, yaşanılan hayattı, gece yalnız kaldıklarında
içlerinden geçirdikleri…o hayat ise gerçeklere uymuyordu. Bu bir ikilemdi, gece
ve gündüz gibi birbirine zıt.
Ağladın mı sen nezaket abla?
Ne ağlaması kız. Git
bahçeden çiçekler kopar getir.
“Ne için? Sevgi böceği
malların masaya koydukları gibi masaya mı koyacaksın?”
Üstün görüşlerini
kendine sakla.
Ya şaka yapayım dedim.
Zevzeklik sonra
yaparsın canım.
“Nur ve Ayla için
çiçekler, saçlarına, kulak arasına yerleştir.”
“İyi fikir.. Ama hanım
ağa sıçar ağzıma.”
“Ağalık mı kaldı?
Gizlice kopar işte.”
“Peki ablam.”
“Senin aklına gelmiş
gibi yap. Kızların seni sevmesini isterim, çünkü kendini ezik hissetmeni
istemem, sen onlardan zerre aşağı değilsin, sen onlardan üstünsün.
Güldü Zarife; Süper
yıkama yağlamaydı.” Güldü.
Onu öpmeye çalıştı
yanaktan.
“Gezeceklermiş, gidip takıl
onlarla. Yoruldun.”
“Cin fikirli ablam anam
babam…
Zarife, şip şak gidip
geldi çiçeklerle.
“Kızlar nerece?”
“Derin dondurucuda!”
diye bağırdı, “Of git bak buradadırlar. Çok uzaklaşmış olamazlar.”
“Kadir dayı, konuk kızları
gördün mü?” diye sordu Zarife.
“Şu taraftan gittiler.”
“Derin dondurucuya
baktın mı?”
Şaşırdı Zarife: “Kafan
mı güzel?”
“Nezaketi duydum da.
Hep sen şaka yapacaksın değil ya.”
“İki haftadır sefalet
çekmiş gibisin, ne o üst baş?”
“İş üstüyle köstebek
gibiyim, ha?”
Zarife güldü.
“Kaldırım mühendisiyle
evlendireceğim seni kız.”
Zarife, ona dil çıkardı
çocuk gibi ve gülerek uzaklaştı.
Kadir şöyle düşündü; “lanet
çiftlikten ne zaman emekli olacağım…biri sesleniyordu sigarasını yere atıp
üstüne bastı: “Geliyorum efendim!” diyerek koştu. Söylendi: “İş bitmiyor bir
türlü amk.”
Kızlar
ormanda küçük bir gölet buldular, temiz ve berraktı su, saatlerini orada
geçirdiler. Sonra hava kararmaya başladığında.. vaktin nasıl geçtiğini
anlayamamışız diyerek aceleyle toparlandılar, aslında ateş yakıp bir süre daha
burada kalacaklardı, buradan çok keyif almışlardı.
İdris
veranda da telaşla kızların gelmesini bekliyordu, kızlar görününce içi rahat
etti, kızların yüzünde coşkulu, parlak ve mutlu ifadeye sevinmiş, onları buraya
getirmekle çok iyi ettiğini anladı, sürekli iş için ülke içinde seyahatler
yapardı aracıyla, yurt dışı, ailesiyle beraber geçirdiği zamanlar çok
sınırlıydı, robotlaşan hayatına canlılık girmişti, ailenin can çekişen birlik
ruhunun canlandığını, parladığını hissediyordu, herkes halinden memnundu.
Erdoğan da şeftali bahçesinde şeftali toplamıştı, bir işe yaraması ne güzeldi.
“Burası
çok eğlenceli baba!” dedi Nur, gölette geçirdiği anlardan söz ediyordu, yüzme
havuzunda yüzmeye hiç benzemiyor.
İdris
eski günleri hatırladı. Üniversite ilk yılı bitmişti, çiftlikte işlere yardım
ediyordu, tarlada çalışıyordu, iş yaparken köyden 14 yaşında bir kızla dostluk
kurumuştu, fakir kız gündelikçiydi tarlada, kız güzeldi, sarı saçları bir
başkaydı, mavi gözleri inanılmaz tatlı bir ışık saçardı. İdris onunla vakit
geçirmekten büyük haz alırdı, akşam olurken kızı alıp yürüyüş yapıyordu
çevrede, onunla sohbete doyum olmuyordu, fakir kız zekiydi, okumak istemiş
okuyamamıştı, babası şehirde tutunamayınca köye gelmişti baba evine, İdris onun
durumunu ailesine anlatmayı düşünüyordu, ailesi onu okutabilirdi, büyük ihtimal
yaparlardı bunu.
Bir
akşam Özlem çiftliğe gelip İdris’i sordu, İdris o gün kasabadaki dostlarını
görmeye inmişti, içmeye. İdris’in annesi ve babası verandada oturup çay
içiyorlarmış, kız İdris abi nerde diye sorunca, anne, ondan uzak dursan iyi
edersin demiş, kendine göre birini bul.
Sandığın
gibi değil; biz dostuz.
Uzak
dur yeter. Kaybol bir daha gözüm görmesin seni.
Aman
be. Oğlunu yemedik ki.
Hayriye
çok ağır konuşmuş.
Bir
tartışma alevlenmiş. Kızı kovmuş, kız ağlayarak gitmiş.
Bu
olaydan sonra kız idris in yüzüne bakmadı. Bunu İdris e babası anlattı ve o gün
İdris annesini defterden sildi. Birkaç gün sonra evi terk etti.
Bu
olay İdris in içinde yağmur gibi yağıp durdu yıllarca,
Sonra
anne; eve gelmezsen para yollamam dedi, yollamadı, evlatlıktan reddederim dedi,
bir şey yapmadı, İdris ailesinden kimseyle görüşmedi, para yüzü de görmedi,
başının çaresine baktı.
“Eve
gelmezsen seni mirasımdan men ederim, hayat boyu sürünürsün.”
Anne
ona ulaşmayı istedi ama reddedilmekten korktu, oğlunun kendi gücüyle var
olabildiğini görünce de onu kendi haline bıraktı.
O
gece öğrendi, idris e e posta atan annesi değildi, kadir amcasının torunuydu,
Kadir toruna demiş ve torun internette araştırıp bulmuş şirketin adresini.
“Kadir amca, çok
kızgınım sana. Neden yaptın böyle bir şeyi. Bunu annemin yapması yüreğimi
ferahlatırdı.”
Kadir güldü: “Ne
bileyim, düzene sokayım dedim işleri.”
“Köpeğin vardı
çok sevdiğin, nasıl şimdi?”
“Öldü yıllar
önce.”
“Oğlun ne
yapıyor?”
“Doktor oldu.”
“Vay be! Doktor,
ha. Onunla oyun oynarken hep doktor olacağını söylerdi zaten.”
“Çok zaman
geçti.”
“Neden gelmedin
ki?”
“Biliyorsun
durumu.”
“Her kötü
durumun sığınılacak iyi bir tarafı vardır. Köpeğimi severdin, onu bahane edip
gelebilirdin.”
“Ne diyeyim.
İnsanın kafası atınca bakamıyor iyi taraflara.”
“Çok bekledim
seni. Bana değer vermiyor muydun?”
“Verirdim ya.”
dedi gülerek.
“Ama ne derdin?
Sen babam kadar değerlisin, seni çok seviyorum. Ayrı kalamayız. Ne sözler
savururdun bize geldiğinde. Küçükken ve lise sıralarında.”
İdris güldü,
aptal gibi: “Ne yapayım olan oldu, küçükken saflık hesapsızcaydı, saçtığımız
iyilik güçlüydü, kötü şeyleri gözümüz görmezdi, görsek bile onları unutmamız
çok güçlüydü. Hayatı merkezinden kucaklardık.”
“Annene
kırıldın. Basıp gittin. Peki. Kaç insanı kırdın; baban, ben ve diğerleri.
Buralar, sevdiğin her şey… Benim ve onların suçu neydi?”
Bir anda gözleri
doldu İdris’in: “Hep seni hatırladım. Hiç unutmadım ki. Burası da aklımdan hiç
çıkmadı ki. Sana çok şey borçluyum, çok şey öğrettin bana Kadir amca, mesela
ata binmeyi.”
İdris, ilerdeki
annesine baktı: “Bütün o mutsuzluklardan acılardan ve kayıp yıllardan sen
sorumlusun anne.”
Mutluymuş gibi
gülümseyip el salladı annesine, uzaktaki annesine.
“Berbat insan”
diye mırıldandı, “hayatımdaki en kötü insan sensin.”
Hayriye hafifçe;
ama çok uzaklara, çok derinlere değen biçimde gülümsedi: O da el salladı
gülümseyerek.
Bir şey geveledi
ağzında.
Ne dedi acaba
kadir amca diye sordu İdris
Ne bileyim,
güzel düşün evlat, güzel düşün.
Ben gidip
annemle konuşayım.
Güzel konuş.
E tabi.
İdris annesiyle
mutlu günleri hatırlayarak ilerliyordu, aslında annesine çok kırılmasına gerek
yoktu; ama o an böyle hissetmişti. Küçükken çiftlik çalışanlarını arkadan
korkutması ve elleriyle gözleri kapatıp ses tonun değiştirip “bil bakalım
kimim?” demesi gibi bir şey yapmak istiyordu annesine.
İdris
büyüdüğünde bile annesinin yanında sevgiyle coşar çocuklaşırdı, kendine engel
olamazdı. Annesi ise onun hiçbir şakasına gülmez, hep kızardı, İdris’i de bu
kızmayı, annesinin yüzündeki ifadeyi severdi, o ifadeye aşıktı. Soğuk, güçlü ve
ruhsuz gibi görünen her zaman ciddi bu kadında kızgınlık yaratabilmek onu
acayip çok şenlendirir ve kahkahalar atardı o anlar. “Şımarık çocuk,
yalak çocuk da hiç sevmezdim diye düşünürdü
İdris daha çok
gülerdi o zaman. Tatsız şakalarla annesinin ruhuyla oynamayı pek severdi her
zaman.
“Anne, olan
oldu, deşmeyelim ama keşfe o gün Nur’u kovmasaydın kapıdan ya da benden
mektupta benden özür dilesen ne iyi olurdu, o mektubu sen yazsan ne güzel
olurdu.” Diye düşündü, annesinin yanına gelince.
Hayriye
gülümsedi: Artık ortaya çıkabilirsin, orda mısın.
Buradayım dedi
bir kadın sesi, güldü.
İdris sesi
tanıdı; ama çıkaramadı. Heyecanlandı, annesi bir sürpriz hazırlamıştı, neydi?
Ağacın arkasında
bir kadın ortaya çıktı.
İdris kadına
dikmişti gözlerini, karanlıktan usul usul yaklaşan kadına.
Bu kadın, yoksa
bu kadın…
Kadın meleksi
biçimde gülümsedi, Hayriye oğluna baktı, geçmeyen yarayı yok etme ümidiyle,
kalp yarası.
Sen gelince onu
çağırayım dedim, yıllardır görüşüyorum onunla. Geç oldu güç oldu ama sonunda
istediğin oldu mu?
Ayın aydınlığı
Özlem’in yüzüne vuruyordu,
O an hepsinin
hayatına… İdrisin hayatına altın ve meleksi bir el değdi sanki, İdrisin içinde
yıllar yılı büyüyen yara yok olma sancısıyla bir çatırdadı, bir çatırdadı,
idrisin beyninde uğultular kopmaya başladı.
Genç kadın
yüreğiyle bakışıyla şunu dedi:
“Benim yüzümden
annenle ayrı düştün, içim kaldırmadı. Tek suçlu benim, benim yüzümden acı
çektin. Keşfe kapınıza gelip seni sormasaydım, bunu yapmamam gerekirdi,
cahildim, bilemedim.”
İdris ise şöyle
düşündü “Hayır hayır, suçlu benim, abarttım. Çok zoruma gitti annemin sana
yaptığı, gitmemeliydim. Annedir, söyler…canı ne isterse söyler…
Hayriye şöyle
ise şöyle düşünüyordu: Suçlu benim, aranıza girmemeliydim.
Hayriye
ortadaydı, eski günlerden söz ediyordu, sağında kolunda girmişti oğlu, solunda
koluna girmişti Özlem, kızı gibi.
Usul usul
konuşuyordu, ne güzel hava, çay içelim çay, bu havada çay içip sakin sakin eski
günlerden konuşmaktan başka güzel bir şey yapamayız. Düşsel bir huzur ve
mutluluk içindeydiler.
Masaya
oturdular, Hayriye işaret yaptı, zarife üç çay getirdi, o çıkan birkaç cümleden
sonra ortam sessizdi, kimse bir şey demiyordu.
İdris özleme
derin derin bakıyordu, onu kucaklamak istiyordu; ama bu başka kadındı. Birden
nasıl eski samimiyet kurulsun ki?
İdris yere
çevirdi gözlerini, otlara bakarken Özlem İdrise dikti gözlerini.
Özlem aya dikti
gözlerini, İdris ona baktı.
Özlem yaşlanmış
mı ne, hani nerde o parlak ışığı, evet, yaşlanmış, ne güzeldi eskiden. Dev bir
hayal kırıklığı hissetti. Bakarken, konuşurken, hareket ederken büyük bir
saflık ve iyilik saçıyordu çevresine. Ama az sonra alıştı onun yeni haline,
küçük bir kızken nasıl ışık saçıyorsa yine öyleydi, bunu gördüğüne pek sevindi.
Neler yaşamıştı
Özlem, onca yılda? Neler olmuştu hayatında?
Özlem de ona
baktığında çok farkı biri görmüştü, çok arkadaş edinmişti, neye yaramıştı
onlar? Kocaman bir hiç. Ama bazen bu hiçlikle tatmin olmak gerekiyordu, belki
de hayatımın anlamı buydu, onun için. Başkaları için ne olur bilemezdi.
Her şey zordu
hayatında; ama İdris içinde hep capcanlıydı. Çünkü kalbindeki varlığı onu mutlu
ediyordu, onu söküp atmayı hiç düşünmedi. Bir ara denedi; ama çok kötü oldu,
kayboldu.
“Kalbimdeki seni
asla çıkarmayı denemedim daha bu beni aşan bir şeydi.”
Hayriye, onu
okutmuştu, hemşire olmasını sağlamıştı.
Özlem bir adamla
sevgiliydi, hamile kalmıştı, çocuk babasız büyümesin diye evlenmişti, çok kısa
sürmüştü evlilik. Sonra bir evlilik yapmıştı, ondan da iki çocuğu olmuştu, o
evlilik de kısa sürmüştü.
“Bu sen misin
Özlem, çok değişmişsin, üzerinden yıllar değil binlerce tır geçmiş sanki.
Sen de öyle,
tatlım, kocamışsın.
Seni görmek ne
güzel özlem. O sakin ve kendisiyle mutlu olmasını bilen küçük kızı karşımda
görmek tarifsiz bir duygu?
Beni özledin mi
Deliler gibi.
Kendimi bir şeylere verdim, çeşitli sanat dallarıyla ilgilendim. Sanat
kaybolmamı engelledi, işte asıl mesele öyle zamanlarda kaybolmamayı
becerebilmek. İçimde acı birikmişse onu dışarı akıtmamı ve hayata bağlanmamı
sağladı. İnsan bunu yapmayı becerdi mi hayattaki en büyük belalarla baş
edebilir, en büyük engelleri aşabilir, olmaz denenleri yapabilir, en büyük ve
değerli mücadeleleri verebilir. İçimizde kopan fırtınaları başka ne
dizginleyebilir, içimizdeki vahşilikle nasıl baş ederiz? İçimizdeki kötülüğü
nasıl yeneriz?”
Bu bana iyi
gelir diye sevdiğim kim varsa kalas çıktı,
Neyse ki ben
düzgün bir kadınla evlendim. Seni yıllarca düşünüp durdum, parça parça oldu
içim. Sonra dedim kendime artık üzülme, o orada bir yerde nefes alıp veriyor,
canlı, gülüyor, üzülüyor, hayatın
kollarında akıp gidiyor. Bu düşünce beni çok ama çok mutlu etti. Acım bir anda kayboldu. Uçarcasına hafifledi
içim. Sensizlikle güreşilmiyor. Bir yanım hep eksik, bir yanım kara bir
uçurumdu dibi görünmeyen. Şimdi hayatın nasıl.
Berbat. Ama ne
yapayım. Çocuklar var ama yalnızım.
Kadınların
yalnızlığı çok daha zor ve dehşetli acı vericidir. Bir kadın yalnızlıkla,
acısıyla baş etmek için kaç bin takla atar haberin var mı? Buna eski kötü
ilişkilerin kafada dönen hayaletlerini de eklersen eğer işin içinden
çıkamazsın. Neler çektiğimi bilemezsin, annenin yardımları olması bitiktim,
tabi bunlardan hiç haberin yok.
Yorumlar
Yorum Gönder