DAĞ KÖYÜNDE KIZ KARDEŞLER (BURMA KADAYIF)
DAĞ KÖYÜNDE KIZ KARDEŞLER (BURMA KADAYIF)
(Bu metinde benzersiz bir burma kadayıf tarifi vardır)
Azize kız kardeşi Zeynep ve ailesiyle bir dağ köyünde yaşıyordu. Kışın çok
kar yağdığında ile, ilçeye gitmek imkansız olurdu. Günlerce yol kapalı olurdu,
ekipler günler sonra yolu kardan temizleyebilirdi. Anne felç geçirmişti ve zor
yürüyordu. Baba ise yaşlıydı, iki kardeş evin işlerini yapar, anne ve babasına
bakardı.
Kış ayları zor geçerdi ve eve hapis kalırlardı. Fatma evin büyüğüydü. 18
yaşındaydı, Zeynep ise 13, kış aylarında ya da sonbahar aylarında gökyüzündeki
kuş sürülerini seyrederlerdi çimene oturup evin başında. Kazlar v biçiminde
uçarlardı. Gece de uçarlardı, seslerini duymak onlara büyük mutluluk verirdi,
gece uçuşu nasıldı, neler hissederlerdi, kollarını açıp kendilerini ördek ya da
kaz olarak hayal ederlerdi, kollarını kanat gibi çırparlardı. Üstlerinde giye
giye eşittiler, bitkin renkti giysiler olurdu, Fatma pembe renkli eski eteği
giye giye eskitmiş, yırtıklarını canı gibi dikip bazı yerlerini yamamıştı,
kırmızı kumaştan kalp biçiminde yamaydı bunlar. Karanlıkta uçan kazlara rüzgar
sürtünür, bir hışır hışır ses olur, rüzgar uğultusu duyarlardı
(internette sadece bu uğultuyu videolaştıranlar var, abonesiydim onların)
bazı geceler, elektrik kablolarına sürten rüzgar öyle bir ıslık çıkarırdı
ki, derdi ki Fatma, işte o ıslık gibi bir ses olur herhalde, binlerce metre
yukarıdayız, çok çok aşağıda ışıklar var.
“Nasıl ışıkla abla?”
“Sokak lambalarının ışıkları.”
“Başka?”
“Kimi evlerini camlardan yansıyan ışıklar. Türlü türlü ışıklar.”
“Nerden geçiyoruz?”
“Dağlardan. Dağların amından.
Güldü: “Deniz kenarı olsun, denizi severim.”
“Hadi öyle olsun. Sahil yolunun ışıkları var, araçlar dizi dizi geçiyor.
Görüyor musun ışıkları?”
“Evet abla; görüyorum!”
“Havai fişek patlatıyor orospu çocukları!”
“Neden?”
“Eğlence olsun diye…Biz ördekler hiç sevmeyiz bunu. Korkup kaçarız.
Yolumuzu şaşırırız.”
Hadi ya; nerden biliyorsun?”
“Ne biçim ördeksin sen kızım?”
Zeynep güldü.
Ahşap ahırda sığırlar vardı. Onların sütüyle peynir yaparlardı. Tereyağı.
İlçe pazarlarında tereyağını satarlardı. İneklerin buzağını da büyütüp kurban
bayramında satarlardı. Böyle geçinirlerdi.
O kış günü, her zamanki gibi, patates haşlaması yapmıştı Fatma, incir
reçeli, yaz ayı yapılan, kuş burnu, kendi yaptıkları peynir…çay, yer sofrasında
yiyorlardı, kuzinede pişen sıcak ekmekle…
Ertesi akşam yine aynı yerde oturup sohbet ediyorlar. Dertleşiyorlar,
bunalımları başlayınca eğlence bulmakta üstlerine yok, abla yelkovan
kuşlarından söz etmeye başlıyor, sıcak bir yaz gecesi. En uzak mesafeyi,
kıtalar arası uçan tek şu yelkovan kuşları.
Abla ilçeye peynir, süt ve tereyağı satmaya gitmişti pazara, kardeşi ise ev
işleri, ahır işleri ve anne babanın hizmetini yapıyordu.
Sokak arasındaki pazar yerinde satışlarını bitirmişti Fatma. Köye giden
dolmuş durağına ilerliyordu. Durağa giderken aynı köyden bir kadın yanında
türedi ve dertlerini anlatmaya başladı, bu pek haz etmediği kadın konuşup
duruyordu, durağa geldi, şoför yakında bir kahvehanede takılıyordu ve bir saat
vardı dolmuşun kalkmasına, birçok yolcu kaldırıma çöreklenip
oturmuştu, adamlar sigara yakmıştı, köylü kadının ikisi yüksek sesle sohbet
ediyordu. İçi bayıldı Fatma’nın. Az sonra geleceğim deyip uzaklaştı, ipini
kıran köpek gibi ilerledi sokaklarda, dar sokaklar caddeye çıktı, şehir
merkezine giden otobüsü gördü, bir ışık uyandı içinde, otobüs duraktan yolcu
alıyordu, koşarak yetişti. Şehir merkezine aylar önce gelmişti. İlkbahar ayıydı
ve soğuk bir gündü. Et döner yemişti kız kardeşleriyle, dondurma, aynı dükkana
gidip et döner aldı, masaya oturup ayranla yedi, kardeşine ve büyüklerine de
aldı, dondurmacıya ilerledi, vitrinleri insanları seyrederek meydana geldi,
saat kulesi vardı burada, yakındaki parka gitti ve bir banka oturdu. Tek tük
sigara içerdi, bir sigara yaktı, o an bir kadın bitti yanında.
“Ateşini alabilir miyim?”
Kadın sigarasını yaktı çakmakla.
“Çok tatlı bir kızsın. Yaşın genç, hadi be geçkinim. Sigara içmemelisin
tatlım.” Kadın sorular sormaya, dostluk etmeye, Fatma’yı araştırıyordu, yaşın
kaç, nerde oturuyorsun.
Fatma korktu, “beni genel eve düşürmek istiyor herhalde” diye düşündü,
“sonunda ben oyarım seni tatlım.” Ama safı oynamaya devam edecekti.
Kadının kolu altın bileziklerle doluydu, altın kolyesi vardı, epey kalındı
zincir.
“Ben seni çok beğendim. Ben seni oğluma alayım” diye başladı lafa şakayla,
sora sora laflar ilerledi, kadın ciddi olduğunu anlatıyordu.
Yok teyze ne evliliği…
Kadın samimi biçimde dil döküyordu.
“Ben bunu kimseye demem, sana içim ısındı, oğlumu elde etmek isteyen çok
kız var.”
Oğlunun fotoğrafının çıkardı, göstermek istiyordu.
“Fatma gerek yok” diye başını çeviriyordu, kadın çok ısrarcıydı. Göz
ucun takıldı fotoğrafa, güzel bir çocuktu bu, “ben onun kucağına oturmam mı?”
diye düşündü. İçi gitmişti, o an Fatma; “bu iş belki bir fırsattır” diye
düşündü, kadın oğlundan, işinden, özelliklerinden söz ederken, öteden biri
seslendi kadına, ve musallat kadın; “az sonra geleceğim” deyip öteye gitti, bu
sırada bastonuyla ilerleyen yaşlı bir adam Fatma’nın önünden geçiyordu, “o
pislik kadına sakın inanma, kadın satıcısı o, seni
kandırıp orospuluk yapman için her numarayı çevirir.”
Fatma, bunu duyar duymaz fırladı oradan. Çantaları unuttuğunu fark etti
birkaç adım sonra, dönüp aldı, dolmuş durağına nefes nefese geldiğinde kan ter
içinde kalmıştı. Bu küçük gezinti, bu küçük inanma aralığı, aylaklık hayatın
mahvolmasına yol açacaktı. Bütün tavuk alacaktı; unutmuştu. Şoförden rica etti,
ilerde bir dükkan daha vardı, orada inip tavuk aldı.
Dolmuş camından akan ve eriyip giden görüntüleri izliyordu, çocuklar
kadınlar, ağaçlar, durakta bekleyen insanlar, sıradan ama o an için düşsel
kesitler, o insanlar içinde kendine yakıştırabildiği, eli yüzü düzgün bir genç
adam gördüğünde kalbi mutlulukla çarpıyor, o saniyeler, o saliselerde artık
gencin ne kadarını hafızasına kazıyabiliyorsa, olmadı başını çevirip bakıyor,
gerzek şoför hızlı, daha uzun bakabilirdi ona, beyaz kazak giymiş turuncu kep
şapkalı, sakallı bir gençti, bir elinde sigara vardı, otobüs durağında
bekliyordu, bir ayağını geri dayamıştı, gece olunca; deliriş gibi yalnız,
yapayalnız kalınca düşüneceği bir imajı vardı, huzur duydu, onu, hayatını
düşünüp dururdu, yerine bir başka imaj gelene kadar. Yaşlı yaşlıya bakar, çocuk
çocuğa, genç kız da kendi gibi kızlara ya da karşı cinse… Tavuğun olduğu poşete
baktı, “güzeeel” diye düşündü, “evdekiler bayram edecek, ve yine sevindi o
genci de tasmayla yanına almış gibiydi, içi bunu düşününce ateş gibi bir şey
hissetti.
Yemekten sonra içine garip düşünceler çöktü, odaya geçti. Kardeşi ondaki
garipliği hissetti, gelip sordu, yalvardı kız kardeşi; ama anlatmadı, bahaneler
uydurdu.
Burada iki yatak vardı, biri onun, diğeri kardeşinin. Elektrik kesikti. Mum
yaktı, Eteğini çıkardı, üstünü, bir şey hissetti, candan çok ufak bir ses
gelmişti. Cama yapışmış surat, bir çift göz gördü, çığlık attı. Üstünü aceleyle
giydi, tüfeği aradı; ama bulamadı, olanları ailesine anlattı; ama kimse
inanmadı, “sana öyle gelmiştir,” kapıda salık adam parçalamaya hazır iki köpek
varken kimse yanaşamazdı eve, genç kız odasına geçti ve olup biteni yeniden
yeniden düşünmeye başladı, “ben deli değilim, delirmedim, ne gördüğümü gayet
iyi biliyorum,” durdu, bana öyle geldi belki de diye düşündü, o köpekleri kimse
geçemez ki. Tam uykuya dalacağı sırada bir ışık yandı beyninde, el fenerini
alıp sessizce dışarı çıktı, dolandı evin çevresinde, odasının pencere önüne
geldi, el fenerini o bölgeye tutuyordu, farklı bir şey arıyordu, bulamadı, geri
çekildi, döndü gidiyordu, ayağının altında bir sigara izmariti vardı, geriden
son kez el fenerini tutunca izmariti görmüştü ve hemen eğilip aldı,
izmaritin ezildiği için sigara markasını okuyamadı, “hayal görmemişim” diye
düşündü, sevindi; ama kimdi bu orospu çocuğu?”
Evdekiler durumu anlatmayı düşündü; ama caydı. Odasına gitti. Birkaç gece
odasını gören tarafta ağaçların arkasında elinde balta, belinde bıçakla
saklanıp bekledi; ama gelen giden olmadı.
Birkaç gün sonraydı.
Kardeşi sabah neler oluyor, içinde neler oluyor deyince
Gülerek şöyle dedi: “Şehre kaçmayı düşündüm.”
“Peki biz?”
“Bakarsınız çarenize.”
“Delirdin mi kızım?”
“Hayır; bıktım.”
“Şehirde ne yapacaksın.
“Hayatımı yaşayacağım.” dedi gülerek.
“Vay be! Bunu düşündün, he?”
“Tabi, avanak seni!” dedi ve kahkahayı bastı. Şaka yaptım; o kadar malsın
ki!”
Bu zorlu yani boktan yaşam sabırla aşılmaz; mal kardeşim maaaal!”
Zeynep ona hayalet görmüş gibi baktı ve tek kelime diyemedi, demek de
istemedi, onu süzüp durdu, zehirli bir böceği süzer gibi.
Ertesi gündü.
Fatma, sırt çantasını almış evden uzaklaşıyordu kaçarcasına.
Aniden yüzüne gelen şeyle gözleri karardı ve yere düştü.
“Nereye gittiğini sanıyorsun?!”
“Neden vurdun? Salak!”
“Bizi terk edemezsin!”
Odunla bir tane daha vurdu, abla acıyla uyuşmuş savunmasız haldeydi,
inliyordu.
ve Zeynep ablasının ellerini ve ayaklarını bağladı, ağzını çemberle
bağladı, sonra onu arka kapıdan eve soktu ve yatağa taşıdı.
Zeynep gururla karşısına geçti: “Ailemizi terk etmek kolay mı sandın?”
Çemberin aralığından şöyle cevap verdi zorlukla: “O biçmeye gidiyordum;
aptal!”
“Ot biçmeye mi?”
“Evet; seni geberteceğim!”
“Sırt çantanı neden aldın; peki?”
Armut toplayacaktım. İçinde eşya filan yok ki. İnanmıyorsan bak!”
Açıp baktı sırt çantasına, doğru söylüyorsun gibi ama seni ben yine de
bağlasam iyi ederim. Güzel anılar var burada, onları düşün, şeytana uyma.
Biriyle kaçıp gidecektin belki de, seni biri kandırdı. Çarşıya gidip geldiğinde
beri bir tuhaf haller var sende.”
“Yok kızım. Kimse yok. Kimse kandıramaz beni.”
“Tedbirli olacağım. Ders vermem lazım sana.”
“Beni çözdüğün gün boğacağım seni kardeşim!”
“Rüyanda görürsün!”
“Ağzını güzelce bantladım mı tek kelime edemeyeceksin.”
“Ya lütfen şu şakaya son ver Zeynep’im, tadında bırak ne olursun.”
Geçen günlerin birinde bana; ‘bu kerhaneden beter yeri terk etsem ne
düşünürsün?’ diye sormuştun, senin psikolojin iyi değil; ama ben seni iyi
edeceğim ablam.
“Makaraya sarıyordum seni. Bana patates kızartması ayırmadın diye.”
“Atma!”
İçerden ses geldi, anne çağırıyordu, Fatma içeri gitmeden ablasının ağzını
çemberle iyice bağladı, iple de onu yatağın baş demirlerine güzelce bağladı.
Uzun bir süre sonra Fatma odaya girdi.
Ablasının kollarına baktı, kızarmış kollar, bilekler, çok sıkı bağlamış,
gevşetti, yüzündeki çemberi de gevşetti, “bir şey diyeceksin herhalde.”
“Kollarım uyuştu; çöz beni yalvarırım sana.”
“Gevşettim…Bizimkiler seni soruyor. Hasta dedim. Ne hastalığı dediler,
Avrupa’nın yüzde 60’şını yok eden hıyarcıklı veba dedim, korkuyla birbirlerine
baktılar, hastalığı uzun uzun anlattım, virüsün ne kadar tehlikeli olduğunu
anlattım. Karantinada dedim,
onu bizden uzak tut dediler.” Güldü zevkle.
“O virüs hikayesini ben anlatmıştım sana!
Bilirsin bizde aile bağları çok güçlüdür, açsak birlikte açız, üzülürsek
birlikte ağlarız. Ölürsek birlikte, zor günlere birlikte dayanacağız ki güzel
günlere erişebileli, fire vermeden, bir elin nesi var iki elin sesi var. Seni
kandırıp kaçırmak isteyen orospu çocuğu amaçların gerçekleştiremeyecek.”
Resim yapmakta kullandıkları malzemelerle ablasının boğazını, yüzünü,
kollarını bir miktar boyadı, hıyar biçimini verdi o bölgelere.
Fatma öfkeden deliye dönmüştü; ama kardeşinin de bir delilik yaşadığını
düşünüp sakin taktiğe geçmişti, aklını kullanıp bir numara yapıp elinden
kurtulmak, sonra onu güzelce dövmek.
Zeynep ise onun çeşitli planlar yaptığını, kaçmaya çalışacağını
hissetmişti.
Yemeğini getiriyor, bir elini çözüp bırakıyordu, yemek yesin diye,
ve tuvaleti için bir kova bırakıyordu.
Birkaç gün böyle geçti.
Ve onun ağzındaki bandı çıkardı.
“Sana güzel haberlerim var” dedi, Şeref’in annesi geldi, Şeref’le evlenmeni
istiyormuş.
“Seni dava edeceğim kızım!”
Onu taklit etti; “seni dava edeceğim kızım!” “Kanıtın ne, benden birkaç yaş
büyüksün diye kendini akılı mı sandın? Seni canlı canlı gömer zerre üzülmem,
öyle acı çeke çeke geberirsin ki; tam geberecekken seni çıkarırım, sonra
aynısını yaparım, beni öldür de kurtulayım diye yalvarırken ağlarsın.”
“Ellerimi ayaklarımı çöz.”
Gülümsedi: “Bana kötü bir şey yapmayacağına söz verirsen.”
“Söz.
Azize habere çok sevinmişti, Şeref güzel bir gençti, sessiz, sakin, melek
gibi ve ona bakmak, güzel yüzüne bakmak sihirli şeyler hissettirirdi. Genç kız
beğenilmesine inanamıyordu, öyle ahım şahım güzel değildi ki. “Bu bir şaka
olmalı” diye düşündü. Güldü. İşin aslını öğrenmek istiyordu.
“Ben ot biçmeye gitmiştim, kadın bizimkilerle konuşmuş.”
O akşam ablasını çözdü, ondan yemin alıp dayak atmaya kalkışmayacaksın
diye. Ve bu olayı hemen unuttular.
O hayal kurdukları yerde sohbet ediyorlardı, kuşlar gibi gökyüzünde
uçuyorlardı. Sonra konu Şeref’e geldi.
Zeynep dedi ki: “Keşke bir kardeşi olsaydı. O da beni alırdı.
Gülüyorlar.
Yelkovan kuşları.
Kazlar ördekler. Gökyüzündeki yıldızlar.
“Yarın git; Şeref’le konuş.”
“Olmaz. İş bozulur; bir şey olur bulaşmam. Benle gelirsen olur.”
“Kendin git.”
“Mektup yazayım; götür.”
“Asla.”
“Kendin götür.”
“Utanırım.”
“Seni seviyor git merhaba de.”
“Olmaz. Yalnız gidemem. Sen de gel.”
“Bilmiyorum.”
Ertesi akşamdı. Akşam yeni saçlarını taramış bir ergen kız gibi geldi banyodan
yeni çıkmış gibi.
Azize hazırlandı. Karanlıktı; ama aniden Şeref’i görüp konuşma isteği
çılgınca, nöbet gibi gelmişti. Onu görmeliydi.
Kardeşi yatağına geçmişti.
“Kalk gidelim. Şeref2i bir uzaktan görsem bile yeter.”
“Yol uzak. Hastayım. Yarın gideriz.”
“Ben gidip geleceğim kimseye bir şey deme.”
“Tüfeği al….sakladığı yeri söyledi.
Ve Azize güvercin gibi çıktı evden. Her yer simsiyahtı. El feri
aydınlığında ilerliyordu. İki köpek de onu takip ediyordu. Evden yeni uzaklaşmıştı
ki odasının tarafından bir ses geldi, bir şey koşuyordu, köpekler o tarafı
fırladı, ses soluk yoktu, az sonra köpekler geri geldi. Azize koşarak panikle
eve girdi, orada kesinlikle biri vardı.
Birkaç gün geçti.
Aklında fikrinde Şeref vardı. onu yakışıklı ve parlak bulduğu, “ah bana
selam verse” diye düşündüğü ama asla selam, merhaba alamadığı anlar…dönüyordu
zihninde…
“Gidip Şeref’le konuşacağım, yanımda bulun.”
“Geç onu bence. Seni seven ayağına gelir, sen niye gidiyorsun ki?! Avanak!”
“Şiir yazdım ona.”
“Şiiri o yazsın sana. Ayrınca bu işte ciddi mi nedir bilmem, annem belki
yalan atmıştır onunla evlenmeni istediği için.”
Şeref, kızların kadınların gözüne dik dik bakmaz, önüne bakar, çok
terbiyeli biri, herkes sever onu. İki yıl üniversite okumuş. Çok saygılı bir
gençti.
Aziz’e tüfeği aradı ama bulamadı.
Kardeşine sordu.
“Sakladım. Birini vurup katil olursun diye.
Yanına ekmek bıçak al.”
Azize evden çıktı bıçakla.
Bir saat yürüyecekti. Ormandan. İki köpek oyun oynayarak ormanın
derinliklerinde kayboldu.
Şeref’in evinin civarına vardı, evin iki köpeği sesleri duyup havlayarak
yanaştı, Azize sevgiyle ses verdi, köpekler onu tanıdı, kuyruk sallayarak
yanaştılar, köpeklere bisküvi verdi, hep verirdi. Oturdu çimene ve ağaçların
arasındaki evi, içeriyi, Şeref’in ne yaptığını hayal etmeye başladı zevkle. Bu
hayalden sıkılmıştı, içine bir korku, endişe düştü, bu Şeref konusunda annesi
yalan atmışsa onunla evlenmesini istediği için? Annesi yalan atardı onun
iyiliği için. Eve dönecekti; ama eve yaklaşıp içeriye bakma arzusu ağır bastı
Şeref’in tatlı yüzünü bir kez olsun görmek her şeye değerdi o an.
Evin çevresinde geziyordu ve ışık olan pencereye yanaştı, perde aralıktı,
gaz lambası aydınlığında biri vardı, yatağa oturmuş mastürbasyon yapıyordu
Şeref, önünde çıplak kızların kadınların olduğu bir dergi. Gülmesini tuttu
kendini. bir süre onu izledi. “Erkek milleti” diye düşündü, “Salak herif! Annem
yalan attı yada bu yaramaz bokun teki” diye düşündü. Pencere denizliğinde bir
böcek gördü; korktu, ama bunun bir uğur böceği olduğunu fark etti, böcek camda
yürüyordu, onu alıp otların arasına koyacaktı, parmağındaki yüzük cama çarptı,
tıkırtı oldu,
Şeref’in işi yarıda kesilmişti, kalkıp pencereye yanaştı. Azize aşağı
eğilmişti. Şeref pencereyi açtı. Bakındı; ama bir şey göremedi. Pencereyi
kapattı, pencere aşağısında nefesini tutup bekleyen Azize derin bir nefes aldı.
Donuk kalmış, korkudan uzun bir süre orada kalakalmıştı. Sonra evin kenarından
ilerlemeye başladı, durdu, sesler geliyordu evden, salon camına yanaştı. İçeri
baktı. Şeref annesine bir yumruk patlattı.
“O arazi satılacak!” diye bağırdı Şeref.
Bak sen cenabete!
“Tek o var elimizde” dedi annesi.
Baba; “evlat sakin ol; ne yapıyorsun?”
“Baba, o araziyi satılacak! Aksi yok. Bana para lazım. Azize’yle
evleneceğim!”
“Borç alırız evlat; ama tarlayı satamam.”
Elindeki odunu adamın kafasına sonra beline vurdu. Adam yere kapaklandı.
“Elimde kapı gibi raporum var. Şizofren raporum! Sizi kesip öldürsem hapse
atmazlar beni!”
“Sakin ol oğlum, vurma, yaşlıyım ben…”
“O arazi satılacak!”
“Ama verdikleri para çok az, bedava gider oğlum.”
“Bekleyemem. Bana para lazım.”
“Yarın konuşuruz, evlat. Ne olursun sakinleş.”
Bir odun daha indirdi babasına. Güçlü bir inleme duyuldu.
“Yarın kızı alıp buraya getireceğim, pasta yap kocakarı, baba ona çok iyi
davranın. Yoksa hayatı zindan ederim size!”
Azize gördükleri manzaranın beyninde bıraktığı acı sisiyle oradan
uzaklaştı, kalbinde bir acıyla…
Genç kız eve vardı, ağlıyordu, kız kardeşine gördüklerini anlattı.
Şeref eve ara ara uğruyordu, genç kız onu istemediğini söylemişti; ama genç
adam ısrarcıydı, ailesiyle sohbet ediyor, çay içip yemek yiyip evden
ayrılıyordu.
Ve bir akşam onu bıçakla evin orada sıkıştırıp tehdit etti, “ya benimle
evlenirsin ya da seni kaçırıp tecavüz eder öldürürüm, kardeşine de aynısını
yaparım!”
Sigarasını yere attı. Genç kızın içine bir akrep düşmüş gibi kötü hissetti.
Sonra akrep içini sokup sokup durmaya, onu hasta etmeye başladı.
Tehdit edildiği gün, Şeref’in yere attığı sigara izmaritini aldı ve önceki
günlerde sakladığı izmaritle karşılaştırdı,
“Ne yapıyorsun?” diye yanaştı kardeşi, “bunlar aynı marka mı onu bilmem
lazım.” “Okunmuyor ki. Bir büyüteç olsa okunurdu.
“Bunlarla işin ne anlamadım.”
“Odanın camında beni gözetleyen Şeref’ti bence.
“Kanıtın ne?” Güldü alaycı biçimde, büyük olasılıkla o tabi de…
Ama başka kanıtım var. O iki köpeği ondan aldık, köpekler o gece bu yüzden
havlamadı. Eve yanaşabildi…”
Gözleri parladı kız kardeşin.
Rahat bırakmıyordu Şeref, Azize; “bu pisliği kesin öldüreceğim, hapislerde
çürüyeceğim diye düşünüyor, çare arıyordu. Ailesi Şeref’i el üstünde tutmaktan
caymıyordu.
Kız kardeşine bir not yazdı: “Bu adamdan kurtuluş yok; dikkat et sana zarar
vermesin, bir süre sonra dönerim” diyerek bir gece köyü terk edecekti,
hazırlanmıştı, yüz metre gidip geri döndü, vedalaşmadan olmazdı, ölüp kalırsa
diye. Kardeşinin odasına girdi, onunla sohbet etti, ona sarıldı, notu çaktırmadan
masanın gözüne koydu, odadan çıktı, evi terk etti.
Otobüse bindi.
Büyük şehrin otogarından inip bilmediği yerde ne yapacağını düşünürken
ağlıyordu. Kardeşiyle vedalaşması gözünün önüne geldi, ağladı.
Bu büyük şehirde ne halt yiyecek? Az parası vardı, ilk mola yerinde onunla
köye dönebilirdi, ama dönerse o yine musallat olacaktı.
Uyudu.
Büyük şehre gelmişti.
Bir banka oturdu, ışıklar yanıyordu, gecenin ışıklı tabiatı, bambaşka bir
çekicilik, o atmosfer rüyalardaki gibi çekici ve bu uğurda iyicil ve
kötücül arzular canlandırıyordu insanlarda.
Otobüsler hareket ediyor, yolcular burası kalabalıktı, kalktı, ilerledi
amaçsızca, az sonra başka bir banka oturdu. Sabahı bekleyecekti.
“Bacım neden ağlıyorsun?”
“Abim öldü.”
Herkesten korkuyor, yarın ne yapacak?
Otobüste uyumuştu biraz ama uykusu vardı, gözleri kapanıyor, biri
yanaşırsa. kardeş sıcaklığını çok çabuk özlemeye başladı, “delice onun
hasretini çekmek de korkudan olsa gerek” diye düşündü, “sakin ol
başarabilirsin.”
Köye dönüp onu jandarmaya şikayet etmeyi düşündü; ama jandarma ciddi bir
suç olmadıkça karışmazdı ki. “Ve Şeref o zaman azmeder kötülüğünde, şizofrenmiş
bok herif!”
Sabah oldu, oturduğu bankta yana devrilirken uyandı, her sabah uyandığında
çay içer, biraz zeytin ekmek yer ve bu onu kendine getirirdi, yemek yiyecek yer
arıyordu, küçük ve eski bavuluyla ilerliyordu, büfeyi fark etti; tost, çay
kahve türü şeyler, bir sürü sıcak soğuk içecek vardı burada, yanda ufak masa ve
tabureler vardı, minik bir mekan yaratmışlardı.
Tabureye oturdu, tost ve çay istedi, kaldırımdan gelip geçenleri boş
gözlerle izliyordu, büfeden sigara satın alıp taburesine oturdu, sigara yaktı,
iple bavulu eline bağlamıştı, bileğine, “bavulda da sanki altın var amk!”
dedi onun yanına kurulan uyuşturucu bağımlısı kız.
“Sen ne diyorsun be manyak!” diyecekti. Ama öyle bir şey yaptı ki: Dilini
az uzatıp dişlerinin arasına sıkıştırdı, ve sağ eliyle onun bacak arasını
avuçlayacak gibi bir hareket yaptı.
Kız korkup geri çekilir gibi yaptı, güldü, arka üstü düşecekti, Azize ona
el uzattı, kız tam devrilecekken uzatılan eli sıkıca kavradı.
“Kusura bakma tatlım, kafam yerinde değil. Saçmaladım.”
“Sorun değil.”
“Bana bir çay ısmarlar mısın?”
“Olur,”
Bağımlı kız; “bir çay lütfen” dedi elamana el işaret verip.
“Pasif sinik gözüküyorsun; ama iş var sende.”
Azize gülümsedi.
“Kimseye güvenme. Ben güvendim. Sevgilim uyuşturucu bağımlısı olmama yol
açtı, bir tane al bir şey olmaz dedi, aile sorunlarım vardı, üniversitedeydim,
dördüncü sınıf, edebiyat fakültesinde, öğretmen olacaktım, o şerefsizi cidden
seviyordum. Akıl almaz karanlık noktalara düştüm.”
“Kafanı neden kırmızı yaptın?” diye sordu.
“Bok gibi oldun” diye düşündü.
“Ne bileyim; öyle esti, hoşuma gidiyor, mor mavi sarı da denedim.”
Tostlar ve çaylar geldi masaya.
“Sen buraların yabancısısın belli, evden mi kaçtın?”
“Hayır.”
Kırmızı saçlı kız gülümsedi.
“Kimseye acıma. Buralarda öyle aldatırlar.”
“Sana da mı?”
“Aynen.”
Bağımlı kız sigara peşine başka sigara içiyordu tost yerken bile.
Çok içiyorsun.
Azize çarçabuk tostu bitirdi.
“Doymadım yav, ne kadar küçük, çok para hem de!”
“Öyle buralarda.”
İki tost daha söyledi.
Ve iki çay.
Sonra tostlar geldi, ve çaylar, Azize tostun birini kıza uzattı.
“Kalacak yerin yoksa berbat şeyler yaşarsın. Ama alıştım sokaklarda, ben
bir otele giderim ara ara, param olunca, banyo yaparım, temiz yatak iyidir,
kahvaltı da verirler.”
“Bu gece biraz param var, oteldeyim.” Oteli tarif etti. “Otelde
kalmayacaksan evine dön, evin buradan milyon kat iyidir. Vakit gelir uykudan uyanırsın,
bir de bakmışsın yanında sigara içen bir orospu çocuğu, harikaydın tatlım diyor
sana, evleneceğiz. İnanıyorsun ses çıkarmıyorsun. Eve dönmezsen otel paran da
yoksa sabaha kadar açık yerler var. Hastaneler. Oralarda takıl. Kalabalık
iyidir. Ben kaçar. Mal bulmam lazım. Kaldığı oteli, adresi tarif etti yine. Bir
dal sigaranı alsam; çok uzattım.”
Azize ona birkaç dal sigara uzattı.
“Gece otele gelmek istersen gel. Odada misafir ederim seni. Para almam.”
Bağımlı kız hızla sevecenlik ışıkları saçarak oradan uzaklaştı, ona başını
çevirip el sallayarak.
2
Azize dolaşıp duruyordu, bir iş ilanı arıyordu, restoran, lokanta…tavukçu
dükkanı…birkaç yere girip başvurdu, iş yeri sahipleri çok soru soruyor, kimlik
istiyor, bu kızda gizemli ve sıkıntılı bir şey olduğunu anlayıp yalan attığını
hissediyor, “bizi sizi ararız” diyorlardı.
“Kimliğimi kaybettim” diyordu, “şehre yeni geldim; adresi bilmiyorum”
diyordu, buradakiler kurt gibiydi ve başlarına bir bela almak istemiyorlardı,
uyuşturucu bağımlısı mı nedir, deli mi nedir?
İlk geceyi bir hastanenin acilinde geçirdi, içerde hastası varmış gibi
hareket ediyor, güvenlik görevlisiyle birkaç kez göz göze gelmişti, görevli
bazı evsizleri dışarı atmıştı. Ama Azize’yi alımlı, ürkek ve farklı bulduğu
için
onu kovmak içinden gelmiyordu, o kızın burada bir yakını olmadığını gayreti
iyi biliyordu. Kendine bir çay tost aldı, ona da getirdi kantinden.
Sabah yine çay ve tost getirdi ve güvenlikçi
evine gitti.
O güç çok dolaştı ve hastaneyi kaybetti, birilerine sordu ve yola koyuldu,
çok yorulmuş küçük bir parkın bankına oturmuştu, zararlı kimse görünmedi
gözüne, uyumayı denedi, bankta uyumak uyku değildi, her yeri dayak yemiş gibi
acıyordu gün doğduğunda. Hastaneyi bulmuştu, içeri geçti ve oturdu. Güvenlikçi
ona çay ve pasta getirdi, onları yedi ve dışarı çıktı, bağımlı kızı bulmak için
ilerledi, ama adresi, otel adresini kafasına yanlış mı kaydetti nedir bir türlü
orayı bulamadı. Bavulu da hastanede unutmuştu. Koşup gidip almak istedi,
kırmızı saçlı kızın bavul hakkında dediklerini hatırlayıp gülümsedi. Evet,
içinde altın yoktu, kaybolursa kaybolsun, bavulda annesinin giysilerinden
kendine uydurduğu giysiler vardı ve başka eski şeyler.
İç çamaşırları. “O antikalara ihtiyacım yok” derken içi acıdı, o çok
sevdiği giysiler, bir sürü anı barındırır onlar gökkuşağına bakmak gibi
zevkliydi enerjileri.
En acılı, en mutlu günler... ağladığı bir şeylere hasretlik çektiği…bir
aşka, bir iş yapmaya, bir şeyi çözmeye…bir sorunu, pazarda ürün, mal satmaya
çalıştığında.. umutlu gecelerde o giysilerle sabahlamıştı yatağında. Kendini
şeytan gibi hissetti, ruhunu şeytana satmış gibi, bir çit ayakkabı vardı, başka
bir sürü şey, bavulu alacaktı ama önce…
oteli aramaya koyulurken yüreği hastaneye doğru koşuyordu ve yön
değiştirdi, koşarak hastaneye gidiyordu, “çalındıysa yapacak bir şey yok,
yenilerini alırım.
Sokağı karıştırdı ve eski sokak bit pazarına çıkmıştı, eşyalara baktı, baka
baka ilerliyor, içi gidiyordu, yepyeni giysiler şeyler. Az parası vardı, idare
etmese kötüydü, iş bulmalıydı, parası bitmeden.
Hastaneye gitti, akşam olurken. Saçları tamamen dökülmüş şişman
güvenlikçi ona el etti, gel işareti yaptı, odasında yaptığı çaydan ve evden
getirdiği pastalardan verdi.
“Bavulunu unutmuşsun. Biri alıp gidiyordu, ensesine yapıştırdım; kaçtı
gitti!”
Teşekkür etti Azize.
Çayı içti pastaları yedi, tuvalete gitti.
Bavulu açtı, paket paket yiyecekler, birkaç giysi, yeni hepsi, bir çift
pembe ayakkabı, spor. Bunlar da nesi?
Gidip güvenlikçiye anlattı.
“Onları ben aldım. Sokaklardan kaldığını biliyorum, seni takip ettim.
Annemle yaşıyorum, bizle kalabilirsin. Hiç sorun olmaz, seni anneme anlattım,
çok üzüldü.
Gencin gözlerinde, “sana aşık oldum, seninle evlenmek istiyorum” diyen bir
çığlık vardı.
Azize bir şeref vakası yaşamıştı, yine benzerini yaşamaktan korkuyordu, “bu
adam iyi biriyse bile...
Bu tipim biri değil ki diye düşündü, olacak gibi sanmam, o zaman kalbi
kırılacak. Üzülecek. Bağlanacak, delirecek..” Kalıcı değildi buralarda.
Ertesi gün oldu, iş aramaya çıktı. Lokantada çalışan genç adam onu
patronuyla görüştürmüştü, hatta onu işe alması için yalvarmıştı; ama patron
kızı işe neden almadığını izah edip onu def etti başından, genç adam da uzun
etmeden kızın peşine koştu, yakaladı onu, “beni ara” diye telefonunu uzattı
kağıda yazılı, yapışkan gibiydi. “Bir sürü şey anlattı. Ben kaçar” dedi ve
sonunda uzaklaştı, “patron sıçacak ağzına.”
O gün birçok kişi rahatsız etti Azize’yi, iş de bulamıştı, hastaneye gidip
güvenlik görevlisinin teklifini kabul edecekti; ama genç adam bir hasta
yakınının kurşunlaması sonucu yoğun bakıma kaldırılmıştı, üç kurşun yemişti.
Birkaç gün sonraydı. Azize açtı ve çöplerden buluğunu yiyordu. Saçı başı
dağılmış, kir içindeydi, evsiz gibi görünüyordu, iş bulamamıştı ve buralarda
sokaklarda ölüp gideceğini düşünürken derdi karnını doyurmaktı. Hastanede
kalamıyordu, güvenlikçi dostu yoktu ve onun arkadaşları onu orada istemiyordu.
Çöplerden yiyecek bulamamıştı. Ve tabela dikkatini çekti, gece yanan
tabelada bir otel ismi yazıyordu, koşarak ilerledi.
Görevliye bir şeyler anlatmaya çalıştı, kırmızı saçlı kızdan,
özelliklerinden söz ediyordu heyecanla.
“Öyle biri kalmıyor burada. Bir sürü deli var, mor sarı mavi saçlı. Ben
nerden bileyim be kızım” dedi yaşlı adam.
Lobiye baktı.
“Şurada biraz oturabilir miyim?”
“Otur; ama fazla değil.”
Azize lobiye geçti, oturdu ve düşüncelere dalmıştı, uykusu vardı; uzun
saçlı parfüm kokulu biri yanaştı ve koltuğa oturdu. Sigara yaktı, kahve almıştı
kendine.
“Elini yüzünü yıkasan iyi edersin, şurada lavabo var. Sigara içer misin
kahve, benden.”
Azize başını salladı.
Elini yüzünü yıkayıp geldi, kahve içti, yüzüne bir ışıltı geldi. Genç adam
pasta almıştı, pastadan verdi.
“Güzel bir kısın sen. Ne var bavulda, bomba mı, yoksa sen bombacı mısın,
bavulda belen lokumu mu var?”
Genç kız bavulu kaldırdı, ona atacak gibi yaptı, “bom” diye bağırdı.
Güldü genç adam, 25 gösteriyordu.
Şefkatli bakışları vardı, siyah takım elbise giyiyordu, beyaz gömlek. Şöyle
dedi: “Mutlu olmak kolay, otur ya da uzan. Güzel şeyler düşün hayal et.
Olmuyorsa müzik dinle, ağaçları seyret. Ne var ki delirmek kolay, pes etme;
mühim olan iradeni kararlılığını ortaya koyabilmek bu şeytanların cirit attığı
şehirde.”
Genç adam otelden çıkarken Azize ona baktı,
bir rüyaya, bir şiire, ıssız güzel çayırlara bakar gibi köyünde. “Ne hoş
adam, ne hoş sözler!” O sözleri düşünüp duruyordu, kahve bitti, yaşlı adam
üçüncü kez bakıyordu.
“Az sonra gideceğim. Biraz daha.”
“Ondan demedim, kahve ister misin?” diyecektim de, ters bakıyordun
çekindim, kızım.”
Yaşlı adam kahveyi getirdi.
Azize içecekti; “ya içine bir şey atılmışsa?”
Kahveyle alıp çıktı otelden.
Kahveyi çöp bidonuna attı, bastı.
Karanlık düşüncelerden silkinmeliydi, şu parlak gencin sözleri başının
çevresinde yıldızcıklar gibi dönüp duruyordu Azize’nin çakralarına yerleşen
siyahlığı çatırdatarak yerinden söküyor ve onu adeta sonsuza dek kovacak gibi
hırslanıyordu.
Herkese açık tuvaletlerin birinde üstünü değişti, saçlarını yıkadı ve
güvenlikçinin hediyesi kot pantolonu ve ceketi giydi. Gözlerine sürme çekti.
Çöpte bulduğu ruju kullandı.
Pazar yerinde geçiyordu, beş parası yoktu, yere düşen birkaç meyveyi eğilip
cebine attı kimseye çaktırmadan, üç patates, patatesleri ateş yakıp közde
pişirirdi, kız kardeşiyle bunu çok kez yapmıştı, mısır mesela. Bir pazar
tezgahı önünden geçiyordu, pazarcı genç tezgah önündeki kıza bir şeyler
diyordu, kız bağırdı, bastı gidiyordu, pazarcı genç de peşinden fırladı,
pazarcı kadın oğlunun ardından küfür etti, “beni tek başıma bırakma!” dedi,
müşteriler yığılmıştı tezgah önüne, Azize, tezgah ardına geçti ve müşterilere
yardımcı olmaya başladı, yaşlı kadın gözünün bir ucuyla ona yardım eden kıza
bakıyor, öte yandan müşteriyle ilgileniyor, Azize kadına para uzatıyor, üstünü
müşteriye veriyordu,
arı gibi çalışıyor ve hiç hata yapmıyordu. Bu zorlu tempoda müşterilere,
“hoş geldiniz!” diyor her gelene, gidene, “yine bekleriz efendim!” güler yüzlü
ve enerjik sürekli.
Saatler ilerledi, yaşlı kadının oğlu görünürde yoktu, müşteriler
seyrelmişti, ama ara ara yoğunluk birdenbire artıyordu, yaşlı kadın çok
yorulmuş, ayakları ağrımıştı, meyve kasanın ters çevirmiş, üstünde oturuyor
benzinlikle, gladyatör gibi azimle tek başına çalışan Azize’ye bakıyordu, Azize
mavi önlüğü takmıştı, oğlunun koşup giderken tezgahın arkasına fırlattığı
önlük. Hayran kaldı Aizze’ye, şıkır şıkır çalışmasına, ahengine, aksamayan şiir
gibi ritmine, Azize önlük gözünden para çıkarıyor, para sayması seri, ve akşam
güneşi çekilmeye, gölgeler gelmeye başladı.
Sümüğünü çekip duran genç adam, Hakan, bebek arabasında termusla çay
atıyordu, yaşlı kadın ondan iki büyük çay aldı ve gözlemeci kadından gözleme.
“Otur, boş ver işi; yoruldun. Ben yaparım.”
Oturmadı Azize.
“Sanki kırk yıldır benimle çalıyorsun?”
Zarife iş yaparken gülümsedi.
“Seni kim yetiştirdi?”
“Annem” dedi, o sıra aniden patladı gözyaşları, ona arkasını dönüp
yaşlarını sildi.
Yaşlı kadının gözünden kaçmadı bu.
“Annen öldü mü?”
“Yok; hasta.”
Zihninden epeydir uzak tuttuğu annesi, kardeşi babası, o dağ köyünün tatlı
sisi, sabah karanlığı, sabah serinliği yaz gecelerinin, yağmurlu yeşil kokusu,
orman ruhu, bahçelerindeki yeşil coşku, kuş sesleri, gökyüzünün parmak mavisi,
yağmur dolu lacivert bulutlar birden en tutkulu ve alevli biçimde göründü
gözüne, bu manzaralar göz kırpıyordu ona.
Şimşek gibi bir şey, devasa bir kaya yoldan çekilmiş, akıl almaz gerçek
üstü bir güç onu def etmişti oradan ve büyüdüğü tablo ortaya çıkmıştı. Hıçkıra
hıçkıra ağlamak istiyordu; ama tutuyordu kendini.
“Gel otur kızım çay içi gözleme ye, yorulmak bilmez misin?”
Oturdu, çaya şeker atıp karıştırdı, bir yudum içti, kıymalı gözlemeyi
ısırdı, tam bu sırada tezgahın önünden geçen kırmızı saçlı kız; “Aaaa!” dedi,
sevinç çığlığı attı, benim güzel, asil, cömert, muhteşem kardeşim!” Kollarını
açarak yaklaştı, canının diğer yarısına açar gibi, birbirlerine sımsıkı
sarıldılar.
“Bekledim; gelmedin!”
“Geldim; ama bulamadım orayı.”
“Boş ver.”
“Aç mısın, bu gözlemeyi yiyebilirsin.”
“Seni sağ salim gördüğüme çok sevindim!”
Bağımlı kız sabahtan beri açtı ve beş parası yoktu. Yumuldu gözlemeye.
Yaşlı adın çay söyledi ve çay hemen geldi.
Sohbet ediyorlardı ve yaşlı kadın tezgahı toplamaya başlayınca Azize
sohbeti kesti ve hemen ona yardıma koyuldu, bağımlı kız da kendimi sap gibi
hissediyorum, “size omuz vermesem canım rahat etmez güzel kızlar!” Patates dolu
kasayı kaldırmayı denedi, “bu ne layn, ceset çuvalı gibi ağır beya!” Amına
koyim!”
Yaşlı kadın öfkeyle çevirdi başını ona, sakin olmaya çalıştı ve işe devam
etti.
“Lanet olsun; çok ağır, siz nasıl kaldırıyorsunuz?”
Yaşlı kadın patladı: “Kızım lanet denmez, nimet o ve burası ekmek teknesi!”
“Ay teyzeee, kusura bakma” dedi utanarak, “çok özür dilerim. Densiz malın
tekiyim bağışla ne olursun.”
Kibarca dedi yaşlı kadın;“ sen otur istersen.”
“Yok yok” dedi bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
“Siz halter salonunda çalışmış gibi güçlüsünüz, hayret!”
Diğer ikisinin içine bir neşe karıştı bağımlıdan, biraz güldüler ve ses
etmeden işe daldılar. Bunların ikisi, yaşlı kadın ve Azize bu işte pişmişlerdi
yıllarca, elleri ayaklarına dolanmazdı, ürünü tart, parayı al, üstünü ver, bu
sırada birçok insanla aynı anda sohbet et, birçoğunun başa çıkamayacağı,
yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği zorluk içerir.
Yaşlı kadın önlük cebinden para çıkardı ve uzattı.
“Para için yapmadan Seyyare teyze, yapma lütfen.”
“İtiraz etme. Hakkın! Birkaç gün sonra yine iş var.” Semtin adını söyledi,
“yine gel, orada salı pazarı kuruluyor, oraya gelirsen çalışırsın, sabah 9 gibi
gelebilirsin.”
Yaşlı kadın kamyonetle uzaklaştı.
Azize ve bağımlı kız da dağınık çöplerle dolu kokuşmuş pazar yerinden
uzaklaştı sohbet ederek, bağımlının sigarası bitmişti, sırt çantasını çıkardı,
yedek sigarayı arıyordu, “bir yerde kahve içeriz…burada iki paket olacaktı,
nerde ya!” Bu sırada az ilerde kaldırımda dudak dudağa öpüşen genç çifte bakıyordu
Azize, genç adam kızın boynunu öpüyordu, Azize şoke olmuştu, bağımlı kız bir
dün yaşadıklarını anlatırken Azize’den ses kıpırtı alamayınca başını çevirip
ona bakmış, malum manzara takıldığını fark etmiş; “aldırma, sokakta da
sikişirler normaldir, hah buldum!” dedi, sigarayı çıkarırken arkadan bağıran
adamı duydu: “Seni kaltak; karnını deşeceğim!”
Bağımlı kız doğrulurken arkasına, kısa mesafedeki adama baktı, “kaç!” dedi
koşmaya başladı, adam da koşmaya başladı, Azize ne olduğunu anlayamamıştı,
Bağımlı kız sırt çantasını düşürdü elinden, adam geldi ve sırt çantasını
karıştırmaya başladı, ters çevirip içindekileri döktü kaldırıma, eşyalar sağa
sola saçıldı, adam siyah poşeti açtı, poşetten yerel giysiyi çıkardı, açıp
baktı, değersiz olduğunu düşünüp bir tarafa savurdu, para da bulamamıştı, iyice
sinirlendi, Azize deliye dönmüştü öfkeden, adama baktı, o yöresel giysi…
Azize’nin annesinin 15 yaşında giydiği giysi, çok ufak bir yaşta, çocukluk
dürtü ve sevinçlerinin en taze olduğu dönemde,
15 yaşında evlenmişti, altı ahır, üstü ev olan ahşap, çok eski binadan
gelin çıkmıştı, baba evinden, bu çok değer verdiği yöresel elbiseyi kızı
büyüyünce ona hediye etmişti, yine üstü oda, altı ahır ahşap bir eve, viraneye
gelin gitmişti, sevinçle ve ağlayarak.
Anne kızlarına geçmişini, giydiği bu giysiyi…öyle hikayelerle anlatmıştı
ki… Azize bu yüzden annesinin acılarıyla, türlü türlü zor durumlarıyla, ne
olursa olsun pes etmez, yılmaz tavrıyla içselleştirmişti Tanrılaştırmıştı
annesini kalbinde, bu özel giysiyle ilah olmuştu ruhunda…
Azize, bu elbiseyi canı gibi korur, saklardı. Annesinin en saf, en görkemli
hali, 15 yaşı kokusu, korkuları, düşleri, tertemiz yılları, heyecanları, umut
ve sevinçleri, iki örgülü saçının hayaleti, düşleri vardı bu yöresel giyside.
Yöresel giysiler muazzamdır, akıl almaz bir güzellik, cazibe vardır onlarda,
giysinin başlığını göremedi, sahte yuvarlak altınlar, yöresel giysinin başlığı,
en hayati olan yerdi.
“Seni acınası!” diye söylendi. “Pis hırsız!”
Sırt çantasına yere saçılan eşyaları aceleyle koyup fırladı onlara yetişmek
için, birkaç sokak koştu nefes nefese, sonunda adamı gördü, göbekli adam
yorulmuş, nefes nefese kalmış, öne doğru eğilip iki elini dizlerine dayamıştı,
Azize, onun yanından geçerken durdu.
Adam: “O sürtükle takılma; mahvolursun!”
Adam doğruldu, belinden bıçak çıkardı: “Bununla onu keseceğim.”
Azize, kırmızı saçlı kızın sırt çantasını savurdu, çantanın içinde kaldırım
taşı vardı, yere saçılan eşyaları toplarken yerinden çıkan kaldırım taşını da
almıştı, “lazım olacak kesin” diye düşünmüştü,
Şişman adam sarsılarak yere kapaklandı.
“O da neydi?” dedi, burnu patlamıştı, “ya ne tür manyaksın sen?”
“Arkadaşıma sürtük diyemezsin; sürüngen!”
“Ama seni sikecek o, benden söylemesi! Benim senle meselem yok ki.
Anlaşılan seni de kesmem lazım!”
Azize bastı.
Köşe başında saklanan bağımlı kız çöpten buldu pvc boruyu savurdu gelene.
Azize yere kapaklandı.
“Ay sen miydin güzelim yaaa.. offf! Seni o yarma sandım.
“Seni nasıl bir mahluksun ya!”
Kırmızı saçlı kız sırt çantasını aldı yerden, “harikasın, çantamı
bırakmadın orada!”
Azize yöresel giysiyi almak istedi, bağımlı kız giysiyi çekti, “benim o!”
“Saçmalama!; onun sende işi nedir? Annemin giysisi o! Sen çok adisin!”
Şişman adam geriden geliyordu.
Karşıya baktı kırmızı saçlı kız, şişman adamın yardımcısı yolun bir
yanında, diğeri öteki yanındaydı.
Arkadan da sakin sakin yaklaşıyordu şişman adam, elinde bıçakla, o kolunu
yana doğru açmış, bıçağı sallaya sallaya, gülümseyerek yaklaşıyordu.
Bağırdı zibidilerine; “çocuklar ikisi de yakalayın!”
“Şişkoya ne yaptın?”
“Çantayla vurdum, burnuna denk geldi.”
“Yapmasaydın…her neyse…hangisini istersin, uzun boylu olan mı, dövmeli olan
mı?”
“Uzun boylu olan.”
“Tamam, ben diğerini alırım.” Yere attığı pvc boruyu aldı, hızlandı.
Uzun adam gülümsüyordu karşısına gelen Azize’ye.
Yolun diğer tarafında ise dövmeli genç adam ağzında sigara, bir elinde
sustalı bıçakla bekliyordu üstüne gelen bağımlı kızı.
Uzun boylu genç adam, dövmeli genç adam kendinden emindi, bu iki kızı esir
alacaklardı, rahattılar. Dövmeli genç adam, dostuna baktı, dedi ki: “güzel iş,
o kızı uzun uzun öperdim ben olsam.”
Uzun boylu, siyah deri ceketli genç adam; “daha fazlasını yapacağım! O
benim, sakın sulanma ona!”
Dövmeli genç adam saçlarını dün kazıtmıştı, kolunda faça izleri vardı, uzun
boylu genç adam daha dün eroin komasından kurtulmuş, hastaneden çıkar çıkmaz
pis işlerine dönmüştü.
Dövmeli genç adam; “bu kez işin bitti Elif, hep elimizden kurtuldun ben kez
sikeceğim seni! Sırıtıyordu, bağımlı kız da sırıtıyordu.
Dövmeli genç adam bir elliyle, “gel gel” işareti yapıyordu dalga geçer
gibi. Öpücük attı. Göz kırptı, “gel aşkım gel, domaltacağım seni…”
Onlara birkaç metre kala durdu durdu bağımlı kız, pvc boruyu yere attı,
başını çevirip Azize’ye baktı, “boruyu neden attı ki salak?” diye düşündü
Azize.
“İşin bitti Elifciğim” dedi, dövmeli genç adam, buraya kadarmış. Hiç
direnme, yoksa çok kötü döverim seni, ayağa kalkacak gücün kalmaz.”
Hadi öyle olsun dedi, usul usul yanaşırken ona dönüp arkasına, şişman adama
baktı, Azize’ye baktı.
Azize de uzun genç adama yaklaşıyordu, şişman adam ise ayakkabısının içine
giren taşı çıkarmak için durmuş, ayakkabıyı ters çevirmiş silkeliyordu,
kaldırımın kenarına oturmuştu.
Kırmızı saçlı kız usulca geldi dövmeli genç adamın tam karşısına, ona
gülümsedi, elini uzattı ve yanağı okşadı; beni dövme, uyuşturucu ver yeter,
senin olacağım! Doya doya sikeceksin beni.”
Dövmeli genç adam gülümsüyordu, şaşkındı, bu kız hiç böyle konuşmazdı,
demir kıza ne olmuştu, gülmeye başladı, kırmızı saçlı kız arkasında saklı
tuttuğu şırıngayı birden çıkarıp bastı boyundan.
Şırınga iğnesi dövmeli genç adama saplanır saplanmaz bir acı yanma
hissi…bağırdı. Ne olduğunu anlayamadı, yere düştü, uyuşturucu madde tesiriyle
saliseler içinde bitik ruhlar alemine savuldu, deli deli gülümsüyordu, aklını
kaybetmiş gibi. Uzun boylu genç adam oraya fırlayacaktı, Azize tuğlalı sırt
çantasını savurdu, ıskaladı, uzun genç adam başını geri çekmişti, tekme attı
Azize, çantayı yine savurdu, ama adam onu yakaladı ve adamın elini köpek gibi
ısırdı ve bu sayede kaçma fırsatı bulacaktı Azize.
“Neler oluyor orada?!” diye bağırıyordu şişman adam, kaçırmayın onları!”
Kırmızı saçlı kız şırıngayı basılı halde boyunda bırakıp karanlıkta
kaybolup gitmişti, Azize de fırlamıştı.
Şişman adam dövmelinin başına gelmişti: “Ne oldu lan sana, göt herif! Neden
gülüyorsun?”
“Tipini siktiğimin şişkosu.”
Şırıngayı fark etti: “Amına koycam kızım senin!”
Azize uzun bir süre danalar gibi koştu, o sokaktan o sokağa koştu; ama
ardındaki uzun genç adam yılmadı, sonunda ona yakalanacağını anlayan Azize bir
bahçe duvarında içeri atladı. İzini böyle kaybettirebilirdi.
Ayak seslerini dinliyordu. Yavaştı ayak sesi, oradaydı düşman. Sallanan ağaç
dalından kızın bahçeye atladığını sezmişti.
Ama Azize bahçenin duvar dibinden öteki tarafına geçmişti bile. Çömeldiği
yerden doğrulup bahçeye atladığı yöne bakacaktı, çıtırdı duydu ve başını
çevirdi karşısına, bir metre ötesinde simsiyah bir köpek gördü, rot cinsi
köpek, ağzı aralık, salyaları akıyordu. Nerdeyse Merzifon eşeği kadar iri bir
köpekti bu. Azize dondu kaldı korkuyla.
Ama yavaşça ağır çekimdeymişçesine çömelirken “işimi bitti” diye düşünüyor,
gözlerini önüne çevirmişti, mırıldandı, “oğlum oğlum güzel oğlum!” Sempatik ve
dost görünmeye çalışıyordu. Köpekler dostu düşmanı ses tonundan çok iyi tanır.
Atak sesi geldi öteden, çıtırtı, yerdeki otlara, kuru dallara basa basa biri
yaklaşıyordu, Azizenin korkudan giden aklı yerine geldi, bir numarası vardı,
iyi bilirdi köpekleri.
Ona saldıracak gibi tetikte duran köpek uysallaşmış, yaklaşan ayak sesine
kulak kabartmış, genç kızın tehdit olarak algılanmaya değmez olduğuna kanaat
getirmişti sezgisel olarak, bu ses tonunda, bu kızın kokusunda hoş bir şeyler
hissetmişti, o öfke, saldırma düşüncesi, pratiği gevşemişti, kıçı
üstüne oturacakken, bu işi çözdüğünü düşünürken; kızın sempatisine
yenilirken bu yeni çıtırtı, ayak sesleri onu yeniden tehdit bulup yok etmeye
yönlendirmişti, “buradasın; geliyorum oraya kaltak!”
diye seslendi, köpek o tarafa hücum etti, uzun boylu genç adam hızlı
adımlarla oraya yaklaşmıştı ki üstüne hücum etti köpek. Genç kız ayaklandı,
duvara tırmanmak için; ama kaydı, duvar çok yüksekti, dışardan alçak ama
içerden çok yüksekti,
“bana yardım et, imdaaat!”
Köpekler insanın içindekini hisseder, kötü biriysen dalar, iyi bil-riysen
dalmayacaktır.
Köpek genç adamı bir taraftan yakaladı.
“Allah aşkına yardım et. O çam yarmasını
ben de sevmiyorum; annem ameliyat olacak para lazım da. Mecburum ona.”
Azize acıdı ona, “oğlum gel bana” diye seslendi.
Köpek ona aldırmadı, adamı parçalamak istiyordu,
Azize eve koştu, kapı ziline bastı, kapıyı yumrukladı.
Köpek altına işeyen uzun genç adamı kolundan kaptı bu kez, sıkıp
silkeliyordu çenesini. Acı çığlıklar duyuldu karanlıkta. Genç adamın cep
telefonu çalınca köpek durdu, genç adam ağaca tırmanmaya çalışıyordu. Az sonra
çığlıklara, havlamalara ev sahibi çıktı ve köpeği durdurmaya çalışıyordu:
“Bahçemde ne işin var lan gavat!”
“Annem ameliyat olacak, bir iş peşindeydim de.”
“Yalan atma; bak öyle döverim ki seni!”
“Abi haklısın, yalan attım. Ya abi kusura bakma, dün eroin komasındaydım.
Bu işe tövbe etmiştim, para lazımdı, inşaatta amelelik yapmak zor geldi,
tövbemi bozup kirli işlere girdim.”
Azize çoktan orada uzaklaşmıştı.
Otelin önünde durdu. İçeri adım attı, yorgundu. Kendini üstüne basılmış
böcek gibi hissediyordu. Lobide parlak genç adam oturuyordu. Bacak bacak üstüne
atmış, misyonerler gibi beyaz takım elbise giymiş, asil görünüyor, mavi bir
gökyüzünün bahar coşkusu gibi, güzel kokular ve asalet saçıyor, iki eliyle bir
kitabı tutuyor, “sihirli motivasyon kaynakları.” Durdu ve sigara yaktı, ötede
oturan Azize’yi başıyla selamladı, yanına gelmesi için eliyle işaret verdi.
Genç adam ona ve kendine kahve alıp geldi. Bu sırada Azize o gelene kadar
kitaba göz atmış, “çok bilgili biri” diye düşünmüş, o gelirken de “görmesin”
diye kitabı hemen masaya koymuştu.
Uzun bir sohbetin ardından Azize oradan çıktı, sokaklarda mal mal dolanıp
uyuyacak bir köşe ardı.
Gün gelmişti. Malum pazarcı yaşlı kadının yanına vardı pazarda, epey bir
dolaştıktan sonra. İşe koyuldu, öğle vaktine doğru yaşlı kadının oğlu geldi,
annesinin yerine birini alması hoşuna gitmemişti, üstelik yeni gelen ondan çok
iyiydi ve hızlı, sıkı çalışıyordu ve bu onu tembel gösteriyordu, “nerden çıkmıştı
bu kız!” Ona ayak da uyduramıyordu, “çekil kenara, geçeceğim! İşe çok karışma!”
diye onu azarladı, geçeceğimi görüyorsun da neden çekilmiyorsun!”
“Müşteriyle ilgilendiğim için çekilemedim, özür dilerim” diye düşündü.
Azize ses etmedi ama ona üzgün bir bakış attı. Ne var ki bu durum yaşlı
kadının gözünden kaçmamıştı, o ara oturmuş insanları gözlemliyordu, özellikle
Azize’yi. Çok taktir ettiği, hayranlıkla takip genç kızı.
“iş yapıyor o, artistlik yapma, kaç gündür yoktun,
Sikini ovuşturacak yer burası değil, haddini bil!”
Sikini kaldırıp insanların omuzlarına dayayamazsın, burada benim borum
öter!”
Genç adam ses çıkaramadı, annesine kötücül bir bakış attı, annesinin ona
muhtaç olmaması, biricik oğlunun yerine bir kızla yakınlaşması, sıkı fıkı
olması sohbet etmesi kıskançlık hissetmesine yol açmıştı, annesiyle arası,
bağlantısı kopmuş gibiydi. “Bu yeni gelen nasılsa iş temposundan yorulup basar
gider” diye düşünmüştü, bu işin kahrını çekemezdi; ama bu kız zorlu işe çok
dayanıklıydı.
Akşam olurken bağımlı kız pazar yerinden geçerken Azize’yi fark etti ve
sokuldu sevinçle, tezgah önü seyrelmişti ve müşteri yoktu.
Genç adam annesine; “şu gelen uyuşturucu bağımlısı, uyuşturucu parası
bulmak için kendini satıyor, seninkinin kimle takıldığına baksana.”
Sonra tezgah toplantı ve yaşlı kadın ayrılacağı sırada Azize’ye para verdi,
“bir daha gelmene gerek yok” dedi.
“Neden?” dedi, yalvarırcasına baktı ve yaşlı kadın şöyle dedi, “o boyalı
kafa kız tekin biri değil. Onunla takılanı yanımda çalıştıramam.”
“Tekin’ değil derken?”
“Uyuşturucu bağımlısı ve uyuşturucu parası bulmak için kendini satıyormuş.”
“Ya onunla takıldığım filan yok, o hırsızın teki zaten, biliyorum, onunla
takılmam, siz endişe etmeyin. O geldiğinde onu def etmeye çalışıyordum, o benim
dostum filan değildir. Yemin ederim ki!”
“Bak; işin açıkçası oğlan seni istemiyor yanımda, ben onunla konuşurum, onu
ikna etmeye çalışırım ama tek oğlum, onunla da aram kötü olsun istemem, ben
seni ararım, telefon numaranı ver.”
“Telefonumu kaybettim.”
Yaşlı kadın kağıda numara yazıp verdi: “3 gün sonra beni ara.”
Azize, oradan ayrıldığında onu bir noktadan izleyip gözlemleyen bağımlı kız
ona arkadan, kedi gibi yanaştı.
“Selam!” dedi.
“Senin yüzünden işimden oluyordum, git başımdan!”
“Ne söylediler hakkımda?”
“Tekin biri olmadığını.”
“Sana bir zararım oldu mu?”
“Bavulumu çaldın!”
“Orası öyle değil.”
Bağımlı kız, o gün bir arkadaşının bıçaklanıp acile kaldırıldığını duymuş
ve hastaneye gelmişti, kızı bulamamıştı; ama çıkarken on yaşında erkek bir çocuğun
o malum bavulla çıkışa ilerlediğini görmüştü. Onu park etmiş araçların arasında
ensesine bir tokatla yere serip bavulu almış, açıp içindekileri incelerken
orayı kontrol eden
güvenlikçi; “hey sen, dur bakalım orada!” diye bağırmış, “o bavulu nereden
aldın?!Ben onun sahibi çok iyi biliyorum” diye söyleyince, bavuldan ilgisini
çeken açıp bakmadığı poşeti alıp kamıştı mermi gibi.
“Ben hırsız değilim ki” dedi, “ayıp ettin, dost olduğumuzu sanıyordum, o
giysinin olduğu poşeti merak ettiğim için almıştım, içindekini çok merak
etmiştim, sana iade edecektim.”
Azize susmuştu, bağımlı kız ağlayarak onun yanından uzaklaşırken; “dur”
dedi Azize.
“Yalan atmıyorsun değil mi, uyuşturucu parası bulmak için orospuluk
yapmıyorsun, değil mi?”
“Bak yine kalbimi kırdın? Bunu bana nasıl sorabilirsin ki?” dedi bağımlı
kız, koşarak uzaklaştı.
Azize de burada edindiği tek dostunu da kaybetmenin acısıyla ağlarken
ilerledi ve otele döndü, parlak genci görmek istiyordu, göz yaşlarını silip
otele girdi. Gözlerine inanamadı; asil, sarsılmaz, güneş gibi parlak ve dik
duran genç adam iki büklüm olmuş evsiz gibi ağlıyordu lobide. Ona yanaştı,
sırtına dokundu, sordu. Genç adamı sevgilisi terk etmişti, ağlayarak çektiği
şeyleri, acıları, ona aşkını anlatmaya başladı. İntihar edeceğini söyleyip
duruyordu, içmişti, odasına çıktı, Azize de az sonra peşinden gidip kontrol
etmek istedi, genç adam ağlıyordu, Azize kapıyı tıklattı, “iyi misin?” diye
soracaktım,
“Bok gibiyim, beni dinleyen birine ihtiyacım var.”
“Ben dinleyebilirim.”
Güldü genç adam: hırladı sonra: “Ne var be, ne istiyorsun, yapışkan gibi
yapıştın be! Sen de onlar gibisin belki de, paramın, boyumun posumun
peşindeler, cinsellik peşindeler. Sen de onlar gibi iyi görünüp canımı mı
sıkacaksın, herkes kalbimi çok kırdı ve kendimi kitaplara verdim, evi terk
ettim, babamın çok parası var, çağırıp duruyor, müsaade et, bir süre yalnız
kalayım deyip geldim bu otele bir ay önce, babam çok zengin biridir. Para
umurumda değil!”
Azize ağlayacak gibi oldu.
“Özür dilerim; kafam bulanık, gel bir kahve vereyim sana. Psikolojim çok
bozuk.”
Azize içeri geçti.
Genç adam müzik açtı, kahve yapacaktı.
“Ama açsındır; tavuk pişireyim. Ben çok açım.
Odanın bir köşesini küçük tüple mutfağa çevirmişti.
Tavuk pişerken cebinden bir hap çıkardı, onu suyla içti. Sonra sordu, “sen
anlat bakalım hikayeni?”
Azize başına gelenleri anlatıp kibar kibar ağlamaya başladı.
Genç adam bir hap daha çıkardı, “sen de ister misin?”
“Neye yarıyor?”
rüya gibi hissettirir. Moral verir.”
“Yok; almayayım, başım ağrıyor, ağrı kesici var mı?”
“Ağrıyı da keser.”
Genç kız uzatılan hapı aldı ve ağzına attı, su içti.
“Az sonra başının ağrısı tamamen gider” dedi genç adam, gülümsedi tatl
tatlı.
Tavuğu çevirdi maşayla. “Az sonra pişer.”
Azize dedi ki; “bana bir şeyler oluyor, bu haptan mı?”
“Evet” dedi genç adam, “bu daha başlangıç.
“Sıcak” dedi, “çok sıcak.”
“Üstünü çıkar.”
Azize, baygınlık geçiriyor gibiydi.
Genç adam gülüyordu: “az sonra hareket edemez hale geleceksin, seni
soyacağım, karım olacaksın. Seni geri zekalı köylü kız!”
Azize, gülmeye başladı.
“Senin amına koyarım bu halimle de, seni doğduğuna pişman ederim,
yakışıklı!”
Güldü: “O zor güzelim. Ama merak etme, sabaha kadar seni zevkle
inleteceğim. Ben bir tuvalete gidip geleyim.” Gitti, dairenin kapısını
kilitledi, “bak bu anahtar, cebimde, hiçbir yere gitmiyorsun.” Anahtarı
kaldırıp salladı, şıkır şıkır etti anahtar.
Odadan çıktı,
Azize, yığılıp kaldığı kanepede ağzının bir yanında beklettiği hapı
çıkardı. Rol yapmıştı Türk filmlerindeki figüranlar gibi.
Kaynayan tavuk tavasını tüpün üstünden aldı. Tuvalete giden koridorun
köşesinde beklemeye başladı. Ayak sesi duyuldu, hap tuttuğu elini uzattı köşeden.
Genç adam hap tutan eli gördü, “hapı içmedin mi sen?!” derken kaynar zeytinyağı
tavukla yüzünden tokat gibi patladı, acı çığlık attı, Azize üstü can sehpayı
alıp kafasına indirdi, genç adam bayılana kadar. Anahtarı alıp kapıyı açtı,
asansörden gelen bağımlı kız; yaklaştı hemen, içeride neler oldu, sana ne
yaptılar, burada işin ne? İçeri daldı,
Yerde kanlar içinde baygın yatan, inleyen adamı gördü.
“Bu orospu çocuğu beni uyuşturucu bağımlısı yaptı! Ne yaptın ona? Ölürse
boku yersin.”
Genç adam kendine geliyordu.
“Seni tebrik ederim, bravo, benim yapamadığımı yaptın!” Yamuk tavayı eline
aldı, birkaç kez de o vurdu, genç adam bayıldı, “aman ölmesin,” cep telefonunu
çıkardı, “otelden çıkınca ambulansı arayalım.”
Bir ay olmuştu. Azize bir ay dayanabilmişti bu büyük pislik dolu şehre.
Bavuluyla şehirden ayrılacaktı, otogardaydı, bir poşette annesinin hatırası
yöresel giysi vardı, poşeti bağımlı kıza vermek istedi, bağımlı kız kabul
etmedi.
Bağımlı kızla bir harabede günlerce kalmıştı ve ateş yakmışlardı,
içmişlerdi ve bağımlı kız yöresel giysiyi giyip dans etmiş, kendi çevresinde
dönerek şarkılar söylemişti. Bu giysi bağımlı kızın bir zamanlar mutlu olduğu
aile evini, o anıları canlandırmıştı. Tertemiz olduğu zamanlar. O yöresel
giysinin rengini andıran
Bir ışık doğmuştu içince.
O gece ağlamıştı. Uykuya dalmadan önce.
Ailesini, o mutlu evi ve insanları anlatmaya doyamamıştı o günün akşamı,
geceye kadar, dans, şarkılar, anılar…kendilerinden geçmişti iki kız.
“Bu yolu bırak; ailene dön.”
“Beni kimse istemez ki. O ilişki bitti.”
“Anne öldü, baba öldü, iki kız kardeş ve abi mirası bölüştü, o ev de
yıkıldı.”
“Ama bana böyle anlatmadın?”
“Kafamda o en mutlu günler kaldı, gerisi lazım değil.”
Birbirlerine sarıldılar.
Azize, memleketine vardı, evinin bahçesindeydi, evin iki köpeği neredeydi,
çoktan sevinçle gelip üstüne atlıyor olmalıydılar, evin önünde, yanda betonda
çamaşır yıkayan kardeşi Zeynep’i gördü, Zeynep işe dalmıştı ve onu fark etmedi.
“Zeynep,” dedi, ben geldim! Canım kardeşim!”
Zeynep, başımı kaldırıp bakmadı, gaipten bir ses olduğunu düşünüp
aldırmamıştı, kan ter içindeydi. Zaten rüyalarında sık sık ablasının geldiğini
görüyordu. Ayak sesini duyup başını kaldırıp baktı, korktu. İçi titredi.
“Ben geldim kızım!” Güldü.
“Geldin demek!” Baktı uzun uzun ve ayağa kalkıp ona sarıldı. Ağlamaya
başladı.
“Köpekler nerde?”
“Bizimkileri soracağına?”
“Köpekleri birisi tüfekle vurup öldürdü, gece oldu; kim yaptı bilmiyoruz.”
3 gün sonraydı. Azize incir ağacının altındaydı, incir toplamıştı, çay
içiyordu, hava kararmaya başlamıştı.
Şeref göründü.
“Geldin demek! Seni görmek içimi ferahlattı güzelm, o kadar iyi geldin ki..
güneş yanında sönük kalır…”
Azize ses etmedi.
Uzun bir sessizlik sonrası, “Azizem bir şey demeyecek misin? Dönmeni dört
gözle bekledim, evleneceğiz ve çok mutlu edeceğim seni’”
“Defolup gitsen iyi edersin!”
“Gitmezsem mesela?”
“Seni öldürürüm.”
“Hadi ya.” Güldü, “Köpekleri biri vurmuş, çok üzüldüm.”
“Onları sen vurdun?”
“Gözüm gibi baktığım köpekleri vuracak kadar vicdansız mıyım sence?”
“Aynen öyle! Şizofrensin çünkü!”
Nerdeyse onu yumruklayacaktı, tuttu kendini ve bozuntuya vermeden şöyle
dedi: “Şehirde neler yaptın? Orospuluk yaparak hayatta kaldığını duydum, her
neyse, sen ne yapıp edip başarmışsındır, dönmen iyi oldu, her şey çok güzel
olacak, herhalde şehirde barınmanın zorluğunu görmüşsündür, aksi halde
dönmezdin. Çok güzel bir düğünümüz olacak, ne yaparsan yap başımın tacısın.”
“Ne sayıklıyorsun be; defol git buradan!”
“Sana aşkım bitmedi. Deme böyle Azize, kalbimi kırma ne olursun.”
“Hayal dünyasında yaşıyorsun! Odamın penceresinden beni gözetleyen sendin,
değil mi?”
“O gece ormana gezintiye çıkmıştım, köepkle…benim dişi köpek sana
verdiğim.. kardeşini gördü ve gitti, onu almak için eve yanaştım, seni
pencereden gördüm, çıplaktın, çok güzeldin ve sana aşık oldum. Ve seninle
evlenmeyi kafaya koydum. Kader işte; ne yaparsın.”
“Kader mader değil, kendine başkasını bulsan iyi edersin, ben seninle
ölürüm de evlenmem.”
Genç adam öfkeyle yaklaşınca Azize arkasında iri bıçağı çıkardı.
“Vay vay, bak seeeen!”
“Defol git buradan!”
“Sakin ol; gidiyorum aşkım. Seni alamazsan kardeşini alırım, kaçırır
tecavüz ederim!” Güldü.
O sırada Zeynep koşup geldi.
Şeref öpücük atıp ayrıldı oradan.
“Baldız, baldan tatlı baldız hoşça kal.”
Zeynep dedi ki: ne sayıklıyor bu kuduz köpek, ne dedi sana?!”
Azize olanları anlattı: “Sonunda bunu öldüreceğim. Vazgeçmiyor bir türlü.”
“Abla, hiç gelmesen iyiydi. Ne yapacağız? Bunu tutup birlikte öldürelim ve
gömelim bir yere. Kim bilecek ki? Sen çağırırsın çekersin bir yere. Ben arkadan
yanaşırım, filmlerdeki gibi boğazını keserim. Ama kimseyi öldürmedim. Bana
tecavüz etmek neymiş öğrenir. Ama öldüremem herhalde.”
“Başka bir yol olmalı.”
“Bir daha düşündüm de…onu öldürebilirim. Kendim için değil; sırf senin
iyiliğin için.”
Günler gelip geçerken tatlı yaz günleri…
plan yapıp duruyorlardı geceleri, onu öldüreceklerdi, onu gömecekleri
çukuru da kazdılar, tam üç metre derinliğinde.”
Sonunda Şeref göründü, evin başında göründü, yaklaştı tilki gibi. Yaklaştı
gülümsemeyle. Arkasında çiçekleri vardı, birden çıkardı büyük çiçek demetini:
“Sana getirdim. Al!”
Azize, çiçekleri aldı mutlulukla.
“Şöyle şu tarafa gidelim de senle sohbet edelim. Orada baş başa
kalabiliriz.”
Şeref, huzursuz oldu, kimi kıvılcımlar çaktı beyninde, “kesin bana kötü bir
şey yapacak, kardeşi de yardım edecek” diye düşündü, o korku öyle yoğundu ki.
Azize’nin her zaman saf bir ışıltı saçan mavi gözlerinde bir deliliğe dayanmış
demlenmiş bir nefret, şeytan ışıltısı görmüştü sanki, delice korktu.
“Seninle başka bir gün uzu uzun sohbet ederiz güzelim. Bir işim var, acele
gitmem lazım, sana çiçekleri vermek için geldim. Sonra bir gün bu saatlerde
gelirim.”
3
Ertesi gündü.
Evin13 yaşındaki kızı bez bebekle oynuyordu evin önündeki ağaca yakın
salıncakta. Şeref oradan geçiyordu, günlerdir tasarladığı planı
gerçekleştirebilir miydi, deneyecekti.
Küçük kıza yanaştı,
“Nasılsın Kezban?”
“İyiyim.
“Kırmızı etek de ne çok yakışmış sana.”
Kız güldü.
“Şeker ister misin?”
“Tabi.”
“Külotunun ne renk olduğunu söylersen veririm.”
Kız güldü.
“Beyaz.”
Şeref, cebinden şeker çıkardı ve uzattı.
“Sizinkiler yok mu?”
“Yok.”
“Neredeler?”
“Komşunun tarlasına çalışmaya gittiler yardıma”
“Sana daha fazla şeker ve para veririm,” Şekerleri ve parayı çıkarıp
gösterdi, benim için bir şey yaparsan eğer?”
“Ne yapmamı istersin?”
“Külotunu çıkarıp bana verirsen?”
“Annem kızar, külotun nerde der ama.”
“Altıma sıçtım, çok bok oldu ve attım dersin?”
“Altıma sıçmama çok kızar, evet, böyle diyebilirim.”
“Samanlığa gidelim de külotu orada çıkarıp ver bana, kimse görmesin
verdiğini. Ben dışarda beklerim biri görmesin diye nöbet tutarım sen içerde
çıkarırsın külotu.”
“Haklısın.”
“Haydi gidelim.”
Küçük kız samanlığa girdi, ardından Şeref sağa sola baktı ve samanlığa
girdi, kapıyı çekti, samanlığın arka tarafına giden kızın yanına vardı.
Pantolonunun önünü indirdi: “Yala.”
Kız şoke olmuştu, kaçmak istedi.
Şeref küçük kızın kafasını iki eliyle tutup önüne dayamaya çalışıyordu,
küçük kız dehşete kapılmıştı korkuyla: “Bırak! Hayvan herif! Bırak kafamı bok
herif!”
Kıza bir tokat attı. Küçük kız bağırıp çağırıyor, kurtulmak için
çırpınıyordu. Küçük kızın abisi 25 yaşındaydı, zihinsel engelliydi, 7 yanındaki
erkek çocuğun zekasına sahipti, sesi duyup fırlayıp gelmişti evden, sırt üstü
divana uzanmış çizgi film izliyordu.
Seslerin kaynağına, samanlığa girdi. Kız kardeşinin acı bağrışlarını takip
etti, iyice yaklaştı, küçük kız kardeşini yarı çıplak halde gördü, üstünde onu
öpmeye çalışan Şeref’i.
Ne yapacağını bilemedi, donmuş gibiydi, Şeref kızı soydu ve samanlığın
direklerinden birine bağlamaya çalışıyordu, küçük kız abisini görmüş, “abi,
yardım et!” diyordu.
Genç adamın konuşma kabiliyeti yoktu, inleme gibi garip sesler çıkardı ara
ara.
Şeref, başını ona çevirdi: “Haydar, siktir ol git buradan! Bizi yalnız
bırak” Altında tek don kalmıştı.
Haydar, tırmığı fark etti. Tırmığı eline aldı ve Şeref’e yanaştı, tırmığı
savuracaktı, Şeref dönüp elinden aldı, ona bir yumruk savurdu, genç adam bir
yana savruldu. Şeref onun üstüne çıktı ve yumruklara devam ediyordu, genç adam
onu tutup savurdu bir tarafa, üstünden attı, Şeref’in bilmediği bir şey vardı,
bu iri yarı gencin gücü.
Şeref, tırmığı alıp savurdu, tırmık genç adamın karnına isabet etmişti,
yere yıkılırken Şeref’in ayak ucuna düşmüş, ayağa sarıla sarıla ilerleyip
Şeref’in boynuna kadar gelmişti, boynu sıkıyordu, Şeref, pantolonunun
yanındaki bıçağa uzandı ve onu alıp genç adamı sol gözünden bıçakladı, bıçak
saplı kalmış çıkmıyordu, çıkaramadı, arkadan gelen
çekiçle gelen küçük kız indirdi çekici, direğe yakındı baş, “ittir” dedi,
“ittir abi” dedi, genç adam ittirdi, küçük kız saman balyası telini (bağ teli,
hırdavatçılarda var) doladı Şeref’in başına, baş direğe yapışmıştı, Şeref
yarı baygındı ve genç adam onu tutuyordu, küçük kız ise çekice bağladığı teli
burma kadayıf teli gibi burmaya başladı ve tel giderek gerilmeye başladı, Şeref
kendine gelirken boğulduğunu hissetmeye başladı, yüzü kızarmaya, yüzünün
damarları ortaya çıkmaya başladı, “sen bırak abi” dedi, teli buruyordu, Şeref
burma kadayıf gibi buruluyordu, çırpınmaya başladı, garip sesler çıkarıyordu,
can çekişiyordu,
Sonra. Öldü; ama büyük acılar çeke çeke. Ölmesi de çok zaman aldı.
Sonra genç adam onun kafasını kesip kopardı.
Bağımlı kızın hayatı
Bağımlı kız Elif, Azize gittiği akşam o kaldıkları harabe binanın
civarında ateş yakıp aldığı şarabı içerken ağlamaya başladı. Bu kızla çok iyi
anlaşmış ve onu çok sevmişti, gittiğine çok üzgündü ama kurtulduğuna
seviniyordu çocuklar gibi, sürekli çakal, gaddar, ikiyüzlü ve adi insanlarla
karşılaşmıştı ve Azize gibi temiz kalpli, iyilik dolu mavi bir kız hiç
karşısına çıkmamıştı, pişmanlıklar kapladı içini, annesini ve babasını
hatırladı, çoktan ölmüşlerdi, bir ruhsal aydınlanma yaşar gibiydi, bu şehri terk
edip başka bir şehirde yaşama tutunmalıydı, ama önce annesinin babasının
mezarına gitmeliydi.
Evin yıkıldığını öğrenmişti; ama annesi balkonda çamaşır asıyordu,
gözlerine inanamadı, hayal gördüğünü sandı, annesi ölmemişti. Birinci katta
oturan çocukluk arkadaşının kapısını çaldı. Kadın onu fark edince korkup kapıyı
kapatmak istedi, Genç kız öfkeyle salyalar akıtarak kapıyı itip içeri girdi bir
tokat çaktı.
“Vurma elini ayağını öpeyim! Yalan söylemememi istedi abin. Paraya
ihtiyacım vardı, beş aylık kira almayacağını söyledi.”
İkinci kata çıktı, kapı ziline bastı.
Annesi kapıyı açınca bayılacak gibi oldu, onu tuttu: “Anne, iyi misin? Seni
canlı görmek her şeyden daha güzel!””
“Ah kızım, öldüğünü söylediler!”
“Şerefsiz abim mi?”
“Evet.”
“Kızım, işi gücü para bok yiyenin. Ölsek de mirasa konsak diye gün sayıyor.
Bunun elinden kurtulmamız lazım! Emekli maaşımı yiyip duruyor para lazım diyor,
yalan atıyor, borcum var diyor şudur budur diye yalan atıyor, bu bok çuvalını
öldürüp gömelim bir yere; bana yardım eder misin?””
Evden iri bir bıçak adlı, gece sokakta abisinin karşısına çıkacaktı. Aniden
bastıracaktı, Azrail gibi.
Ve o gece abisinin işten eve gittiği yolu öğrenip beklemeye başladı, sis
vardı sokakta ve bira içmişti abisini fark etti, şiş göbek, sakallı pislik
geliyordu, iyice sarhoştu, arkadan hayalet gibi yanaştı ve bıçakla belde
dürttü:
“N’aber, fok balığı!”
Abi irkilip döndü yüzünü.
“Aaaa!” dedi, korkuyla geri sıçradı birkaç adım.
Abisi ona; “ben bir fok balığıyım!” diye şaka yapardı, küçüklüğünde, garip,
komik sesler çıkarırdı, şaka yapardı, yüzerdi güya, oyunlar oynarlardı böyle,
ufak tatlı kız kardeşini mutlu ederdi böyle oyunlarla.
“Ne oldun; hayalet görmüş gibisin fok balığım.”
“Kardeşiiim; sen yaşıyorsun demek! Şükür kavuşturana! O bıçak da nedir?
indir onu lütfen!”
“Sikerim lan senin gelmişini geçmişini! Nasıl abisin lan sen! Çöktün
annemin üstüne… para diye… lan bütün o numaraları bırakacaksın, bak yoksa
deşerim seni kimse bilmez. Ölümü hak ediyor musun?”
Bıçağı karna saplayacak gibi salladı.
“Asla…asla… sakin ol kardeş…sakiiin. Benim gibi bir hıyar… ama üç evlat
var…yapma ne olursun…değmez! ”.
Bak adam olacaksın, gebertsem seni kafam güzeldi deyip yırtarım, paşa paşa
da yatarı bir miktar çıkarım, ama sen geberir gidersin, 3 çocuğun babasız
kalır, benim kimsem yok hayatta..”
“İndir bıçağı…tamam tamam kardeşim…bağışla çoluğumun çocuğumun hatırına.”
Adamın bir elinde üç ekmek olan poşet, diğer elindeki poşette bir karpuz,
çocuklara cips, çikolata, kraker, çekirdek, dondurma kutusu…
“İYİ KIZLAR AŞIK OLUR” ADLI ROMANIMDAN BİR ÖYKÜ OKUDUNUZ.
İSA KANTARCI
Yorumlar
Yorum Gönder