GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER

 





BİRİNCİ BÖLÜM

 

 

Ağustos sıcağı yakarak sallıyordu her yeri, gizli köşelerde böcekler gelen geçenin sevinciyle köşelerinden çıkmıştı, bir geyik, bir kurt, bir tilki geceye akıyordu. Gecenin üçüydü.

 

Ormandaki 8 bin dönüm araziye kurulu villanın önüne kalın tekerleri leoparı andıran yüksek bir motosiklet gelip yanaştı, hayalet misali.

30 yaşındaki Şeref, dizlikler, kask, siyah deri kıyafetiyle bir savaşçıya benziyordu, uzun çizmeler, çizmelerde çıngıraklı yılan gibi öten bir zil vardı; yaşamın karanlığını, acıyı, öfkeyi, kaybetmeyi, her olumsuz şeyi öteleyen bir ruh vardı bu motorda, bu kostümde, bu kel kafalı adamda, şiş göbek, bir kulağı küpeli, sol yanakta bıçak izi anne dokunuşu gibi, siyah eldivenler olmasa olmaz. Sakallar çok uzamış, çok ilginç bir mavi uzamış, oraya bir mavi boya sürmüş. İçindeki çocuktan, ruhundaki parlaklıktan sanki. Sakalda mavi olmasa olmaz, açık mavi.

Genç kız motordan indi, kaskını çıkardı, Nur, adama sarılacaktı, caydı.

“Tam evin önüne çektin! Yırtık dondan y.rak gibi

“Düzgün konuş.”

“Çiçek olsun.”

Şeref güldü.

“Babam görürse çok kızacak, o kel kafalı şişkonun ne işi var burada diyecek bu saatte.”

“O senin sorunun; tatlım.”

Genç kız kaska tokat attı şakadan.

“Bir gün kurtulacağım bu evden! Cehennem bile buradan daha güzeldir.”

Genç adam dedi k: “Güneşin cayır cayır yaktığı tarlalarda tarım işçisi senin yaşındaki kızlar böyle bir yaşamı rüyalarında bile göremez. Haline şükret!”

“Hadi ben sen de!”

“Ben kaçar; ufaklık.”

“Kaybol.”

Nur, 14 yaşına bir ay önce basmıştı,

Kumraldı, bebeksiydi zarifliği akarsu yanında biten sarı çiçekler gibiydi, hafif, çok hafif, uçar kaçar, deli dolu bir şeyler, inanılmaz kıpırtılar uyandırırdı insanlarda, çekiciliği, inceliği. En parlak yeri iri ve kahverengi gözleriydi, kirpikleri uzundu, işte en önce oradan yakalardı insanı, o muazzam ışığı. İçeride tertemiz bir varlık… nefes alıp verdiğini hissederdiniz, ona yakın olmak, onu dinlemek isterdiniz, saçmalasa bile. Şarkıda dediği gibi:

 

“Muhtacım sesine, yüzümde tatlı ılık dolanan nefesine.”

 

Ufak tefek, 14 yaşındaki kızın hayat hakkında merak ettiği çok şey vardı ve bir şey oldu, hepsi sekteye uğradı, karanlık bir uçurumdan aşağı devrilip gitti, at arabası gibi, eski filmlerdeki posta arabası gibi, dört atlı, yaşlı bir adam, vestern filmlerindeki gibi, kırsalda ilerler posta arabaları eski zamanlarda.

Bütün hayat sevinci eriyip gitmişti.

Evin çevresi dev çam ağaçlarıyla kaplıydı, bahçe kapısında panoda şifreyi girdi, büyük demir kapı usul usul açılmaya başladı, gül kokuları, irili ufaklı ağaçların arasından ilerliyordu.

 

Orman ferahlatmıştı, hafif bir esinti vardı, üşüdü, küt saçları uçuştu. Saçının sağ kısmını kulak arkasına koydu, sevecen ve dostça ve düş gibi evin çevresine bakındı, “ne zaman bitecek bu delilik diye düşündü, bu yaşama saçmalığı?”

Yalnızdı, her akşam gözünü dikip düşüncelere daldığı ay gibi, öyle yürekli birini hep istemişti. İçindeki huzuru büyülten biri. Ama sevgili işi tehlikeli bir işti, ne yapsa iyiydi, bir karanlık aldı gidiyordu başını derinliklerine.

Nur, korkuyla villanın pencerelerine baktı, anne ve babasının yatak odasına, gece lambası yanmamıştı. Çakal gibi sessiz ve çevik olmaya dikkat ederek kapıya yanaştı, anahtarıyla kapıyı açıp içeri süzüldü gecenin prensesi gibi süzülen kuşlar misali. Ama böyle eskiden hissederdi, şimdi o anlar sanki asırlar öncesinde kalmış gibiydi.

Üst kata çıkıyordu, döne döne çıkan merdivenin trabzanına tutundu, çatı katına çıktı, odasına girdi. Üstünü çıkarıp makyajını silip ceset gibi yatağa uzandı, açık pencereden esinti doluyordu içeri ve tülü şişiriyordu.

 

Güneş altın rengi ve neşeli parıltılar saçarak ormanı ve villayı etkisi altına almıştı, sabahın erken saatleriydi. İdris, her zamanki gibi işe gitmek için hazırlanıyordu, bir kahve içerdi her sabah ve aracına atlardı aceleyle; ama önce dışarı çıkıp bahçenin ve ormanın havasını içine çekerdi. Yüzme havuzunun önüne geldi. Açık mavi su sakindi, havuz ıslık gibi sessiz ve güzel duruyordu orada ve ona bakmayı her zaman severdi. Arada girerdi havuza; ama ona bakmayı severdi daha çok. Kafası sakinleşirdi o zaman ve en doğru ve en kaliteli düşüncelere dalardı orada.

 

Karısı erken uyanmıştı bu sabah, şehirde işleri vardı. İdris, cebinden sigarasını çıkarıp yaktı ve dumanı savurarak başını çevirdi, mutfağa giden karısına dedi ki: “Bizim kız yine geç geldi, kimle dersin? O kel kafalı şişkoyla, o ucubeyi günün birinde fena benzeteceğim.”

Karısı Nimet güldü, o da kendine kahve alıp sigara yakmıştı, havuz kenarındaki masaya koydu sigarayı ve kahvesini, onun yanında geldi, beline dokundu,

İdris, bu dokunuşlara bayılırdı, bazen kadın onun omzuna koyardı elini arkadan, başını omza yaslardı arkadan, kadın dedi ki: “Benzet tabi, ama ondan iyisini bulamazsın.”

Şeref, iş ortaklarından birinin oğluydu, bar işletmeciliği yapardı, çok güvenilir, sağlam bir genç adamdı, ve zaten kızı izin alıp gitmişti. Şaka yollu bir eleştiri yapıyorlardı. Şeref’i çok severlerdi.

“Aslında Nur benle işe gelecekti bugün.”

“Boş ver, sonra gelir, bırak kafasına göre takılsın.”

“Bu kızın bu kafayla bir halt olacağını sanmam.”

“Sen de birdenbire bir şey olmadın ki. O daha çocuk.”

“Haklısın.”

 

İdris, ertesi gün kızını göremedi, diğer gün de, üçüncü gün sabah erkenden kızının odasının kapısını çalıp içeri girdi.

Nur, “kalk güzel kızım. Hemen kalk, benle işe gidiyorsun. Söz vermiştin. Haydi kızım! Canlan. Harika bir gün var. Kaçırmayalım!”

Genç kız zorlukla uyandı, içinden küfürler ederek.

İdris, kızının iş hayatının, yaşamın gerçekliğini deneyimlemesini istiyordu, biraz zor olacak ki işin içinde; kavrulacak ve pişecek. Yani hep dut ve gafil kalmasındı hayata yön veren acılara, olaylara ve şeylere, ekmek parası kolay kazanılmıyordu, bunu anlaması lazımdı. Boş, kof ve temelsiz kalmasın. Kapsın bir şeyler hayattan ki; karakterli ve güçlü olsun.

Karısı tam tersini düşünüyordu:

“Bu zamanın çocukları için boş laflar bunlar. Kafasına eseni yapar onlar. Ne kadar zorlarsan, bir şey şırınga etmeye çalışırsan çalış işe yaramaz, hayat onlara yollarını verir. Benden aptal çocuk asla çıkmaz, endişe etme.”

“Hep boş bırakırsak olmaz. Şımarıklık hiç görmedim.”

“Senin devrin geçti.”

“Ya angaz olursa?

“Angaz ne?”

“İşe yaramaz yani. Miskin, aptal ve boş. Tam sözlük anlamı: Ahmak, sersem, akılsız, dangalak, angut.

Nimet güldü: “Bana tonla emek verdiler de ne oldu, tutup en büyük yanlış şeylere bulaştım. Beni her sıkıştıranı kedi gibi tırmaladım. Hiç de pişman olmadım.”

“Senin anlıyorum. Ama kızımız şımarık ve vurdumduymaz zibidi ya da aykırı manyak kızlardan olmasın istiyorum. Bir tarzı olsun en azından. Emekçi bir tarzı olsun. İnsaflı ve erdemli ve hayata değerli özellikler katan bir bakış açısı olsun, değil mi?”

Nimet güldü, dedi ki: “Boş şeylerden söz ediyorsun İdris’ciğim. Senin bakış açını değiştirmen lazım

Onun bağlantıları başka. Onun ajanları başka.”

“Bağlantı; ha? Ajan; ha?”

“Ot olmasından korkarım kızın. Ona aldığım kitapların hiçbirini okumadı, elinde görmedim.”

“Okur merak etme, ayrıca onlar sıkıcı kitaplar. Ben gidip bir konuşayım onunla.”

Nimet, kızını kalkmaya ikna edebilmişti.

 

İdris, araçta biraz bekledi, Nur gelip araca atladı.

Araç ilerliyordu. İdris kızına baktı, Nur, uykulu, sinirli, gergin görünüyordu, ‘senin işinin içine ederim, ya beni neden uyandırdın baba’ der gibi bakıyordu.

İdris bir şeyler diyor, havadan sudan konuşup eğlenceli olmaya çalışıyordu. Geçenlerde kızıyla konuşmuştu, Nur ona içi dolu tuğla gibi bir kız olacağından söz etmişti, hayatta öyle yer kaplayan biri. Baş yaracaktı gerektiğinde, demir leblebi olacaktı Amansız olacaktın falan filan.

Ne kadar çok hevesliydi. Ne kadar çok coşkuluydu ve azmi büyüleyiciydi. Yaparım ederim diyordu filan. İdris, iş zor, gelme istersen demişti, ama Nur işe geleceğim senle diye ısrar ediyordu, fikir kızından çıkmıştı.

“Evde otur, havuza gir kızım.”

“Olmaz; senle işe gelip bir şeyler öğreneyim.”

Hırslanmıştı Nur. İdris sık sık söylerdi, ekmek elden su gölden, yaşıyorsunuz ve benim nasıl bir savaş verdiğimi bilmiyorsunuz konuşuyorsunuz, gelin benle de iş dünyası nedir öğrenin.”

Baba böyle söylendikçe kızına batmış, rahatsız olmuştu, “ulan bir geleyim senle de göreyim neymiş bu iş dünyası?” diye düşünmüştü, belki babası çenesini kapatırdı. Katır gibi çalışmaya kafasına koymuştu.

Ama işi bozan erken kalkma sorunu, bu olmasa.

Of. Sabahın köründe kafası yerinde değil ki. Pişman oldu azimli lafları için.

Yollarda insanlar dolmuş, tramvay, otobüs bekliyor, işe gitmek için. Araç gelince süratle doluşuyorlar, belediye otobüsleri özellikle.

“İşe gidiyorlar böyle” dedi İdris, “her sabah aynı çile. Bizim altımızda otomobil var. Yıllar önce çok bindim bunlara.”

“Sen geleyim dedin diye, yoksa sorun olmazdı kızım, ama pes etme, bir günü tamamla bence. Abini de alacağım bir gün.”

Bırak o uyuz eşeği. İş yapmaz o.

İdris güldü: “Sence neden uyuz eşek?”

“Oturur benle mavi niye mavidir diye tartışır.”

“Onda iş yok, bana sen lazımsın. Üniversite bir başarı kazanacağı yok, ama koyarım onu fabrikaya, eşek gibi çalışır görür gününü. Sen bari beni hüsrana uğratma.”

“Denerim baba. Seni utandırmak istemem.”

İdris büyük sefillikler ve zorluklar çekerek hayatta bir noktaya gelebilmişti, çocuklarının kolaya alışmasını istemezdi, mücadeleci olmalarını isterdi, ama evlatlarda böyle şeyler yoktu, karısının dediği gibi bunlar başka türlü bir dizayna sahipti, İdris çok çok bela atlatmıştı, o mücadeleci kişiliği… fiziksel olarak da güçlüydü, soğanı yumrukla parçalardı bekar evinde, çok adam dövmüştü zamanında.

İdris, tokat atar gibi sert bakardı sinirlendiğinde, sanırsın tokat hemen gelecek. Gözleri şimşekler çakardı. İdris şöyle diyordu: “Her işi yaparsın sen! Yeter ki kendine inan. Her zorluğu aşacak bir karakterin var! Ben sana çok inanıyorum. Abin hayal kırıklığının teki. Ama sen güçlü bir kızsın. Sen hayalimsin! Sen sersem Taner gibi değilsin. Ben sadece en çok sana inanıyorum kızım. En çok senin ilerlemeni ve başarmanı istiyorum hayatta. Önüne çıkan bütün zorlukları bir şekilde aşacaksın. Demeyeceksin olmuyor. Ben ne sıkıntılar çektim biliyor musun; yok. Tekini bile anlatmadım. Zayıf karakterli ve pasif evlatlarım olmaz benim. Hele hele sen bir solucan değilsin. Taner bir solucan olabilir; bunu garipsemem. Ama sen çok başkasın kızım. İçindeki o gücü ya açığa çıkaracaksın ya açığa çıkaracaksın. Sana başka şans yok. Sana başka türlü bir şans tanıyamam..”

“Çok fazla anlam yüklüyorsun bana baba” diye düşündü Nur, canı sıkıldı, “bugün katır gibi çalışayım da gönlü olsun.”

Şey sana şöyle bir şey diyeceğim, kırılma, ben genç kalktığımda annem şöyle derdi: “Şeytan gibi uyuyorsun öğlene kadar. Bazen akşama kadar.  O uyku şeytan uykusudur, sen de bazen öyle çok uyuyorsun ki.”

“Olabilir.”

“Gül sen gül. O kel kafalıyı da bir gün benzeteceğim.”

“Sen bilirsin.”

 

“Hayatta şeytanlardan ve motorculardan hiç hoşlanmam. Mümkün olsa onları bir kaşık suda boğmak isterim… ne oldu onun evlilik işi?”

“Gelecek yaz evlenecekmiş.”

“İyi ya evlensin, hayatı düzgün hale gelir, o çok iyi bir çocuk.”

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

Gece geç yatmıştı Nur, çatı katında film izleyip iki bira içmişti, babasının biralarından, huzur hissetmişti, mutluluk, çivi gibi, öğlen oldu kalkmadı, beton çivisi gibi berbat hissediyordu, ancak öğleden sonra 3’de uyandı Ama yataktan çıkmak istemiyordu canı. Ayla, yılan gibi girdi odaya, yeşil gözlü, uzun siyah saçlı, at gibi bir kızdı, boyu 1.80’ di, capcanlı, neşeli, her zaman gürültülü konuşan, bol bol kahkaha atan bir kızdı, yaşam enerjisi hiçbir olumsuzluktan etkilenmezdi sanki, her zaman dinamikti, adeta alev saçardı enerjisi, Nur’un ondan en çok sevdiği buydu, candan biriydi, gerekirse dostu için ölürdü Ayla, öyle derdi, Nur, gülümseyerek ona bakar, inanmaz, çaktırmaz, böyle gönül veren bir dostu olduğu için sevinirdi, zor durumlarda belki de Ayla kaçar giderdi. Nur, onunla bağ kurmaktan, ona her an ulaşabileceğini bilmekten, ona içini dökebilmekten…bu dostluktan memnundu. Bu ikisi birbirini sevgili gibi önemserdi.

Çocuklukları beraber geçmişti, Ayla’nın oturduğu villa ormanın diğer yakasındaydı, hacizden arazi, ev satılmıştı. Babası temerrüde düşmüştü.

Ayla, onun baş ucuna geldi, başını okşadı, yanağını.

“Kalk dostum, akşam olacak. Gün bitmeden bir şeyler yapalım.”

Yanıt alamadı, onunla oynamaya başladı: Saçtan çekti, kulağa püfledi. Yanaktan ısırdı, hafif bir tokat attı: “Nerde hareket orada bereket.”

Nur, küfür etti.

“Çekil git; kaybol! Rahat bırak beni! İşin gücün yok mu senin?”

Ayla güldü, “işim sensin.”

Nur, gözünü açıp ona baktı, uykusu kaçmıştı.

“Esrar getirdim. Ayrıca eroin de var.”

“İyi bok yaptın, biraz daha bağır da annem duysun.”

Ayla, aptal aptal güldü.

Kalktı, aralık bıraktığı kapıyı örtüp yatağa geldi, ikisi de bağdaş kurmuş yan yana oturuyordu. Nur, gözlerindeki çapakları temizliyordu, kaşıntı olmuştu.

Bu yaz esrara başlamışlardı ve bir kez eroin kullanmışlardı. Sırf merak ve gençliğin verdiği dinamizm, neşe ve delilikten, can sıkıntısından, şu hep filmlerden bildikleri şeyler. Ama bu iş korkutucu gelmişti Nur’a. Bir kez kullanmış, görmüştü eroini, gerek yoktu, bu işin ölümcül şeye, bir korku koridoruna, bağımlılığa, yani diğerlerini sevdiklerini de girdap gibi okyanusun ya da hayatın en karanlık en cehennem derinlerine sürüklemesinden… ödü patlıyordu, değer verdiği şeyleri kaybetmek korkusu, uyuşturucuyla bir şeytana dönüşmek korkusu… tam olarak yoldan çıkmak ve toparlayamamak. Geri dönüşsüz bir yola girdin mi çıkamazsın. Böyle düşündü.

“O bokları kullanmayalım.” dedi Nur.

“Ben kullanırım, sen kullanma o zaman.”

“Sen de kullanma.”

Nur, tuvalete gitti, elini yüzünü yıkamak için.

Annenle konuşayım dedi Ayla, odadan çıktı, onun kıçına bir şamar attı. Nur ona küfür etti, orasına dokunulmasından hiç hoşlanmazdı. Ayla da onu sinir etmek için dokunurdu.

Nur şöyle düşündü: “Bu salak beni sonunda uyuşturucu bağımlısı yapacak, kullanmakta ısrar ederse sileceğim bu malı hayatımdan.”

“Malları ver?”

“Neden?”

“Tuvalete atacağım.”

“Ben atarım.”

“Seni döverim bak!”

Ayla, güldü ve gitti.

Şamatalı bir zamanda esrarla başladı, sonra eroin.

Bu iş çok canını sıkıyordu Nur’un, kendini suçlu hissediyordu, birini öldürmüş gibi, ailesinin uyuşturucu konusundaki düşüncelerini hatırlayınca onlara ihanet etmiş gibi hissediyordu kendini.

Evin temizlikçi kadını banyoyu temizliyordu, Nur, onu bekliyordu, “az işim kaldı” diyordu kadın ama işi bir türlü bitmiyordu, duş alacaktı Nur, bir ara baş kahramanı bu temizlikçi kadın olan roman yazmaya vermişti kendini, çünkü bu kadının hayatta kalma azmine, dürtülerine ve büyük mücadelesine hayran kalmıştı, sürekli kaybetmeye oynadığı halde nasıl kahkahalar atabilir, nasıl morali düzgün uyanabilir, berduş kocasına, dayak atan kocasına nasıl dayanabilir, çok tuhaf geliyordu kadının mücadele türü, acılar karşısında verdiği tepkileri, her günü bir işkenceydi, sık sık dayak yerdi, kocası çalışmazdı, parayı elinden alırdı, ve kadın dört ufak çocuğa bakardı, Ayşe hep dertle dolu biridir; ama hayatını neşeli bir filmmiş gibi anlatır, Nur’a garip gelen bu,

Nur, kadının annesiyle sohbetini dinlediği bir gün

bir fikir uyanmıştı içinde; sürekli acı çektirilen, süründürülen bu kadının hayattan ve insanlardan alacak intikamı varken neden almaz ki? Niye ötekilerin yaptıkları yanına kâr kalsın ki. Onun almayı bilmediği nefis, kırmızı dikenli balyoz gibi bir intikam vardı, kafası basmıyordu herhalde, çok iyi kalpli biriydi herhalde, çok salaktı belki de, ama salağa da benzemiyordu, çocuklar büyüsün, onun anasını belleyeceğim diyordu gülerek, sık sık derdi bunu, ha, bir bildiği var, salak değil bu kadın…İyi insanların almayı bilmedikleri ya da bir şekilde hiç almadıkları intikamı birileri almalı, birileri ah çekip durmamalı, bir patlama olmalı, bir büyük patlama, dev bir intikam, öyle sakinlik, bilgelik, sabır boş iş, kana kan, dişe diş, onlar yaptıklarını pahalıya ödemeli, bu işi öteki dünyaya bırakmak zalimlik, bu işi, çektirdikleri…onları Allah’a havale etmek büyük günah, onların yakasına yapışmalı, onları öldürmekten beter etmeli. Yumuşak insanları, iyi insanları ezerler, sömürürler, dünyaya bu kadar iyi insan fazla. İnsan sinirleniyor, insan o kişileri parçalamak istiyor, insan o ezilen kişiler için bir dünya savaşı başlatmak istiyor, insan yapılan haksızlıkları sindiremiyor, insanın yüreği, ruhu acıyor. Birileri o mağdurların, ezilenlerin sözcüsü, savaşçısı, gerillası olmalı, kan gövdeyi götürmeli, o insanların paramparça edilmesi şart. Şu temizlikçi kadının sükûnet dolu bakışları, hızlı elleri, büyük gülümsemesi, bir sürü şeyi gerçekten insanda olağanüstü bir evren, bir büyü uyandırıyor. Hırslandı Nur, kendini temizlikçi olarak hayal etmeye başladı, roman böyle gelişiyordu. Ayşe demişti, bir uygulama var, cep telefonunda bir yere basınca polis basan kadının tehlikede olduğunu anlıyor; ama ışık hızıyla gelmiyorlar, gelemiyorlar,

 

“ha, acıktım, şurada et döner yiyek öyle gidek” diye düşünüyor polis, bir işi çıkıyor, başka işi çıkıyor, uyuşuk, tembel, şişman, o an kadın öldürülecek, bu şuurla bakmıyor olaya, Ayşe diyor ki, “polis gelene kadar çiğ çiğ yer beni,” ama bir gün çok pis şeyler olacak;” mutfakta, salonda, evin her yerinde bazı şeyler bırakıyor, mesela mutfakta özel, sert bir tava hep bekliyor, bir çekiç, bir keser,

“Ya hanım, bu keserin işi ne mutfakta?”

“Ceviz kıracaktım da… tatlı için.”

Demir testeresi duruyor banyoda.

“Hanım, kafam güzel, bundan yanlış görmüş olabilirim, banyoda sanki demir testeresi gördüm?”

“Ha, o mu, borunun boktan ucunu kesecektim de.”

Başka bir gün; “hanım benim teneke kül tablası nerede? Deli oldum amına koyduğumun kül tablası nerde, tipini s.ktiğim.”

“Attım onu; bir boka yaramaz eğildi. Bak sana

Ne güzel yenisini aldım canımın içi, camdan.”

Adam eline alıyor kül tablasını; “Çok kalın tabanı var, adamın başını yarar bu.”

“Tabi yarar. Sağlamdır, sigara söndürmek için ilahtır. Eğilmez bükülmez. Geçenlerde o teneke kül tablasına bastım, yere düşmüş, eğildi bok. Ama cam eğilmez.”

“Hanım sen olmasan ne yapardım” diye başlar yalakalığa, aşkım, bir tanem.”

Mutfaktaki tava, adamın gözü döner de saldırırsa kullanmak için.

Banyodaki demir testeresi, cesedi parçalara ayırmak için, kemikleri süper keser demir testeresi.

Tavayla vurup bayılınca… mutfakta keser, kafasını patlatmak, onu öldürmek için…

“Hanım bu tornavidanın işi ne yatak odamızda, yastığın altında?”

“Ha, gardıropta bir vida çıktıydı da sıkıştırmak için, deli etti beni.”

Adam düşünüyor, korkuyor, hep bir yerlerde bazı aletler.

“Beni öldürecek mi yoksa?”

“Hanım senin beni seviyon mu?”

“Çocuklarımın babasının, kadın kocasını sevmez mi? Sen evimin direğisin hayatım.”

Yağım balım der, ertesi gün bir kamyon dayak atar.

Büyük bir tutarsızlık, organize bir manyaklık var bir yerde.

Eeee bir gün çok kötü şeyler olacak, bir yerlere bıçaklar, baltalar, satırlar saklasa…hakim karşısına çıktığında… savcı; “tasarlayarak adam öldürmekten cezalandırılmasını isteyecek

Mütalaasında,

 

bunun cezası çok ağır. Ama evin bir yerlerinde bazı aletler, mutfak malzemeleri olursa: “Bana saldırdı, beni öldürecekti, ben de o telaşla tavayı elime geçirdim… hakim bey.” ha, kendini savunma söz konusu olunca birini öldürsen bile hiç ceza almayabiliyorsun…

Bu temizlikçi kadın dahi, peki neden düzgün bir meslek yapmıyor, kafası zehir gibi çalışıyor, bir keresinde kocasının yemeğine fare zehri katmış, adam ölmedi, “dünkü yemek çok güzeldi, var mı?” dedi.

 

Kadın sevindi, “bu kez kesin ölür” diye düşündü, tavuk doldurmuş tabağı tepeleme.

“Sen neden yemiyorsun hayatım?”

“İşte yedim” dedi, masanın karşısında oturdu, sigara yaktı, az sonra gebereceksin” diye düşünüyordu, gözlerini ondan ayırmıyordu,

onun acı çekerek ölmesini büyük bir zevkle, onurla, şerefle, yüreği ferahlaya ferahlaya, hafifleye hafifleye, yepyeni bir zevkle, Tanrıça olur gibi efsanelerdeki… yeniden doğarcasına zevkle izleyecekti, eh, onca acı veren bu pisliğin ölümü böyle deli bir zevk verirdi, her salisesini yaşayacaktı, mutlulukla havaya uçacaktı. İnternet araştırmalarında siyanür içersen ne olur diye araştırma yapmıştı, karın ağrısı, kasılmalar, kıvranma, ağızdan gelen tükürük köpükleri…sorun siyanürü nerden bulacak…fare zehrini bulmak kolay,

bir keresinde bir dükkana girip soracakken kafasından şunlar geçti.

“hanım efendi siyanürü ne yapacaksınız?”

“G.tüme sokacağım. O. çocukluğu yapma da ver şunu, belimde silah var sıkarım.”

Dükkandan istediğini alıp çıkarken kaçar gibi hızlıydı.

Dükkan sahibi peşinden dışarı fırladı, yandaki dükkan sahibine:

“Ahmet ara polisi, deli karı vuracaktı beni.”

 

Fare zehri tespit edilse bile yalanı hazırdı, içki şişesine koymuştum, evi fareler basmıştı, bey şişeleri karıştırdı, oysa tembih etmiştim. Ah benim canım ciğerim kocacığım, evimin direği, çocuklarımın babası…” (ağlayarak)

Adam tavuklu pilavı yiyordu,

“Hanım neden öyle bakıyorsun?”

“Nasıl?”

“Beni yiyecekmiş gibi, beni çiğ çiğ yer gibi.

Neyin var?”

“Hazdan hayatım.”

“Bana beş yüz senedir hayatım dememiştin.”

“Çok seksisin şimdi.”

“Aaa! Neden?”

“Öyle, yemek yemen, bana bakışın.”

“Karı yapma ya” dedi gülerek, “kafan mı güzel?”

“Şu an orgazm oluyorum, sana tecavüz ettiğimi hayal ediyorum.”

Adam bastı kahkahayı.

Masada kapta on ekşi elma vardı, kadın birini aldı, başladı yemeye.

Adam, yemeği bitirmişti. Benim karı kafayı üşüttü, onu doktora götürsem iyi olacak” diye düşünüyordu.

“Ben de yiyeyim bir tane” dedi, bir elma aldı kaptan, beşinci elmaya ulaşmıştı. Birbirlerini kesiyorlardı.

Kadından korkuyordu ama engel olamıyordu kendine: “Hadi gel yatak odasına giderim, sevişelim.”

Kadın düşünüyordu; “herhalde orada gebermeye başlar.”

“Sen git; ben balkonda bir sigara içip geleceğim.”

Adam, yatak odasına gitti.

Kadın, sigarası bitince yatak odasına gülümseyerek giderken onu yatakta can çekişirken bulacağını hayal ediyordu.

“O da nedir, adam çırılçıplak, gece lambası yanmakta. Adam malını eline almış, pis pis sırıtıyor. Ne çirkin bir yaratık bu, öldürülesice, lanet!

“Hanım, gelmeni iple çektim.”

“Sen dur” dedi, öfkeyle mutfağa yöneldi, oklava ve ekmek bıçağını alıp geldi.

“Karı neler oluyor? Vay am.na koyim!”

“Çılgın bir fantezi parladı beynimde, sana bıçak ve sopa zoruyla tecavüz edeceğim, seni o. çocuğu! Uzan ibne, g.tveren pislik, adi şeytan, s.kik! İbnesin lan sen!”

Adam, güldü korkuyla: “Ya karı ağzını da iyice bozdun, ibne deme bana! Abarttın!”

Kadın; “bu herifi gebertcem bu gece” diye düşünüyordu, çok öfkeliydi, fare zehri neden etkisini göstermemişti, çok katmıştı üstelik. Balla sosla gizlemişti zehri.

Oklavayı birkaç kez indirdi, başa, sağ omza, çeneye, dizlere.

“Vay am.nı sikt.ğim neler oluyor, karı s.ktin beni, az dur canım çok yandı.” Acıyan yerlerini ovuşturmaya başlamıştı.

Kadın ise kendini kaybedercesine vurmaya başladı.

S.kerim böyle çılgın fantaziyi dur karı, mahvoldum!”

Kadın, bıçağı eline aldı.

“Uzan lan, pislik herif, tipini s.ktiğim. O göbeğinin amına koyacağım lan, uzan, g.tlek pislik, ucube!”

Adam, gülmeye başladı.

“Karı sen hiç böyle konuşmazdın, bir yaşıma daha girdim, kafa hapı mı içtin ne ettin? Uzak dur benden!”

Kadın, bıçağı savurmaya başladı. Adam bilekten yakaladı, onu yatağa savurdu, bıçak yere düştü, adam onu öpmeye başladı, kadın karşı koyuyordu, adam bir tecavüzcü gibiydi, kan ter içinde sevişmeye başlamışlardı.

 

O gece kadın onunla evlendiği ilk gecekinden kat be kat büyük bir haz aldı, mutluluktan galaksiler ötesine gitti sanki, inanılmazdı, sevişme sonrası sigara içiyorlardı, adam da ilk kez böyle deli ve hırçın bir zevk almıştı.

Kadın şöyle düşünüyordu; “ben bu adamı öldürmeyeyim, çok güzel seviştik, dövse de sövse de katlanayım, nerden bulurum böyle sevişen adamı, dayağını yesem de katil olmaya değmez.”

Sonra adam horlayarak uyumaya başladı, kadın bıçağı eline aldı, “fare zehri neden etkisini göstermedi?” diye düşündü, “sabaha ölür herhalde, “ölürse son gecemiz muhteşemdi”

Güldü içinden.

 

Sabah adam erken kalkıp kahvaltı hazırladı kadına, hayretler içinde kaldı kadın, adam hiç böyle yapmazdı. Bir rüya gördüm diye söze başladı: “Farelerle dolu bir şehirde yalın ayak geziyordum, fareler insan gibi konuşuyordu, fareler insan gibi şehri ele geçirmişti, otobüse biniyordum, şoför yaşlı biri fareydi. ‘Adam ol yoksa çükünü keserim’ dedi bana.

‘Sen deli misin?’ dedim.

‘Yok ama sen anana küfür ettirecek hareketler yapıyorsun her yerde. S.kecekler belanı, ananı.’

‘Tamam abi’ dedim, ‘adam olacağım. Kötü şeyler yapmayacağım, tövbe.’

‘Geç s.ktir ol git arkaya otur. Tövbeymiş, göt herif. Hep tövbeni bozuyorsun, bu kaçınca bok herif!?’

‘Peki baba, özür.’

 

‘Arkada güzel kızlar var yamuk yapma. G.tüne matkapla yepyeni delikler açarım bak!’

Adam dönüp baktı yolculara: ‘e hepsi fare, bunların nesine bakayım ya!?’’

‘Lan senden iyi fare mi var bu otobüste?’ dedi şoför, ‘Siktir git otur lan!’

‘Peki baba’ dedi.

‘Daha ne duruyorsun geçsene arkaya, karısını siktiğimin paçozu!’

‘Ee yetti be!’ diyerek parladı, ‘sen ne biçim şoförsün lan s.kerim seni bak fare! Seni çalıştığın kuruma, amirine, her yere şikayet edeceğim.’

Fare atak yaptı ve onu boynundan ısırdı, adam acıyla rüyadan uyandı.

 

Kadın korktu, “Allah bu işi istemiyor” diye düşündü, kocasını öldürmemeye karar verdi, evini temizlediği doktora sordu, “arkadaşımın birinin kocası uyuşturucu bağımlısı, kadın onun yemeğine fare zehri katmış” diye başladı anlatmaya.

Doktor şöyle cevap verdi: “kocan ölmedi çünkü elma yedi, elmadaki asitler fare zehrini parçaladı ve etkisini yok etti. Bence bir daha yapma, belasını başkasından bulsun, ya da

boşanmak için mahkemeye başvur.”

 

 

 

Nur, yazdığı bu romanda temizlikçi kadının bu anlattıklarını kendi başından geçen olaylar gibi anlatmıştı, bu büyük bir haz vermişti ona, savaşma gücü olmayan ya da doğru taktikleri uygulayamayan birinin acı çığlığını duyup gerekeni yapmak, ezilenin sesine ses vermek genlerimize işlenmiş merhamet. Bazısı temizlikçi kadına tecavüz etmek ister, bazısı kandırıp yatağa atmak, bazısı az para verir, bazısı cinsel tacizde bulunur, bazısı para karşılığında cinsel ilişki talebinde bulunur, Ayşe bir gün bir müşterisinden söz etmişti, yaşlı adam ona şöyle demiş temizlik yaptığı sırada:

“İşini çok güzel yapıyorsun Ayşe, sana hayranım, biliyorsun karı göçtü gitti, kadınlar paramın peşinde, bu eve girip çıkan tek kadınsın, için temiz, çok namuslusun, şerefsizlik hiç yapmazsın, senle evlenmek isterdim; evlisin ama; ya güzelim, sana para versem, az buz değil ama, ihtiyaçlarını giderirsin, bir gece birlikte olsak, kusura bakma, bunu dediğim için uyanıyorum kendimden.”

“Şeref bey seni severim, bunu duymamış olayım. Bekar olsam dediğini bayıla bayıla yapardım ya. Güldü.

Özür dilerim.” Yaşlı adam onay almış gibi sevindi, mutlu oldu, ben bir kahve daha yapayım. Çocukların nasıl bu arada?”

“Çocuklarım bir büyüsün, bir liseyi bitirsinler, yüksek okula başlasınlar…” Böyle avutuyor kendini, kandırıyor, belki de en doğrusu bu, kendisi hapse girse ne olur çocuklar? Yetiştirme yurtlarına verilirler, oralar tekin yerler değil. Temizlikçi kadın evini temizlediği bir kadından para yerine üç çuval patates almıştı, o kadar sevinmişti ki buna, ufak çocuklar özellikle sabahları, Cumartesi ve Pazar sabahları; “patates kızart” diye söyler, adeta isyan ederlerdi, arada özellikle hafta sonları (kendisi de doğayı sevdiği için) onları ormana ya da ormanlık yerlere, park gibi yerlere pikniğe götürürdü, komşu kadın ve ailesiyle, bir kamyoneti vardı komşu adamın. Ayşe doğada huzur bulurdu, bütün sorunlardan, can sıkan şeylerden uzaklaşırdı, yeşil gördü mü iyi hissederdi, “köyde bir yerim olsa” diye düşünürdü, bunun hayalini kurardı, köyde bir yer almak hayaliydi, emekli olunca. Şimdilik bu imkansız bir hayaldi, şimdi sgk primlerini ödemek için çırpınır dururdu, bir ölüm kalım savaşı veriyordu, kişisel zevkler bekleyebilirdi.

Çocuklarıyla huzur bulurdu, ama bu huzuru aniden darmadağın eden şeytani bir şey vardı, aniden patlak verirdi. Dayağı yerdi sebepli ya da sebepsiz, hayatın ve geçim zorluğu değildi mesele, huzur kaçıran, insanın dengesini bozan, insanı kötü şeyler yapmaya iten o adi kocasıydı meselesi. Hayatında eşe duyulan aşk ve sevgi çoktan kaybolmuştu, kadınsal hazlar…ve o yaz akşamı; “çocuklar ne yapıyordur evde? Karınları açtır, ne pişirsem, makarna? Peynir zeytin ve çayla ve dünden kalma az yemekle idare etmişlerdir” diye düşünüp (yüzünde oluşan berrak bir tebessümle onlara kavuşacağı için mutlu ama yorgun argın eve ilerliyordu, yüksek tv sesi, ve kavga sesleri, kapıyı çaldı, duyan olmadı, anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi, çocukların birine bir şamar, ötekinin kıçına terlikle ve bir diğerinin kıçına iri bir çimdik attı, çocuklar biraz ağlayıp sukuneti buldu ve barış içinde tv başındaydılar, tv kanalı seçimi yüzünden kavga etmişlerdi, “sizin istediğiniz kanal değil; benim istediğim kanal” deyip haberleri açmıştı. Üstünü başını çıkarıp tuvalete oradan da banyoya girmiş, sonra çocuklarla halleşmeye başlamıştı, “patates kızart” diye tutturmuştu çocuklar, balkondaki patateslerden bir miktar alacaktı, patates çuvalları yoktu, beyninden vurulmuş gibi kötü hissetti, dehşet bir hayal kırıklığı, biri mi çalmıştı patatesleri, ev birinci kat, biri çalmış olabilir, kocasına soracaktı, onu aradı cep telefonuyla, karşı taraf cevap vermedi, makarna yapma işine koyulurken söyleniyordu, “nerde patatesler?” Çocuklara sordu.

“Anne, sen işe gittikten sonra babam geldi.”

Kocası eve gelir, yatar, ya birkaç gün evden çıkmaz ya da biraz uyuyup gider, günlerce eve dönmezdi. Ortadan kaybolurdu, alabilirse kadından para alırdı. Uyuşturucu ya da içki tesirinde olurdu eve geldiğinde.

“Patates kızartıp yedi, biz istedik kovaladı bizi.”

Ertesi gün Ayşe evden çıkmış işe gidiyordu, otobüs durağına doğru, yolda bir komşusuyla karşılaştı, elinde ekmek poşeti olan kadın şöyle dedi: “Ayşe Allah razı olsun sizden, Şaban dün üç çuval patates getirdi, o kadar iyi oldu ki, evde yiyecek hiçbir şey yoktu, dolap bomboştu, komşu çökelek vermişti, çöpün yanından marketin attığı kırık yumurtalar vardı bir koli, çökelekli yumurta yaptım, patates kızarttım, çocuklar bayıla bayıla yediler, o sapsarı patatesler muhteşemdi kız. Senin kocan olacak şu Şaban bokun teki diye düşünürdüm, alakası yokmuş, kapıya geldim seni sordum, evde yok, işte olmalı dedi, buyur abla, patates istedim, bana üç çuval verdi, çok dedim bize üç çuval gelecek” dedi, çok teşekkür ederim size.”

“Ne demek canım.”

Kadının kocası uyuşturucu satmaktan hapisteydi, onun da dört çocuğu vardı, yatalak kaynanasına bakardı. Harabe gibi bir evde yaşıyordu.

Ayşe, içinden ağlayarak, içi kan ağlayarak oradan uzaklaştı, şöyle düşünüyordu: “Be o. çocuğu vereceksin madem bir çuval ver, hepsini neden verirsin ki!”

İşe gitti ama nasıl bir kafayla, o kocayı dişleriyle ısırıp parçalamak istiyordu, onu dilim dilim kesmek, onu bıçakla delip deşik ederek inletmek, öküz bir gibi bağırtmak istiyordu, sosyetik genç bir kadının evine temizlik yapıyordu, kadın Ayşe’nin temizlediği yerleri kontrole geliyor, aynı yeri tekrar silmesini istiyordu, içeri gidiyor, odasında bilgisayar masasına kuruluyor kırmızı ojeli parmaklarıyla, biriyle yazışıyor, “ah yapma aşkım!” diyor, şuh kahkahalar atıyor, ve yine geliyor Ayşe’nin geçtiği yerleri inceliyor, “burayı bir daha sil lütfen.” Kuruntulu biri belli ki, Ayşe’yi tanımıyor, tanısa böyle demek herhalde, temizlenmiş yeri tekrar sildiriyor, Ayşe kadına patlamamak için kendini zor tutuyordu, bu kadınla ilk işi, gerginlik çıkarsa, ekmeğinden olur, kadın onu bir daha çağırmaz, ayrıca bu işi ayarlayan arkadaşına da ayıp etmiş olur, dişlerini sıkıyor, kocasını öldürme hayalleri kuruyor, elinde bir iri bıçak hayal ediyor mesela ve kocasının çocuklarının nimetini o koca üç çuval patatesi başkasına verdiği aklına gelince delirecek gibi oluyordu, düşünüp duruyordu, o patatesleri eve zor getirmişti, yabandaki vahşi aslanı ya da bir leoparı veya impalayı kafese koyup eve getirmek ne kadar zorsa, o üç çuvalı eve getirmek de kat be kat zor olmuştu.

tanımadığı çok adamlardan yardım almıştı, otobüse birkaç kişi taşımıştı çuvalları, indirirken başkaları, eve ise komşudan ödünç el arabası alıp taşımıştı. El arabasına çuvalları yüklemek için de yardım almıştı.

Ayrıca otobüs şoförüne dil dökmese çuvalları eve getirmek için başka bir yol bulmak zorunda kalacaktı. “Bir çuval olabilirdi; ama üç çuval çok fazla” demişti şoför.

Sonra. Patatesler evde, ne mutluydu! Gece başını yastığa koyunca ne güzel hayaller kurmuştu, 3 ay yeterdi bu patates onlara, haşlama yapardı, kıymalı patates yemeği yapardı, patates salatası yapardı, tavuklu patates yapardı, türlü yapardı, of of! Yemek tariflerinin olmazsa olmaz sebzesi patates! İşe gidip geliyor, en çok işte başının etrafında sanki sihirli bir hare gibi patatesler duruyordu, bu patates meselesini düşünmeden edemiyordu, bu saçma meseleyi unutmaya çalışıyordu, “patatesler benim nasibim değilmiş” diye düşünüp kendini teselli ediyordu. O günlerin birinde temizlik yaptığı evde bir delirtme hali gelmişti üstüne, bir öfke nöbeti,

perdeleri çekip yırtma isteği, masa örtülerini parçalamak, vazoları eşyaları… İşi bıraktı, balkona geçti oturdu, sigara yaktı, gelip geçenleri seyrediyordu, dur kızım, sakin ol, kafanı dağıt, düşünme,  ev sahibi kadın yanına geldi; “cancağızım neyin var, işi bıraktın?” Kadına ters ters baktı, kadın anladı hatasını; “tamamdır iki kahve yapıp geliyorum, sen dinlen.”

 

Genç kızlar mutfağa geçti. Evin annesi Nimet mısır ekmeği pişirecekti.

“Ekmek pişirme işini öğrenmeye ne dersiniz.

“Sonra anne, bize yiyecek bir şeyler versen.”

Ama kızım, evlenince lazım olur, kocanız bayılır buna, sizi deli gibi sever, güzel ekmek yaparsanız size aşkı bitmez.

Nimet, çay doldurdu bardaklara, dolaptan kahvaltılık yiyecekleri çıkarıp koydu masaya.

Nimet son zamanlarda evde ekmek yapma işine merak sarmıştı, yoga yapmayı çok severdi ve yemek yapmayı. Entel dantel takılmayı…Elinde sürekli bir kitap olurdu…

Genç kızlar kahvaltı yaptıktan sonra bir süre havuzda yüzüp şakalaştılar. Havuz yanındaki masada hasır şapkaları takmışlar, soğuk içeceklerini içiyorlardı.

Nur sordu: “Eroini kimden aldın?”

“Hakan’dan.”

“At onu.”

“Son kez kullanacağım.”

“Bağımlı olacaksın, mahvolacaksın.”

“Biz hiçbir şeyin bağımlısı olmayız Nur, esrar içmediğimizde onu aramıyoruz ki. Bu hayatta kafamıza eseni yapamazsak yaşamanın ne anlamı var. Cesur ol.”

“Eroini sen mi istedin Hakan’dan?”

“Yok.”

“Para verdin mi?”

“Hayır.”

“Bence ondan uzak dur,

“Muhabbet açıldı, öyle aldım.”

“Bir gün içeri girecek.”

“Bizi ilgilendirmez.”

“Geberip gitse iyi olacak, esrara da onun yüzden başladık.

Ayla, güldü.

“Bir gün ne yapmak isterim biliyor musun?”

“Ne?”

“Gece apartmanların arasında geçeceği köşe başında karanlıkta saklanıp yüzüne tahta ile vurmak.”

“Neden?”

“O bunu hak ediyor. İnsanları zehirleyip yoldan çıkarıyor.”

Sonra sırayla tramplenden havuza atlamaya karar verdiler. Her atlayan atlamadan önce çığlık attı, çünkü yükseklik korkutucuydu, 15 metre sarsar insanı.

 

 

 

Hakan, çok sevdikleri kız arkadaşlarının en büyük abisiydi, 30 yaşında, yurt dışında eğitim alıp gelmiş, bir takım işlere bakmış beğenmemiş, simyah bir motorla gezer, saç sakal uzun, kötümser biri, ülkeyi eleştirip yerden yere vurur, örgütlenmeden, solculuktan dem vurur, eylemlerin gerekliliğinden güzelliğinden. Sürekli olumsuz biriydi, ezilen toplum ona göre eylemler yaparak kurtulacaktır sahtekar siyasetçiden,  isyan ederek, örgütlenerek. ve Hakan her gün içer, yapılı biri, rüya gibi geliyordu başta Nur’a, çok seksi ve güzel adam. Ayrıca onun olumsuz düşüncelerini de çekici ve seksi buluyordu, o sıralar onların evinde esrar kullanmaya başladılar, Hakan; “denemek ister misiniz?” diye sormuştu, o zaman Nur ona hayrandı, ona hastaydı, onu hiç tanımıyordu ama, çığlık gibi mavi gözleri vardı, dişleri beyaz, sarı uzun saçları var, sürekli siyah giyer, siyah bandana takar, şiir yazıp durur, güzel şiirler yazar, ses tonu çok yumuşak ve tatlı. Bakışları parlak, canlı ve sevgiyle ışıldıyor. Karanlık hatta zifiri sokakta kırsalda bir sokak lambası gibi geliyordu ona Hakan, onunla sevgili olmak, olmasa bile onunla can cana, kan kana olmak istiyordu. Ama Hakan’ı tanıdıkça onun tekin biri olmadığını anlamıştı. Onu güzel bir abi sanırdı, çok bilgili, erdemli, örnek şeyler yapan, ama Hakan’ı tanıdıkça onun of biri, dev bir saçmalık olduğunu anlamıştı. Hakan kibirli bir pislikti, çevresindekileri etkilemek için her şeyi yapardı,

Hakan can sıkan, iç karartan biriydi.

Ayrıca babası da Hakan’dan hiç hoşlanmazdı, bir kez Hakan’ı aralarında görmüştü babası. Sonra sormuştu.

“Bu tipten uzak dur” demişti.

İdris, onun esrar kullandığını yüzünden ve kokusundan anlamıştı.

“Keş bu, seni yoldan çıkarır.”

“Yok baba, iyi biri o.”

(o zamanlar Hakan’ı hiç tanımıyordu)

“Dediğim neyse o. Ondan uzak dur diyorum.     

“Onu tanısan çok seversin.”

“Akreple dost ol ama bu adamı yanına yanaştırma.”

“Öyle olsun.”

“Sevdiğin, evleneceğin kişi olduğunda eve getir, tanışırız.”

“Peki.”

“Ama bence onu fiziken dövmesen de lafla döversin.”

“Yaramaz biriyse elbette.”

“Çevrende uyuşturucu bağımlısı biri var mı?”

“Yok.”

“Hiç mi yok?”

“Yok tabi.”

“Atma” dedi gülerek, “seni bağımlı yapmalarına izin verme.

“Vermem.”

 

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Nur, gece erken yattı, renkli ve uçuk odasında.

O serin gece bilgisayarında, cep telefonunda değerli bir şey bulamadı, bir kitap açtı; onu da okuyamadı. Ruhunun can sıkıntısı eritecek, kalbine güzel bir şey katacak hiçbir şey bulamadı, düşündü taradı tarttı ama bulamadı, bilgisayarda, nette kötü bir film izledi yarısına kadar. Sonra ışıkları kapatıp karanlıkta düşüncelere daldı. Uykuya dalarken evi terk edip izini kaybettirip bir şehirde garson olarak çalışmaya başladığını hayal ediyordu, bu delice hayal onu mutlu ediyordu, belki de öyle yaparsa yaşamı bambaşka olurdu, özgür olurdu, sonra bu hayalin içine şeytani tipler girdi, onlarla uyuşturucu kullanmaya başlar, bağımlı olur, onlardan biri ona tecavüz edip öldürürdü, yani o hayatta özgürlük filan yoktu, garson olarak çalışmaya dayanamazdı ki. En kötü işlerden biridir garsonluk, yorucudur, eh, insanın gecenin bir yarısı canı sıkılınca evden bağımsız olmaya dair uçuk hayal gözüne hoş gelebiliyor, para kazanmak zordu hayatta ve şimdilik baba parası yiyordu, babasının dedikleri oluyordu, çalışmadan da ölene dek yaşayabilse güzel olurdu. Öte yandan çalışan, dişiyle tırnağıyla mücadele eden kızları hayal etti, onlar fakirdi, kuaförde çalışırlardı, pazarlarda sebze satarlardı, kasiyer olurlar, her türlü zorlu işe dalarlardı. “Keşke onlarda olan azim bende de olsa” diye düşündü. Tek başına yaşamayı hayal etti, üniversite okuduğu şehirde, babası para yolluyor, eve arkadaşlarıyla dolup taşıyor, sık sık parti yapıyor, bir parti gecesi babası aniden kapıyı çalıyor, yok, böyle bir şey gerçekleşemez, babası kaç para yollarsa hesabını sorar, eve arkadaşlarını dolduramaz. Babası zaten onu yurda yerleştirir, üniversiteyi kazanırsa… Dişli bir kız olmak isterdi, en ufak sıkıntılarda ağlamayan, ya da kendini öldürmeyi düşünmeyen, demir gibi kızlar vardı hayatta, bazılarını tanımıştı, biri yolda laf atınca karşı tarafı doğduğuna pişman eden kızlar, oysa kendisi ne diyeceğini şaşırır, utanır, korkar. Çeşitli sapıkların, otoritelerin, geri kalmışlıkların erişemediği eğemediği eritemediği ve bükemediği kızlar, sanatsal kızlar. Çingene ruhlular. Hiçbir yere bağlı olmayı sevmeyen kızlar.  Kim vardı hayatında gerçek bir dost. Ayla vardı, Ayla da bazen çok şapşaldı, malca şeyler yapardı, ama matraktı. Gülümsedi içinden, Ayla geldi gözlerinin önüne, onu gördüğü son haliyle, içten ve büyük gülümsemesiyle. Böylece hissettiği can sıkıntısı, boşluk duygusu, mutsuzluk hissi birden kayboldu.

Sabah uyanınca enerjisi yerine gelmişti, dinamik hissediyordu, “iyi ki bu aileye sahibim” diye düşündü. Herkesten erken kalkmıştı, ilginç bir fikir uyandı kafasında, bikinisi açılınca bir yeri kopunca alt kısmında…çıkardı hepsini, yüzme havuzunda yüzmeye başladı, su soğuktu, kısa bir süre sonra çok üşüyerek havuzdan çıkıp hemen üstünü giydi. Kendisine tost yapacaktı, babası kalkmıştı, “ben yaparım” dedi, kahvaltı hazırladı, babasıyla kahvaltı yaptı. Sonra babasıyla şakalaşıp durdu.

“Seni gezdireyim” dedi babası, çok güzel bir yere gideceğiz.”

İdris onu iş yerine, fabrikaya getirdi. Babası onu çalışma gerçeklerini, ekmek parası kazanmanın zorluklarını görsün diye getirmişti. Nur, kandırıldı için kızgındı. Ama sonra hep burasını merak ettiğini hatırladı, ufak yaştan beri.

İş yeri şehirden uzakta, ıssız bir alandaydı, devasa bir alandı burası, yapı, banyo aksesuarları üreten şirketti, duşa kabin. Her çeşit duşa kabin üreten uluslararası bir şirketti bu.

Nur, babasıyla büroya geçti, babası bilgisayarını açarken iki çay geldi, çaycı kadın çayları bırakırken İdris kızını çaycı kadınla tanıştırdı, kısa bir sohbet oldu, şişman bir çalışan kapıyı çalıp içeri girdi, İdris’i bir iş için atölyeye çağırıyorlardı. Nur büroda yalnız kalınca orayı burayı karıştırdı ufak çocuk gibi. Çayı içti. O şişman atletli adam geldi, “sizi fabrikada gezdirmekle görevlendirildim, buyurun gelin.”

Nur içinden garipsedi durumu: “Başbakan geldi sanki.” diye düşündü.

“Gerek yok abi. Ben kafama göre takılırım.”

“Var var sen gel. Baban çok ciddiydi.”

“Sen git ben gelirim, çayım bitsin.”

Çayını içti, aralık kapıdan baktı, şişman adam görünürdü yoktu, Nur süratle oradan uzaklaştı. Şarkı mırıldanarak ilerliyordu, fabrikanın arkasına ilerledi, 20 yaşlarında bir işçi yaşlı bir adamla tahta paletleri yüklüyordu kamyonete. “Cahil ve acınası fakirler…” diye düşündü, al birini vur ötekine, sürekli şükür edeceklerine, din sömürüsü yapan siyasetçileri iktidara getirmeseler…Din denen şey fakirlerin avuntusudur. Hayattaki zorluklar ve belalar karşısında insanların kendilerini teskin etme biçimi, kandırma, oyalama. Bu fakirler akıllarını kullanabilse kendi işlerini kurabilirler ya da düşük ücretle köle gibi çalıştırılmalarına izin vermezler, örgütlenirler; ama bunlar dinle kendilerini uyuşturuyorlar, din bir afyondur. İradeleri din denen şeyle esir alınmıştır şuurları. Bunların kafası kesik ve ortalıkta dolaşabilen tavuklardan farkı yoktur. Kafaları kesiktir; ama ölmezler, kafaları dinle zehirlenip imha edilmiştir akılları, fikir ve düşünceleri, aside batırılmış gibi. Sahilde dondurmacıda çalışan bir genç kız görmüştü, siyah önlüklü, öğle sıcağında izin alıp sigara içmeye çıkmıştı sahildeki çam ağacının altında sigara içiyordu çimene bağdaş kurmuş, çok kısaydı vakti, çok çabuk geçerdi, çevreyi izlerdi, ne düşünürdü, bu kız hayatı boyunca bazı üçkağıtçı işverenlerin kölesi olarak kalacaktı, herkes onu bir parça sömürecek, herkes onun ruhundan bir parça koparacaktı, bu alçak sömürü düzeniyle savaşma taktiği yoksa, ya dişiyle tırnağıyla okuyacak, ya kendine bir iş kuracak devletten aldığı kredi ya da hibe desteğiyle. Nur bu genç kızdan dondurma almış, işe sigara molası veren kızı seyretmişti, onun iç dünyasını, kafasının içinden geçenleri merak etmişti.

Şimdi şurada iş yapan genç adam ve yaşlı adam işte o ömürleri boyunca sömürülecek olanlardı.

 

Yaşlı adam; “yoruldum” deyip gitti, çay vakti geldi.

“Dayı, yarım saat var, İdris abi götünü keser.”

“Belim ağrıdı.”

“Hep böyle yapıyorsun dayı, düşmanını sikeceğim bak!”

“Gel benle, takma kafanı, hızlı çalışırız bitiririz.”

Şener, işi tek başına yapmakta zorlanıyordu.

“Yardım edeyim” dedi kız, malzeme yığını ardından çıktı.

Genç adam şaşırdı, “senin burada ne işin var” diyecekti, ses etmedi, arada bazı konuklar aileleriyle gelirdi fabrikaya, iş görüşmesi için ya da İdris onlara mangal yakardı. Fabrikanın dışında öyle bir yer ayarlamıştı, konuk evi diye. Burada bağ evi gibi ağaçlı çiçekli bir yerdi, cennetten bir parça gibi.

O büyük kalıplı şişman adam geldi:

“Ya Şener, misafire iş yaptırıyorsun, oldu mu, senin uyuz” dedi, enseye bir şamar attı. Şaka maka ama sert bir tokattı. Coşkuya kapılmış, ayarlayamamış tokat derecisini.

“Şener çok kızmıştı: “Senin ben…!” dedi. Küfür edecekti nerdeyse…

Düşecek gibi olmuştu.

“Ne dedin?”

“Bir şey yok, kendisi yardım etmek istedi. Ben de ses etmedim.”

“Patronun kızı gelmiş; iş yaptırıyorsun; hiç olmadı.

“Kusura bakma bayan. Çocuk cahil.”

“Ne bayanı!” dedi, “genç kızım, bayan değil. Karışmayın işimize.”

Şişman adam; “siz bilirsiniz, küçük hanım, devam edin çalışmaya, ben karışmam. Ama bir yerinizi sakatlamayın da iş yapayım derken.”

Şener, “çok iyi dedin” diye düşündü, genç kıza minnettarlıkla baktı. O sırada kız şöyle dedi gülüp:

“Bana Nur diyebilirsin. Molozun teki. Aldırma.”

Az sonra; “yoruldum” dedi genç kız, “oturalım, içecek yok mu, bir şeyler içelim.”

Yan yana oturdular iki paletin üstünde, karşıda güneş ve ve ekili tarlalar vardı.

“Bu iş zor; nasıl katlanıyorsun buna?”

“Bana öyle gelmiyor, çok daha zorlarını gördüm.”

“Sigara yakmayacak mısın?”

Şener şaşırdı, paketi çıkardı; ama gen kız ondan hızlıydı; “buradan yak.”

“Arada tek tük içerim; ama babam görmese iyi olur.” Güldü.

Şener genç kızın güzel parfüm kokusunu duyuyordu,

Zengin adamların kızlarının kibirli olduğunu bilirdi, ama bu kız başkaydı. Kızın sigara içişi çocukçaydı, belli ki birilerine özeniyordu, adam yerine koyulmak gibi bir şeydi bu onun için.

“Okul durumların olmadı mı?”

“Çocukluktan beri ailemin geçimine katlı olsun diye çalışıyorum. Mecburen, kardeşlerim var. Babamın kazandığı yetmiyordu, sonra öldü babam. Tabi bir ara okuyamadık diye ezik hissettim, sonra büyüdük, ayının ya da erkek aslanın ağzından ekmeğini alabilirim, yapamayacağım iş yok.”

Sohbet tatlı tatlı ilerlerken arkadan sessizce yanaştı yaşlı adam; enseye bir şamar attı.

Genç adamın öfkeden yüzü kızardı ve acıdan ensesi.

Yaşlı adam sigarasından çekti; “oğlum domates gibi kızardın, neyin var?”

“Yavaş ol dayı, çok sert vurdun.”

“Burada oturmuş muhabbet ediyorsun, iş bitmemiş.”

“Çekil şuradan pis kokulu seni! Hanımefendiyi rahatsız etme, leş gibi ter kokuyorsun, yüz metreden adamı kokunla imha edersin, pislik torbası, git banyo yap be, uzaklaş.”

“Dayı, kızıyorum ama!”

Yaşlı adam güldü, yaşlıydı ama dinç ve kıvraktı.

“Bu var ya,” dedi yaşlı adam, “çok açlık çekmişler, bir keresinde bahçede kirpi bulmuşlar anne biz buna bakalım çok sevimli, anne ertesi gün akşam kirpiyi kesip patatesle haşlayıp önlerine koymuş. Çocuklar kirpiyi sormuş sonra, annesi de şöyle demiş: Ailesini özledi çekti gitti… Ha, bir şey daha anlarayım, Şener, pazarda ayakkabı boyacılığı yapmaya çalışıyordu, iş yaptığı yok, acıdım buna, buraya işe soktum onu, sayemde rahat etti.”

Şener, ters ters yaşlı adama bakıyordu: “Dayı bitti mi lafın?”

“Bitti, siz kalkın gidin çay için, kalan işi ben yaparım.”

 “Tamam dayı.”

“Ama dur, bir şey daha diyeceğim. Kızım bak bunun babası var ya, yetmiş yaşında bir kocakarıya gitti, kocakarının ağzında iki diş kalmış tavşan gibi, ön düşler, bumburuşuk suratı bir kadın, neden ona gitti, kocakarının evi tarlaları vardı parası. Çocuğu çoluğu yüz üstü bırakıp gitti, ben, mahalleli sahip çıktık bunun ailesine.”

“Of dayı ya, girmesen özel meselelerime.”

Genç adam genç kızla ilerliyordu.

“Dayıyı karısı evden attı, bunak bir kadın, git çalış bir şeyler yap diye, arada fena aksileşen bir karısı var, kavgacı. Dayı bizim mahalleden, plastik toplayıp satmaya çalışıyordu, patrona dedim, anlattım, sonra onun çalışmasına baktı ve onu işe aldı.”

“Kirpi yediğin doğru mu?”

“Evet, beş altı kez yedik.”

Konuk evinin oraya geldiler, çay, poğaça aldılar,

Sohbet burada devam ediyordu bir ağacın altında.

Şener dedi ki: “Kendimi bildim bile çalışıyorum, okusam ne güzel olurdu, büyüyünce iş değişir, kendimi kurarım dedim, ama yine imanım gevreyene kadar çalıştırdılar, ve paramı tam vermediler.”

“İmanı gevreyene kadar da nedir?”

Şener şaşırdı: “Sen bunun anlamını bilmiyor musun?” Güldü. Bunu bilmiyorsan…sustu, “çok boş kafalısın” diye düşündü.

Şöyle dedi ona donmuş gibi bakan kıza: “Öyle şeyleri bilmezsen düzgün bir tavır, bakış açısı geliştiremezsin.”

“Ya şey… biliyordum da hatırlayamadım birden.”

“İman nedir?”

Genç kız başını başka tarafa çevirdi sinirle: “Bana böyle sorular sorma!”

“Yoksa sen imansız mısın?” Güldü.

Genç kızın dinle arası yok. Hiç inancı yoktu.

“Fakirler Allah’a inanır, zenginler ise paraya.” diyecekti, diyemezdi, karşısındaki de fakirdi.

“Konuyu değiştirsek? Can sıkıcı bir tartışmaya girmek istemiyorum.”

“Neden?”

“Kalbini kırarım.”

“Canını sıkma, inançsız dostlarım da var, istediğin gibi takılabilirsin. Seni yargılamam.”

“Ben kirpilere inanıyorum ve sen onları yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”

Sırıttı: “Annem işte, ne yaparsın. O zavallı kirpiyle annemi ben tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu ameliyat edelim düzeltelim demiştim, annem ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi alıp mutfağa götürmüştü, sonra onu arka bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini yıllar sonra anladım.”

“Evde yiyecek yok muydu?”

“Zeytin ekmek vardı sadece. Et yemiyorduk uzun süredir. Ama çok üzüldüm, kirpicik sevinçle, kıpır kıpır dolanıyordu bahçede ve ben ona ekmek parçası atıp kandırdım, elime alıştırdım.”

Tabi Nur bu sözleri çaktırmadan cep telefonuna kaydetmişti, bunu internete koymak çok eğlenceli olabilirdi.

“Sonra annem birkaç kez daha kirpi pişirdi bize.”

Şener’i çalışanlardan biri çağırdı.

“Gitmem lazım, kendine iyi bak” dedi Şener, benimle sohbet ettiğin için teşekkür ederim. Dur seni babamla tanıştırayım.”

Yaşlı adam geriden koptu geldi.

Nur, yüzünden değişik renkte küçük kuşlar salarcasına bütün yüreğiyle şaşkınca ve gülümseyerek baktı ona, beni işlettiniz ha?”

“Yok ya.”

“Doğal olarak gelişti.”

“İyi tiyatroydu.”

Şener gülümsedi, “kusura bakma.”

“Ben de senin için yardım kampanyası başlatmayı düşünüyordum.”

Şener güldü: “Yıldızlı bir gecede beni hatırlayıp hayatım için birkaç güzel dilekte bulun ruhunla ve kalbinle yeter.

Nur şaşırdı: Zarif ve anlamlı sözler beklemiyordu.

“Seni ilk gördüğümde ve sonra ilk sözlerini duyduğumda kalın kafalı birini bekliyordum bunu değil.”

“Sana öğüt: Tanımadığın insanlara güvenme.”

Kirpi yediğin gerçek miydi?

Kesinlikle.

Beni işlettiniz, olmadı.

Oldu oldu çok güzel oldu

Son gülen iyi güler dedi ve cep telefonunun kaydını açtı.

Ses duyuldu: “Ben kirpilere inanıyorum ve sen onları yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”

“Annem işte, ne yaparsın. O zavallı kirpiyle annemi ben tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu ameliyat edelim düzeltelim demiştim, annem ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi alıp mutfağa götürmüştü, sonra onu arka bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini yıllar sonra anladım.”

Şener’in yüzünün şekli değildi.

“Akşam bunu internete koyarım.”

“Sakın yapma!”

“Merak etme, adını ifşa etmeyeceğim.”

“Olsun yine de yapma.”

“Tanımadığın insanları hafife alma, işletme.”

“Özür dilerim.”

“Kızları hafife alma, yoksa iyi bir bakış açısı, tavır geliştiremezsin.”

“Haklısın, tekrar özür dilerim, onu siler misin?”

“Gece silerim.”

Şener oradan ayrıldı.

 

Akşam oluyordu, Nur iş yerinde Şener’i arıyordu, ona veda edecekti, bu sürüngeni sevmişti.

“Umarım ömrün boyunca sürüngen olarak kalmazsın.”

O ada orada bir yerde oyalanıyordu, onu son kez görüp bir şeyler söylemek için. Temiz üstünü giyinmişti.

Şener güldü: “Fareler doğar, yaşar ve ölür. Fare faredir. Fareler ve İnsanlar, bu kitabı oku. Umarım bir gün sınırları aşabilirim.”

“O kitabı okudum, bence sende şans parıltısı var, atmosferinde.”

Şener güldü.

“Mutlu olmanı dilerim.”

“Öyle bir şey yok ki. Ona koşarken bile hatalı çıkış yapar insan. Çok sevdiğinle kanlık bıçaklı olursun.”

“Ezik psikolojisi. Bunu aş.”

“Azimli ol.”

Nur, oradan babasının aracıyla karanlıkta ayrılırken içini derin bir üzüntü kapladı.

 

Nur, babasıyla evdeydi. Annesi mutfaktaydı, yemek pişiriyordu, Nur bahçeye çıktı, arka bahçeye çıktı, bir sigara yaktı, geçirdiği günü, tanıştığı insanları düşünüyordu, içini bir sızı kapladı, Şener’in gülüşü, gözlerindeki ılık bakış, gülümsemesi, konuşması…bunlar geliyordu gözünün önüne. Annesinin ve babasının üstüne çok emek harcadığı bu çocuk… bu değerli fakir çocuk…

İkinci sigarayı yaktı, aniden içinde dehlizlerle dolu bir kara sıkıntı düştü, her bir dehlizi ayrı türde, başka bunu anlayamadı ama hep kötü kötü şeyler içinden geçmeye başladı, kendini öldürmeyi düşündü, bu binlerce dönüm arazi ağaçlarla doluydu ve sıcak günün akşamı esinti vardı, rahatlatan bu esinti ağaç dallarını titretiyordu, kavak ağaçları vardı, yaprakların rüzgarla sallanıp birbirine sürtünme sesi zarif bir müzik gibi dolduruyordu kulağını. Sırt çantasını alsa, tabi içinde yiyecekler olacak, su, uyku tulumu olsa, uzanacağı bir mat, kaç gün hayatta kalabilir, ve böyle ilerleyip gitse ve ortadan kaybolsa. Ormana çeşitli eşyaları atsa…hayat son derece sıkıcı geldi gözüne, yaşadığı hayat, sürekli bir şeyler yapmaya mecbur olmak, içinden geçenleri yapamaması, bu tür şeyleri düşünmeye başladı, kaçıp gitse, öyle izler bıraksa ki aile onun ormanda öldüğünü düşünse, cesedi vahşi hayvanlar götürdü diye düşlünseler… yıllar sonra ortaya çıksa, ailesini görmeye gelse.  Bir gemiye binse….gerekli evrakları çıkartıp garson olarak çalışsa gemide, böyle çalışıp emekli olan bir türk kadın duymuştu. Bir kız arkadaşının ablasıydı bu kadın. Gemi sürekli yolculuk hallindeydi, zengin müşterileri gezdirirdi. Birileri…birilerini öldürmeyi düşündü, canını sıkan birilerini. Silah almayı düşündü…bu kötücül düşüncelerden rahatsız oldu, kaktı yerinden, ilerlemeye başladı usul usul. Bu sıra ruhsal hali hemen değişmeye başladı, serin rtüzgrı…

Şener’le yaptığı sohbet kafasında dönmeye başladı bu çocukla arkadaşlık onu mutlu etmişti, neden çevresinde böyle insanlar yoktu ki, tek Ayla vardı, o da deli pisliğin tekiydi.

Şunları hatırladı.

Nur sormuştu:

Sevgilin  var mı

Ben de sana bunu sormayı düşünüyordum, çekindim,

Neden

Hemen konuyu buraya getirip salak bir kız olduğumu düşünmenden korktum, salak kızın derdi sevgilidir. Sevgilim dedin

ya, erkeklerin benim hakkımdaki ilk düşüncesi beni sikmektir, bu kızı nasıl kandırıp sikebilirim.

Şener bu kadar dürüst ve dobra bir cevap asla ummazdı. Bu narin görünen kız balyoz gibi savurmuştu düşüncelerini. Utandı.

Ne oldun, yüzün garip oldu

Hiç dedi.

İtiraf et sen de beni görür görmez sikmeyi düşündün

Hayır hayır

Nur gülerek ısrar ediyordu.

Genç adam ise bırak ya, kafa bulma benimle.

Genç kız ısrarı bıraktı.

Şimdi babam annem evlenmemi iistiyor, mahallede komşumuz bir kız var, tombul kız, şişman yani. Boyu kısa. Benim gibi. Topaç gibi tosun gibi bir kız. Ailem bu kızı beğeniyor.

Neden

Çünkü iyi yemek yapıyor, kardeşlerine sahip çıkıyor, dört kardeşi var, babası yok, iş kazasında ölmüş, annesi ne iş bulsa yapar, fakirler, kız üniversite okuyacak. Sağlam kız, namuslu. Boş konuşmaz. Demir gibi. Ailem onunla evlenmemi çok istiyor, gidip orospuluk yapmaz, seni aldatmaz satmaz, kölen olur. Diyor annem. İnce zarif kızlar böyle olmaz diyor, ona demiştim, zarif bir kızla evleneceğim diye. Şimdi ben bu kızla evlensem, koşsam yetişemez bana, zayıflaması lazım, zayıflamaz ama onu bildim bileli şişman.

Ameliyatı var

40 milyardır o ameilyay parası.

Yani benim hayal dünyamdan geçenlerke bu kız hiç uymuor birbirine. Akşam kafaa esti, hadi yürüyelim, hadi ülkenin diğer ucuna gidelim, böyle bir delice fikir bende uyansa, hemen der, anneme haber verim, şudur budur, başımıza kötü bir şey gelirse….delirdin miotur götünün üstüne, oralarca ne işimiz var, bize para lazım, evlilik masarfaları için yıllarca taksit vs ödeyeceiz der.

Nur bşaını salladı: gerçekler ve hayaller birbirine uymaz ki. Seni anlıyorum. Ayakları yere basan hayaller…gerek..bu da seni boğuyor anlaşılan.

Aynen.

Evlenirsem bu şişman kızdan sıkılırsam ne bok yiyeceğim, ben senden sıkıldım boşanmak istiyorum mu diyeceğim.

O zaman deneme yap, nişanlan önce.

Düşüncem bu ama ne yapacağımı bilmiyorum.

Flmlkerde aşklar var, birbirini delice seven çiftler zorlujklara göğüs geriyorlar filan, birbiri için ölebilirler, gerçekte böyle bir şey yok ya. Beni deli gibi sevip benim için dünyayı karşıma alan bir kız olsaydı.zengin bir kız ama

Zengin mi

He…parası için değil. Zengin kızlar başka olur…zorluk görmemiş ya. Çıt ırıldımdır, bir filmde izlemiştim, kız çok nazik, asla vahşileşmiyor. Böyle bir kız sevgilim olsa.

Bunlar özenti saçma sapan şeyler.

Bence de dedi gülerek. Bir kitap alıyorum, bir adamı anlatıyor mücadelesini, adam bir kızı seviyor, ya kitabın en değerli bölümlerinde aşk doğru düzgün yok, aşk olursa iyi olmaz diye bakıyor, boktan bir roman oluyor o zaman. Aştan söz etmek suç sanki.

Biliyorum o mal kitapları.

Hayal dünyam olmasa çekilmez bu ciddi ve zor hayat. Bu gerçekler insanın hayal dünyasının belini kırıp bütün umutlarını söndürüyor, üç beş çocuk ve geçim derdi, bunu yaşamak istemiyorum. Bi ervli, götü çıkıyor geçinebilmek için. Askerden iki yıl önce geldim, evleneceksem bile evim olmalı. İrada oturamam ki.

İnsan gerçekten ruhuyla sevilmeden asla rahat etmez hayatta. Öyle biri olacak ki.

Konuyu nereye kaydırdın

Bir kız arkadaşımın ablası böyle demişti. Sık sık seviştiği sevgilisyle değil de bambaşka biriyle evlandi.

Annesinin ona seslendiğini duydu, içeri geçti. Büyük dikdörtgen masa kurulmuş akşam yemeği zamanı gelmişti, tabaklara anne yemekleri koymaya başladı, bu onların en mutlu olduğu anlardan biriydi. Lavabodan çıktı Ayla, nur onunla göz göze geldince içi içi ışıntı

Sen de nerden çıktın tavşan surat. Ayla yanaşıp ona sarıldı. Biribirini öptüler.

Naber kömürlük güzeli, dedi taner,

Nur ona pis pis baktı ve dil çıkardı.  Bok ye dedi dudak hareketlieriyle.

Taner ona sessiz öpücük attı sırıtttı, saçları uzundu, sarıydı, gözleri maviydi, 19 yaşındaydı, bir kulağında küpe vardı. Uzun boyluydu, hafif keçi sakalı vardı.

İyiyim fare surat, seni sormalı.

Baba dün motordaki sorunu gidermek için kömürlükte bıraktığım takım sandığını almaya giderken bir de ne göreyim, simsiyah bir kız, zencilerden daha siyah. Bir de baktım ki benim kız kardeşim…gülmeye başladı.

Baba şuna bir şey de…ben simsiyah değilim ki. Ben güzelim, yüzüm parlak, ışık saçıyor,

Abin senin güzel olduğunu anlatmaya çalışıyor, şaka yapıyor kızım, takma kafana.

Dalga geçiyor ama olmaz, arkadşlarım duysa lakabım kömürlük güzeli olur.

Taner oğlum abartma lütfen, rahat dur, kız kardeşine güzel şeyler de, papatyasın gibi.

Baba diken o diken, deve dikeni.

Ağzını burnunu kırarım senin, su bardağındaki suyu ona fırlatacak gibi yaptı nur.

Çocuklar yeter. çocuklar bu tatlı diyalogu sonra devam ettirin.

Şakalaşıyoruz baba dedi taner.  Ayla naber kız.

İyidir.

Ayl dedi ki: arkadaştan çıkmştım, taksi beklerken bir de ne göreyim, taner, kırmzı ışıkta bekliyordu, koşup yetiştim. Kaptı beni geldi, eve bırak dedim ısrar etti, çok hızlı sürdü.

Atma, o motor ölü eşek hızınd ilerler.

Yok hızlıydı. Kaza yapacak diye çok krokum. Ama sonra yavaşladı. Issız orman yolunda kaza yapsak bizi bulana dek geberir giderdik.

Acaba eski motoru satsak mı?

Neden baba

Kaza yapıp ölebilirsin,

Yok baba

İdris sinirle ve kendini kaybedercesine kararlılıkla dedi ki: Motoru satıp sana en yi maraton ayakkabılarından alırım oğlum. Sen yeter ki he, de, baban her zaman arkandadır. Kaza riski yok. 30 kimöotre koşarsın. Leopr gibi kuvvetli olur bacakların. Göbeğin de demir gibi olur kasların.

Herkes gülüyordu.

Bu çok eski bir motordu, kırmızı renkli, yanda sepeti olan, benzinle çalışıyordu, sıradan bir motordu, 1. Dünya savaşında bunlar askeri araç olarak kullanılıyordu, hatta bazı türk filmlerinde, stve mc filminde de kullanışmıştı bu motor. Tanere bir bisiklet, motor ya da araç lazımdı, baba bana mtor al diye tutturmuştu, idris de onu oyalayıp dururdu, üniversiteyi bitir önce diye. Çalışıp para biriktirip almayı deneyebilirsin, ama taner çalışacak cinsten biri değildi ve zora gelemezdi.

Ev şehirden epey uzakta ve kimsenin yaşamadığı ormandaydı. Buradan insan geçmez, otobüs dolmuş taksi hiç geçmezdi. Nadiren orman işletmeye ait bir araç görünürdü yolda. Buralara

bir araç olmadan buraya gelmek zordu.

Tanerin aklına annesi geldi, evet, anesinden para alır, babasına da çalışıp para biriktirdim diye bilirdi.

Peki annesinden para nasıl alacaktı, idrsin en büyük destekçisiydi kadın kocasını sözlerine inaırdı: biz buna motor alırsak bir şey öğrenemez, ama kendi çalışıp alırsa tecrübe sahibi olur, değerini bilir. Biz alsak motoru anlamı olmaz, bu motoru çok arzulasın ve kendi kendine elde etsin. Sevgiyi bulduğuı gece yatağa atarsa aşkı nasıl öğrensin, beklemek, sabretmek, özlemek, onun görememek, engeller…bak bunları yaşarsa…

Taner şöyle dedi annesine: anne barda çalışacağım, sen de bana destek ol, güzel bir motor alayım kendime.

Annesine yalvarmış, onu tavlamıştı, ben de çalışacağım anne. Söz.

Kadın dayanamamış, tamam demişti. Taner barda bir gün çalışmıştı. Eve gelmiş, ağlamıştı. İşe bir gün dayanabilmişti ve annesine öyle şeyler anlatmıştı ki. Kadın çok üzülmüştü, dert etme, o motoru ben alırım sana, babana da çalışıp para biriktirdim aldım dersin. Oysa taner numaradan göz yaşları dökmüş, kendini acındırmıştı. Bardakileri bir canavar, şeytan sürüsü gibi anlatmıştı, emek sömrüsünde uzmak olmuş şerefsizler gibi. Öyle yalanlar atmıştı ki. Anne saatlerce bulaşıp ykattılar bana, ayaklarım ağrıdan kırıldı yere düştüm baydım yemek de vermediler, işi bitir öyle yersin dediler ama tabaklar da gibi yıldı tezgahta ve baygın halde beni tuvalete götürüp bıraktılar, biri yere sıçmış, başımı bokun üstüne koydular, hortum tutup beni köek gibi ıslattılar. Sonra deri kıyafetli kamçılı adamlar üstüme işedi,

Sonra uyuşturudu bağıılısı bar sahibi ve beş çalışanı Barın arkasında, bıaç çektiler.

 

Kadın kulaklarına inanamadı, onları dava edeceğim dedi ama taner ylvardı. Bunlar karanlık adammış, mafya. Annesini sakinleştirdi. Kadın öfkeden çılgına dönmüştü. Sakinleşti ve oğlunun sırtını saçlarını okşadı, sana o güzel motoru alacağım oğlum merak etme. Her sabah işe gider gibi evden çıkacaksın. Tamm mı

Tammdır.

Arkadaşlarında vakit geçir gel akşam.

Tamamdır anne.

Ve taner gece olup biteni kız arkadşına anlatıtyordu odasında, oğluna tatlı getiren anne sesi duyumuş ayak kesip içeriyi dinlemişti:

Aşkım annem  o kadar saf değildir, inanmaz kızım demiştim sana ama inanır dedin sen, hepsini yedi, şu bulaşık yılama, tuvalete atılma ve hortumla ıslatılma  hikayen süper tuttu.

Nimet öfkeyle dişlerini sıktı.

Sonra nimet şehirde epey dolaşmış, şehrin kirli ve karanlık arka sokaklarından ikinci el motor satan bir motorcudn bir motor satın almıştı. En adi, en eski, en hurda motoru gözüne kesitrdi.

 

Abla afedersin ama en boktan motor bu, bunu almak istediğinizden emin msiniz.

En boktan bu mu?

Kesinlikle.

Güzeeel.

Sık sık yolda kalır, bak benden söylemesi, ama bzen hiç bozulmaz, bunu kullanan dinden imandan çıkar onun dilinden anlamazsa, deli eder kendini.

Nasıl yani.

Kap kaç yaptın bu motorla diyelim, motor bunu anlamış gibi durur, hatta kaç kaç yapılan kişiye doğru gider. Bu hurdayı almakta ciddi misiniz? Tekrar sordum çünkü iade kabul etmem.

Kesinlikle.

Dükkan sahibi mtora baktı ve şöyle dedi: Ateş yılanı.

Sen az önce bana ateş yılanı mı dedin.

Asla hanımenedin, ateş yılanı motorun adı diyebilirsiniz, yılan ya da ateş ya da kobra, bana kalırsa kobretti derdim ona.

Çok garip.

Evet, bu motorun sahibi hacı amcaydı, beş vakit namazını hep camide imamla kılardı, o motora ateş yılanı adını takmıştı, bazen kobra derdi ona, türlü türlü adları vardır bunu,  bana da çok garip gelmişti, bu kafadan çatlak diye düşünmüştüm,

 

O rahmetli olunca üç çocuğuna bu motoru miras bırakmış, trilyonları ise kendi kurduğu vakfa ve bir kısmı da bir sivil toplum kuruluşuna bağışladı. Miras davası yıllardır sürerken. Hiçbiri para yerine bu motoru neden miras bıraktığına akıl sır erdirremedi, biz bile. Şunu da söylemeliyim, eşref amca motorun bir ruhu olduğunu söylerdi, yani onun bir canlı gibi canlı olduğunu…bozuulursa küfür edersen asla çalışmazmış mesela. Güzel güzel konuşursan düzelirmiş arıza. Bence eşref amca biraz kaçıktı. Batıl şeylere inanırdı, uyduruk şeylere.

 

Oğlum sama aslan gibi bir motor aldım

Arka bahçede.

Üstünde çul örtülüydü motorun.

Anne, ta ta tammm dedi çulu çekti.

Anne bu ne, bu bir hurda. Ben bunu sürmeye utanırım. Arkadaşlarım beni bnunla görse mahvolurum.

 

 

Baba bana yeni motor almak için yardım edecek misin?

Üniversiteyi bitir, konuşuruz.

Bari bir bisiklet al

Üniversiteyi bitirirsen araç alırım, oğlum sen ne diyorsun, bisiklet ne ki.

Kahkaha attı: Baba süpersin. Kalktı onu yanağındn öptü

Alırım ama ama tek teker, sonra iknicisi.

Herkes gülmeye başladı.

Sonra motoru, eski otomobillerdn otomobil yapan bir arkadaşım var

Baba olmaz öyle ya.

Olur olur.

Baba şakanın sırası mı…

İdris gülümseyerek çatalını salataya daldırdı, etten bir parça kesip ağzına attı.

Baba eve zor geldim. Kaç kere aniden durdu. Bo motor deli etti beni.

Güzel oğlum tamir emeyi öğren. Madem motor alıyordun neden daha sağlam bir şey almadın, o külüstüre beş kuruş verilmezdi.

Taner annesine çevirdi gözlerini.

Sen ne dersin anne.

Baban haklı, bu motoru tamir ede ede ustası olursun. Sana yein motor alsak bundn hiçbir şey öğrenemezsin ama eski motor sana bu işin ruhunu öğretir.

Taner motorla şehre indiğinde bşında kask olurdu, gözünde güneş gözlüleri, başında siyah bir peruk arkadaşlarıyla buluşacaksa motoru uzak br yerde bırakır, soygun yapmış gibi, merkez bankasını soymuş gibi kaçarcasına oradan uzaklaşırdı. Ço gururluydu ve zengin arkdaşları onu bu motorla görürse dillerinden kurtulamazdı. Motor sık sık arıza yaıyordu vegece yarısı villaya gideken bozulmuştu, yol kenarına oturmuş ağlıyordu, bu yol ytürümekle bitmezdi, karnı açtı ve yorgundu, sonra birden annesinin dediği aklıa geldi, motorun adı kuru kafa, sakın unutma, küfür edersen çalışmaz, güzel güzel konuşursan çalışır, bunu denedi, aşkım kuru kafa, çalış lütfen diye başşladı söze, ve kontağı çevirdi, motor çalışimadı, hay senin ananı avradını diyeceği sırada motor çalışmaya başladı.

 

Taner karnını doyurmuştu, sofradn kalktı, babasının sırtına dokudu. Annesinin yanağını öptü, kömürlük dedi kız kardeşine bakıp göz kırıptı, aylaya el salladı ve yuarı kata, odasına çıktı döner merdivenden.

Az sonra Nur ayla ile odasına çıktı.

Ayla dertliydi, babasıyla annesi boşanma aşamasındaydı ve kavgaları bir türlü bitmiyordu, babası evi terk etmişti, ara ara uğruyor, kızıyla görüşüyordu annesi babasıyla görüşmesini istemiyordu, görüşürse hiçbir ihtiyacını karşılamamakla tehdit ediyordu. Ağlayıp anlatıyordu.

Bu gece sizde kalabilir miyim?

Elbette.

Hakanı polis yakalayıp içeri attı, küçük bir kıza esrar vermiş, kız odasında esrarı içerken annesi yakalamış. Sonra hakanı söylemişler polise, hakanın odasında bir kilo eroin bulmuş polis. ailesi perişan. İçeri attılar Hakan’ı. Kız kardeşi perişan.

 

İdris sigara yakmış, karısı iste masayı topluyordu.

Şu motora garaj yapmak lazım.

Taner kendi yapsın. Malzemeleri getir. Projeyi anlat.

İyi fikir. Kulübe ypmasını öğrensin. Bu çocuk bu motoru iyi ki almış, kaskafa bunu nasıl başardı, hayret ettim. Dün patak tamiri tamir ettiğini gördüm. Canla başla çalışıyorudu. Biz bunu okutmayalım da sanayide oto tamircisine versek çok iyi ederiz.

Kadın güldü.

İlerde usta olur, sonra tamirhane açar filan. O salakarkadaşlarından da uzak kalır.

Kadın olabilir dedi. Ona motoru aldığını nereyse itiraf edecekti. Mptprun hikayesini…nerdeyse anlatacaktı.

 

Eşref her akşam eve beli bir saatte gelirdi, akşam sekiz, şaşmazdı bu hiç, bu akşam da eve geldiğinde evden bir müzik sesi duyunca şaşırdı, karısının sesini uydu, karısı şarkı söylüyordu, asla söylemezdi, eşrek fena şaşırdı, bir aydır işsizdi, inşaat malzemeleri satttığı dükkanı iflas etmişti. İş arıyordu, ara sıra boya işi çıkardı, uzun süredir bu işten de haber çıkmışyırodu.

Eve girdi, salona geçt. Gözlrine inanamazdı, kadın yer sofrasını kurmuş rakı çiyordu. Tv açıktı, bir müzik programıydı.

Hanım sen çıldırdın mı

Neden

Sen nasıl rakı içersin, kafayı mı üşüttün,

Gayet iyiyim.

Ya mahalle kadısınız, sıradan bir köylü kadınsın. Senin gibilr asla içmz. Senin gibielr evine çocuklarına bakmak için ömrünü harcaz saçıını süpürge eder. Canıyla dişiyle hareket eder sürekl pes etme. Rakı içip şarkı söylemez ki.

Berdu olmaya karar verdim.

Sen emektarsın, bir tür katırsın benim gibi.

Ben prensesim.

Eşref gülüyordu. Birden ciddileşti, çok uzattın, kes şunu, bunu görmedim sayıyorum, at şu rakıyı çöpe.

Kadın yan tarafta kasada duran soğanın birini alıp fırlattı. Gözüm gitti anam dedi idris. Bir eiyel gözünü tuttu.

Belasını siktiğim kör ettin beni…

Kadın iikinci soğanı attı. Bu sohan da diğer göze hitap etti. Adam diğer gözünü de tuttu.

Seni öldüreceğim karı.

Kadın uzun ve iri yarıydı. Eşref ise kısa boylu bir adamdı. Ufak tefek.

Yanıma gel dedi kadın. Adam duvara sırtını dayanmöış gözleini ovuşturuyordu, bulanık görüyordu.

Yanıma geli dedi kadın, elinde satır vardı.

Beni kesecek misin

Gelmezsen evet.

Adam bulanık görüyordu ama sürünerek geldi.

Kadın soranın kenarındanki kağıdı gösterdi.

Bankadan kredi çekmişsin.

Rakamı adam okuyamadı. Kadın söyledi.

Eve icra gelecek.

Kredi mredi çekmedim ki.

Ayakkabıcık işi yapıyordu, çalışasına dükkanı dv retmişti, bir şey hatırladı. İki kez imza atmıştı. Süleyman!

Sülsymen bir imza attırmıştı

Ben sana söylemiştim ona güvenme diye, biri imza istrse bana sor diye.

Ya çok güvendiim biriydi.

Dükkanı benim üstüme yap demiştim nişanlıyken, yapmadın. Dükkan gitti. Şimdi arazler de gidecek.

Kadın cep telefonuu .çıardı, kısa bir süre sonra avukat geldi.

Avukat kağıtlar çıkardı.

İuraya imza atacaksınız.

Ne bu

İmza at dedi kadın

Ne bu

Satırı gösterdi kadın.

Araziler benim üstüme olacak. Boşanma anlaşması bu.

Anlaşmalı boşanıoruz.

Köydeki arazler köy evi, çiftlik vs. epey değerliydi.

Eşref imza attı.

Kadının emeği çoktu bu arazilerin alınmasında. Salça çekme makinesi almışlar, domates ekip salça yapıp satmışlardı, komşulara salça çekmişlerdi, tarhane yapıp satmışlardı, kavak ağazının gölgesinde yaz günleri gece yarılarına kadar is duman içinde. O tarlaları satın almışlardı. Kavak ağaının ytparakları şıngır mngır sallanırdı esintide, akşamlar geçer güzeldi ve semaverde çsay yaparlardı, ve sığır bakıp büyütüp satarlardı, o paralarla şehirde bir dükkan satın almışlardı.

Eşyalarını toğla dfeol git bu evden.

Eşref bir çuvala bazı eşyalarını  koyup o akşam evi terk etti. Üç çocuğu vardı. Hiçbiri babalarıyla vedalaşmadı. Seyrettiler düşman gibi onu.

İdris şehri terk eti otobüsle. Askerliğini yaptığı sehre geldi. Parkta bankta yattı çuvalı yoktu uyandığında. Son prasıyla iki simit aldı bir şişe su.

Sonra ormanlık alana gitti. Kendini asacaktı.

Cesaret bulamıyordu, acıkmıştı ve kayışını çıkaracağı anda, tam kendini asacağı anda..yaktığı ateşin içinden bir yılan belirdi.

Yılan söyle dedi: allah bana çok şey verdi. Bu bir insan sesi gibiydi ve yılan kayboldu, eşref düşünmeye başladı, intihar düşüncesinden caymıştı, yemek yiyecek bir şeyler bumak için ilerledi, o gün kurlmuş paar yerine geldi, yereki artıklara baktı, domate, topladı ,bber, poşette peynir, çuvala doldurup yerine geldi.

Pazar yerinde takılırken pazarcılarla arkadaş oldu ve bir pazarcının yanında çalışmaya başladı, 41 yaşındaydı. Ve kırmzı ikinci el motosikleti satın aldı ve satacağı malları bu motorla aldı halden ya da köylülerden. Giderek işi bülttü,

Bu motorda insanı doğru yla çeken bir enerji var dedi abla, eşref dayı, deli saçması diyebilirsiniz, ben diyorum ama adam tirlyonların ilk parasını bu motorda elde etmiş. Öyle anlattı. Küçük paralarla başlar hikaye derdi, buna inanırım ma, birkaç kasa mal…şftali limon, balık mesela…onları bu motorla taşmış pazara. O saf gayret enerji, o ışık…varmış bu motorda…eşyların tılsmı vardır derdi ama azim en önemlisi…zor zamanlarda da direniş, morali korumak…

orası çok doğru, eşyaların sihrine inanmam. Şöyle düşündü, bizim çocuktan bir bok olacağı yok, ya uyuşturucu bağımlısı olur, ya kendini öldürür, ya hırsız olur,

ama bunun bir sihrinin olduğunu söyledi dayı, asla yalan söylemez. Enerji olayları, güzel enerji.

Bir deneyelim o zaman. Enerji olayına inanırım.

Ya hanım efendi, insanlarımız berbat dizilere inanıyor bunlara kim inanıyor hayret, bizim dayının hikayesi bence inanılmayacak türden değil. Ben de gerçekçiyim, eşyaların sihri olayı bana saçma gelir, ama dayı anlattı, ben de açık açık söyledim, dediğim gibi, denemekte yarar var. Güldü.

 

 

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

O gece İdris yatmadan çalışma odasında masa

lambası aydınlığında bilgisayarında birkaç iş hallederken gelen e postalara baktı. Bunlardan biri hemen dikkatini çekti. Şaşırmıştı.  Yıllardır görüşmediği annesinden gelen mesajı defalarda okudu, iç titremişti.

“Hastalandım, pek fazla vaktim kalmadı, buraya gelsen iyi olur, tabi keyfin bilir, şu var ki aileni çok merak ediyorum.

Ne olursa olsun gelmelisin, senin ailen benim ailem. Geçmişte olan iletişimsizlikleri bir kenara bırakmalısın.

Seni her zaman sevdim.”

O taş kalpli bildiği annesi bu cümleleri nasıl yazmıştı. Gözlerine inanamamıştı.

Bu kısa e posta onu sevindirmişti. İçi fena alev almıştı.

 

İdris, annesiyle ilgili çözümleyemediği (ya da içinde karanlık bir taraf fırlatıp attığı, görmezden geldiği) şeyleri ve duyguları yeniden hissetti. Sarsılmıştı. Ağzı kurumuş,

Viski içmeye başladı. Sigara içiyordu. Birini bitirip ötekini yakıyordu. Bahçeye çıktı. Uzun yıllardır düşünmediği şeyler, acı-tatlı her şeyi düşünüyordu. Üstüne adeta beton döküp unuttuğu şeyleri.

 

Ertesi akşam yola çıkmaya karar verdi. Aslında hemen yolculuğa çıkmak isterdi. Bir an önce annesini görmek için heyecan duydu. Ama dinlenmeliydi, yarın güzelce uyuyup belki öğleyin yola çıkardı.

Epey içti İdris, annesiyle ilgili anıları, en güzel anıları kafasında dönmeye başladı. Çocukluk anıları, annesiyle kurduğu ilk sağlam bağlar. Kötü anılar da geliyordu ama onları görmezden geliyor, onu mutlu edenlere yöneliyordu.

 

Ertesi gün geç uyandı, öğle vaktiydi, eşi şaşkındı, eşine annesinden söz etti, sonra iş yerini arayıp hasta olduğunu anlattı. Sonra iş yerine gidip birkaç görüşmeyi gerçekleştirdi.

 

Akşam yaklaşırken aile yolculuk için bavullarını hazırlıyordu. Evin annesi Nimet çok heyecanlıydı; çünkü kocasının ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyordu, sorduğu sorular hep yanıtsız kalmıştı, kocasının ana parçasını keşfedecek olmak, merak ettiği sorulara yanıt bulacaktı.

İdris bahçede sigara içip geceyi, gökyüzündeki ayı izlerken içerden onların hazırlık seslerini duyuyordu. Bu sırada bir motor sesi duyuldu, sonra Ayla göründü.

Sempatik tavırla yaklaştı ve: “Nasılsın İdris amca? Çok düşünceli gördüm seni?” idris bu kızı ne zaman görse canlı ve enerjikti, neşeliydi, morali bozuk oldu zamanlarda bu kıza denk gelmiş, genç kız hal hatır sorup düşünceli sorular sormuştu, yaşı ufak kızın düşünceli yaklaşımı çok hoşuna gitmişti. Nezaketli ve saygılı konuşurdu. Annene babana selam söyle derdi idris.

Baş üstüne efendim derdi ayla. Hoppa zıppa ve lakayt zengin kızları gibi değildi.

Bu kız idris’e Anadolu’da yetiştiği bölgedeki sağlam ve kişilikli kızları anımsatırdı. Ayla. İdris’e çok saygılıydı. Çünkü bu adam en sevdiği ve tek dostunun babasıydı. Eğer adam ondan haz etmese. Bir yanlışını yakarsa kızıyla görüşmeyi yasak edebilirdi. Ayla zıpır yönünü gizlerdi. Bir keresinde şöyle demişti; fakir insanların mücadelesi ilgimi çeker, pes etmeyen insanlar….” İdris de çok sıkıntı çekmişti yükselmek için. O gün bu kızda iş var diye düşünmüştü.

Ayla sık sık şaka yapardı, kendini sevdirmek için-, ve İdris’i alıp götürürdü. Ayla kalbinde ve kafasının merkezinde aydan bir ateş varmış gibi enerjik olurdu, İdrisin aklından geçeni ayla biliyordu, idris onu akıl süzgecinden geçirirken dehşet titiz bir inceleme yapardı

Bu kız kızmın dost olacağı kadar değerli mi, bir yanlışını araştırırsam bulabilir miyim. Bu kız kızımı yoldan çıkarır mı, ayla onun dikkatli ve titiz bakışlarından inceleme masasına yatırıldığını çar çabuk anlamıştı, sezgili ve uyanık bir kızdı, karşısındakinin yüzünü takip eder, ona göre hikayeler kurardı, çok temkinliydi, bu adamın gözünün kalbine girmekten başka çıkar yolu yoktu.

 

İdris ve bu samimiyetten istifade ederek sorardı; benim kız uyuşturucu alıyor mu?

Asla

Takip et, yakalarsan bana bildir; seni asla söylemem; dikkat edin.

O iş bende dedi Ayla gülerek gitti, İdris de güldü bu lafa kızımın iyi ki de böyle bir dostu var diye düşündü. Sonra düşüncelere daldı, annesiyle ne olacak, kucaklaşacak mıydı, kavga mı edecekti ya da iki kalas gibi yan yana oturup berbat mı hissedecekti, bu çok yaşanmıştı, bir şeyleri konuşarak halletmeye çalışırken sesler yükselir, birbirlerine öfkelerini kusarlar ve hemen ardından susarlar, kafalarının içinden birbiriyle konuşurlardı, birbirlerine söyleyemediklerini söylerlerdi birbirlerine. Ve İdris oradan uzaklaşırdı, oysa anne oğlunun ona sokulup sarılmasını beklerdi, boş ver anne, birbirimizi üzmeyelim türünden şeyler, İdris haksızlığa uğradığını, annesinin onu anlamak istemediğini düşünürdü, her neyse, şimdi aradan yıllar geçmişti, İdris büyümüştü, çok değişmişti, olgunlaşmıştı. Geçmişti yaptıkları, tavırları, tepkileri, annesine söyledikleri gözüne çok saçma ve salakça geliyordu. Ama kayıp yıllar, bu çok yürek parçalayıcıydı, can yakıcıydı, ağladı, yıllardır ilk kez, onlarca sene, keşke böyle olmasaydı diye düşündü, bir şekilde annesiyle arasında düşmanlık yeşermiş ve arlarındaki kutsal bağı yok etmişti. Ağladı, yıllardır içinde birikmiş karanlık Kirli ve zehirli kan akıp boşalıp yol olup gitmişti sanki bedeninden, ruhunda bir açılma olmuştu

Belki de yine bir tartışma başlayacaktı aralarında, her neyse, ama bu kez basıp gitmezdi, basıp gitmeler çağı gençlik çağında kalmıştı. Olgunlaşmıştı, alttan almayı, özür dilemeyi, canlı kanlı duygularıyla hareket etmemeyi, öfkeyle kararlar vermemeyi, yumuşak yürekliliği öğrenmişti. Annesini görmeyi her şeyden çok arzuluyordu deliler gibi.

 

Gerçeği yaşama vakti geldi, onun arkasında düşündükleri, hissettikleri her neyse, artık gerçeği yaşama vakti geldi. Diye düşünüyordu. Hayatının görkemli aydınlığını bulacaktı, hayatının saklı karanlığı aniden benzersiz bir güneşe dönüşecekti) yaşayacaktı sonunda, onda kanser olan şeyi çözümleyince, kesinlikle çok iyi olacaktı, çocukları ve karısı için de.

 

Nur babasının yanına.

Baba ayla da bizimle gelse

İdris sinirlendi ama gülümsedi.

Bu ailevi bir mesele

Ama baba o benim dostum gidecek yeri yok

Nasıl yok.

Of ağlıyor içerde.

Neden

Nur koşarak içeri gitti.

İdris de az sonra sakinleşir susar diye düşünerek bahçede yeni bir sigara yakıp ilerledi, evin arkasına geçti, bu sırada ayla koşarak geçti

İdrisi fark etmedi, salıncağa oturdu.

Birini aradı, sonra telefonu hoparlöre aldı.

Anne sen ciddi misin dediklerinde

Evet ciddiyin, o lanet babanla görüşmeyeceksin, o bok torbası şerefsizin bana neler ettiğini görmüyor musun, onu boşayacağım, benim tarafımda olacaksın, beni taciz etti diyeceksin. Para alabilmek için atıvereceksin bazı yalanlar. Bunu annen için yapabilirsin tatlım.

Ama ben yalan söyleyemem ki, anne delirdin mi.

Bana yalancı mı diyorsun

Hayır ama o babam.

O zaman beni unut.

Ama anne seni seviyorum.

Beni seviyorsan dediklerimi düşün. Yanımda ol. Yanımda olursan çok para alırım. Gül gibi yaşarız, bir dediğini iki etmem.

Sana gelsem anne iyi hissetmiyorum. Dışardayım. Kalacak yerim yok.

Halana gitmedin mi?

Gittim de kavga ettik terk ettim orayı.

Oraya dön

Dönemem.

Aptal! Halana gitme demiştim zaten. Arkadaşlarının birinde takılırsın. İlaç aldım uyumam lazım sarhoş gibiyim senle uğraşamam şimdi. Yat uyu bir yerde. Bana git.

Çat kapadı telefonu.

Ayla bir süre düşündü. Ağladı ve sustu.

Ayla telefon rehberinde gezinirken kimi arasam diye düşündü, babasını arayacaktı. Ama daha bugün görüşmüştü ama onunla konuşmaya ihtiyacı vardı.

Kırmızı ojeli tırnaklarıyla eline aldı cep telini.

Baba yanına gelebilir miyim, sana ihtiyacım var.

Ah prensesim…bu ara işlerim çok. Ayrıca kafam karışık. Annen çıldırmış. Bir şeyler zırvalıyor. Mahkeme filan diyor. Kız benim tarafımda diyor. Sen bugün böyle bir şey demedin bana. Annenin seni manipüle ediyor; farkında mısın,

Farkındayım. Baba seni seviyorum.

Tamam da şerefsiz annenin tarafında mı olacaksın, bu iş mahkemeye varacak. Benden para koparmak peşinde. Gel benle yaşa. Benim tarafımda ol. Bütün oyunlarını mahkemede anlat.

Beni bu işe katma. o benim annem.

Gelip benle yaşamalısın, o deli karı sana iyi bir gelecek sunamaz.

Arkadaşı çevremi bırakamam.

Peki kızım. Sen nasıl istersen.

Sana gelsem birkaç gün kalsam.

Çok mühim işlerim var müsait değilim. Baba telefonu kapatıyordu.

Bir kadın sesi duyuldu, şöyle diyordu: seni bekliyorum hayatım.

Bana kim o demedi, sevgilisi olmalıydı. Malum sevgilisi.

 

Ayla, bu kez başka birini aradı.

Kağan sen misin?

Evet tatlım neden aradın.

Ya berbat durumdayım, size gelebilir miyim?

Üzgünüm ama sevgilim yanımda. Onunla vakit geçirmem lazım.

Ayla başka birini aradı.

Çağla selam…sana gelebilir miyim.

Eski üç arkadaşımla gezip içeceğiz. Hatırlarsan en son sen de vardın ve kusmuş ağlamış intihara kalkışmıştın ailevi sorunlardan, nerdeyse biz de mahvoluyorduk. Senin tutmasak balkondan atlamıştın. Şundan korkuyorum. gelin bakalım kızılar, aylayı kim öldürdü anlatın, diyor polis. Mesela yani. Böyle bir şey yaşamak istemem.

Anlıyorum.

Üzgünüm başka zaman.

 

 

Ayla, ağlamaya başladı.

Kimsenin çeşitli sebeplerle istemediği ya da çıkarların için kullanmak istediği genç kıza acımıştı idris.

 

Ayla içeri gitti. Kısa süre sonra bir gölge gördü idris, ağaçlar arasında birisi. Peşinden nur göründü, ayla diye sesleniyordu, neler oluyor dedi idris. Nur geldi, ayla ağlıyor, onu kimse istemiyormuş filan. Kalacak yeri yokmuş, halası varmış. Onla da kavga etmiş. Berbat durumda psikolojisi bitik. Bizle gelsin bana, senle konuşacağımı söyledim. Onu yalnız bırakamam baba. Benim tek dostum. Ailesi. Boşandığı için çok üzgün. Babası sekreteriyle ilişki yaşıyormuş.

İdris düşünmeye başladı, o da aile sorunları yaşamıştı. Fazla düşünmedi, bu genç kıza kol kanat açmak için.

Tamam bizle gelsin. Ama babasıyla görüşüp konuşmam lazım.

Nur sevinç çığlığı attı. Babasına sarılıp onu yanaklarından öptü. Koşarak aylayı aramaya başladı.

Ayla neredesin. Babam bizle gelmeni kabul etti. Aşkım ortaya çıktı.

Ses yanıt gelmedi.

Ayla ona arkadan yanaştı.

Aşkım mı, bir daha söylesene

Neyin var

Çok aptalca…aşkım lafı. Sen bana aşkım demezdin ki.

Nur sırıttı

Ayla kollarını açarak ona koştu, birbirlerine sarıldılar.

 

İdris aylanın babasıyla kısa bir görüşme yaptı, her şey ayarlanımştı, yola çıktılar, yol üstünde aylanın halasına uüradılar, yaşı bir kadındı. İdris onunla sohbet etmeden önce şöyle düşünd bu yaşlı kadın genç kızın enerjisiyle bağlantı kurmayı bilmiyor diye düşündü, asık suratlı bir kadındı, idris korktu, ama kadın  konuşmaya başlayınca durmun hiç de öyle olmadığını anlad, ayla televizyonuın sesini açmıştı. Basit bir tartışma olmuı, basıp çıkıp gitmişti. Yaşlı ama bakımlı ve diri kadın ağlıyordu, çok üzgünüm bağırdım ona. Ayla gitmeden idris işaret edince ötede kırgın bicinde duran halaına yöneldi. Özür diledi, ona sarıldı. Ayla araaca binmişti, idris halayla konuşuyordu, hala epey derliydi, kocası ölmüş, evlatları faydasız ve hain çıkmıştı, kadının parasını yemek derdindeydiler, sürekli çeşitli bahanelerle para istiyorlardı ve kadın onları def etmişti, yaşlı kadın paralarıyla ve yalnızlığıyla, bahçeli dublex evinde kedi ve köpekleriyle yaşıyordu, aylayı çok seviyordum. Bazen bir yeğen başka türlü sevilir benim gibi yalnızsan…gitmese iyiydi ama gitse gözü gönlü açılır. İyi bakın ona. Arasın.

Bal gibi tatlı bir kadındı bu.

Araç hareket ederken nur mutluydu, bu kız sadece arkadaşı değildi aileden biri gibi gördüğü..her şeyiydi, ondan ayrı kalmayacak olması muhteşemdi. Birlikte halaya el sallıyorlardı aralık camdan.

Göz, yaşlı kadın genç kızlığında kesitler hatırlayarak el sallayarak ve ağlayarak yanıtlıyordu onları.

İdris, geçmiş yılarca akıl almaz zorluklar çekmişti, arkasında aile desteği olmadı mı çok zorlanırsın hayatta ve onlar destek vermediği için büyük bir nefret gelişmişti içinde, sonra bunu unutmuştu, destek gelmeyince kurt gibi geliştirmişti kendini, alışmış kudurmuştan beterdir derdi annesi, paraya, rahata çok alışmıştı.

Yeni evliydi, oğlu olmuştu, oğluna bez alacak parası yoktu, karısının sütü kesilmişti, yiyecek ekmek bulmakta güçlü çekiyorlardı, komşular yardım ederdi arada, kirayı ödemek hep zordu, mağara gibi bir bodrum katta yaşıyorlardı, rutubetli evde. Üniversiteden tanıştığı ve çok iyi dost olduğu karısıyla kendi aralarında evlilik kararı alıp evlenmişti. O eski alev gibi zor günler dönüyordu beyninde.

 

 

 

“Eskindendi” dedi idris çocuklar

ekmeklere hangi fırında üretildiğine dair bir pul yapıştırırlardı. O pul orada yapışıp kalırdı. İnsanlar pulu çıkartmak isterken ekmeğin o kısmını koparıp çöpe atardı. Böylece binlerce ton ekmek çöpe giderdi. Bir pul yüzünden. Sonra pul uygulaması kalktı.”

Bu çocukların umurunda olmadı tabi.

Birbirleriyle konuşup Cep telefonuyla ilgileniyorlar, bir şeyler konuşuıyorlardı harıl harıl.

Karanlık yolda bir kaplumbağa göründü, İdris aracı kenara çekti, canlıyı yok kenarına koydu araca geçti, dedi ki:

“Yaşamak zor çocuklar. İlerde bu günleri çok ararsınız. Tadını çıkarın. İş derdi, evlilik derdi, çocuk derdi, det bitmez. Ben pes etmedim. Ya kendi kurtuluşunuzu yazarsınız ya da cehenneminizi. Her şey size bağlı. Zor durumlardaki tutumunuza. kurtuluşa ulaşmak için ne olursa olsun pes etmemek lazımdır. Bu kaplumbağa

bu kararlılığı gösteriyor. Gündüz sıcakta da yemek arayacak su arayacak. Nerde gayretli bir canlı görürsem göreyim hayran olmadan edemem. İyi ya da kötü durumda birçok canlı pes etmez, daha gayretkeş hâle gelir. Siz de gayretkeş olmalısınız. Tabi şimdi bir kulağınızdan girer ötekinden çıkar. Ama bir gün acı gerçeklerle baş başa kalacaksınız. Benden demesi.

Nur ve taner dalga geçercesine bir şeyler dediler. Güldüler.

Gülün siz gülün dedi idris.

Zaman geçiyordu ve gençlerin neşesi kaybolmuş, araç içine sessizlik hakim olmuştu, gözler uykuyla mahmurlaşıyordu, arada alçak sesle biri bir şey diyordu.

İdris dedi ki: Çocuklar. Nedir biliyor musunuz gerçek? Dün işçilerimden biri söyledi, ben ona neden bu kadar çalışıyorsun, iş saati bittiği halde hep geç çıkıyorsun. Bana şöyle dedi: Varlıktaki her zerreyi kendine verilmiş bir emanet olarak gören kişi, o emanetin hakkını vermek için çalışmak zorundadır, iş bitmeden çıkmak olmaz. başka yerlerde inanılmaz ezildim. Burada iyi bir maaşım, yemeğim ve yolum karşılanıyor, işime aşık olmayayım da ne yapayım? Adama mesai fazla ücret veriyorum. Yetmedi. Onu bölümünde sorumlu yaptım. Onu çalışırken görürken acayip seviniyorum, hizmetçisi olasım geliyor, işi yüreği ve ruhuyla yapıyor çünkü.”

Kimse bir şey demedi. Karısı nimet bir şeyler dedi.

Gençler beni takmıyorsunuz galiba.

Fikrinizi, yorumunuzu söyleyin, aksi halde hepinizi dışarı atarım,

Aracı yok kenarına çekti.

Taner şöyle dedi: Adam güzel demiş.

Çok erdemli. Muazzam felsefe.

Nur: böyle derin adamlar tükendi sanıyordum.

Ayla: büyük adammış. Böyle bir adam az bulunur.

İdris: Taner gerçek düşüncen, yani bana yalakalık yapmadan söyle: Kafadan çatlak dedi taner, eve gidip karısıyla vakit geçirse ya.

Nur sen söyle: akıl noksanlığı var galiba.

Ayla sen söyle: evde çekilmez bir karısı olmalı.

İdris güldü.

 

Dağın eteğinden kıvrılarak giden yol uçurumlarla doluydu ve ıssızdı. Tek şeritli yolda karşıdan gelen tek tük araç çıkıyordu. İdris, yol kenarında paslanıp hurdaya dönmüş araçlar gördü. İçini büyük bir korku kaplıyordu. Fazla yavaş gidiyordu bu yüzden.

 

 

Her tarafı renkli boyalarla boyanmış, üstünde hippi şekilleri karikatürler olan serseri minibüs arkadan deli deli geliyordu.

İdris ağır giden kamyonu sollayacaktı, cesaret edemedi. Serserice ilerleyen minibüs İdris’in aracını sollayarak geçiyordu. Şoför, el hareketi yaptı, dalga geçercesine. İçerisi genç adam doluydu, kendi aralarında konuşup gülüyorlardı. İçlerinden birinin kulağında küpesi vardı ve saçları punk modeldi. Gençler camlara doluşmuş, kimi kafasını çıkarmıştı.

“Dayı korkma, kaplumbağa gibi sürmene gerek yok. Teneke sürmüyorsun.” dedi biri. Kahkahalar koptu.

İdris takmadı onları, gülümsedi.

“Az toslayalım şuna.” dedi öteki.

“Yapmayın çocuklar! Bu işin şakası olmaz” dedi İdris.

“Rahat bırak adamı” dedi gençlerden biri.

Tam geçip gidiyorlardı, içlerinden biri elindeki bira kutusunu fırlattı. Kutu aracın ön tarafına çarpıp yere düştü. İdris, aracı kenara çekti. Islak bezle sildi o kısmı.

Çok sakindi. Küfür etmiyordu mesela. Ve yola devam etti. Karısı buna şaşırdı.

Yarım saat kadar sonra. Yol kenarındaydı o malum minibüs, lastiği patlamıştı.

El ediyordu biri yardım istemek için.

İdris yavaşladı: yardım etmek isterdim ama yapabileceğim bir şey yok.

Şey dayı kusura bakma.

Öteki bağırdı: yaşlı götten neden yardım istiyorsun ki.

İdris gazlıyordu.

Gençlerden biri şortunu indirip kıçını gösterdi.

Öteki küfür işareti yaptı eliyle.

Taner aynı şekilde yanıtlayınca genlerden üçü koşarak gelirklen idris hızlandı.

İdris o elini diye bağırdı idris.

Size koaly gelsin çocuklar. Dedi.

Gençler küfür ettti bağırarak.

 

Bu anı sonsuza dek hatırlarlar artık dedi Taner.

İdris gülüyordu, iyi dedin.

Uzun bir süre geçti.

Zifiri karanlıktı. Nurun tuvaleti gelnişri.

İdris aracı kenara çekti.

Git şurada yap gel

Yabani hayvan varsa.

Bir şey yapmaz. Ben bakıyorum.

İdris, kızının karnındaki kelebek dövmesini fark etmişti

Neden yaptırdın onu?

Ya baba, of!”

Neye yarıyor.

Anlamazsın baba.

Diğerleri de dışarı çıktı, oturmaktan uyuşup mahvolmuşlardı.

Karanlıktaydı taner, esrar içiyordu

Taner nereye kayboldun.

İşimi görüp geleceğim baba.

Fazla uzaklaşma. Kurt ayı olabilr. Malı götürür.

Taner esrarı yere atıp ayakkabısıyla ezip hemen geldi.

Nur buralarda kurt ya da ayı varü koş gel canını kurtar

Nur takmadı ama taner çalılardan ona yaklaştı

kurt gibi sesler çıkardı.

İdris, yaklaşan s oüluna baktı.

Şaklabanlığın sırası değil.

Nur sıçmıştı. Panikle kalkarken boka basmış, cep telenu da bokun içine düşmüştü. Çığlık atıt

Ne oldu kızım.

Bok oldu.

Az sonra nur ağır adımlarla geldi.

Senin ağzına…abi sen bokun tekisin.

Ne oldu kız…şaka yaptım.

Anne ıslak mendil ver bana.

Ne oldu, altına mı yaptın. Dedi gülerek.

Boka düştüm. ,panrolonumu tişörtümü değiştirmem lazım.

Kızım demiştim, ihritaç giderin, yolda tesis yok demiştim.

Tuvaletin zamanı olmaz dedi nimet. Gelirse gelir.

İdris bagajı açtı. Nimet kızının sırt çantasını açıyordu.

İdris düşüncelere daldık kızına bakarak, şöyle bir söz okumuştu: “Babalar oğullarıyla çok vakit geçirebilir; ama kızlarına âşıktır.

Orası hiç öyle değildi. Aslında taneri pataklamak isterdi, taner gel bakayım, kız kardeşine yardımcı ol.

Kızına yanaştı, boku işaret etti, sonra yüzünü, abin geliyor, korkma, ben vardım.

Taner geldi.

Kız kardeşinin üstünü temizlemesine yardım et.

Islak mendil aldı. Bu sırada nur boklu ıslak mendili abisini yüzüe sürdü.

Taner ıyyy diyerek geri çekild,, yere düştü.

 

Araca bindiler. İdris yola koyuldu. Anemin evinde de böyle garip şeyler yaparsanız çocuklar mahvederim sizi bilesiniz. Her neyse. zamanla neyin ne olduğunu öğrenirsiniz. Umarım. Ben iflas ettim defalarca, hiçbir şeyim kalmadı, bir şekilde kendi ayaklarımın üstünde durmayı başardım. Siz de başarırsınız herhalde.

sabahın köründe kalkmayı öğrendim. Dağınık bir hurdalık yeri gibi öğlene kadar uyumayı bıraktım. Uyumak çok şey kaybettirir insana derdi babam, insanın geçim kaynakları melekler vasıtasıyla sabahın erkek vaktinde dağıtılırmış. Gideceğimiz yerde insanlara uyun. Şımarık ve aşırı davranışlar görmek istemiyorum sizde. Orada zihninizle sizin bir fotoğrafınızı çekecekler hemen, sizi görür görmez, sizi kalplerinde, zihinlerinde güzel bir yere koyacaklar. Resminizi çakacaklar içlerindeki duvara.

İlk birkaç gün ve sonrası çok önemli. Benim düzgün, aklı başında evlatlar yetiştirdiğimi görmelerini istiyorum, yanlış bir şey yaparsınız, beni utandırmayın, beni sizi savunmak zorunda bırakmayın, size bir şey derler, zoruma gider, bu yüzden olumsuz hiçbir şey duymak istemiyorum sizle ilgili. Ayağı yere basan sağlam genç portesi çizeceksiniz. Delilik yok, uçuk kaçık hareketler yok. Sorumsuzluk yok. Üstünüze gelseler bile alttan alacaksınız. Saygısızlık yok. Sizden bunu istiyorum. Onları mutlu edeceksiniz. Onlar sizi zaten mutlu edecektir. Aksi halde sizin için çok kötü olur, eve dönünce hesabını sorarım sizden. Aykırı ve uçuk hiçbir söz ve hareket görmeyeceğim sizden. Aile olarak bir büyük uyanış yaşayacağız. Böyle olacağına inanıyorum. Size ne yaparlarsa derslerse dersinler onları kırmak yok. Onlar size orasını, yani kalplerini verirse siz özünüzü vereceksiniz.

İdris, bir keresinde kızının okuduğu kitapları merak edip odasına tilki gibi araştırmaya girişmişti, kitaplardan birini alıp rastgele açmıştı, öyle cümleler görmüştü ki, utanmıştı, bir adamın cinselliğine dair deneyimleri ..

İdris, mutfakta yemek yapan karısının yanına fırlamıştı.

Bizim kızın okuduğu kitaba bak, şöyle diyor. Deyip okumuş,

Karısı çoktan okumuştu o kitabı. Karısı gülmüştü, çağ dışı kalmış gibisin. O kitabı ben önermiştim ona. Yılar önce okumuştum.

İdrisin yüzündeki ifade bütün enerjisini bir anda kaybetti, bir ktaba bir karısına baktı, demek öyle dedi, yeryüzündeki en geri zekalı adammış gibi hissetmişti kendini. “Dünyayı durdurun, dönmesin, kaçırdığım çok şey var, hepsini anlamak istiyorum” demişti ona, eğlenceli biçimde.

Müzik aç baba diyordu çoduklar, idris açtı, radyoada eski bir rock şarkıl. Camlar açık. Geçler bağırıyor. İdris sigara yaktı, öksürük tuttu, balgam geldi. Camdan tükürdü.

Bu sırada ağzı açık ve bağıra bağıra şarkılar söylküyordu taner, ben çok mutluyum dedi, o da neydi dedi, ağzının kenarınav ıslak bir şey yapıştı. Eliyle silerken bu da neydi diye düşündü.

 

 

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

Gün doğalı saatler olmuştu. Sıcak kara asfaltı yer yer eritiyordu, idris yorgundu, kırsalda ilerliyordu araç, yol kenarında şöyle birkaç saat uyuyabileceği bir yer, çayırlık bir alan bakarken ormanın kenarındaki oteli fark etti. İki katlı ahşap bir otelde burası.

Yolcular dışarı döküldü. Akşam yola çıkmaya karar vermişlerdi.

Akşam alıyordu. İdris kalmayacak kadar yorgun ve uykulu hissediyordu.

Makarna, kıymalı patates yemeği ve cacık yiyiyip yattılar.

Yaşlı karı kocanın üniversite bitirmiş torun genç kızı işletiyordu burayu. Hayvancılık işine girmiş ama batacağını anlatınca daha çok zaarar etmememk için hayvanlartı satıp burayı inşaa etmiş tanıdıklarının yardımıyla. Tarım işine girmiş o da iyi gitmemiş. Yanlış ürün ekmiş. Susuz yetişebilen kekik yetiştirecekmiş. Ama bunun zahmeti fazlaymış. Otel işi daha iyi görünmüş gözüne.

Eski tahtalardan. Eski köy evi tahtalarından yaptırmış oteli. Kendi de çalışmış. Pembe boyalı basit bir oteldi burası, eski köy evlerini amfdırıyordu. Çok ufak odalar.

Eski vesternfilmlerindeki evler gibiyhdi. Tarla işçilerinin konakladığı bir dizi halinde barakalar gib, verandası olan.

Şirin bir oteldi burası. Beş alatta, beş uykarda oda var.

Akşam oluyordu.

Yaşlı anne ve otel sahibi kız yemekleri hazır etmişti. Biber dolması, salata, tavuk kızartması, patates salatası, cacık, yoğurt.. biber, patlıcan ve patates kızartması, pilav, yeşil fasulye, gençler neyi sever ona göre yemek hazırlamıştı.

Nur yemekten sonra bahçeye çıkarken ayla uyumak için odaya geçti.  Gündüz uyumamış, otel sahbiyle sohbet etmişti.

Nur bahçede geziyordu. Otelin arkasına geçti. Orada ışıklandırma yapılmıştıu ve çiçekli yolda ilerliyordu, ışıklandırma da yoksul köylerde yapılan ışıklandırma gibihydi. Öyle parıltılşı süslü bir dünya yoktu burada. Her şeyh sadeydi. Yolun sonunda bir gölet vardı. Birkaç çardak, bank. Banka oturdu. Gölet doğaldı ve çrevre orman ağaçlarıyla kaplıydı. Ama agağçarın bir aralığından ay ışığının vurduğu mısır tarlasını gördü.

Macera ya da çılgınlık olsun diye tarlaya girmek istedi; ama korktu yolunu kaybetmekten. Yanında ayla olsa çok kolay yapardı çılgınlık; ama tek başına cesaret edemiyordu.

Işıklı yoldan biri geliyordu, genç bir adamdı bu. Yaklaştı, ona yakın bir banka oturdu. Nur bu çocuğu bir yerden tanıyuor gibiydi.

“Selam!” dedi genç adam. Kumral. İri yeşil gözleri var, uzun kirpikli, kirli sakallı. Berrak ve derin bakıyor, uzun bir acıdan, aysı bir geceden bakar gibi, dingin, nur onu görür görmez sevmişti, göğsünde bir güvercin sürüsü havalanmıştı, bu aşkını ilk gördüğü andaki gibi bir parlamaydı göğsünden havalanan, bu çocuk 20 li yaşlarda olmalıydı, ama korktu, kimdir nedir…zarar verir mi…

Selam dedi yine, selaı alınmaıştı, onu rahatlatmak ister gibi otelde kalıyorum.

onu nerde gördüğünü hatırlamıştı: “Sen o minibüstekilerdensin!” dedi.

“Öyle. Arkadaşlarım adına özür dilerim. Oldu bir yanlışlık. Aslında matrak insanlardır. Bazen çekilmez olabilir herkes. Babana takılıyorlardı.

Nur kalkp gidecekti.

Hasan nerdesin diye bir ses geldi. Ekmek bekliyoruz.

Hasanın elinde bir poşet vardı.

Aüaçların arasından, mısır tarlası yönünde cüce bir genç çıktı, çene mi çalıyorsun burada göt herif.

Yok ben dostum.

Hadi gidelim.

Al ekmekleri. Az sonra gelirim.

Domates salatralık da getir demişlerdi. Getirmeiştsin.

Gitmedim. Ekmeği zor buldum.

Çadıra hiç gelme.

Cüce gitti.

Bana otelde kalıyorum demiştin.

Genç adam güldü.

Şey. Biz pansiyonda kalacaktık. Çok para tuttu. Bizde öyle para pul ne gezer. Aşağıda ormanda, dereye yakın kalıyoruz. Çadır kurduk. Doğa müthiş. Arkadaşlarım derede yüzüyor. Beni sarmadı. Köy bakkalı varımş oradan ekmek aldım. Bakkal domates salatalık alabileceğim bir yer dedi, gittim ama köpek vardı geri döndüm.

Ayağa kalktı. Sağa sola bakındı. Arkasını nura döndü. İlerde bir şeye bakıyor gibiydi.

Oradan bir ses geldi sanki.

Nur bu çocukta ters bir şey olduğunu anlamıştı.

Gitmem lazım.

Genç adam yolunu kesti.

Daha yine başladı sohbet.

Kusura bakma.

Genç adam belinden bıçak çıkardı.

Sakin ol dostum dedi nur, bıçağa gerek yok.

Çıkar üstünü hemen. Dedi sağa sola bakıyordu biri gelecek mi diye…

Peki dedi nur, çıkaracağım. Ama beni öldürme.

Adi zengin kaltak seni. Ne işin var burada senin. Tecavüz kaçınılmazsa zevk alacaksın. Beni dinlersen çok zevk alırsın aşkım.

Nur az önce o arkası dönükken yerden alıp bir eliyle arkasına sakladığı taşı savurdu. Ne olur ne olmaz diye aldığı taş…Genç adamın yüzünün ortasına.

Burnum diye bağırdı genç adam yere savruluştu, keskin bir acı.

Nur,

Gördün mü ananın amını diye bağırdı ve koşarak oradan uzaklaştı.

Otele vardı. Şok içindeydi. Vay be.

Ama iyi bir şeyin varlığını hissetmişti onda; sesinde, konuşmasında, bakışında. İçi birden çatallanıp budaklanmıştı ona.

“Bu çocuk benim dostum olsa güzel olur, gerisine sonra bakarız” diye düşünmüştü.

Ama piçin yaptığına bak. Eğer o taşı yerde gözüne kestirip hemen alıp arkasına saklamasaydı şu an tecavüz travması yaşayan kızlar gibi olacaktı allak bullak. Demek ki bir silah…bir şey olmadan takılmak yanlışmış, ayla hep üstünde bir şey taşırdı, bir bıçak, sprey. Parfüm. Ya da birer gazı. Küçük bir tornavida. On santimlik bir vida ya da çivi. Büyük boy kurbağacık ya da boru anahtarı. Ve onunla dalga geçerdi. Ayla sivri bir şey mutlaka taşırdı bir ara. Aylaya deli gözüyle bakardı. Ayla haklıymış. Jaranlık ya da loş bir yerde asla tek başına olma. Bir daha asla bu duruma düşmeyeceğim.

Otel sahibi kız, onun Anneannesi, dedesi, idris, nimet

bahçede çay kahve içip sohbet ediyordu, taner ilerde salıncakta sallanıyor, cep telefonunda bir şeylere bakıyordu.

Otel sahibi kız şairane konuşuıyordu: Ben bir ekmek yerken tarlayı hayale ederim, tohumu tarlaya atan eli, tarlanın korkuluğunu, göğünü, yağmurunu, kuşunu, böceğini… Tarlanın kenarındaki ağacı, ağaca tüneyen kuşu, akşam çökünce çevresini sallayan cırcır böceğini, tarlaya serilen ayı… toprağın, ekinin kokusunu… Tarla, böceklerin gelmesini sağlar. Böcekleri kuşlar yer. Ekinler kurur falan. Komşuluk ilişkileri= Eko sistem deniyor buna. Ne kadar emek ve yürek varsa işin içinde; o kadar güzel. Ruhaniyet ve iyilikle yapılan işler bereketlidir. Öte yandan şehirde çöp kutularının yanı bayat ekmek kaynar hep. Ben apartmanlarda büyüdüm, şehir merkezinde.

 

Gidebileceğim bir köyüm hiç olmadı. Yolda minibüsün yoluna çıkan bir kaplumbağa, bir yılan, bir kirpi çıkar meselâ. Dur derim, sakın ezme onu. Gider alırım elime fantastik kaplumbağayı. Yolun kenarına koyarım. Hayvanları çok severim. Ama ne bir kedim, ne bir köpeğim olmadı. Annem izin vermedi, kendi evim olunca bakarım artık.”

Nur onlarla çay içerken kızgın ve hayal kırıklığı iiçindeydi.

 

Sonunda doğru düzgün, duyarlı ve güzel konuşan, yaşam ve hakkında bilgisi olan ve güzel bakan bir erkek dostu olabilecekti, işler yolunda giderse. Diye düşünürken tecavüzcü çıkmıştı.

Neden aşk filmlerindeki gibi ya da iyi romanlardaki gibi bir aşk bulamıyordu, öyle bir bağ, bir kontak.

Gerçek bambaşkaydı ve hep hayal kırıklığı vardı bu işin içinde, bu aşk denilen bokun içinde, onu istemiyordu ama istiyordu, biri, parlak biri, içini eriten biri…bunun açlığını hissetmesi…can sıkııcıydı.

Gerçek vahşi ve acımasızdı. Bu sistem aşka izin vermiyordu ama bulan nasıl buluyordu, aile dostları olan birbirine aşık bir aileyi hatırladı. Hep öyle bir işlikim olsun diye hayal ederdi. Adam karısına çok iyi davranırdı, kadın adama, ufak çocukları vardı, o zaman nur da ufaktı, onlara oturmaya gittiğinde çok mutlu olurdu. Kendi ailesi ise ciddiytdi, ama onlar aşkım canım cicim der sevgi ve aşklarını gösterirlerdi. Kendi ailesi hep ölçülüydü, düşünceli konuşurlardı. Kendi ailesi soğukkanlıydı. Msela annesi babasına idris bey derdi, idrisciğim asla demezdi. Canım demedi. Balım kaymağım demezdi. Bunlar onlara göre cıvıklıktı. Sanki silah zoruyla birlikte yaşamaya mecbur edilmiş gibi görünmese de bir putluk vardı içerde, robotlarmış gibi. Kalpleri yokmulş gibi.

Ayla uyanmuştı, aşağı indi. Ona yemek hazırlandı.

İkisi salıncakta sohbet etmeye başladı. Nur aylaya o kötü çocuk hakkındaki olayı anlatmaya başladı. Ayla şaşırdı. Nur şiddeti hiç sevmezdi ve hiçbir canlıya zarar verecek kapasitesi yoktu,

O taşı nasıl aldın da savurdun. Vay be. İnanılmazsın. Ne dcevherler varmış sende. Aslında gidip o çadırı taşlamak lazım. Varm ısın.

Delirdin mi.

Çantandaki bıçağı bana ver.

Ne bıçağı. Bıçak ya da keskin şeyler taşımam bir yıol önceydi. O ara başıma kötü şeyler gelecek diye korkardım.

 

 

ALTINCI BÖLÜM

 

 

 

Araç kırsalda ilerliyordu, yol kenarında erik satıyordu yaşlı bir adam, İdris yavaşladı, erik satın alıp araca geçti, geri geri çıkarken, arkadan gelen traktörü fark etmedi, “arkana bak” dedi Nur, İdris yavaşladı, hemen oğluna baktı, bunu neden oğlu söylememişti ki? Tam arka koltukta oturan oğlunun kulaklarında kulaklık vardı, cep telefonunda bir şeye bakıyordu, uzanıp aldı telefonu, gözlerine inanamadı: Çıplak iki bücür erkek zenci.

Karısına gösterdi telefonu. Karısı çığlık attı. Kusacak gibi olup ağzını tuttu.

“Ne zamandır böylesin?”

“Baba sandığın gibi değil. Bir siteye tıkladım yanlışlıkla çıktı orası.”

“Bana bunu kanıtlamak zorundasın.”

Telefonu onun yüzüne fırlatır gibi yapıp koltuğa fırlattı.

Kısa bir süre sonraydı. İdris kafasındaki düşünceleri  dağıtmak için müzik açmıştı. Ön sağ tekerden bir “pof” sesi geldi, araç yalpalıyordu. Aracı kenara çekti, inip baktı, lastik patlamıştı, eğik bir çivi vardı lastikte. Taner de babasının yanındaydı.

İdris, çiviye küfür etti.

“Baba bence çiviye küfretme.”

“Nedenmiş?”

“Laneti tutar. Hem çivi mi suçlu? Çiviyi atan el suçlu değil mi?” Güldü.

“Hııı, tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar gibi bir soru. Felsefeci bir çocuk yetiştirmişiz; haberimiz yok. Ey Allah’ım. Zevzeklik yapmayı kes! Canım sıkkın.”

“Tamamdır. Teşekkür ederim baba.”

İdris, ters ters baktı ona: “Pekala, bay felsefe,

lastiği değiştirelim. Bagajdan aletleri yedek lastiği çıkar bakalım.”

“Belim ağrıyor baba; yapamam. Kaç zamandır belimde bir ağrı var. Geçenlerde basket maçı yaparken düştüm de. Ağrı azdı.”

 

İdris, yeni lastiği takmıştı, yolcular tarla yanındaki ağacın altında, gölgede oturup çevreyi seyredip sohbet ediyordu, İdris gelin işareti yaptı eliyle.

Yolcular bindi araca. Taner, araca bineceği sırada İdris “dur” dedi, ağacın altına geç, seni fotoğraflayacağım. Hatıra olsun. Cep telefonumda sonsuza dek kalacak!”

Taner, koşarak ağacın altına geçti sevinçle.  Babası onu önemsiyordu.

“Gülümse” dedi İdris,  cep telefonunu onu çekecek gibi kaldırdı, onu çekmek yerine hemen araca bindi ve gazladı, bağırarak dedi ki: “Biraz yürü de lastik tamir etmenin zorluğunu belki anlarsın.”

“Ama babaaaa!”

Taner, çok geride kaldı.

İdris, geri baktı aynadan, oğlu gözden kaybolana kadar bastı, toprak yola saptı. Düşündüğü gibi oldu ve tekrar asfalt yola çıktı, ilerledi ve tam oğlunun yanında durdu.

“Ben de sizi başkası sandım. Arkadan dolanmak ha. Baba çok zekisin.”

“Umarım bir gün düzgün bir adam olursun; emeklerim boşa gitmez.”

“Gitmeyecek baba. Haklısın; özür dilerim. Belim konusunda yalan attım.”

Taner, araca bineceği sırada cebinden çivileri çıkardı.

“Yerde bir sürü eğik çivi var… gördüğümü topladım…

Biri bilerek asfalta çivileri atmış.”

“Ya önümüzde yine çivi varsa… sen yürü önden git kontrol et.” dedi İdris.

“Süper bir fikrim var baba!” Cep telefonundan bir uygulama açtı.

“Nedir o, evlat”

“Yerde çivi varsa telefon bib bib diye öterek yerde çivi olduğunu söyleyecek.”

“Yani hazire arayanların kullandığı alet gibi.”

“Aynen.”

Taner, aracın önünde gidiyordu. Cep teli yere uzatmıştı.

İdris, onu birkaç metre geriden takip ediyordu. Taner birden yön değiştirdi.

Cep telefonu çok yüksek sesle; “bib bib” diye sinyal sesi veriyordu.

Taner, yolun kenarına gitti, oradan da boş tarlaya girdi,

“Nereye oğlum?”

“Dur baba!” Diye bağırdı ve şöyle mırıldandı: “Belki de Roma döneminden kalma altın sikke dolu çömlek bulacağım! Bulursam yaşadım, kendime ve dostlarıma istemediğim kadar uyuşturucu alabilirim! Partilerin kralı olurum!”

Taner, yere eğilmiş kazıyordu elleriyle.

“Oğlum ne yapıyorsun.”

“Bu da nedir” dedi Taner, vay anasını.. içi altın doludur dilerim!”

Bir patlama oldu bu sırada. Kum ve toprak havada saçılıp uçuştu. Taner, haya birkaç metre sincap gibi uçtu ve çuval gibi yere serildi, hendeğe savrulmuştu, toz toprak uçuşuyordu havada.

Çömelip başını önüne eğer İdris yavaşça başını kaldırdı, ayağa kalktı, hendeğe yanaşıp aşağı baktı: “Oğlum, iyi misin?”

Taner, gözlerini açtı, yerde kopmuş kolu gördü.

“Kolum koptu baba. Kolsuz ne yaparım. Hayatım bitti, hiçbir kız bakmaz bana artık, engelli oldum.” Ağlıyordu.

“Geri zekalı herif; kolun yerinde!”

Taner, koluna baktı, kolu yerindeydi. Saçları karmakarışık olmuştu elektriğine tutulmuş gibi, suratı simsiyahtı.

“Sen tarlaya neden saptın aniden?”

“Ya altın sinyali verdi uygulama.” Toprağa bulanmış cep telin ışığını gördü, eline aldı cep telefonunu:  “Altın olunca böyle mor ışığı yanar cihazın. “Bib bib” sesi çıldırmış gibi yüksek gelir.

“Buldun mu altını?”

“Buraya neden mayın mı ne koymuşlarsa?”

“Çık oradan gel yanıma.”

“Ya bir daha varsa mayın?”

“Uygulamayı kullan.”

Baktı. Birden söndü cep telefondaki ışık. Cep telefonu iflas etmişti.

Tel kapandı. “Şarzı bitti galiba. Ya da patlamadan etkilendi.”

“Tırman. Çık şuradan. Elini uzat.”

“Aynı yerden gelemem. Şu tarafta yol var galiba. O taraftan dolan.”

İdris, tarlanın kenarındaki yola girip hendeğe yanaştı.

Elini uzattı oğluna: “Tırman. Elimi yakala. Bommm!” diye bağırdı.

Tırmanan Taner, korkuyla yerinden zıpladı, yuvalanıp düştü hendeğin dibine.

“Ya baba ödümü patlattın şakanın sırası değil.”

Bu sırada yolun diğer tarafından bir adam çıktı. Nimet, Ayla ve Nur korkuyla çığlık atıp kaçıştı.

Adamın başına saplı bir balta vardı. Yüzü korku filmlerindeki zombiye benzeyen adam: “Yardım edin diyordu alçak sesle, acı çekerek, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Grup koşarak ormana girdi can havliyle.

“Neler oluyor orada?” dedi Taner.

İdris, şaşkındı. Bu gerçek miydi. Zombi gibi ilerleyen, yaklaşan adama bakakalmıştı. “Bu bok herif de neyin nesi” dediğinde, hızla gelen kürek sağ yanağına çarptı ve  yuvarlanarak hendeğe düştü. Gözü kararmıştı.  Bayılmıştı.

“Ne oldu sana baba?” diyordu Taner.

“Bilmiyorum” dedi acıyan yanağını tuttu. Biri bana bir şeyle vurdu.

Taner İdris’in omuzlarına bastı, İdris yavaş yavaş ayağa kalktı hendeğin duvarına tutunarak, Taner yukarı çıkmayı başardı.

“İp, uzun bir sopa bul, ağaç dalı da olur.” dedi İdris

Taner ağacın altında bir uzun dal parçası bulup geldi, bir ucunu babasına verdi, yavaş yavaş onu yukarı çekti.

Aracın yanına geldiler.

İdris, yanağını tutmuştu; “yanağım çok acıyor, şişiyor bu.”

“Nerde bizimkiler?” dedi Taner.

Taner, annesine seslendi. Yanıt alamadı.

Araca bineceklerdi.

“Arka sol lastik patlamış baba. Aman…diğeri de patlamış.”

İdris, küfür etti, geliyordu bakmaya arkaya. Taner ise şoför mahalline yanaştı. İdris başını eğdi. “Lastikler patlamamış” dedi.

“Şaka yaptım baba.” Güldü.

“Sen bekle. Şu tarafa bir gidip geleyim. Bizimkilere bakacağım.”

Gözle kaş arasından, adeta yıldırım gibi araca bindi bastı. Çok süratliydi, toprak yola saptı, dönüş yapıp asfalt yola girecekti, iri bir taşa çarptı araç ve yan tarafına taklalar atarak savruldu meyilli arazinde. Ve ters döndü kaldı leş gibi.

İdris, güneşten sakınmak için bir eli alnında manzarayı izliyordu, toz duman kalkmıştı, gerisi görünmüyordu, ilerledi ve yokuşun aşağısında ters dönmüş ve çok sevdiği aracına bakıyordu. Üstünde bir çizik bile olsa onu huzursuzluğa boğan aracı hurda vaziyetteydi. Birkaç dakika boyunca dondu kaldı. Elini cebine attı, sigara paketini arıyordu. Taner ise hurda aracın eğik kapısını aralayıp dışarı çıkmıştı.

“Ben iyiyim baba; endişe etme” dedi ve korkuyla geri geri gitmeye başladı. Fren yaptım ama tutmadı bana, benim suçum değil. Düştü. Başını taşa çarptı, başı yarılmış kanıyordu.

İdris, ise düşüncelere dalmıştı, hesapta ailesinin evinin önüne bu güzel cipi çekecekti, bu pahalı cip…çalışarak kazandığı parayla aldığı araç… gururlanacaktı…ve o güzel araçtan ailesi inecekti çocukları, onlarla da gururlanacaktı. O güzel hayal yerle bir olmuştu. Daha yeni bakımları yapılmıştı aracın, tertemizdi, mis gibiydi.

İdris araca arkasını döndü, sigaradan bir nefes çekti, çevreye bakındı, kimseyi göremedi, araca doğru ilerliyordu hızla.

“Baba sakin ol lütfen.” Taner, epey uzaklaştı oradan.

İdris kısa bir araştırma sonrasında araçtaki cep telefonunu buldu.

 

Açtı baktı haritaya cep telefonundan

“Burada ilerde bir köy var, daha ilerde bir kasaba.

Aracı buradan çıkartıp tamir ettirebilirdi.

“Gel buraya eşek herif?”

“Beni pataklamayacaksın, değil mi baba?”

“Yok oğlum; gel.”

Yolun kenarında bekliyorlardı. İdris yola çıkmış ileri bakıyordu. Taner yol kenarında bağdaş kurmuş oturuyordu.

Yarım saat geçmişti. Yolda tek araç görünmüyordu.

Ses geldi, Nimet, Nur ve Ayla koşarak geldi. Ormanda kaybolmuşlar.

Aile ilerlemeye başladı asfalt yolun kenarından

“Daha ne kadar ilerleyeceğiz baba?” diye sordu Taner, o pis çukurdan nasıl kurtulduk ama.” Taner’in gözleri sevinçle parlıyordu.

İdris ağzını eğerek şöyle dedi: “Daha ne kadar ilerleyeceğiz baba? O pis çukurdan nasıl kurtulduk ama.”

“Büyük sıkıntı atlattık, her neyse. Annemin evine geldik sayılır.”

Bir kilometre kadar sonraydı.

Yolun kenarında bir çocuk göründü, “sanırım yola çivileri atan bu çocuklar” dedi Taner.

İdris bağırdı: “Gelin lan buraya piç kuruları!”

Çocuklar kaçtı. Tezgahın olduğu noktada kayboldular orman tarafında.

Yol kenarında şeftali satan adam vardı, lastik önündeki kartonda iri harflerle şu yazıyordu: “Çivi Gibi İri Şeftali.”

İdris, bir şeftali aldı, karısına attı; “yakala.”

Karısı havada yakaladı şeftaliyi.

Satıcı yaşlıydı, kenarda uyuyordu hasırın üstünde. Perişan bir vaziyeti, fiziği vardı. Yaşlılık kılıç gibi doğramıştı bir zamanlar süt gibi güzel olan 18 yaşındaki genci.  Sinekler uçuşuyordu kafasında, her yerine konuyorlardı, saçsız başına kasketi koymuştu. Yan tarafına uzanan, ayaklarını karnına çeken adama

İdris kibarca dayı diye seslendi. Yaşlı adam bir türlü uykusundan uyanamadı.

Evlat dedi İdris, elimde sihirli bir değnek olsa ve senin zihnini dayını bedenine, onunkini de senin zihnine geçirsem, ne dersin?

Baba delirdin mi? Asla olmaz.

Belli bir süreliğine.

Asla. Hem niye böyle bir şey dedin ki.

Empati yapmayı öğrenirsin. Seni kalın kafalı. Bir tecrübe edinirsin diye. Farkındalığın artsın diye.

Baba boş boş laflar etme bence. Odunu fark etti. Şununla deneyelim dedi. Yaşlı adamın arkasına geçti ve odunla ona vuracak gibi hareketler çizmeye başladı.

İdris gel, kes şunu diye fısıldadı.

O odunu kenara bıraksan iyi edersin genç adam.

Dayı sen uyumuyor muydun?

Yaşlı adam idrise satış yaptı. Tatlı dilli, yumuşak yürekli biriydi. Ayak üstü sohbet uzadı, samimiyet gelişti, idris bey dedi, bu genci yanıma bir aylığına bıraksan onu tertemiz geri alırsın.

İş yapmaz, canını sıkar.

Ben onu adam ederim dedi, sevecen bakışlarla, eline odunu aldı.

Taner yaşlı adamın boynuna kolunu doladı, dayı seni sevdim, harbi konuşan adamları severim, senin yanında kalsam her işi yaparım. Senin gibi tatlı dayılar bu dünyada daha fazla olsa ne güzel olurdu.

Evlat, babana layık olmaya çalış, onu utandırma. Aksi halde rüyalarına girer kabusun olur yumruk çakarım sana. Baş üstüne efendim de bakayım, bizim kültürümüzde böyledir.

Taner; baş üstüne efendim.

Taner yaşlı adamı kucakladı.

Babamla hiç böyle şeyler yapmayız.

yaşlı adam idrisin aracı kurtarmak için birileriyle görüştü eski cep telefonuyla. idris tamircisiyyle görüştü. Tamirci aracı hendekten çıkarmak için traktör yollayacaım dedi. Uzun bir süre sonra yolda bir römorklu traktör göründü.

Dört kişi vardı römorkta, biri iri yarıydı ve traktör de de şoför yanında yaşlı bir adam vardı, adı burhandı, ayı balığı dedikleri iri yarı gencin dedesiydi.  Hacı burhan dedikleri yaşlı adam evin önünde can sıkıntısıyla otururken torunu sözü edilen işi yapmaya gideceğini söylemişti,  “ben de sizle geleyim hareket olur, ortam değişikliği ruh haline iyi gelir” diye düşünmüştü, bir iş yapacağından değil.

Burhan idrise selam verip yanaştı, el sıkıştılar.

“Büyük geçmiş olsun” dedi.

İdris durumdan söz etti. Burhan kentli bu ailenin sorununu çözmek için gereken her şeyi yapacağını, söyledi, bizde kalabilirsiniz. Araç tamir olana kadar.

Köydeki tamirci tarım aletleri, motosiklet, traktör. .her türlü aracı tamir edebiliyordu. Evinin önündeki garajda, emekliydi. Daha çok tarım  makineleri tamir ederdi.

İdris sigara yakmıştı. Kokusu çok hoş gelmişti burhana.

“Bir dal da bana verir misin?”

Kusura bakma. İçtiğini bilmiyordum hacı amca.

İdris de ona diğerleri gibi hacı dede demeyi uygun bulmuştu.

“Ya dede hani yakmayacaktın?!” dedi torunu.

Bir tane torunum dedi. Günde bir hakkım var…onu bizim evin orda içmiştim. Doktor yasak etti sigarayı…kalp iyi durumda değilmiş.

İdris cipin oradan nasıl çıkarılacağına dair fikirlerini anlattı.

Bu iş bende dedi burhan, hiç kafanı yorma. Sen geç git ailenle isrersen bize. Şu taraftan. Ayran iç yemek ye çay kahve iç. Ufak çocuklardan biri ordaydı. 10 yaşlarında. Ahmet len, şu amcaları bizim eve getir, benim neneye selam söyle, misafir yolladığımı söyle, yolda kalmışlar araç hendeğe devirmiş amatör. Güldü üstelik.

İdris şaşırdı, beni olayı bilmeden bana nasıl ‘amatör’ dersin ki, zoruna gitmişti, yüzünde gülümser gibi ekşi bir ifade oluştu. Ailesiyle eve gidecekti, bunları işi çözer diye düşünmüştü ama fikri birden değişmişti, bu amatör lafı yüzünden, kıl kapmıştı yaşlı adama.

“Sorun mu var idris bey? Aracıma el sürmeyin der gibi bakıyorsun da.”

“Yok dayı da kafama takıldı. Tamam [Yİ1] [Yİ2] tamam da dayı, aracı oradan nasıl çıkaracaksınız? Merak ettim. Aracı pert ederseniz ne olacak?”

“Bak evlat, ayıp ediyorsun. Sen giderken ben bininci seferi yapıyordum, bu saçları sakalları nerde ağrıttım sanıyorsun. Hendeğe düşmüş zaten pert gibi bir şey. Sen bana güven.”

Burhan yere çöktü, bir çalı aldı yan taraftan.

Çalıyla toprağa çizim yapıyordu.

sanki bir askeri operasyon yapacakmış gibi ciddi ve kararlıydı.

Burhan idrisin sırtını sıvazladı.

Ve traktör römorkuna atladılar,

İdris yaşlı adama bakıyordu, kafasında şu laf dönüyordu: amatör amatör amatör.

yolda kalmışlar araç hendeğe devirmiş amatör.

Yaşlı adamın gülüşü geldi gözlerinin önüne.

Burhan idrisin ona baktığını hissetmiş olacak ki başını çevirip ona baktı: bu muhteşem olaya tanık olup göreceksin bak analar ne yiğitler doğrulup yetiştirmiş. Gelmen iyi oldu seni yoracağız ama. Gözün arkada kalmaz. İşi çok güzel çözeceğimizi bizzat gözünle görürsün.”

Olay yerine gelmişlerdi. burhan kutsal sözlerle traktörden indi, operasyon yerine geldik dedi, hendekteki araca bakarken idris sigara yakmaya davrandı. sigara yakarken burhanı gözlerindeki sevimli ışıltıyı fark etti ve ona da bir dal sigara verdi: torun görmesin.

“He he he diye güldü.

Burhan dede grupta çok sevilen saygı gören biriydi: gençler çok dikkatli olmalıyız. Bu değerli abinizin aracını oradan çıkarmalıyız ve kendimize de dikkat etmeliyiz bir kaza çıkmasın. Ters dönmüş aracı düzleştirmeliyiz. Biri ayağını unutursa altında kalırsa…fena…

Burhan şakacı, esprili biriydi ve gençleri güldürecek şeyler söylüyordu, herkes dikkatli olsun, koluna bacağına dikkat etsin, boğa yılanı gibi güçlü uzun penisinizi her zamanki gibi belinize sarıyorsunuz değil mi çocuklar. Geçen gün çok iyi tarif etmiştim. Merak etmeyin, zamanı gelince evleneceksiniz. Karı kıza bulaşmıyorsunuz değil mi. Birilerinin karısına kızına yan gözle bakmak yok…böyle diyor ve aracı nasıl çıkaracağına dair düşüncelerini söylüyor, gençler de fikirlerini söylüyor, burhan tekrar şakaya başlıyor, gençler bu sırada birbirlerine takıldılar ve ikisi güreş etmeye, tozlu toprakta yuvarlanmaya başladılar.

İdris yine sigara yaktı. Burhana da bir dal uzattı.

Bunların iş yapacağı yok gibiydi, taşak geçiyorlardı.

Dayı şu işe başlasak diyecek oldu, sustu, gençler güreşmeye devam ederken burhan altta olana taktik veriyordu.

Gençler kan ter içinde yol kenarında, çimene oturdu.

burhan, bir dal sigara alabilir miyim?” dedi Burhan.

“Hay hay” dedi idris,

Burhan sigarayı kulak arkasına koydu.

Bir iddia ortaya atıldı, üç genç ve ayı balığı dedikleri genç arasından.

Üç genç el birliğiyle ters dönmüş aracı kaldırmayı denedi, başaramadı.

Ayı balığı gitti ve aracı kaldırmayı denedi.

O da başaramadı; ama nerdeyse başarıyordu.

Gençler sigara istedi, idris hepsine birer tane verdi.

Ayı balığı hariç.

Burhan aracın yanına gitti, bir de ben kaldırayım dedi, denedi ve osurdu, herkes gülmeye başladı kırılırcasına.

Onlar gülerken geldi burhan,

Aman çocuklar dikkat edin dedi burhan, benzin sızıyor depodan. Sigaraları atın. Havaya uçmayalım durduk yere. Bir gülüşme oldu.

Gençler yine birbirine girdi, ikisi yerde kapışmaya başladı, iş ciddileşti ve yumruklaşmaya başladılar, biri birinin sigarasını çalmıştı, çalınan sigara da kırılıp içilemez hale gelmişti, dayı onları ayırıp sakinleştirdi,

Şu mallara sigara ver de sakinleşsinler…

İdris onlara sigara verdi. Bir dal da burhan’da. Herkes sigara yakmıştı.

“Dükkanın açık oğlum! Kapa şunu dedi burhan gencin birine. Genç adam utançla önüne baktı çekecekti, çekilmiş.

Yapma hacı dayı ya. Gülüşmeler oldu.

Burhan idrisle şehirdeki hayat üstüne sohbet ediyordu. Ve burhan aniden kalktı ayağa. Şu işi bitirelim zevzekliği bırakın.

Burhan kulak arkasında sakladığı sigarayı yakmıştı. Aracın yanına gittiler.  Burhan son bir nefes daha alayım, son bir nefes daha alayım derken, sigarayı aracın yanına giderken atlamış, en sonunda ağzında kalmıştı sigara, gözlerini kısmış, duman gelmesin diye, işe kaptırmıştı kendini. Hep birlikte aracı düzeltmek, dört teker üstüne gelmesi için çevirmeye odaklamışlar, kaldırıp abanıyorlardı.

Gençlerden biri şaka yapınca gülme krizi başladı, aracı çevirme güçleri erimişti gülmekten.

Hacı dede at sigarayı

Atacağım karışma işime.

Burhanın ağzındaki sigaranın kor külü benzin bulaşmış otların üstüne düştü ve ateş parladı. Alev parıltısı.

“Patlama olacak kaçınnnn!!!” diye bağırdı bunu fark eden biri.

Herkes kaçıştı.

Az sonra bir büyük gümlemeyle ters dönmüş araç havaya sıçradı ve yere düştü.

Herkes şaşkındı ve aracın çatır çutur sesler çıkararak yanmasını seyrediyordu, kara dumanlar yer yer alevlerle karışıyordu. İdris bagajdan birkaç bavulu kurtarırım diye uğraştı ama alevler sarmıştı orayı. Uzaklaştı.

Gençlerden biri: “Hacı dede ben sana dedim at sigarayı atmadın!”

Birkaç nefes daha alıp atacaktım. Her neyse. Cana geleceğine mala gelsin canım. Ölen yaralanan kimse yok aramızda allaha şükür.

İdrisin canı son derece sıkındı, depresyona girmişti. Yüzünü ovuşturuyordu.

Büyük geçmiş olsun dedi hacı burhan. İdris’in sırtını sıvazladı. Belki de böylesi iyidir, ölen mölen yok. Takmak kafana idris. Yeni bir araç alırsın ama öleni geri getiremezsin.

Diğerleri  tek tek geldi: “geçmiş olsun “abi.

Gençler yine aralarında bir tartışmaya başlaşmıştı, gençlerden biri tek camı olmayan güneş gözlüğünü gömlek cebinden çıkarmış takmış, nasıl yakışıklı oldum mu diyor sordu diğerlerine, espriler başladı, daha ilginç biçimde yakışıklı olabilirsin dedi uzun olan. Gözlüğü uzanıp kaptı ve tek camı kırdı, gözlüğün hiçbir camı kalmamıştı. Fırlattı ona, tak bakayım, aldı taktı gözlüğü böyle süper yakışıklı oldun. Gülüşmeler koptu, küçükken de böyle oynardık ya senle. Çöpten bulduğumuz gözlükleri takardık. Öteki uçtu yakasına yapıştı len ona cam taktıracaktım yüz liralık gözlük o. öteki gülüyordu ya yirmi lira o gözlük… yenisini alırım bırak. Şaka maka olay ciddi kavgaya dönmüştü. Onları ayırmaya çalışıyorlardı.

Gözlük camını kıran: Sen ailenin trajedisisin. İş güç yapmayıp karı kız gözetliyorsun.

Yalan atma. Deyip onun boğazına sarıldı.

İdris sigara yakmıştı, oğlu Taner bir elinin babasının omzuna yaslamıştı.

Taner dedi ki: “Ne kadar sersem bunlar!”

“Sersem ötesi evlat; bunları hepsi at penisi, başka bir bok değiller.

Taner gülecekti, tuttu kendini: Anlıyorum baba araç gitti, takma kafana bence.

Köy evine vardı traktör, yolcular aşağı indi.

Evin avlusu kalabalıktı.

şen şakrak bir biçimde sohbet vardı, bağıra çağıra konuşup kahkahalar atarak konuşuyorlardı. Burada her ne oluyorsa matrak bir şeyler oluyordu İdris şaşırdı, ama sevdi, büyüdüğü çiftlikle böyle manzaralara tanık olmuştu, bu ortam o eski anıları hatırlatmıştı. Çok yaşlı nene vardı, sıcakta çullarla kaplıydı, çay içiyordu, sonra başka yaşlı bir adam bacak bacak üstüne atmış neneye bir şeyler anlatıyordu,  ortaya yaşlı bir kadın, daha geçkince ve üç genç kız ipe tütün diziyorlardı, anlaşılan bunlar tütüncülükle geçiniyordu, eşi ve kızı, ve ayla da onların yanındaydı, onlar da ipe tütün dizme işini yapmaya çalışıyordu.

 

 

Nimet oradaki kadınlarla, ev halkıyla sohbet ediyordu. Kocasını fark etti, kocası ona el sallıyordu, nimet el salladı ve işe devam etti, kocası yine el salladı.

Hayatımın en muhteşem anları idris, ipe tütün dizme işini çözdüm sayılır. Büyüleyici bir iş.

İdris bir serseme bakar gibi ona baktı.

Seni tebrik ederim. Kadın gülümsedi. İdris bir tarafa baktı sıkkın. Nimet kocasının yüzündeki ifadeden sıra dışı bir şey olduğunu anlamıştı.

Ona yanaşıp sordu usul sesle.

Ne oldu idris bey.”

Cipimi havaya uçurdu geri zekalılar.

Nasıl nasıl?

Olayı anlattı.

Tamirci Murat geldi, idrisle bir köşede sohbet ediyordu: çok üzüldüm arkadaş, aracı oradan ben çıkartırım, yapabildiğim kadar yaparım, bu işlerden anlarım. Sonra gelip alırsın. Uzun bir süre bende kalır. Keşke burhan dayıyı almasaydınız yanınıza. Onda bir sakarlık vardır, el attığı işin başına bir şey gelir kesinlikle. Küçük torunu film yapımcısı olacağım diye tutturdu, korku filmi çekecekmiş. Bomba yapmaya çalışıyormuş. Angut!

“Bomba mı?” dedi, oğlu hendeğe düştüğünde olan patlamayı hatırladı.

“He.”

Nasıl bomba bu?

“Mayın. Korku filmi için mayın lazımmış da. Köydeki ufak çocuklara para vermiş. Yola çivi atmaları için. Araçların bazı parçalarını çalıp satıp film için kamera alacakmış.

“Sen kim mayın yapmak kim. Sen nasıl mayın yapacaksın ki. Teknik bilgin var mı ki? Moloz!”

“Bence mayın yaptı.”

“Anlamadım ustam?”

“Bence mayın yapmıştır.”

“Nerden çıkardın ki bunu? Nasıl bileceksin ki. Sen köyün yabancısısın.”

İdris, şu patlama olayını anlattı.

Murat, yere, önüne baktı suçlu gibi.

 

O SABAH

 

Murat incir ağacı altında oturmuş serinleyip çay ve sigara içiyordu, tespihi masa üstündeydi, Evin başında Mahmut göründü.

Mahmut hal  hatır sordu, bir poşete sarılı bidon getirmişti: “murat abi, bu bidonu birkaç gün saklayabilir misin?”

“Nedir len bu?”

“Filmimde kullanacağım malzeme. Bizimkiler el sürer çöpe atar diye sana getirdim. Bunu saklar mısın? Saklarsan sana işlerinde yardım eder para almam.

“Olur” dedi aldı koydu depoya.

 

MAHMUT’ ANNESİ

 

 

Bu mahmut’ın adam olacağı yok, inek herif, adam gibi sigortalı bir işte çalışsa diye düşünüyordu Mutat, karısı menemen yapmıştı, ona ekmek bandırıp yiyordu.

Mahmut’ın annesi Hanife göründü, kahverengi gözleri neşeyle ışıldırıyordu, Mahmut’a selam verip hal hatır sordu, evin kadınına seslendi, napıyon gııı…ve Mahmut’la sohbete döndü, çok kaygılıydı, dedi ki: Bizim oğlan bi boklar karıştırıyor, başına bir bela gelecek. Elektronik bir şeyler ve sıvılarla bir şeyler yaptı. Bidona koydu. Aman anne elleme patlar dedi. Patlayıcı mı ne yapıyor filmi için. Geberip gidecek patlatacak uçuracak evi havaya. Jandarma evi basıp alayımızı içeri alırsa…terör eylemi için bomba yapıyorsunuz derse haberlerde izledim az önce el yapımı bomba…basmışlar bir evi… bizim çocuk bir şey getirdi mi sana bidon, öyle bir şeylerle uğraşıyordu yakaladım açacaktım elleme patlar dedi hızla gelip elimden aldı geçenlerde. Arkadaşıyla telefonda konuşuyordu amonyum bişey bişey diyordu neydi ya hah hatırladım, amonyum nitrat mı nedir, sordum birine, patlayıcı yapmakta kullanılırmış, bulundurması yasak.

Murat korkuyla sarsıldı: Yok ablam. Bana bir şey getirmedi.

Şöyle düşündü, ne kadar malım, ya niye hemen kabul ettim ki o şeyi.

 

Kadın gitti ve Murat siyah poşet içindeki bidonu korka korka aldı ve yolun kenarındaki hendeğe fırlattı ve eğildi bomba patlayacak diye. Baktı patlama olmamıştı. Şükür dedi ve oradan ayrıldı.

 

El yapımı bomba yere düşünce ateşleme sistemi devreye geçmişti. Birkaç saat içinde patlayacaktı, kırmızı ışık yanıp sönüyor ve kalan süreyi yazıyordu ekranda.

 

İdris başına balta saplı kişiden söz etti. O maymunu bir yakalasam…

Murat yine yere baktı, sabah oğluna sormuştu, saatlerdir neredesin,

Mahmut’la takılıyordum baba. dereye balık avlamaya gittik.

Elindeki balta nedir, korku filmi için.

Bırak şu deliyle takılmayı. Film milim çekemez o.

Çekecek çok para kazanacağız baba.

Murat gülmüştü: Ya bırak oğlum, inanma şuna. Boşa zaman kaybı.

Ya baba plastikten bir maske yapacak, maskeye balta saplı görünecek.

Ey Allah’ım. Evlat bırakın bu işleri. Cuma günü namazda göremedim sizi.

Arkadaydık baba diye yalan attı.

 

 

Murat sigara yakmış, başı hala önündeydi.

İdris sordu: daldın gittin, murat bey, şu ucube…başına balta saplı ucube…neden buralarda öyle geziyor ki…bir anlam veremedim.. Hanım çocuklar görünce dehşete kapıldılar. Gerçek sandılar. Bir de biri yüzüme kürek indirdi, gözlerim karardı…küreğin bir yerinde kırmızı boya vardı.

Allah allah dedi murat, kim olabilir, buradakiler düzgün insanlar, kimmiş o adi, ona iyi bir dayak çekmek lazım.

 

 

OYSA SABAH

 

 

Murat’ın ağzında bir sigara, gözlerini kısmış, yüzü terlidir, şöyle diyor: Oğlum o küreği neden aldın, kafanı patlatmaya çok yaklaştım.

He he diye güldü: Çekim için lazım baba, sonra getiririm merak etme.

Kürek gelmezse eve giremezsin ona göre.

Takma kafana. Ayrıca kürek benden değerli mi?

Değerli.

 

Murat sabahki manzaradan sıyrılıp çıktı ve şöyle dedi Murat’a: Ben bulur hesap sorarım onlardan.

“Araçsız ne yaparım” diye üzüntüyle konuşuyordu idris, bir yerden araç bulsam, kiralasam…var mıdır böyle bir imkan…

 

Murat, onu tamirhanesinde getirdi.

Ağaçlar içinde bir garaj vardı, hangar gibi büyüktü, açık alanında hurda birçok araç vardı işi bitik, paslı kaportalar…

İdris orada Muratla gezintiye çıktı, ağaçların altında eski kırmızı bir minibüs gördü,

Bu aracı sana satabilirim dedi murat.

İdiris güldü.

Çok eski yıllardan kalma minibüs. Yüzüne kürek yediği için yüzü şişmeye başlamıştı. Acıyan yerleri okşadı.

İdris aracı incelerken bu aracı uzun yıllar önce yaşadığı yerde, çiftlikte gördüğünü hatırladı, birisi dolmuşu düğün arabası yapmıştı, içinde gelin damat ve başka süslü insanlar vardı. İdris o zamanlar 10 yaşlarında olmalıydı. Aracı incelerken ısındı, sevdi bu aracı. Pazarlık ediyorlardı idris eski karavanı fark etti, çekme karavan.

Murat onu asla satmam diyordu ama idris karavanı incelemeye başladı.

Geçen sene aldım tamiri yeni bitmedi,

Murata para lazımdı, dağda bir ev yaptırıyordu ve İdrisin önerdiği para güzel bir paraydı.

Ama karavanın işi bitmedi, bitsin öyle alırsın.

Yok, bununla gideyim, eşim bayılacak buna, eski şeyleri sever.

Caymak yok.

Yok.

Ama istersen karavanın işlerini bitireyim. Öyle alırsın. Yolda kaza çıkarsa ailecek yok olmanıza üzülürüm.

İdris güldü. Merak etme.

Para işi ne olacak.

Sonra.

Para ve hukuki işlemleri sonra halletmeyi önerdi idris, cep telefonundan iş yerinin fotoğraflarını videosunu gösterdi güven vermek için. Bu zengin adama güvenebileceği açıktı muratın. Ama ona acil para lazımdı ve ilçeye gidip bankadan para çekmeyi, en azından bir miktar hukuki anlaşma yapılmadan. İdris cüzi bir miktar önerdi anlaştılar. Muratın aracıyla bankaya gidip para işini çözdüler. İdris bir miktar para ödedi.

 

Saatler geçmişti. İdris’in yüzünün bir kısmı fena şişmişti.

Akşam olmuştu.

İdris ve murat kafa kafaya vermiş iki kardeş gibi sohbet ediyordu buranın güzelliğinden, ağaçlardan, hayvanlarından, bitkilerinden, geçmiş olaylarından, yakın olaylarından, mevsimlerinden acılarından ve sevindiren her şeyinden, evin yolunda usul usul ilerliyorlardı. Uzakta bir gölge göründü, yaklaşıyordu.

Baba diye bağırdı, Metin, senin aptal küreğini getirdim.

Küreği fırlattı. Bütün gücüyle. Küreği gülle gibi fırlattı, bilirsiniz, gülle atıcıları kendi çevresinde döner.

Kürek havada döne döne, bumerang gibi ya da bir ortaçağ silahı gibi vın ederek bir garip ıslıkla yaklaştı. İdris hava bombardımanına tutulmuş asker gibi yere kapaklandı. Murat acıyla inliyordu.

Omzuna isabet etmişti küreğin sapı. Ay ışığı vuran aydınlık kürekteki kırmızı yeri parlatıyordu. İdris bu küreği tanımıştı.

Murat yerde acıyla bir süre durdu ve bu kürek başıma indirilen kürek dedi, küreği eline aldı ve vuracak gibi muratın üstüne yürümeye başladı.

Sen de bu işin içindesin değil mi?

Murat korkarak geri geri gidiyordu, sakin ol dostum, çocuklar küreği benden aldı, haberim yok, kürek benim.

Bir şeyler çeviriyorlar, cahili çocuklar.

Kusura bakma. Onlar adına özür dilerim.

 

 

Evin bahçesinde yer sofrası kuruldu, semaver yakışmıştı. Çatak bıçak sesleri, kahkahalar, yüksek sesli sohbetler, abartılı gülmeler, öz denetim ya da sansür yok, herkes içi neyse o, ara ara küfürler uçuşuyor havada. Ağır küfürler hem de. Onların samimi, yürekli konuşması ağır küfürleri ortamda kabullenilmese de hoş karşılanır kılıyordu, o küfürler doğallığın bir parçasıdır.

Sohbette konusu geçen birilerine. O bana şunu yaptı, şöyle oldu. Tavukları mısırlarımı yedi, köpeği tavuklara daldı, malları bahçeme girdi, geçiyordum selamımı almadı. Öteki ne der düşünür daha çok şehirlilere ait bir tavırdır, özellikle soylu geçinenler. Köylü insanlar buna aldırış etmezler.

 

Mahmut ve İhsan

 

Evin iki oğlu daha vardı, onlar tütün işini yapmak istemiyorlar, “biz kendimizi bildik bileli bu işi yaparız. Bizi küçük görüyorlar, beşe on tahta gibi hatta kütük gibi kalın kafalı görüyorlar bizi. Sıçtığımız boklar bizi tanımıyor.

 

İhsan ve Mahmut eve gelmişlerdi.

Murat onları bir tarafa çekip sorular sormaya başladı, onların ifadesini alıyordu polis gibi.

Mahmut dedi ki: Ben bu salağa adama vurur gibi yap korkut dedim, çekim yapacaktım. O salak ayarlayamamış yanlışlıkla yüzüne kaptırmış küreği. Biz doğal akışı olan bir kısa korku filmi çekecektik hesapta. Öteki taraftan başı baltalı zombi çıktı, senin muhteşem oğlun, cep telefonuyla çekiyordum ama iş hesapladığımız gibi olmadı.

“Sikerim sizin korku filminizi la” dedi Murat, oğlum düzgün bir iş yapın.

Abi kimseye bir şey deme ne olursun, ağzıma sıçarlar. Zaten kısıtlı olanaklarla film çekmeye çalışıyorum.

İyi, beni çekebildin mi bari.

Ya abi tam o ab kayıt yerine basmamışım telefonun, ziyan oldu gitti.

İdris arkadan sinisine yanaşmış onları dinliyordu: Boşa yedik küreği ha.

Ya yok abim. Kusura bakma abim, ver elini öpeyim.

İdris elini çekti.

 

Bahçeye sessizlik hakim olmuştu, bir cırcır böceği ısrarlı bir sevinç, yaşama asılma güdüsü sergiliyordu, onu bir eşek anırması, birkaç köpeğin atışma biçimindeki uzak havlamaları takip etti, İdris nicedir böyle sesleri duymamıştı, eski, çok eski anılarına gitti zihni. Duygulandı. Herkes içerde yatmaya gitmişti ve idris bahçede tek başına sigara içiyordu. Kurduğu muazzam hayal suya düştüğü için üzgündü. Ama bunu kimseye çaktırmamıştı gün boyu

 

Karanlıkta Burhan göründü.

“Ya dede ne işin var bu saatte?”

Uyku tutmadı, düşünüp durdum. Bir arazim var, sana onu vereceğim. Hobi bahçesi filan yapabilirsin.”

İdris, kahkaha attı: Ya yok dede,

“Aracını patlattım.”

“Yenisini alırım.

“Ya çok üzüldüm. Fena bi bok yedim. Nasıl ne yapsam bunu sana unuttursam… Ne yapsam da sana kuş gibi yennik hisssettirsem.”

“Sıkma canını” dedi sırtını sıvazladı.

“Çaktırmıyorsun ama üzüldün?

“Üzüldüğüm araç değil. Başka bir şey.”

“Nedir?”

 

O şahane çiftlik önünde idris, yıllardır dargın olduğu annesinin evinde…o yolda… Evde baskın annesi. O yüzden babamın evi diye düşünmez. Annesi erkek gibiydi. Öyle zehir zemberek bir baskın kadındı ki.

“Evet, sonunda asla gelmem buraya. Sen bir cehennemsin! Sana katlanamıyorum!” demişti ona. Cehennemin gerçek adı senin adındır.

İşte sonunda burada. Bir kelebek sürüsü gibi. Ailesi ve kırmızı parlak aracı. Kan kırmızı aracıyla. Annesi ona şöyle demişti: bensiz bir hiçsin. Hiçbir şey beceremezsin. Sen sonsuza dek baldırı çıplaksın ben olmasam. Sen tembel serserinin tekisin.

İyi. Gidiyorum. Ama bir gün bu dediklerini sana yalatmasam namerdim anne.

Kadın çılgın bir kahkaha atıp şunu dedi, ayol sen yeter ki yalat, bayıla bayıla yalarım. Ama sen adam olmazsın, keşke olsan. Ama sakın unutma. Bensiz bir hiçsin. Hiçbir şey beceremezsin.

Her gün taş taşırım sabahtan akşama dek ama sana muhtaç olmam!”

Bir saat dayanamazsın. Taş taşımak kim sen kim….hah hah hay! Sen basit bir kurbağa kadar bile azimli olamazsın.

 

Bir kelebek sürüsüydü kırmızı cip. Kozmik kırmızı güller. Ay ışığı, yaratılan insanın ilk insanın ilk nefesi gibi, ilk sevişmesi gibi. Özel tasarım cipi yurt dışında yaptırmıştı. Kız gibi bakmıştı ona. Çok çalışmıştı. Namuslu bir kazançla elde ettiği parayla almıştı bu aracı.

Derken duygulandı ve gözlerinden yaşlar düştü.

Burhan üzülme evlat.

“Bir anne için sen sonsuza dek baldırı çıplaksın. Kadın yanlış bir şey dememiş de sen gurur yapmışsın. Seni o doğurmuş. Altına doldurduğun taşan pislikleri temizlemiş. Seni banyo ettirmiş…”

İdris sessizce onu dinliyordu.

“Annenin evine ille güzel bir araçla gitmen gerekmiyor ki…o senin annen…”

Uzun uzadıya sohbet ettiler, İdris içinde ne varsa döktü, hiç tanımadığı bu yaşlı adama.

Yatağa gittiğinde içi rahattı,, huzur bulduğunu hissetti, hafiflediğini, yıllardır içinde taşıdığı şeyler,, çöp kamyonu gibi, ne çok şey biriktirmişti ve bunlar onu meğer çapa gibi aşağı çekiyormuş, enerjisini,, ruhunun parlaklığını.

Ertesi gündü.

 

İdris eşini satın aldığı dolmuşun yanına getirdi, karısı dolmuşu beğenmişti, ama karavanı gözü tutmamıştı.

İdris bu şeyi almamalıydın, kesin başımıza bir şey gelir.

Neden

Öyle hissettim. Tabuta benziyor bu.

Hadi ya.

Çağır  çocukları. Onlar da kesin benim gibi düşünecektir.

Çocukları çağırdılar.

Ayna, nur, taner karavanı inceledi.

Taner: Bit var burada.

Nur: Böcek o gerzek.

Ayla: simsiyah bir karavan. Garip. Ölüm gibi.

Tabut gibi bir şey bu.

İdris bozuldu: “Ayla sen misafirimizsin. Çok konuşma diyecekti. Ses etmedi.

 

İdris ve ailesi oradan tatlı hislerle ayrılmadan önce herkesle kucaklaştı, korku filmi ekibiyle özel görüştü, onlara yardım sözü verdi, kamera almak gibi, ailenize işlerde yardım ederseniz.

Çocuklar edeceklerine dair söz verdi.

Şaka maka,, öyle böyle ilginç ama sağlam bir bağ olmuştu aralarında, buraya tekrar gelmeni bekleriz dediler.

Onlar bölgeden ayrılırken iki ufak çocuk yola çivi bırakıyordu, bunlar şeftali satan adamın oğullarıydı.

Dolmuşun arkasında siyah karavan vardı ve kimse karavana binmek istememişti, taner hariç, taner de karavanda kafasına göre takılıp esrar, hap gibi şeyler içmek için tercih etmişti orayı.

İdris şöyle demişti: taner oğlum karavandan kimse hoşlanmadı, bence orada yolculuk etme. Bir kaza olursa ölür gidersin.

Hahahaha diye kahkaha atmıştı taner.

Uzun bir süre geçmişti, idris benzinliğe yanaştı.

Kaldırım işçilerine haykırır gibi şöyle dedi aracı çektikten sonra: “haydin çocuklar, çıkın dışarı, özellikle nur kızım önden sen. Sıçmak istenler fırlasın.”

Ayyy baba, herkes bize bakıyor, iğrençleşme ne olursun.. bu kadar açık seçik olmak zorunda mısın dedi karısı.

 

Bu tip şakayı Burhan dan öğrenmişti. Burhan’ın babası böyle şakalar yapardı.

Taner, oğlum, sen de taşaklarınla oynamayı bırak.

 

 

 

Oradaki Aracin kenarındaki şık kızlar gözünü tanere dikti.

Taner ezildi. Iki elini havaya kaldırdı: baba sana inanamıyorum, içtin mi happ mı aldın nedir, bu   sen değilsin

Eşi: “kulaklarımam inamıyorum, idris bey içinize marslı mıı girdi?”

Idris karısının sesini taklit etmeye çalışarak:

kulaklarımam inamıyorum, idris bey içinize marslı mıı girdi.

Idris gülüyordu.

Nur: ayy baba, sana ne oldu böyle. Bir süre hiç konuşmasak çok iyi olur. Lütfen benle mesafeni koru.

İyi kızlar babalarıyla kapışır; ama babalarına âşıktır.

 

“Taner, dükkanın açık.”

Taner utançla önüne baktı.

İdris kahkahayı patlattı: “Kandırdımmmm.

Ya baba keser misini şunu?!”

Bunu da burhandan  duymuştu, burhanın çocukluk anılarından. Bu şakayı idirisi  de yapıyordu lise zamanlarında. Unuttuğu onca güzel şeyi Burhan anlatıp açığa çıkarmştı, idiris içinde, derinlerinde, bir şekilde kaybettiği kendisiyle buluşmuştu. Içinde,  kalbinde blok koyduğu annesi…o duvar yıkılınnca unutuverdiği anılarla o güzel bahçe açığa çıkkmmımıştı tıkanan enerjisi, geçmişi..

Kamyon vardı… tekerde takoz.

Bakın şu takoza dedi idris bağıraak..

Herkes takoz arıyordu..

Idiris taneeri işaarett etti parmağıyla.

Bakın şu takoza. Bundan iyi takoz mu var.

 

Taaner koşarak kaçıyordu: baabamm delirmiş. Ben yokum. Benzinliğin marketine fırlayıp gidecekti davrandı.

Idris fırrladı, oğlunu geçmek için….

sona kalan solucnn yesin.

Bunu  da Burhan anlatmıştı,, ilk okul anılarından. idrisi de ilk okulda böyle şakalaşırdı arkadaşlarıyla.

 

Idris, aracı yürüttü. Geri geri çıkacaktı.

“Baba dur!” diye bağırdı, nur

Idris, anlamamıştı ve arkada birine çarpmıştı. Ses duydular.

Idris, araçtan fırlayıp çıktı. Genç adamın yanına vardı.

“Iyi misin kardeşim? Çok özür dilerim, arkaya bakmıştım oysa.”

“İyiyim” dedi, genç adam, 30 yaşlarındaydı. Saçı sakalı uzundu. Kıyafetinden motorcu olduğu belliydi.

“Hastaneye götüreyim seni?”

“Dert etmeyin, iyiyim.”

“Ne tarafa?”

“Geziyorum kafana nasıl eserse, gezginim.” dedi. Ötede duran motorunu işaret edip gösterdi.

Idris, cebinden para çıkarıp uzattı, “Mutlaka lazım olur.”

Gezgin güldü: “Ooo! Yapmayın beyefendi, bu çok para!”

“Yok abi.

Yemek yersin.

 

Bir süre daha sohbet ettiler.

Idris, elini uzattı. El sıkıştılar ve İdris aracına geçti, bastı gaza.

Yarım saat sonraydı.

İdris aracı uçurumlu kavşaktan hızlı sürüyordu, dalgındı, yorgundu. O  sırada bir gürültü oldu. Tangırtı koptu.

İdris dikiz aynasından baktığında karavanın dolmuştan ayrıldığını, ayrı yöne, uçuruma doğru gittiğini fark etti.

Evlat diye bağırdı.

Karavan gözden kayboldu. Uçuruma düştü.

İdris şöyle düşündü: Faydasız bir taner vardı o da gitti, güzel hatıraları bizle yaşayacak.

Uçurumun kenarındaydı taner, son anda kendini aşağı atabilmişti.

Baba diye seslendi.

Koştular.


YEDİNCİ BÖLÜM

 

 

 

 

Gece olmuştu, gökyüzü yıldız kaynıyordu, araç dağa tırmanmıştı, serin hava üşütüyordu, araç ağaçların arasından çiftlik evine yaklaşıyordu

Dolmuşta bütün yolcular uyuyordu, sadece karı koca uyanıktı.

İdris camı aralamıştı, karısı sayıklar gibiydi. Açık camdan içeri dolan ağaç kokusunu içine çekti, içi açılmıştı, uykusu kaçtı.

 

“Çok zıpır hareketler görmeye başladım sende İdris bey, neden böylesin? Neler oluyor?”

“Düşünsel ve ruhsal bir süreçteyim.”

“Bokunu çıkarıyorsun ama.”

Gülümsedi: “Haklısın. Aşırı gittiğimin farkındayım. Ama şu var, hani sen diyordun ya ipe aptal tütün dizmeyi öğrendim, dedin ya, muhteşem, ben de öyle bir evredeyim, hayatımın en ilginç, muhteşem bir noktasındayım. Hayatımın en ilginç noktasındayım, hayatımın en muhteşem günleri… aşkınlık taşkınlık yapabilirim… tabi senin de hayatının en ilginç ve muhteşem günleri olmasını istiyorum lütfen arkamda ol. Bu büyük bir dönüşüm. Yıllar önce bir kazaya uğradı ve gerçekleşemedi.

“Elbette” dedi bir eliyle onun elini tuttu uzatıp.

 

 

 

Dolmuş virajlardan yol aldı. Karısı gözlerini kapatmıştı.

Geldi dedi İdris, aracı çiftlik evinin önüne korkarak çekinerek çekti. Evi seyretti uzun saliseler boyunca, sigara yaktı, çok gergindi, kalbi başka türlü atıyordu, “bismillah” dedi araçtan indi.

Korkarak utanarak sıkılarak suç işlemiş gibi…çevreye göz atıyordu. Uzun yıllardır görmediği…büyüdüğü çiftlik evine…ağaçlar aynı…daha da görkemli hale gelmişler.

çocukluğunun geçtiği iki katlı çiftlik evine bakıyordu.

Eve yaklaştı biraz ve pencerenin birine gözünü dikti. İkinci kattaki oda…büyüğünü oda…o odadan yazı, kışı…bir sürü şeyi seyretmişti, sabah uyanmaları…sevinçler, üzüntüler ev içi kavgalar.. pırıl pırıl heyecanlar…ergenlik dönemi… ergenlik döneminin o sihirli ve vazgeçilmez  ve mükemmel saflığı, yaşama hevesi, engelleri aşma, bir şeyleri başarabilme dürtüsü, yaşamda var olma ateşi, kanda delice dolanan, aşk dürtüsü, sevmek ve sevişmek…annesiyle en kavgalı olduğu dönen… derken annesinin yüzü belirdi o pencerenin önünde, korktu, annesinin elinde bir iri bıçak, ekmek bıçağı, Hitchcock filmlerinden bir sahne gibi, çiftlik evi o filmlerdeki evleri andırıyordu, eli bıçak tutan anne senle hesaplaşacağız oğlum diyordu, İdris ise

“Bana mektup atıp yalvarmasan buraya asla gelmezdim anne, her neyse, umarım bu buluşma iyi olur. “

Bir kavga patlak verirse… eğer…kendisini tutamazsa…annesini bokun içine tıkar ya da atar gibi sayar durursa…burayı acilen terk etmek zorunda kalırdı, her şeye hazırlıklıydı, o taş yürekli annesi alttan alacak cinsten biri değildi.

Belki de eline bir bıçak alıp saldırırdı

Alfred Hitchcock filmlerindeki gibi.

Bunamıştı belki de.

 

O demir kadın neden onu buraya çağırdı ki. “Aklını yitirmiş olmalı. Ya da bunamıştır.

He yapsam onu görünce, ne yapacağım, hemen gidip elini öpsem? Yooo, beni evden kovan kendisi.”

Sonra şöyle düşündü; “koy verme kendini, kendini ağırda sat, sana yaptığı o şeyler var, özür dilemeli, evet, özür dilemeli.”

Tekrar kötü şeyler yaşamak, kapışmak istemiyordu annesiyle ilgili. Burhanın dediklerini hatırladı. Eski o kavgacı ergen genç, beyaz elbiseli genç, gururlu ve yılansı kibirli genç içinde dirilir gibi oldu ve yere düştü, eriyip kaybolup gitti benliğinde.

Tekrar o pencereye baktı, o odada çoktan unuttuğu ne çok anısı vardı, peş peşe gözünde canlanıyorlardı, onlardan en mühimi, yağmurlu bir gündü ve annesi eve erken gel demişti, ergenlik dönemiydi ve annesiyle kavga edip duruyor, söz dinlemiyordu. Annesinin yatak odasının ışığı kapalıydı, eve geçecekti, kendi odasında bir gölge gördü, bu gölgenin elinde iri bir bıçak vardı, bu gölge annesine benziyordu. “Annem kafayı sıyırmış olmalı” diye düşündü, ben oğlunum, beni öldüremezsin ki anne. Eve girdi. Özür dileyecekti. Bir ayak sesi duydu, bir gölge gördü, bıçak parıltısı, annesi bıçakla onu kovalıyordu, korkudan fırıldak kesilmişti, odasına koştu merdivenleri tırmanıp bir erkek sesi duydu, annenin sözünü dinle evlat.

Kapıyı açtı, annesinin elbiselerini giymiş o adamı gördü. Adamı odasına aldı. İçmişsin…çiftlik evini çalışanı adam ona öğüt vermeye başladı.

 

İdris ağaçların arasından ilerledi, kahyanın tadilat halindeki küçük ahşap evinin ışığı yanıyordu, İdris, aracın yanına gidip kornaya bastı. Az sonra aceleyle Kadir hızlı adımlarla kopup geldi. Yaşlı ama çevik adam İdris’i görünce çok şaşırdı, karanlıktaki ona yaklaşan gölgenin yürüyüşünden İdris onu tanımıştı, onu canı gibi severdi, onu büyütenler arasındaki en önemli kişiydi kadir, çiftliğin her türlü işine bakardı, “İdris, sen misin?”

“Evet Kadir amca.”

İkisinin de içine bir başka sıcaklık, yayılmıştı.

“Yolunu mu şaşırdın?” dedi Kadir. Güldü, hay aslanım!”

Kucaklaştılar. Yılların acı hasreti paramparça oldu bir anda, yaşlı adam ağladı, sohbet devam ediyordu, ikisinin de içine bir coşku, muazzam bir ferahlık yayılmıştı.

“Ailem” dedi, geride, aracın yanında ayakta bekleşenleri işaret etti.

Kadir inanamadı kulaklarına, İdris gibi asi biri…bir zamanlar…yıllar sonra…aile kurmuş…başkaldırıyı tarzı haline getirmiş o genç…hayret ediyordu.

Kadir kurt gibi ilerledi o tarafa, gelenlere hoş geldin deyip bütün yüreğiyle konuşup onları bağrına bastığını belirtti. Kadir çiftlik evine fırladı, aşçı nezaket ve hizmetçi kız Zarife’yi alıp geldi. Misafirler içeri geçti, Nezaket onlara kalacakları odaları gösteriyordu,

Nezaket, evin hanımı Hayriye’yle görüşüp aşağı kata indi, kadirle görüştü. Kadir İdris’le bahçede sigara içiyordu.

“Annen hap içtiği için uykulu, gelecek durumda değilmiş. Gelmene hiç sevinmemiş, bana bir güzel odun hazırla, onu pataklamadan içim rahat etmeyecek dedi. Aynen böyle dedi, olur mu hanımım dedim, yapmayın, uzun yoldan gelmiş dedim, sen dediğimi de, karışma işime diye bağırdı bana, bence büyük bir kavga çıkmadan git, onu sakinleştireyim öyle gelirsin.”

İdris’in gözleri önüne düştü.

“Şaka yaptım be! Hemen inandın, gelmene çok sevinmiş.”

Kadir, evin hizmetçisi ve aşçı nezaket bavulları içeri taşıdı.

İdris Kadir’le mutfakta soğuk ayran içerek sohbet ediyordu, Nezaket ise yemek ısıtıyordu. İdris tuvalete gitti. Dönüşte annesiyle karşılaştı.

“Ne o anne, bembeyaz kesindin, hayalet görmüş gibisin?”

Güldü.

“Yüzüme krem sürdüm, eşek herif.” Kollarını açtı.

Birbirlerine sarıldılar.

“Çok uykum var, sarhoş gibiyim, ilaçlardan. Seni bir göreyim dedim içim rahat etmedi. Gelmekle çok iyi yaptın. Sabah görüşürüz.”

Ses tonu soğuktu, diplomatikti. Her zamanki gibi. Kızınca çocuğunun kıçına şaplak atan bir kadın asla olmamıştı. Sadece gerek hissettiğinde sert bakardı çelik gibi.

Sarılma işini korkarak yapmıştı, hiç sarılmazdı annesi. Bir sahtekarlık vardı bu sarılmada sanki, hiç sarılmazdı ki annesi, bir sıkıntı, robotsu bir sarılmaydı sanki, çok kısa sürmüştü ve İdris içinden geldiği gibi hareket etmek için davrandı, diz çöktü hemen, ayrılmak üzere olan annesinin önünde, bir elini öptü.

Bu köpek gibi yakarış, kedi gibi sırnaşma gururlu ve ciddi bir kadın olan Hayriye’nin pek hoşuna gitmişti ve beton gibi asi oğlu gülünç gelmişti gözüne. Adam olmuştu demek, diz çöktüğüne göre? bilemiyordu ama hareketi yüreğine geçmişti, ve sevecenlikle şöyle dedi: “Seni at kafa, sonunda geldin demek.”

Oğlunun başını okşadı.

İdris, esir gibi, suç işlemiş lanet olası bir köle gibi köpek gibi bir süre öyle kaldı. Milyonlarca kitabın anlattığını basit içten bir hareket anlatır, söze gerek bile kalmaz. Ayakları tuttu, öptü, kadın da baş okşadı.

“Yeter, tamam” dedi, kadın, İdris çekildi kenara hizmetçi gibi.

Kadın usul adımlarla ilerlerdi, merdivenlere yöneldi. loş ışıkta.

 

 

Ertesi gündü, sabah erkenden kuş gibi uyanmıştı İdris, kendini çok hafiflemiş hissediyordu, annesinin odasına çıktı, kapıyı tıklattı, içeri girmek için izin istedi, babasıyla görüşmeyi çok istiyordu, uyuyor dedi annesi, hortladın mı…o sırada Lütfü uyandı, bir gözünü açıp oğluna baktı, birden uzattı ellerini, yatağın kenarına oturan İdris’in bir elini tuttu, gülüşmeler oldu, yaşlı adam garip sesler çıkardı, sağ elini yumruk yaptı, bu bir oyundu, İdris küçükken babasının yumruk biçimine soktuğu tek eli iki eliyle açmaya çalışırdı. Şakalar kahkahalar eridi odada, sonra ciddi ve derin bir konuşma başladı aralarında. Daha çok eski günlere yönelik. Çiftlik evinde olan güzel anılara yönelik.

Aile bahçede, sergi salonu gibi büyük ağaçların altına kurulu ağaç masada kahvaltı yaptı. Ailenin çiftlik evi sakinleriyle kaynaşması katlanarak büyüdü çığ gibi. İdris’in kayıp noktası açığa çıkmış, bambaşka, değerli ve tadılmamış duygularını açığa çıkarmıştı.

Karısının annesi ve babası yoktu, şimdi bir babası ve annesi olmuştu, Hayriye ve kocasının renkli ve fantastik resimlerle sürü bir sörf tahtası gibi iki torunu karşılarındaydı. Ve İdris canı gibi sevdiği bu yerle, küstüğü ve koptuğu bu yerle bir barış anlaşması imzalamanın huzurunu yaşıyordu. İdris ailesine buraları gezdirmek istiyordu, bu sırada hasan geldi, çiftlik işçilerinden biri, çok soylu bir at geldi, simsiyah, sizi onun üstünde görmek isterim diyordu, İdris hasanla atlar üstüne sohbeti koyulaştırdı. Hasan şöyle dedi: Abim, sabahın erken saatlerinde senin oğlanla tanıştım, güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, efendim.”

Fısıltıyla: “Cahil çocuktur, ona abilik edip bir şeyler öğretirsen sevinirim.”

“Ne demek, tabi ki. Sanırım senin çocukla kafalarımız birbirine uydu.”

“Zora gelmeyi sevmez. Onu katır gibi çalıştırmak isterim. Bunu yapabilir misin?”

Gülmesini tutarak; “denerim. Eğlence olmalı işin içinde. İnsan zor şeyleri böylece sever.”

Sonra Hasan işi olduğu için ayrıldı sofradan. İdris keyif çayı içiyordu sofrada, hizmetçi zarife sofrayı topluyordu nezaketle. Hayriye ve kocası Lütfü sohbet ediyordu nimetle. Nur, Ayla da oradaydı. İdris gidip şu güzel ata binelim çocuklar dedi ve ailesini alıp çiftliğin arka tarafına gittiler. Dair biçimli çitin içinde at yoktu, Hasan çite yaslanmış sigara içiyor, uzaklara bakıyordu, konuşma seslerini duyup arkasına baktı, sigarayı yere atıp ayakkabısıyla ezip söndürdü.

“At nerde dostum?” dedi İdris.

Siz gelmeden az önce bastı gitti, tam alışmadı buraya. Kızdım ona. Anladı. Atlar çok hislidir. Küstü bana, çayırda dolanıyordur.”

“Biz de ata binelim dedik ama.”

“Bir eşek ayarlamam lazım” dedi gitti…

İdris, çocukluk anılarını hatırladı. Eşeğe çok binmişliği vardı.

İdris’in bahçeden uzaklaşırken manzaraya, sofraya eve geriden baktı, gözleri oğlunun aradı. Kahvaltıdan beri yoktu Taner, bu sırada kahya Kadir yanaştı.

Ona oğlunu sordu.

“Bir ara buradaydı, nereye kayboldu bilemiyorum. Buralardadır” dedi Kadir, “bizim sohbetimizi anlamaz gençler, yaşlıların sohbeti sıkar onları, kendi başlarına takılıp keşfetsinler burayı.”

“Tehlikeli şeyler olabilir.”

“Hangi bakımdan; anlamadım?”

İdris düşüncelere daldı. Taner sofrayı kaldıran Zarife’ye öyle pis bakmıştı ki, üstüne atlayacak gibi.

“Düşer bir hendeğe, ne bileyim, köy yeri burası. Başına bir şey gelir diye endişelendim” Diye yalan atıyordu.

“Yok canım; endişelenme. Senin aslan gibi oğlun var bakar çaresine.”

İdris, çevresine bakındı, ben bir lavaboya gidip geleyim diye yalan alttı, çiftlik evine geçti.

Ev işlerini yapan, ve aşçı Nezaket’e yardım eden Zarife’yi arıyordu evde.

Zarife’yi göremedi. Mutfakta nezaketle karşılaştı: “Nezaket hanım benim oğlanı gördünüz mü?”

“Zarife çıktığından az sonra o da çıktı. Şu tarafa gitti.” Mutfak camından yolu gösterdi.

“Evin arkasına bak. Hasan’dan söz etmişti bana. Hasan’ı sevdi.

İdris, korkunç bir hisle evden çıktı, bu azgın köpek kıza bir şey yaparsa…

Zarife, çamaşır sepetiyle eve yaklaşıyordu, çamaşır asmıştı.

“Benim oğlanı gördün mü, kızım?” dedi.

“İlerde” dedi, “salıncakta…”

Eliyle işaret etti.

“Al şu yapışkanı yakamdan” diyecekti, şakayla karışık, son anda caymıştı, Taner’den hoşlanmıştı, saçından, ses tonundan, mavi bakışından, kokusundan, o kendine güvenen, rahat şehirli atmosferinden. Taner, buna bir sürü laf söylemişti kendini sevdirmeye çabalayarak, “sohbet edelim,” şehirde böyle, şudur budur, kız çamaşır asıp durmuş, Taner kızın aklını çelmek için arı gibi vızıldamış, genç kız güleceği geldiğinde kendini sıkıp içine atmış, onun yüzüne bile bakmamıştı, ayağa dolanan pes etmez aç bir kedi gibiydi Taner, “çekil be işim var” demişti, seleden çamaşırı alıp silkeleyip ağzına iki mandal koydu.

Sonunda pes etmişti, “kafanı ütüledim, kusura bakma. Beni tanıyınca çok seveceksin. Umarım o güzel gözlerin tek bana öyle bakıyordur. Issız ve soğuk bir gecedeki bir sokak lambası gibi. Bir patikadaki….”

Bu son cümle çok hoşuna gitmişti Zarife’nin.

Bu cümleyi düşünüp düşünüp duruyordu.

Ama onun arsız ve güvenilmez olduğunu sezip çıt çıkarmamıştı, Zarife üzülmek, yıkılmak istemiyordu, çünkü yıkılırsa çok kötü şeyler yapardı, ona ya da bu çiftlik evini yakardı mesela. Gönül meselesinde kırılmak…her şeye katlanır da buna katlanamazdı. Bu şehirli piçin onu kandırma çabaları…

Ona şöyle diyecekti; “gözü açılmamış, saf ve güzel bir Zarife bulursan üstüne atla. Ama ben o değilim. Uza çekil git başımdan seni Hayriye hanıma şikayet ederim bak!”

Bir an nerdeyse böyle diyecekti.

Ama komikti de bu sefil. Ondan kızgınlığı çabuk geçip gitmiş, katlanmıştı ona. İpe çamaşır asma süresince.

Taner, ele avuca sığmaz maceralı sokak köpeğinin tekiydi, mutlaka bir hata, suç yapardı istemeden. İdris’e göre, misafirliğe gittikleri evdeki kadının bacak arasını görmek için neler yapmıştı, 7 yaşındaydı o zamanlar.

 

20  DAKİKA ÖNCE

 

Taner, sofradan kalktıktan sonra Zarife’nin peşine düşmüştü, ondan umut kesince, yani onun aklını çelip onunla buradan uzakta baş başa, diz dize nefes nefese çok samimi sohbet etme (bir tür ilk aşk heyecanı gibi) imkanı olmadığını anlayınca çiftlik evinden uzaklaşmış, çevrede keşfe çıkmayı düşünmüş, bu sırada, çitlik evinin toprak yolunun başında uzun bir adamla karşılamıştı, 30 yaşlarında. Sıcakta beyaz atlet üstüne siyah takım elbise giyen adam garibine gitmişti. Nihat, çiftlik çalışanı Hasan’ın can ciğer dostuydu, orada dudağında yeşil bir otla hayaller kurarak Hasan’ın gelmesini bekliyordu, Hasan, ona; “beni bekle” demişti.

Bu garip giyimli adamın yanından geçerken ona selam verip vermemeyi düşünürken Taner…

“Misafirsin galiba?” dedi Nihat.

Aralarındaki sohbet böyle başladı. Nihat, hoş sohbet, matrak biriydi, Taner, böylece onunla aktı.

Yolda ilerliyorlardı sohbet ederek.

“Burası gözüme çok sıkıcı göründü bir şeyler, heyecanlı bir şeyler yapmak lazım, tahrik eden şeyleri severim.” dedi Taner.

Nihat güldü bilgece; “orası hiç öyle değil aslında. Önemli olan içinde ne taşıdığın. İçinde bir coşku, neşe, yaşama tutkusu varsa ıssız bir tarlada geceleyin meditasyon yapar gibi saatler geçirirsin yıldızlara bakarak.

“Yıldızları severim. Ama uzaktalar ve bir halta yaramıyorlar bence.”

Nihat, coşkulu gibi, bu asi lafları çekinmeden söyleyen gençten hoşlanmıştı.

Taner de sevinmişti bu genç adamın laflarını, “işte takılabileceğim biri” diye düşünmüş, içi ısınmıştı ona.

“Buranın geceleri güzeldir. Gece yaşamayı sever misin?”

“Tabi” dedi Taner, gece barlarda, yollarda kumsallarda dostlarıyla takıldığı geceler en mutlu geceleriydi.

“Gece buluşalım.”

“Neden?”

“Yıldızları sayarız.”

Taner, ona garip bakmıştı.

Ya sana kötü şeyler yapmam; korkma. Hasan’a sor beni. Yıldızları en son ne zaman saydın?”

“Ufak bir çocukken.”

“Hadi gel benim mekana gidelim.”

“Nerde?”

“Yakında.”

 

Asfalt yolda bir süre ilerlediler, sonra yolun bir tarafındaki patikada ilerlediler, ağaçlık bir alana geldiler, burada kayalık tepe bir bölge vardı, “işte orası” dedi Nihat.

Orada bir mağara ilişti gözüne Taner’in.

Endişeliydi, bu adam ona bir iş ederse, babasının sözü aklına geldi; “erkek milletine karşı çok dikkatli ol evlat, özellikle hiç tanımadıklarına, tanıdıkların bile seni sırtından bıçaklayabilir, bir suçu üstüne atabilir, ne olduğunu anlayamazsın, bir yalanla seni bir yere götürürler, aracı sen sür derler, sürersin, burada bekle derler, beklersin gece, koşarak içi çuvalla gelirler, ev soymuşlardır ya da banka, sonra, polis sirenleri. Bas gaza derler. İşin biter, belki de organlarını sökmek isteyen birileriyle dost olursun. Belki sapık biriyle, insanların içlerindekini bilemezsin evlat.”

Mağaranın önüne geldiler, giriş çalı çırpıyla kapatılmıştı, Nihat onları kaldırdı. “Buyur” dedi.

“Ya ne burası? Girmem ben!” Taner geri geri çekildi, kalçasına dokunarak, “kestaneyi çizdirmesem iyi olacak” diye düşündü sürat koşup kaçmaya hazırdı. Alt dudağını ısırdı, Nihat’a pis bir bakış attı.

Nihat, güldü.

“Ben önden gireyim öyleyse.”

“Burada ne var ki, neden giriyoruz?”

“Burası mekanım. Çok ilginç bir yerdir, kimseyi sokmam ama sen girebilirsin.”

“Ne var içerde?”

“Dostum endişelenme. İstemiyorsan girme. Ben içerden bazı şeyler alacağım. Bekle beni bir yere kaybolma.”

Nihat, içeri tilki gibi girip bir poşetle çıktı, poşetten bir bira çıkardı, içmeye başladı. İçer misin?”

“Yok; sağ ol.”

“Yıllar önce buraya Cim Gorrison geldi. O büyük şarkıcı. Dünyaca ünlü.”

“Hadi ya!” dedi ama afalladı, kim bu şarkıcı, Hiç duymamıştı, çıkaramadı.

“Evet, geldi, cami inşaatında çalıştı.”

“Neyse ne” dedi içinden, onu bozmamak için muhabbeti devam etti: “Hadi be. İnanılmaz!

“Ondan sonra Ferdi Merkür’ü de geldi.”

Taner düşündü durdu, sinirlendi, patlayacaktı: “Öyle bir şarkıcı yok ki. Sonra anladı işin aslını. Güldü. “Adı yanlış söyledin ustam?”

“Yok be

Bir süre bu konuda tartıştılar ve Nihat ad soyadı yanlış söylediğini kabullendi.

“O adam buraya gelmiş olamaz. Atma.”

“Evet, geldi” dedi Nihat, bir ermiş hikayesi anlatır gibi, “o güne dair bir şeyler anlatıyordu, yere çöktü.

Bu sırada Nihat uzaktan yaklaşan tehlikeye takıldı gözü; “aman beni görmesin” diyerek sıvıştı, mağaraya girdi.

Taner, bakındı ama kimseyi göremedi, ağaçların arasından bir kadın çıktı. Nerde o kalker kafa?” dedi.

“Nihat, nereye kayboldun?”

Bilmiyorum teyze.

“Yalan atma” dedi elindeki odunu sallayarak. Girişirim sana bak!”

Taner güldü.

“Teyzeciğim lütfen beni bu işe karıştırma.”

“Allah için de; çok fazla vurmam.”

Taner bir gözünün ucuyla mağarayı işaret etti.

Kadın mağaraya girdi.

Taner de kadının peşinden girdi. İş çığırından çıkarsa müdahale etmek için.

Kadın Nihat’a odunla girişmişti. Nihat ise kımıldamadan duruyor, sopayı onun elinden almaya çabalamıyordu bile, acıyla inliyor, yalvarıyordu, “yapma anacığım. Canını yediğim yetmedi mi, arada gülüyor, sonra inliyor, “ah, of’” diyor. Sonunda Nihat ağlamaya bağlayınca Taner duramadı, “e Allah için dur be teyzeciğim!” Kadının elinden sopayı aldı, kırıp attı kenara. Kartal bakışlı yaşlılığa merdiven dayayan kadın diz çöktü oğlunun yanında, nefes nefeseydi. Bir aralıktan içeri gün ışığı sızıyordu, ve bununla harmanlanan gölgeler…içinde ince bir toz bulutu…

Mağaranın duvarlarında yerli yabancı kimi düşünür, filozof ve yarı çıplak güzel ama muazzam aptal şarkıcı ve oyuncuların fotoğrafları vardı gazete ve dergilerden kesilmiş. Araya meze gibi serpiştirmişti o yarı çıplakları. Çünkü bir ihbar bir şey olur, bu adam bilmem ne örgüt üyesi (devlet düşmanı) filan diye jandarma onu içeri alır diye yaka paça. Felsefeci ve düşünürler işin içinde oldu mu Türkiye’de mutlaka rahatsız olur birileri, düşünen adamları sevmezleri çünkü. Kendileri kalın kafalı oldukları için. Kavrayamadıkları için hayatın gerçeklerini, devletin ve hayatın işleyişini. vs. Arada yarı çıplaklar olunca araştırmaya ve soruşturmaya değmez vaka gibi görünmek istemişti.

Amerika’nın kimi şehirlerine ait bilgisayar çıktısı resimler. Dağlar. Arzizona. Teksas. Las Vegas. Bolca vestern film kahramanları. Klasiklerden. Kızılderililer, Geronimo, geyikler, kurtlar. Kara ayı başı giyen bir kızılderili genç kız, şefin kızı

 

 

 

Çilekeş, şalvarlı, başı örtülü köylü kadın çocuk gibi ağlayan diz çökmüş oğluna acıyarak ve nefretle baktı, Taner, hayretler içindeydi, o da diz çöktüğü yerde iki tarafı gözlemliyordu, o boylu poslu ve ağzı iyi laf yapan Nihat, görkemli adam, ağaç gibi adam kuzuya ya da kedi yavrusuna dönmüş, annesine zerre karşı koymamıştı, oysa Taner olsaydı öyle ağlayıp durmazdı kendini savunurdu, kaçardı; hatta karşı saldırı başlatırdı.

Mağaranın duvarlarına derme çatma tutturulmuş resimleri parçalamaya başladı kadın

“Ana yapma” diyordu Nihat, ağlıyordu o boylu poslu adam. Dil döküp duruyordu. Taner ona öyle acıdı ki.

“Gardaş, şuna bir şey söylesene.”

“Teyze, yapma lütfen” diye araya girdi Taner.

Kadın yoruldu sökmekten, çok fotoğraf vardı, bitmemişti ve kan ter içindeydi, durdu, yere çöktü.

“Ben buna git çalış diyorum, böyle abuk subuk insanların fotoğraflarını bulup kilise gibi bir yer inşa ediyor.”

Taner, gülecek gibiydi.

 

“Ana ne zararı var ki. Hayal dünyası bu. Stres atma yeri. Dün çalışmadım ki tarlada.

Çalıştın ama erken gittin. Kadın Taner’e dönük konuştu: bir boka yarasa, yok, ben bunu evlendirmek istedim, kız oğlun deli dedi,

Anne o kız para peşindeydi.

Orası öyle ama, sen de kızı ikna edemedin ki. Evin orada yaptı böyle bir mekan, köpek kulübesi gibi, dağıttım orayı, kızı oraya götürmüş, kız da fotoğrafları görünce bu kafayı üşümüş diye düşündü, gelip bana anlattı, tarlada katır gibi çalışan, pes etmek nedir bilmez tosun gibi aygır gibi bir kızdı.

güçlü. Yüz kiloluk çuvalı sırtlıyor. Bir de kıza bir hikaye anlatmış. Cim Gorrison diye biri Amerika’dan buraya gelmiş de cami inşaatında çalışmış filan. Elin gavuru hristiyanı cami inşaatında neden çalışsın ki. Bir de bir kitap yazarından söz ediyor, fantaziler kuruyor, hayal dünyasında yaşıyor.

Yok anne, ona şaka yapmaya çalıştım, gır gır geçiyordum, o deli olduğumu düşündü, matrak geçiyordum. Beni onu mekana neden götürdüm, çok fantezi bir hikaye anlattı bana, şu berduş dayısı hakkında, geçen sene dağda ayıyı alta ettiğini anlatı, dayısı ayıyla güreşir gibi kavga etmiş, ayıyı burnundan öpmüş, bir el hareketi yapmış, sadece bir el hareketi ve ayı o an kuzuya dönmüş, adam beş yaşındaki çocuğu tokatlar gibi tokatlamış ayıyı. ayı korkup kaçmış.

Öyle detaylı anlatıyordu ki. Hatta ayıyı kuzuya çeviren hareketi çok yalvardığım için… başkasına göstermeyeceğine  yemin ettirdi de bana gösterdi…neymiş dayının gizli ilim bilgisi varmış metafizik…Ben de malım inandım, öyle davrandım. Yeme beni kızım demedim, senin cılız kokuşmuş dayın yalan atmış diyecektim, seni akıllı bilirdim ama senin kadar avanak yoktur yeryüzünde zoruna gider diye demedim.,

 

Ah bu benim taş kafalı oğlum, bir gıdım zekası yoğun bakımdaki ezil sefil oğlum, dandik mal oğlum saçmalamasaydı.

Anne bu kadar övgü yetmez mi

Espri mi yapıyorsun, sıçarım esprine bak…odunu salladı.

 

Kız gelip bana senin oğlunun bir tahtası eksik demiyor da kibar kibar, senin evlat fazla ilginç diyor dedi, anlamadım dedim, o da bir mekan yapmış kendine dedi. Seni severim  Hasibe teyze ama bu iş olacak gibi görünmüyor dedi bana. Ah o kızı alsaydı tarlada ne güzel çalıştırırdım onu, çalışmaya bayılan bir kız. Katır gibi

“Tanker gibi kızdı ya”

 

Kadın ağlamaya başladı.

Ya ben ne yapacağım bu deli oğlanla.

Ya anne ben deli değilim ya.

Kız beni reddettiği için çok üzüldüm, bunalıma girdim, bu mağarayı gördüm, dosyada vardı bu resimler, yapıştırdım.

Gideceğim buralardan anne, çalışacağım para kazanacağım.

Nihat ağlıyordu. Z   ehrayı ben de çok istemiştim, tam senin istediğin gibi bir kızdı, sen başka kızla anlaşamazdın zaten.

Birkaç gün sonra gideceğim.

Ben ne yapacağım, abilerin gitti, bizi unuttular. Güya para yollayacaklardı. Kalk yürü eve. Burayı da boş ver, kalk yürü gidelim eve yemek yiyelim.

Nihat kalktı. Topallıyordu. Annesinden yediği sopa bacağına gelmişti.

Sen önden git anne. Ben gelirim. Kadın gitti.

Taner, sen de gel yemek yiyek.

Teşekkürler aç değilim.

Olsun gel.

Yola çıktılar.

İlerde bir traktör durdu ve biri koşarak indi traktörden, peşinden bir adam fırladı, kadın çığlığı duyuldu.

İmdaaaat!

Taner fırladı.

Nihat bu sesi tanımıştı.

Taner diye bağırdı Nihat, karışma bu işe. O nişanlı.

Taner nişanlı lafını duymamıştı o süratle. Yüz metre atleti gibi koşuyordu.

Mısır tarlasında sesin kaynağına gitti, ufak tefek bir adam, 40 yaşlarında olmalı, iri yarı kızı yere yatırmış tekme yumruk atıyordu, bir elinde bıçak vardı.

Neler oluyor burada, birader dur.

Sen karışma lan. Siktir git.

Beni öldürecek, yardım et ne olursun diyordu genç kız.

Adama; bu iş bitti, senle asla evlenmem, bu iş bitti. Ne yaparsan yap. Nişanı attım bitti gitti. İstersen öldür, ne yaparsan yap seninle evlenmem.

Birader dur lütfen.

Taner ona yaklaşmaya çalışıyordu.

Adam; yaklaşma sakın. Defol git, deşerim seni.

Kadın yerde sürünür vaziyetteydi, adam onun başına tekme atıyordu, kadın sırt üstü döndü, ayaklarıyla onu kendinde uzak tutmaya çalışıyordu, adamın bir ayakkabısı ayağından çıkmıştı.

Kadına küfür ederek tekme atmaya çalıştı yüzüne, kadın ayağı tuttu ve ısırdı. Adam acıyla bağırdı. Eğildi ayağını çekmek istedi, kadın bıraktı aniden, adam geri düştü, yere düşerken bıçak öteye savruldu, Taner fırlamıştı, adamın üstüne çıkıp yumukları saydırmaya başladı, sağı sollu yumrukları indirdi ufak tefek adamın yüzüne, adamın yüzü gözü kan revan içinde kalktı, dudakları patladı, burnu kırıldı. Yüzü gözü dağıldı, Taner’in elleri acımıştı, toprak arasından bulduğu taşı kaptı, yüze indirecekti, genç kız onun kolundan tutu, bırak gidelim.

Tarladan çıkarken Nihat gelmişti.

Zehra ağlıyordu, yüzü gözü kan ve sıyrıklar içindeydi toz toprak içindeydi.

Nihat bir şey diyecekti, ne diyebilirdi. Kız onu reddetmişti.

Taner dedi ki: Nihat abi kızı kurtardım. Biz olmasak kesin onu öldürmüştü.

Kız şaşırdı.

Kız çok dokunaklı biçimde dedi ki: Nihat onu ben istemedim, onu annem istedi, parası var diye, tarlaları var diye, ben seni deli meli ne olsan sevmiştim, annene seni reddetmem için bir bahane lazımdı, senin oğlan garip dedim, bir bahane bul dedi annem, o işi bırak yoksa seni  gibi kızım yok, annemi severim, her neyse, traktörde giderken yoldan geçen yaşlı adama selam verip hal hatır sorup gülümsedim diye kıskançlık yaptı, biz böyle anlaşamayız bu iş olmaz dedim, tartıştık, tokatladı, atladım aşağı. Bu iş bitti dedim. O iş bitti, benimle olmaya var mısın?

Varım.

Ya annen. Razı gelir mi.

Durum ortada, beni öldürmeye çalıştı. Annem razı gelmese de kaçar gideriz.

Tamamdır.

Yaralı kızla topal Nihat ve Taner eve vardılar. Olayı anneye anlattılar. Sofra kuruldu.

Nihat çok mutluydu. Sureti, özellikle gözleri yaz gecesi gökyüzüne fırlatın havai fişeler gibi ışıklar kıvılcımlar saçıyordu.

Yemekten sonra çay içmeye başladılar.

Neden takım elbise atlet.

Çocukluk hayali…hep başkasını eskilerini giyindim. Geçen ay tarlalarda çalışıp biriktirdiğim parayla aldım bu takım elbiseyi.

Eziklik işte. Güldü. Elbise perişan olana kadar giyip bir daha takım elbise görmek giymek istemeyeceğim. Güldü.

Taner: Bokunu çıkaracaksın yani.

Aynen.

Gülüştüler.

Aslında okumak hayalimdi, köy böyle devlet adamları gelmişti ben küçükken. Maddiyat yoktu okuyamadım. Her neyse.

“Hasan la aran nasıl?”

Onu sevdim, onu çok tuttum. Taner Hasan’ı övüp durdu uzun bir süre.

“Hasan tekin biri değildir, ona dikkat et.

“Neden böyle dedin?”

“Ya ben bu kadarını diyeyim. Ona dikkat et.”

“Neden?”

“Bilmem.”

“Neden?”

Gülümsedi. “Zamanla anlarsın Nihat abim uyardı dersin.

Peki. Galiba onunda bir beyaz atlet siyah takım elbise gibi bir durumu var.

Gülmeye başladı.

Senin zekan parlak, sevdim seni Taner. Ama fazla zeka götünü patlatır insanın.

Gülmeye başladılar.

Arkanı kolla.

Kollarım abi.

Bu hayatta kimin beyaz atlet siyah takım elbise durumu yok ki. Buralar, bu köy özellikle ezik dolu.

Yok be abi. Büyür şehir daha da ezik dolu. Suç pislik. Burası cennet bence.

Hım, sayı az olabilir burada ama burada eziğin iyisi çıkar Taner. Azdır ama bir iki tanesi bütün şehri yakabilir, öyle canavarlaşır ki insan, şeytanlaşır, bu şeytanlaşma buralardan daha iyi çıkar.

Yok ben Nihat abi, köylü insanlar şehirdekilerin yanında çok saf ve melek kalır.

 

İdris çiftlik evinin çevresinde oğlunu arıyordu, ağaçların arasından sıyrıldıktan sonra uçsuz bucaksız görünen tarlalar ortaya çıktı, eski günlere savruldu İdris, buraları eskiden hiç önemsemezdi, cehennem gibi gelirdi ona bu topraklar, can sıkıcı, güneş yakar kavururdu öğleyin, ve şimdi taşı toprağı altın gibi değerliydi tarif edilmez bir his vardı içinde, kıymetini anlayamamış bu araçların. Oğlu aklından silindi gitti, ağacın altında oturmuş tarlaları seyrediyordu. Ufuk bir noktada düz bir çizgi oluyor ve titreşiyordu sıcakla. İdris orada uzun bir süre geçirdi, gözlerini kapattı, uyku uyanıklık arası kaldı. Sonra kalktı, sigara yaktı ve çiftlik evine gitti, mutfak camında Zarifeyi gördü, elinde çay bardağı.

“Benim oğlanı gördün mü?” dedi.

“Hayır efendim.”

“Kaç yaşındasın?”

 

 

Zarife, 15 yaşındaydı, ufak tefekti, yeşil gözleri vardı, hep uzun etekler giyerdi, yüzünde ilk göze çarpan meleksi güzelliğiydi, onun masumiyeti herkesi büyülerdi. Ama evin bir numaralı hizmetçisi oydu, hamal gibi. Aynı zamanda aşçı Nezaket’e de yardım ederdi, nezaket onu birkaç yıldır onu yanında tutuyordu, ona kızı gibi bakıyordu.

 

İdris Zarife yi etkileyici bulmuştu, su gibi, peki oğlu, böyle bir kıza balıklama atlardı kesin, tehlikeli bir şeyler hissetti,  korktu,

Bir rezillik çıkmasından. Taner bu kızı kandırıp bir pislik çıkarırsa ahlaksızlık. Facia olurdu. Buradan annesinde ve diğer herkeste ailece güçlü, güzel hatıralar ve parlak bir izlenim bırakıp eve dönmek istiyordu, çok güçlü, sarsıcı bir his duymalıydı annesi ve “İdris in çok güzel, kaliteli bir ailesi var” demeliydi, gururlanmalıydı. Öyle düşüncelerle dalıp gitmeliydi, İdris büyük şehirdeki evinde hayatına devam ettiğinde, bir daha gelseler, özledim diye düşünmeliydi annesi. Eğer oğlu bu zarif köylü kızını yatağa atıp becermeye kalkışırsa? Evet, oğlu kesin bir iş çevirecekti bu konuda. Şüpheleri hep doğru çıkardı.

Canı sıkıldı, karısıyla sohbet etmek için onu aradı gözleri, neredeydi?

 

Nur ve ayla çiftlik evinin önündeki devasa bahçede gezintiye çıkmış, bitkilere dokunup inceleyip koklayıp sohbet edip ilerlemiş ve çimene uzanmışlardı, sırt üstü, çevreyi merek etmişler, incelemişler ve burayı çok beğenmişlerdi. Zarife bir süre peşlerinden gidip onları gözetmiş, aslında onlarla takılmak istemiş ama cesaret edememişti, çünkü onları tanımıyordu, o buranın bir çalışanıydı, işçi ve konular zengin insanlardı, ve zengin konuklar hizmetçilerle samimi olmak istemezdi, uşakları kendi kalitelerinde görmezlerdi, uşak uşaktı, ve onlar cahildi, kabaydı ve aptaldılar. Birçok kişi Zarife ye böyle hissettirmişti. Belki de bu düşünceler Zarife nin eziklik psikolojisinden kaynaklanıyordu. Ama nezaket ona şöyle derdi, işine gücüne bak, onlarla muhatap olma. Onlar bizi anlamaz. Sanki onlar insan ve zarife gibiler sıçandı, pis böcekler gibi bir şeydi ve ilk kez bu parlak kızları görünce içinde sarsıcı bir şey uyanmıştı, onlarla yoldaşlık etmek. Aslında mesele şuydu, nezaket kendi ezikliğini, karamsarlığını ve bozuk düşüncelerini Zarife ye bulaştırmaya çabalıyordu, çünkü bu genç kız için en iyisidir diye düşünüyordu. Zarife konuklarla mesafesini korudu hep ama bu kez o sınırı darmadağın etmek istiyordu, onlara bir merhaba demek, onları içlerini çok merak ediyordu. Onlara çok yaklaşınca başına bir felaket geçecek gibi hissedip korktu, bir suç işleyecekmiş gibi korktu,

“Aaa, şu kız geliyor dedi nur

Hangi kız dedi ayla. Şu köpek gibi çalıştırılan zavallı mı?”

Ayıp ettin, öyle deme be kızım.

O burada mutfakta gördüğüm en güzel şey. Bir görüşte aşık oldum ona, buradan giderken onu da alacağım yanıma.

Nur güldü.

Zarife onlara yaklaşırken bu diyaloğu uzaktan işitmiş, onların şımarık pislik şehir kızları olduğuna düşünmüş ama diyaloğun bütününü duyunca pek sevinmiş, içerlemesi bir anda yok olmuş ve kendiyle pek gururlanmıştı.

Ama korktu, nezaket bu davranışını fark ederse iyi olmazdı hem yapılacak işler onu bekliyordu,

 

Hey, baksana…diye seslendi nur, gel gel yaptı eliyle.

Zarife onlara dönüp baktı. Aklında bir ışık yandı ve fırladı çiftlik evine. Bir kilim kapıp gelmişti. İki yastık. İki minder.

Böyle sizin için daha iyi olur dedi

Yere serdi kilimi.

Bu da nerden geldi aklına, sen çok düşünceli bir kızsın. Onca işin ardında bunu, bizi düşündün.

Dayanamadı, köpek gibi çalıştığım doğrudur, ne yaparsın, kader.

Ah canım dedi ayla, demek beni duydun, kötü anlamada demedim, ve ben de köpek gibi yaşıyorum, sokak köpeği gibi mesela. Çok çalıştırılıyorsun, sömürülüyorsun anlamında dedim canım. Kalktı yerden ona sarılmak istedi. Yandan sarıldı ona. Yanaktan öptü, saçının bir tutamını okşadı. Ayla onun gönlünü almak için çırpındı durdu. Ve bu Zarife nin kalbini ısıttı, o sözlerin acısı içinden birden yok olup gitmişti.

Sorun değil. Dedi gülümsedi tatlı tatlı. Durun dedi, size içecek bir şeyler getireyim, burası sizin mekanınız olsun, kafa dağıtma yeriniz, şu büyükler anlamaz sizi. Can sıkarlar.

Nur güldü, ayla da şaşkınca baktı, bu köylü ezik diye baştan düşündüğü kız çıra gibi yanıyordu, ışık saçıyordu. Hizmetçi kızın ardındaki insanı, genci, pırıltıyı hissettiler birden, onu bağırlarına bastırlar. Sönük, pasif, kalın kafalı bir kız değilmiş.

Zarife onlara kahve ve kek getirdi. Kek yeni yapışmıştı.

Zarife gidecekti.

otursana, konuşuruz,” dedi nur, ayla da ısrar etti.

Zarife utandı, yeniden o hizmetçi kız gibi hissediyordu kendini.

İşlerim var, onları halledip gelirim dedi ama gelmedi.

 

Gündüz çok sıcaktı, insan hareket edemiyordu, neyse ki karanlık çökünce o muazzam serinlik geldi, esinti ilaç gibiydi.

İdris verandada babası Yusuf ve kadirle sohbet edip rakı içiyordu.

Taner göründü. İdris yerinden kalkıp oğlunun yanına gitti.

Onun koluna girip bahçeye doğru çekti:

“Oğlum saatlerdir neredesin?”

“Geziyordum baba.”

“Yemeği kaçırdın.”

“Tokum.”

“Ne yedin?”

“Yedim işte bir şeyler.”

“Neler yaptın?”

“Gezdim dedim ya.”

“Evlat, buradaki insanları tanımıyorsun, dikkat et kendine, başına belaya sokma, beni utandıracak bir şey yapma. Canımı sıkacak bir şeyler yaparsan, hele de buradakilerin canını sıkacak bir şey yaparsan seni mahvederim. Bir suça, bir rezilliğe, bir ahlaksızlığa sakın imza atma. Annemin evinden düzgünce anılmamız gerek, onlara iyi hissettirip. Biraz gayret et yeter. Tamam mı? Sırtına dokundu.

Bu dediklerini aklımda tutacağım bana, canını sıkma. Bana güven.

İdris ona gülümsedi.

Söz mu evlat.

Söz.

Allah ın üstüne yemin et.

Allah ın üstüne yemin ederim. Bir kızı öpersem suç olur mu

Tabi lan. Öpmekle de bırakmazsın.

Taner güldü.

İdris parmak salladı, bak yemin ettin.

Tamam şaka yapmıştım.

 

İçeri gitti, karısına Taner’le ilgili bir şeyler diyecekti, endişelerini anlatacaktı, gözün onun üstünde olsun diyecekti. içerde karısı nezaketle sohbet ediyordu mutfakta.

 

Gece İdris uyandı, sigara içip çevrede gezeyim, dedi uyku tutmamıştı. Samanlık yanından geçerken sesler duydu, gülüşmeler, koyu bir sohbet, öpme, öpüşme sesleri, ıslak sesler. İnlemeler.

İdris iki sesi tanımıştı. Tahta aralıktan içeri baktı, iki gölge görmüştü.

“Dışarı gelin hemen, gördüm sizi.”

Oğlu kaçmıştı. Aralık tahtayı ayağıyla sığacağı kadar kırıp oradan yılan gibi sıyrılıp koşarak eriyip gitmişti karanlıkta. Zarife başı önde yavaşça geldi.

“Neden izin verdin ki? Senin aptal bir kız olmadığını gördüm. Saf bir kız da değilsin. Senin neyin var, delirdin mi?”

“Bana aşık olduğunu, benimle evleneceğini söylediği için izin verdim. Hayal kurmuştum; ama öyle güzel değil. O öyle güzel anlattı ki; içim gitti. Bana dokununca da hayır diyemedim. Benimle evlenmek zorunda.

İdris kahkaha attı: “Neden?”

Cinsel ilişkiye girdik.

İdris yine güldü.

Yaşım 15, Evlenmezse. Polise şikayet ederim.

İdris in içini korku aldı: Pek de akıllısın. Bunu köyde kaç kişiyle yaptın peki?”

Zarife, ağlamaya başladı, “ben orospu değilim. Ben bakireydim, ilk ve tek onunla yaptım. Bana her istediğimi alacağını söyledi. Beni buradan alıp gideceğini, burada çok çile çektiğimi ve bunu hak etmediğimi anlattı, peşimde dolanıp duruyordu, beni gördüğü andan beri. Çok ısrar edip durdu. Ona içimi döktüm, Oldu böyle. Kimseyle yapmadım öyle şeyler. Zaten biriyle kaçıp gitmeyi düşünüyordum buradan, hayalim buydu, o da tam üstüne denk geldi. Evlenmem lazım, bir yuvaya ihtiyacım var, yıllardır acı çektim. Annem, babam, kardeşim yok. Tek Nezaket teyzem var; ama nereye kadar onunla kalabilirim ki, kendi ayaklarım üstünde durmam lazım. Burada kalırsam hizmetçi, hamal, besleme olarak kalacağım.”

Keşke ona inanmasaydın. Olmuş bir hatası. Polise gitmeye gerek yok, bu işi çözeriz. Ama o mal evlenilecek türde biri değil; daha ekmek parası kazanmak nedir onu bilmez. Ne istiyorsan yaparız. Ama polisi karıştırma. Sana para veririm, her istediğini alırım, ilerde evleneceksin biriyle, parayı o zaman kullanırsın. Ama önce bir doktora gitmemiz lazım, hamile kalmaman gerek. Bu işlerden eşim anlar,

Ben doktora filan gitmem, bebeğimin olmasını isterim.

Bebek doğurursan kimden diyecekler, yaşın o ufak, oğlumu hapse atarlar.

Bu onun sorunu.

İdris kızın boğazına yapıştı iki eliyle, annesi aklına gelmişti, giderek fazla sıkıyordu, kız boğuluyordu, tamam tamam bırak, şaka yaptım.

İdris ellerini gevşetti, birden kendini kaybetmişti, kan ter içindeydi, korktu.

İyisin ya.

Kız öksürüyordu.

Merak etme, sana çok para vereceğim.

Verirsen iyi olur, aksi halde evin hanımı öğrenir bunları. O beni canı gibi sever. Eşinle doktora da giderim.

 

İdris kabustan uyandı.

“Oh dedi, hepsi rüyaymış!”

 

Nur ve aylayı uyku tutmamıştı, odalarının penceresi açıktı, Nur pencere kenarında oturuyordu, sigara içiyorlardı. Bir süre cep telefonlarıyla meşgul oldular. Sonra baydı, bırakıp yatakta sırt üstü uzanıp sohbet etmeye başladılar, nur bağdaş kurdu, ayla ise ellerini başının arkasında birleştirmişti. Bu odadan Sıkılmışlardı, yarın çevreyi, daha uzakları keşfe çıkmaya karar verdiler. Bir macera, bilmedikleri bu yerde keşfe çıkmak onları heyecanlandıracaktı.

 

Kızlar vakit öğlene yaklaşırken uyanmıştı, kahvaltıya kalkın çağrıları, “kalkıyoruz, kalkıyoruz” demelerde kaldı ve uyuyup kaldılar patates çuvalı gibi. Nimet odaya girip onları bir güzel haşladı. Ölü gibi yattınız kaldınız, gece yatmak bilmediniz. Bu işe son verseniz iyi olacak.

Üzgünüm anne dedi nur. Samimiyetle.

Nimet odadan çıkınca ayla onu taklit etti, üzgünüm anne.

Senin sinirlenmeyip böyle yanıtlar vermene şaşıyorum, ben olsam anneme defol git başımdan derdim.

Nu güldü: kaba biri olmak içimde yok. Hem annem haklı.

 

Kahvaltı yapıyorlardı, o sırada aşçı nezaket pilav pişiriyordu, başka yemekler de vardı ocakta, kızlarla sohbet etti, onlara yakınlık edip rahat uyudunuz mu, sevdiniz mi burayı.. onlar cevap verdikten sonra tatlı tatlı dedi ki: o kadar çok uyumak iyi değildir, gezin dolaşın varlık gösterin. Şeker kızlar. Başlarını okşadı, nurun omzunu okşadı, ötekinin saçını düzeltip okşadı.

Verandaya çıktılar. İlerde bahçede nimet ve evin hanımı Hayriye çiçeklerle ilgili bir şeyler yapıyorlardı, nimet Hayriye ye yardım ediyor, sohbet ediyorlardı, bir tarafta İdris ve babası kahve içiyor, Hasan ise mangal için odun kırıyordu. Kadir onun başındaydı, kadir bir şey anlatıyordu, elinde sigara vardı. Taner ortalıkta yoktu.

Nur ve Ayla bu ortamı sıkıcı bulmuştu, biz biraz dolaşsak dedi nur nezaket abla, yakınlarda gezeceğiz.

Kadir amca  size salıncak yapsın sallanın.

Salıncak fikri iyi ama bir süre dolaşsak iyi olacak. Kafayı dağıtmamamız lazım.

İzin almalısınız. İzin almadan olmaz.

Annesi asla izin vermezdi, ben izin alıp geleyim dedi nur, koşarak gitti, nezaket onu izliyordu, kısa bir sohbetin ardından nur koşarak geldi, annem izin verdi.

Nezaket Zarife nin işi var ama o da sizle gelsin, kaybolursun bir şey olur.

Tamam dışarda bekliyoruz dedi nur, mutfaktan çıkıyorlardı.

Nezaket iri bir bıçak çıkardı, onu aylaya verdi, küçük baltayı de nura uzattı.

Ne bunlar dedi nur, savaşa mı gidiyoruz.

Genç kız boş gezmemeli. Lazım olur. Kızlar güldü.

Sahip olduğunuz değeri bilmiyorsunuz demek, gülün gülün siz.

Pırlanta gibi kızlarsınız. Ve burası vahşi bir yer, bir vahşi hayvan çıkar, bir hayvan insan çıkar, değil mi.

Ayla: Nezaket abla elime bıçak almaya korkarım ben.

İyi öğrenirsin, birinin karnını deşmen gerekebilir. Bak nur o balta da iyidir, kısa sapı sayesinde kolay savurursun, hafif. Onu kelle parçalamakta kullanırdım. Evin arkasında iki mızrak var, onları da alırsınız, baston gibi kullanırsınız. Yürümeyi kolaylaştırır.  Ben onlara aşık oldum, fasulye sırığı onlar, dedim gün gelir lazım olur birini, tak eden birini deşerim.”

Güldü.

Kızlar gülüşüyordu.

Taşıdığınız hazinenin kıymetini öğreneceksiniz. Hayat çok pisliktir kızlar.

Abla bana öyle geliyor ki sen sanki biraz fazla paranoyaksın.

Nezaket güldü.

Çay içeceğim vereyim mi size.

Olur.

Çayları aldılar.

Zarife bir arkadaşına gitti, az bekleyim, gelir, beraber gider gezersiniz. O buraların kurdudur.

Dışarda onu ekliyoruz deyip çıktılar.

Ve sıvıştılar, sırt çantaları…evin arkasına gittiler, orada baston gibi iki mızrak vardı. Ayla ikisini aldı. birini Nura uzattı. Bastılar.

 

Nezaket ise yemekler pişerken masadan sandalye çekip oturmuş ağlamaklıydı, düşüncelere dalmıştı, sanki taş taşımış gibi yorgun hissediyordu, bu parlak iki güzel kızı düşünüyordu,

Bunlar cici cici büyümüş kızlar, bir şeylerin acısı derinden, delirecek kadar sarsıcı biçimde hiç hissetmemiş kızlardı ve kendi gençliğini düşününce…gözyaşları yanağına düşmeye başladı, bir an pıtır pıtır düştüler, bir ses duydu hemen elinin tersiyle yüzünü sildi.

Aynı düşüncelerle mutfak kapısından içeri adım atan Zarife nin de içinden geçmişti, benim gençliğim ve onların gençliği diye düşünmüştü, benim giydiklerim ve onların giydikleri ve kendini böcek gibi hissetmişti, pis bir böcek gibi, tehlikeli bir böcek gibi, akrep gibi sokak bir böcek gibi, kobra gibi bir yanı da vardı bu işin, insanın içinden umut çıkmadıkça insan kobralık yapmadan ölmez azim etmeyi bırakmazsa…

Cümle sanki karışık oldu.

İnsanın içinden umut çıkmamalı. Umut gün gelir karanlık zamanların en beterinde kendine bir çıkış bulabilir, ve insanın tabiatında kobralık vardır, en salak insanlarda bile…ve insan azim etmeyi bırakmazsa, pes etmezse, sabrederse…mücadeleyi sürdürürse eğer işte o zaman tabiatında kobralığı kullanma imkanı bulur, o kobra yön kendini açığa çıkarır an gelir zaman gelir.

 

Azim denen şey kendini bildi biledi vardı Zarife de. Ama imkanları yoktu, sıkışıp kalmıştı bu hapishaneye, nezaket ve onun çevresi, zengin çevresi, ve bu zengin çevreden hiç kimse Zarife nin içinden neler geçiyor, ne ister diye sormuyordu. Zengin ama aptal çevre. Hep kendini düşünen çevre. Zarife odasında nezaketi pazardan aldığı plastik çerçeveli dikdörtgen küçük aynada kendine bakmış, saçı, giysisi…ve nur ve aylayı gözünün önüne getirmiş, ve kendisini çöp-lük gibi çöpe atılmış bebek gibi hissetmişti. Niçin kendisinin öyle güzel giysileri yok ki diye soru soramazdı, sormazdı da,

Giyinmesi gerektiği gibi giyinirdi, ve geceleri yatağa uzandığında müthiş fantazileri başlardı, renk ahenk gökkuşağı giysiler, istemediği kadar giysi, hayal etmek ne hoş.

Milyonlarca insan gibi gündüz gerekeni yaparlar, mecbur oldukları için, katlanmaları gerektiği için, kuzu kuzu katlanırlar, ses çıkarmazlar, tertemiz yaparlar işlerini, gerekenleri, çıt çıkarmazlar, hiç isyan etmezler, kimseyi eleştirmezler, görevler yapılmalıdır ama gece olunca düzgün yaşayan o namuslu insan gece bir fahişe gibi ortaya çıkıverir, en kurulmaz düşler kurulur, en olmadık düşüncelere yer verilir, çünkü gece, sorumluluk yok, kendi başlarınadırlar, yapayalnız, iç sesleriyle birlikteler, görev yok, bitmesi gerek iş güç yok, kimse onları rahatsız edemez, bir ayin yapar gibi, bir kurban keser gibi, bir insan kesme töreni yapan Aztek liler gibi hayaller kurarlar, namuslu insan muazzam pes etmez bir fahişeye dönmüştür, gündür yok saydıkları o insani yanları ortaya çıkmıştır, özlemleri, olmak istedikleri yer, giymek istedikleri, söyleyemedikleri, yaşamak istedikleri şeyler, onlara ilginç ve güzel gelen düşünceler, sorun şu, gündüz yaşadıkları hayat sevdikleri hayat değildi, yaşanılan hayattı, gece yalnız kaldıklarında içlerinden geçirdikleri…o hayat ise gerçeklere uymuyordu. Bu bir ikilemdi, gece ve gündüz gibi birbirine zıt.

Ağladın  mı sen nezaket abla?

Ne ağlaması kız. Git bahçeden çiçekler kopar getir.

“Ne için? Sevgi böceği malların masaya koydukları gibi masaya mı koyacaksın?”

Üstün görüşlerini kendine sakla.

Ya şaka yapayım dedim.

Zevzeklik sonra yaparsın canım.

“Nur ve Ayla için çiçekler, saçlarına, kulak arasına yerleştir.”

“İyi fikir.. Ama hanım ağa sıçar ağzıma.”

“Ağalık mı kaldı? Gizlice kopar işte.”

“Peki ablam.”

“Senin aklına gelmiş gibi yap. Kızların seni sevmesini isterim, çünkü kendini ezik hissetmeni istemem, sen onlardan zerre aşağı değilsin, sen onlardan üstünsün.

Güldü Zarife; Süper yıkama yağlamaydı.” Güldü.

Onu öpmeye çalıştı yanaktan.

“Gezeceklermiş, gidip takıl onlarla. Yoruldun.”

“Cin fikirli ablam anam babam…

Zarife, şip şak gidip geldi çiçeklerle.

“Kızlar nerece?”

“Derin dondurucuda!” diye bağırdı, “Of git bak buradadırlar. Çok uzaklaşmış olamazlar.”

 

“Kadir dayı, konuk kızları gördün mü?” diye sordu Zarife.

“Şu taraftan gittiler.”

“Derin dondurucuya baktın mı?”

Şaşırdı Zarife: “Kafan mı güzel?”

“Nezaketi duydum da. Hep sen şaka yapacaksın değil ya.”

“İki haftadır sefalet çekmiş gibisin, ne o üst baş?”

“İş üstüyle köstebek gibiyim, ha?”

Zarife güldü.

“Kaldırım mühendisiyle evlendireceğim seni kız.”

Zarife, ona dil çıkardı çocuk gibi ve gülerek uzaklaştı.

Kadir şöyle düşündü; “lanet çiftlikten ne zaman emekli olacağım…biri sesleniyordu sigarasını yere atıp üstüne bastı: “Geliyorum efendim!” diyerek koştu. Söylendi: “İş bitmiyor bir türlü amk.”

 

 

Kızlar ormanda küçük bir gölet buldular, temiz ve berraktı su, saatlerini orada geçirdiler. Sonra hava kararmaya başladığında.. vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışız diyerek aceleyle toparlandılar, aslında ateş yakıp bir süre daha burada kalacaklardı, buradan çok keyif almışlardı.

İdris veranda da telaşla kızların gelmesini bekliyordu, kızlar görününce içi rahat etti, kızların yüzünde coşkulu, parlak ve mutlu ifadeye sevinmiş, onları buraya getirmekle çok iyi ettiğini anladı, sürekli iş için ülke içinde seyahatler yapardı aracıyla, yurt dışı, ailesiyle beraber geçirdiği zamanlar çok sınırlıydı, robotlaşan hayatına canlılık girmişti, ailenin can çekişen birlik ruhunun canlandığını, parladığını hissediyordu, herkes halinden memnundu. Erdoğan da şeftali bahçesinde şeftali toplamıştı, bir işe yaraması ne güzeldi.

“Burası çok eğlenceli baba!” dedi Nur, gölette geçirdiği anlardan söz ediyordu, yüzme havuzunda yüzmeye hiç benzemiyor.

 

İdris eski günleri hatırladı. Üniversite ilk yılı bitmişti, çiftlikte işlere yardım ediyordu, tarlada çalışıyordu, iş yaparken köyden 14 yaşında bir kızla dostluk kurumuştu, fakir kız gündelikçiydi tarlada, kız güzeldi, sarı saçları bir başkaydı, mavi gözleri inanılmaz tatlı bir ışık saçardı. İdris onunla vakit geçirmekten büyük haz alırdı, akşam olurken kızı alıp yürüyüş yapıyordu çevrede, onunla sohbete doyum olmuyordu, fakir kız zekiydi, okumak istemiş okuyamamıştı, babası şehirde tutunamayınca köye gelmişti baba evine, İdris onun durumunu ailesine anlatmayı düşünüyordu, ailesi onu okutabilirdi, büyük ihtimal yaparlardı bunu.

 

Bir akşam Özlem çiftliğe gelip İdris’i sordu, İdris o gün kasabadaki dostlarını görmeye inmişti, içmeye. İdris’in annesi ve babası verandada oturup çay içiyorlarmış, kız İdris abi nerde diye sorunca, anne, ondan uzak dursan iyi edersin demiş, kendine göre birini bul.

Sandığın gibi değil; biz dostuz.

Uzak dur yeter. Kaybol bir daha gözüm görmesin seni.

Aman be. Oğlunu yemedik ki.

Hayriye çok ağır konuşmuş.

Bir tartışma alevlenmiş. Kızı kovmuş, kız ağlayarak gitmiş.

Bu olaydan sonra kız idris in yüzüne bakmadı. Bunu İdris e babası anlattı ve o gün İdris annesini defterden sildi. Birkaç gün sonra evi terk etti.

Bu olay İdris in içinde yağmur gibi yağıp durdu yıllarca,

Sonra anne; eve gelmezsen para yollamam dedi, yollamadı, evlatlıktan reddederim dedi, bir şey yapmadı, İdris ailesinden kimseyle görüşmedi, para yüzü de görmedi, başının çaresine baktı.

“Eve gelmezsen seni mirasımdan men ederim, hayat boyu sürünürsün.”

Anne ona ulaşmayı istedi ama reddedilmekten korktu, oğlunun kendi gücüyle var olabildiğini görünce de onu kendi haline bıraktı.

 

O gece öğrendi, idris e e posta atan annesi değildi, kadir amcasının torunuydu, Kadir toruna demiş ve torun internette araştırıp bulmuş şirketin adresini.

“Kadir amca, çok kızgınım sana. Neden yaptın böyle bir şeyi. Bunu annemin yapması yüreğimi ferahlatırdı.”

Kadir güldü: “Ne bileyim, düzene sokayım dedim işleri.”

“Köpeğin vardı çok sevdiğin, nasıl şimdi?”

“Öldü yıllar önce.”

“Oğlun ne yapıyor?”

“Doktor oldu.”

“Vay be! Doktor, ha. Onunla oyun oynarken hep doktor olacağını söylerdi zaten.”

“Çok zaman geçti.”

“Neden gelmedin ki?”

“Biliyorsun durumu.”

“Her kötü durumun sığınılacak iyi bir tarafı vardır. Köpeğimi severdin, onu bahane edip gelebilirdin.”

“Ne diyeyim. İnsanın kafası atınca bakamıyor iyi taraflara.”

“Çok bekledim seni. Bana değer vermiyor muydun?”

“Verirdim ya.” dedi gülerek.

“Ama ne derdin? Sen babam kadar değerlisin, seni çok seviyorum. Ayrı kalamayız. Ne sözler savururdun bize geldiğinde. Küçükken ve lise sıralarında.”

İdris güldü, aptal gibi: “Ne yapayım olan oldu, küçükken saflık hesapsızcaydı, saçtığımız iyilik güçlüydü, kötü şeyleri gözümüz görmezdi, görsek bile onları unutmamız çok güçlüydü. Hayatı merkezinden kucaklardık.”

“Annene kırıldın. Basıp gittin. Peki. Kaç insanı kırdın; baban, ben ve diğerleri. Buralar, sevdiğin her şey… Benim ve onların suçu neydi?”

Bir anda gözleri doldu İdris’in: “Hep seni hatırladım. Hiç unutmadım ki. Burası da aklımdan hiç çıkmadı ki. Sana çok şey borçluyum, çok şey öğrettin bana Kadir amca, mesela ata binmeyi.”

 

İdris, ilerdeki annesine baktı: “Bütün o mutsuzluklardan acılardan ve kayıp yıllardan sen sorumlusun anne.”

Mutluymuş gibi gülümseyip el salladı annesine, uzaktaki annesine.

“Berbat insan” diye mırıldandı, “hayatımdaki en kötü insan sensin.”

 

Hayriye hafifçe; ama çok uzaklara, çok derinlere değen biçimde gülümsedi: O da el salladı gülümseyerek.

Bir şey geveledi ağzında.

 

Ne dedi acaba kadir amca diye sordu İdris

Ne bileyim, güzel düşün evlat, güzel düşün.

 

Ben gidip annemle konuşayım.

Güzel konuş.

E tabi.

İdris annesiyle mutlu günleri hatırlayarak ilerliyordu, aslında annesine çok kırılmasına gerek yoktu; ama o an böyle hissetmişti. Küçükken çiftlik çalışanlarını arkadan korkutması ve elleriyle gözleri kapatıp ses tonun değiştirip “bil bakalım kimim?” demesi gibi bir şey yapmak istiyordu annesine.

İdris büyüdüğünde bile annesinin yanında sevgiyle coşar çocuklaşırdı, kendine engel olamazdı. Annesi ise onun hiçbir şakasına gülmez, hep kızardı, İdris’i de bu kızmayı, annesinin yüzündeki ifadeyi severdi, o ifadeye aşıktı. Soğuk, güçlü ve ruhsuz gibi görünen her zaman ciddi bu kadında kızgınlık yaratabilmek onu acayip çok şenlendirir ve kahkahalar atardı o anlar. “Şımarık çocuk,

yalak çocuk  da hiç sevmezdim diye düşünürdü

İdris daha çok gülerdi o zaman. Tatsız şakalarla annesinin ruhuyla oynamayı pek severdi her zaman.

“Anne, olan oldu, deşmeyelim ama keşfe o gün Nur’u kovmasaydın kapıdan ya da benden mektupta benden özür dilesen ne iyi olurdu, o mektubu sen yazsan ne güzel olurdu.” Diye düşündü, annesinin yanına gelince.

 

Hayriye gülümsedi: Artık ortaya çıkabilirsin, orda mısın.

Buradayım dedi bir kadın sesi, güldü.

İdris sesi tanıdı; ama çıkaramadı. Heyecanlandı, annesi bir sürpriz hazırlamıştı, neydi?

Ağacın arkasında bir kadın ortaya çıktı.

İdris kadına dikmişti gözlerini, karanlıktan usul usul yaklaşan kadına.

Bu kadın, yoksa bu kadın…

Kadın meleksi biçimde gülümsedi, Hayriye oğluna baktı, geçmeyen yarayı yok etme ümidiyle, kalp yarası.

Sen gelince onu çağırayım dedim, yıllardır görüşüyorum onunla. Geç oldu güç oldu ama sonunda istediğin oldu mu?

 

Ayın aydınlığı Özlem’in yüzüne vuruyordu,

O an hepsinin hayatına… İdrisin hayatına altın ve meleksi bir el değdi sanki, İdrisin içinde yıllar yılı büyüyen yara yok olma sancısıyla bir çatırdadı, bir çatırdadı, idrisin beyninde uğultular kopmaya başladı.

Genç kadın yüreğiyle bakışıyla şunu dedi:

“Benim yüzümden annenle ayrı düştün, içim kaldırmadı. Tek suçlu benim, benim yüzümden acı çektin. Keşfe kapınıza gelip seni sormasaydım, bunu yapmamam gerekirdi, cahildim, bilemedim.”

İdris ise şöyle düşündü “Hayır hayır, suçlu benim, abarttım. Çok zoruma gitti annemin sana yaptığı, gitmemeliydim. Annedir, söyler…canı ne isterse söyler…

Hayriye şöyle ise şöyle düşünüyordu: Suçlu benim, aranıza girmemeliydim.

Hayriye ortadaydı, eski günlerden söz ediyordu, sağında kolunda girmişti oğlu, solunda koluna girmişti Özlem, kızı gibi.

Usul usul konuşuyordu, ne güzel hava, çay içelim çay, bu havada çay içip sakin sakin eski günlerden konuşmaktan başka güzel bir şey yapamayız. Düşsel bir huzur ve mutluluk içindeydiler.

 

Masaya oturdular, Hayriye işaret yaptı, zarife üç çay getirdi, o çıkan birkaç cümleden sonra ortam sessizdi, kimse bir şey demiyordu.

 

İdris özleme derin derin bakıyordu, onu kucaklamak istiyordu; ama bu başka kadındı. Birden nasıl eski samimiyet kurulsun ki?

İdris yere çevirdi gözlerini, otlara bakarken Özlem İdrise dikti gözlerini.

Özlem aya dikti gözlerini, İdris ona baktı.

 

 

Özlem yaşlanmış mı ne, hani nerde o parlak ışığı, evet, yaşlanmış, ne güzeldi eskiden. Dev bir hayal kırıklığı hissetti. Bakarken, konuşurken, hareket ederken büyük bir saflık ve iyilik saçıyordu çevresine. Ama az sonra alıştı onun yeni haline, küçük bir kızken nasıl ışık saçıyorsa yine öyleydi, bunu gördüğüne pek sevindi.

Neler yaşamıştı Özlem, onca yılda? Neler olmuştu hayatında?

 

Özlem de ona baktığında çok farkı biri görmüştü, çok arkadaş edinmişti, neye yaramıştı onlar? Kocaman bir hiç. Ama bazen bu hiçlikle tatmin olmak gerekiyordu, belki de hayatımın anlamı buydu, onun için. Başkaları için ne olur bilemezdi.

Her şey zordu hayatında; ama İdris içinde hep capcanlıydı. Çünkü kalbindeki varlığı onu mutlu ediyordu, onu söküp atmayı hiç düşünmedi. Bir ara denedi; ama çok kötü oldu, kayboldu.

 

“Kalbimdeki seni asla çıkarmayı denemedim daha bu beni aşan bir şeydi.”

Hayriye, onu okutmuştu, hemşire olmasını sağlamıştı.

Özlem bir adamla sevgiliydi, hamile kalmıştı, çocuk babasız büyümesin diye evlenmişti, çok kısa sürmüştü evlilik. Sonra bir evlilik yapmıştı, ondan da iki çocuğu olmuştu, o evlilik de kısa sürmüştü.

 

“Bu sen misin Özlem, çok değişmişsin, üzerinden yıllar değil binlerce tır geçmiş sanki.

Sen de öyle, tatlım, kocamışsın.

 

Seni görmek ne güzel özlem. O sakin ve kendisiyle mutlu olmasını bilen küçük kızı karşımda görmek tarifsiz bir duygu?

Beni özledin mi

Deliler gibi. Kendimi bir şeylere verdim, çeşitli sanat dallarıyla ilgilendim. Sanat kaybolmamı engelledi, işte asıl mesele öyle zamanlarda kaybolmamayı becerebilmek. İçimde acı birikmişse onu dışarı akıtmamı ve hayata bağlanmamı sağladı. İnsan bunu yapmayı becerdi mi hayattaki en büyük belalarla baş edebilir, en büyük engelleri aşabilir, olmaz denenleri yapabilir, en büyük ve değerli mücadeleleri verebilir. İçimizde kopan fırtınaları başka ne dizginleyebilir, içimizdeki vahşilikle nasıl baş ederiz? İçimizdeki kötülüğü nasıl yeneriz?”

Bu bana iyi gelir diye sevdiğim kim varsa kalas çıktı,

Neyse ki ben düzgün bir kadınla evlendim. Seni yıllarca düşünüp durdum, parça parça oldu içim. Sonra dedim kendime artık üzülme, o orada bir yerde nefes alıp veriyor, canlı, gülüyor,  üzülüyor, hayatın kollarında akıp gidiyor. Bu düşünce beni çok ama çok mutlu etti.  Acım bir anda kayboldu. Uçarcasına hafifledi içim. Sensizlikle güreşilmiyor. Bir yanım hep eksik, bir yanım kara bir uçurumdu dibi görünmeyen. Şimdi hayatın nasıl.

Berbat. Ama ne yapayım. Çocuklar var ama yalnızım.

Kadınların yalnızlığı çok daha zor ve dehşetli acı vericidir. Bir kadın yalnızlıkla, acısıyla baş etmek için kaç bin takla atar haberin var mı? Buna eski kötü ilişkilerin kafada dönen hayaletlerini de eklersen eğer işin içinden çıkamazsın. Neler çektiğimi bilemezsin, annenin yardımları olması bitiktim, tabi bunlardan hiç haberin yok.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATLAR ve İNSANLAR (sevişenler için)

KÖYLÜ KIZ KEZBAN