DAĞIIN ATMOSFERİNE KAPILAN KIZLAR

 


O gün sonunda yeme içme fasılları bitmiş, Zarife bulaşıkları yıkamış, misafir kızlara çevreyi tanıtmak için (gezmek) izin koparabilmişti Nezaket’ten.

“Fazla kalmak yok, yine biri acıkır, biri şey ister, en fazla bir iki saat izin sana, sınırı aşarsan oyarım seni. Biliyorsun; biz bir türlü doyuramıyoruz bu milleti!”

 

Üç kız çiftlik evinden epey uzaklaştı.

Ayla ve Nur Zarife’nin çıkmasını saatlerdir İipe çekmişti adeta.

“Mutfakta işler nasıldı?” dedi Nur.

“Hiç

“Ya anlat?”

“Bana o cehennem çukurundan bahsetme

Nur, muziplik yapıyordu aslında, bugün uyandığında aklına ilk gelen Zarife’ydi, Ayla da bu düşle uyanmıştı. İkisi bu köylü kıza aşık olmuştu. Onunla vakit geçirmek için sızlanıp beklemişlerdi, kızları çevreyi tanıtmak aslında bir yalandı.

“Mutfakta zaman nasıl geçti, anlat bir şeyler, merak ettim, aşkım?” dedi Nur.

“Aşkım ha?” Güldü.

“Evet.”

“Ya sorup durma; işten başka bir şey mi var?!

Patladı: (Nezaket’in taklidini yapmaya başladı: “ya doyuramadım ben bu insanları, çöl boğazlılar! Bir türlü doyuramadım, ye iç ye iç, sürekli aynı, ayaklarım ağrır yine iş… bu ne ya, geberin gidin de kurtulayım!”

Nur ve ayla gülüyordu.

Mutfak çok sıkıcı bir yer. Çok eğlenceli geliyor size demek, yarın benim yerime çalışmaya ne dersin Nur?”

Güldü: “İlerde bir gün olabilir.”

Ayla; bence mutfakta sen varsan sıkıcı değildir.

Zarife güldü: “Bana yardım edersiniz.”

“Olur.”

“Çok eziyorum orada, ruhumu emiyor bu iş.”

Nur: “Son derece haklısın kardeşim,

bunlar yük, kene gibiler, gençliğini yaşatmıyorlar sana!”

“Ya gaz verme; yürü git, halimden memnununum, yoldan çıkaran sözler deme! İçimden geçeni demem şikayet ediyorum anlamına gelmez.”

Nur, büyük mutfakta cep telefonuyla müzik dinlerken Zarife’nin sabahtan nasıl köle gibi çalıştığına tanık olmuştu, baş başa bir sohbet edemediler, tam sohbet edecekler, Nezaket bir iş buyuruyor, o bitiyor başkası, sonra başkası sesleniyor, “Zarife gel hemen.”

 

Nur,  şöyle dertlendi: “Can sıkıcı aile ilişkileri, can sıkıcı doymaz insanlar! ben kafama göre takılmak istiyorum arkadaş. neymiş. Birileri gelecekmiş, uzaklaşma. Annem böyle diyor, annesinin taklidini yaptı, sonra babasını, sigarayı babası gibi elinde tuttu, şöyle dedi babam, değerli bir kız olduğunu onlara göster tatlım… Yürü git işine baba…Her nedense daha sevgi dolu oldular, sevgi yumağı ailesi, baba çok yapmacık, sahtekarca geliyor, biz sevgi yumağı ailesi değiliz ki. Sıkıldım ailemden, çok bezdim, baygınlık geçireceğim yapmacık hallerinden.”

Zarife: “Ya layn ben de köle gibi eşek gibi iş yapmaktan sıkıldım; ama beni rahat bırakın diyemem. Küfrü bol bol basıyorum içimden ama!”

Nur: “Kaçamak yapalım. Saatlerce dönmeyelim eve?” Güldü.

Ayla, söze girdi; “milleti iyice çıldırtacaksınız demek. Harika fikir!”

 

Nur: “Onların yanında rahat olmak mümkün değil. Tam küfür edeceğim; babam orada. İyi ağzımdan kaçmadı hayret. Normalde evde ederim de, bam da ses etmez. Biz bize takılalım, yaşlılar da birbiriyle.”

 

İlerlediler epey. Çiftlik evi çok geride kalmış, yok olup gitmişti. Büyük büyük ağaçların olduğu yere geldiler, Nur, ağaca sarıldı, elleri yetişmedi, üçü sarıldı, anca yetişti.

Ayla: “Kızlar bomba bir fikrim var, bu ağaca bir ev yapalım!”

“Ayla, bu iş tehlikeli geldi gözüme” dedi, Zarife yapabiliriz; ama kafamızı kırarlar, sorumluluk alamam, siz beni zorladınız mesela. Buradan düşen anında ölür!”

Nur: “Daha hayallerimin h’sini bile gerçekleştirmedim.”

Ayla: “Oradan düşen sakat kalabilir; bu daha kötüsü. Ama demirden korkan gemiye binmez. Yani ağaçtan korkan ağaca çıkmaz. Yok arkadaş; korkup durmak yok! Nasıl yapacağız, malzemeler?”

Üç kız muzip biçimde düşünceyle birbirine ve ağaca, yukarı kısmına, ağaç ev yapılacak kısmına baktı.

İki şehir kızı bir keserle bir çivi çakmış değildi

“Ben bu işlerden anlarım, köyde bir arkadaşım var, biz ona uygun şekilde dersek, ne bileyim onun için bir şey yaparsak ağaç evi yapar.”

Kafamızı kullanırsak bu işin hamallığını yapacak birini bulurum; sanırım.”

“O da nedir” dedi Ayla, tavuğa tekme atmaya çalıştı, tavuk; “gıdaaak” deyip kaçtı.

“Hayatında hiç tavuk görmedin mi?” dedi Zarife.

“Onu sürünen bir şey sandım. Çok tatlı ama.

“Paçalı bu tavuğun yumurtası mavi çıkar.”

“Hadi ya. Dağda bir çiftlik urup bunlardan bakmak lazım.”

Zarife güldü: “bizim kaybolan tavuklardan biri, Kadir amca bunu yana yakıla arıyordu.

“Ağaç ev yaparız ve aşağıya tavuk kümesi, acıktıkça tavukları keser yeriz, yumurtasını da satar geçinir gideriz.”

“Bu iş sandığın gibi romantik değildir. Bu işe girsen, zoru bir görsen… berbat hissedersin. Ben bıktım bu işlerden. Her gün asit yağmurları yağıyor içime, gerçekten sevdiğin kimse yok, onlar da beni sevmiyor, onları fare zehri ya da tarım ilacıyla zehirlemeyi düşündüm, bütün para bana kalır diye. Ama cesetler incelenir,

zehir ortaya çıkar, saçmalamamı kenara koyarsak, tavuk işi yani hayvancılık çok zor iştir tatlım.”

“Filmsin sen Zarife” dedi Ayla, güldü, ona yanaştı, sağ kolunu onun omzuna doladı ve üç kere öptü şapır şupur.

“Bırak beni!”

“Neden?”

“Tavuğu yakalayacağım.”

“Sözüm bitsin öyle.”

“Islak öpmek yok!”

“Tamam” dedi, “Ben de sevilmedim hiç gerçekten. Tatlım çoğu zaman senin gibi hissediyorum ben de, komik olan kendim gibi birini, kendimin çok ötesinde bir tür şeytanlaşmış halimi görmek bana komik geliyor, bana kızma gülüyorum diye, sen benim tanrımsın.”

“Acayip saçmaladın şu an, şeytan olduğumu nerden çıkardın?”

Ya neyse tamam, bize açtığın değerli gizli dünyandan

 

Zarife’nin başını koş duygular sardı. Dalga geçilmeyi kimse sevmez; ama övgüyü herkes sever. Bu iki şehirli kızın aralarındaki mesafeyi lambır lumbur aşması, pervasızca ama yürekli güçle ona gelmeleri iyi de, sorun aynı zamanda; yani Zarife sevilmek ister ama özen, dikkat, saygı. Lakaytlığı sevmez., ciddidir. Şehirli kızlar gibi kahkaha atmaz, dişlerin göstere göster gülmez, böyle gülme anları pek azdır, o mahzun bakar, ciddi bakar, saf saf bakar.      Onun stili, duruşu bu.

Nur dedi ki: “Bak tatlım, bir kız arkadaşım var, ailecek cumartesi pazar dağa, bir yerlere gider çadır kurarlar, babama bir kere dedim, iş güç var dedi eğlenmeye vaktim yok, annem de dağda ne işimiz var, yılan var, çakal, ayı, kurt, orada uyunmaz…E şimdi geldik dağ başına, eee, deli bunlar ya, rahatsızlar. Gıcık oldum onlara. Bana ne yaptılarsa baskıyla, iteleyerek., zorla… yapmalısın, etmelisin. Teşvik etmek diye bir şey yok. bir şeyi sevdirmek düşünceleri yok, bana bir şey yaptırmak istiyorsanız o şeyi bana sevdirmenin bir yolunu bulmalısınız, beni teşvik etmelisiniz. Hiç sevmediğim bir şeyi severim belki, içimin sesini umursamıyorsunuz, dedim bir kere anneme, o da nedir dedi dalga geçerek. Sonra düzeltti; tüm sesleri duyarız; biz de çocuk olduk, yaptım o ayıp el hareketini arkasından.

Yine o ayıp el hareketini yaptı göğe doğru: “Anne bu senin için, baba senin için de. Sizi bunla kutsadım gitti, işiniz gücünüz rast gitsin.”

Diğerleri güldü.

Ayla, başladı söze:

 

“Ya arkadaşlar çok dram yaptınız ya, benim içimi bilen yok, biraz da ben konuşayım, babaannem Alzheimer  olmuş. İlk belirtisi gündüz uyumalarmış. Alzheimer sıralamasında ülkemiz beşinci sıradaymış. Annem kafayı yedi dün gece beni aradı, siz uyuyordunuz nerden bileceksiniz çok ağladım ruhunuz duymadı… Yürüyün!” dedi Ayla, “gidelim, şu tepeye çıkalım.”

Ayla, uzakta bir tarla gördü.

“Bu ne tarlası?” dedi Ayla.

Zarife: “Baharatlık kırmızı biber. Eylül ayı sonuna doğru işçiler gelip toplar, kurusu 65 lira. Yaşı 15,5. İyi mi?”

“Anlamam ama kazancı iyi olmalı.”

“Buradakiler eskiden fındık toplamaya giderdi. Fındığın kilosu 52, 53 lira. Üstelik toplaması çok zor. Biberin toplaması çok kolay, o taraftakilerin bazısı fındıkları söküp tropik bitkiler dikiyor. Yabancı bir şirket orayı istila etmiş, tekel oluşturmuş, kartel yani, fındığa istediği fiyatı koyuyor. Yani kilo fiyatı belirleyen o, düşük fiyat veriyor.”

 

“Ulan ne diyor bu kız?” diye düşündü Nur, hiç düşünmediği şeyler, saf salak kız diye düşündüğü, algıladığı kız. Basit köylü kız diye düşündüğü kız, en başta, yavan, kuru, sıkıcı köylü kızlarından biri, kalın kafalı, geri kafalı…değilmiş! Alakası yokmuş!

 

“Susuzluk var ülkenin her yerinde, rekolteler düştü, göletler yapılınca bu yıl verim güzel oldu.”

“Sen kesin bir tarım işletmesi kurmalısın” dedi Ayla.

“Sen de yaşlı bakım merkezi kursan iyi olur.”

“Neden?”

“Bak arkadaş, nüfus yaşlanıyor, salgınlar türüyor, yaşlı bakım merkezi, hastalara refakatçi ayarlama işleri.. ilerde bu işler güzel para kazandıracak.”

“Onu bunu iş kurmayı geçin ne diyeceğim çocuklar…Bunlar bizi değil kendi benliklerini seviyor” dedi Nur,

akşam verandada konuşuyorlardı.

 

Birkaç komşu da misafirdi, evine yıllar sonra dönen Coşkun’u görmeye gelmişlerdi, kucaklarında büyüyen Coşkun, eşi, çocukları neye benziyordu? Büyük bir sevinçle gelmişti eve. Yakında bir cırcırböceği bütün gücüyle ötüyordu ve misafirlerden biri şöyle diyordu

: Bir kilo kaşar 95 lira. Olur mu arkadaş! 45 liradan aldığım zaman gözümün önüne geliyor. 95 lira kaşar! O da gerçeği değil, soluk sarı! Tost için. Gerçek kaşar sapsarıdır. Zincir markette, tavuk kaç lira dersiniz…”

 

Nur: “babam bayılır siyaset, ekonomi haberlerine. Umursamıyorum diye bana söylenir, boş gençlikmişiz; ilgimi çekmiyor kardeş. Dünya batsa bana ne! ben dostlarımla kafama göre takılsam bana yeter. Biz yolumuzu buluruz hayatta; bize ukalalık yapmalarını sindiremiyorum, bizim yaşlarımızda ne aptallıklar yaptılar; saklıyorlar, ayrıca o muhabbete fiyatları eleştirip dururken ben anladım ki; bunların alayı cimri, arkadaş zenginsin, paran var alırsın, caz yapma, fakirler için ne yaptın, yapıyorsun, bunu konuşan yok, buradakiler cimri insanlar.”

Diğerleri bir süre güldü.

“Ben coşkulu, sınırsızca yaşamak istiyorum, bütün yaşam gayem budur. Kafama göre takılmak istiyorum, peki siz?”

Zarife: “Babanın adı Coşkun, bence coşkulu yaşamayı o iyi biliyordur, ondan öğren coşkulu yaşamayı.”

“Berbat bir espriydi.”

“Espri yapmadım ki.”

Ayla: “Ben çok tutum dedi deli gibi gülüyordu.

Nur: “Ayla, gülme tokat yersin!”

Ayla gülmeyi kesti: Eylem vakti. Nerde hareket orda bereket! Kızlar konuştukça barut fıçısına dönüyoruz, rahatlayıp hafifleyeceğimize, biz kafa kafaya verdikçe isyanlarımızı besliyoruz, bu bizi uç noktalara sürüklüyor, bence biz isyanlarımızı, içimizdeki uzlaşmaz sesleri eritmek için, kendimizi aşmak için öyle şeyler yapalım ki.”

“Ne?” dedi Nur.

“Ağaç ev yapalım. Kendi klanımızı kuralım.”

“Bu iş bana uyar” dedi Nur; ama bir keriz bulmamız lazım işleri yapsın.” Güldü.

Ayla: “Bu iş çok güzel olacak, ağaç evi

çiftlik evinden epey uzakta yapmalıyız, bağımsız yaşayalım, bizi hoş görürler, zorlarsak, ısrar edersek, çocuk değiliz.”

Gülüyorlardı sohbet gidiyordu tatlı biçimde.

“Tavuk” dedi Zarife, “bekleyin beni,” Az geri gitti, kısa bir süre sonra elinde paçalı tavukla geldi, Kadir amca bunu elimde görünce cennete girmiş gibi sevinir. Varı yoğu tavuklar. Evlatlarından çok tavuklarını sever.” Uzakta bir nokta dikkatini çekti: “O da nedir?” dedi Zarife, “buldum kızlar! Yavuz kerizi bu, bize ağaç ev yapımında yardım eder.

Emin misin?” dedi Nur, “iyi güzel de üçümüzün ırzına geçerse ağaç evde ilk gecelediğimiz gün?”

“Yok be…Çok iyi anlar inşaat işlerinden, babasıyla çok çalıştı garip. Siz beni bekleyin.”

Tarlanın yanında inekleri otlatan Yavuz’un yanına indi. Yavuz’un bir elinde sığır gütmekte kullandığı sopa vardı.

Zarife, meseleyi anlattı ve Zarife koşarak kızların yanına çıktı, nefes nefeseydi, yokuşu zor çıkmıştı, kan ter içindeydi.

“Yarın öğle vakti müsait olursam başlarım dedi, basit bir şey istemiyorum dedim, bir hafta sürebilir dedi.”

“Nasıl ikna ettin?” dedi Nur.

“Tavukla…Al bu kadir amcanın kaybettiği tavuk, deli divane onu arıyordu, onu buldum de, seni nüfusuna alır dedim, mirasından pay alırsın, güldü, dalga geçme dedi, bilirsin tavukları çok değerlidir, bilirim dedi, sen bulmuş gibi yap, sana yaşlı çenesi düşük ve çevik karısını hiç düşünmeden bir geceliğine verir dedim, teşekkür ederim; ama hiç almasan iyi olacak dedi, para verir bir şey verir dedim, ha, civciv istemiştim, yok demişti, verebilirdi namussuz; ama tavuğu verirsem verir, karşılığında ne vereceğim sana dedi, ağaç ev meselesini açtım, teklifimi kabul etti.

 

Kızlar tepeye doğru çıkarken Yavuz sığırları güttü ve tepenin aşağısına gitti, burada çayır fazlaydı ve Yavuz koşarak ormanlık alana girdi, çocukluk arkadaşı Fikri burada bir çadır yapmıştı ters v biçimde, Kızılderili çadırı gibi.

“Kanka ne haber?” dedi Yavuz, Görüşmeyeli neler yaptın, özlemişim seni!”

Fikri, çok sevinçliydi.

Siyah poşetten yeni çatal ve kaşıkları gösterdi: “Baaak! Ne aldım kasabadan!”

Yavuz’a ilginç gelmedi bu: “Ne olmuş, çatak kaşık. La angut bana desen getirdim, boşa para verdin!”

Fikri, başını öteki yana çevirdi kızarak: “Sen eşeğin tekisin oğlum!”

“Bozulma yaaa!”

“Bozulurum birader, hayatımda ilk kez paramla evime eşya aldım.”

Yavuz, ev denilen çöplüğe tiksintiyle göz gezdirdi: “Buraya köpek bağlasan durmaz” der gibi evi süzüp ona acıyarak baktı, pis bir böceğe bakar gibi.

 

 

Fikri’nin sağ gözü mordu, babası bir yumruk patlatmıştı 2 gün önce, bir gündür yaptığı bu çadırda kalıyordu.  Eve az para getiriyor ya da getirmiyor diye ya da parasının bir kısmıyla bir şey aldı diye dayak yerdi, parasıyla bir tarak almıştı, bir güneş gözlüğü, “senin neyine oğlum, züppeler takar onu,” bir tişört aldı diye, bir kot pantolon; bir kamyon dayak yemişti. ağlamıştı. en son olayda bir yumruk da o çakmıştı babasına. Babası onu evden kovmuştu.

Fikri, Zarife’nin ağaç ev yapma meselesinden söz etti.

“Hiç yapasım yok; sen ne dersin? Yapsan beni sever değil mi?”

“Bence seni keriz yerine koyacak, hamallık yaptırmak istiyor sana, uyanık kızdır bilirim. Ama bence sen yine de yap evi.”

“Tarlada çalışmaya gideceğim, yoksa babam oyar beni, senin gibi olurum, dayak yerim.”

“Sorun etme, baban seni oyarsa burada beraber takılırız.

“O kızı nasıl elde ederim? Bir buluş ver bana, Fikri’sin, kafan benden iyi çalışır.”

“Takma kafana. Sevmiyorsa sevmez; ama bence yap ağaç evi.”

“Neden?

“Onu orda öpersin.”

Güldü: “Nasıl yani. Zorla mı?”

“Tabi. Gülme. Çok ciddi bir şey anlatıyorum.”

Gülerek dedi ki: “Yapma dostum. Deme öyle şeyler; çıldırdın mı?”

“Tecavüz edersin.” dedi şeytan gibi bakarak.

“Yapma.”

“Ya da o evlendiği gün kahrolursun. Çare kalmayınca… ki bence yok, o kıza tecavüz etmelisin. Hamile kalır. O zaman seninle evlenmeye mecbur kalır!”

“Yaşı küçük, hapse girerim; manyak!?”

“Orası da var tabi. Ama üvey annesi bence onu sana verir, olayı kapatmak için.”

“Benden ölümün nefret ediyor ama.”

“Neden?”

“Çobanım ya, çulsuzum ya.”

“Haklı.”

“Kanka, alınma; ama sen sapığın tekisin.”

“Neden?” dedi gülerek.

Zarife’ye nasıl tecavüz ederim ki; tavuklu ekmeğinin yarısını bana vermişti üç sene önce.”

“O zaman penisinin fotoğrafını çek ve ona göster.”

“Nasıl ya tam kafadan çatlaksın sen”

Güldü: “Çıktı al.”

“Şaşıyorum sana, sen gerçekten sapıkmışsın!”

“Kızlar böyle şeylere bayılır. İlk gördüğü senin çelik penisin olsun, bunu mutlaka yap!”

“Sen delisin adamım! Böyle mi sevecek beni? İğrenecek lan, sonsuza dek silecek beni! Kız o fotoğrafı görse travma geçirir namussuzum. Sokayım senin sapık buluşlarına! Mal!”

Fikri, gülmeye başladı: “Olabilir, zaten onu böyle acıtmazsan seni sevmez, o kız sevmez, o kız kimseyi gerçekten sevemez çünkü çelik deli bir irade var ona, karakterini ezmen lazım, onu yerle bir etmen lazım, sarsman, şaşırtman lazım, onu böyle oyman lazım, heykel gibi. Yoksa yumuşak yavşak saftirik bir Yavuz var diye düşünür durur, çocuk Yavuz, çoban mal Yavuz! Oğlum, kızlar erkeklerin aletinin büyüsünü bilmez, gösterirsen öğrenir.”

“Tam ağzına vermelik pisliğin tekisin! Git lan sapık! Senin böyle sapık fikirlerinin olduğunu bilsem konuyu açmazdım; ama severim seni, iyiliğimi istersin.”

“Bir fahişe var, para biriktirip ona gidelim mi?”

“Nasıl biri?”

“60 yaşında, şişko.”

“Git arkadaş midemi bulandırıyorsun.”

“Beğenmezsen yapmayız; gidip tanışalım.” “Çok yaşlı görünmüyor, kocaman mavi gözleri var, sarı saçları. Beyaz tenli. Sevmezsen yapmazsın. Tanışırsın.”

“Olabilir. Ama annemden yaşlı bir kadın, bana hiç cazip gelmiyor.”

“Cazip gelip gelmemesi mühim değil ki, nasıl sevişilir, onu öğrenirsin. Seks!”

“Haklısın sanki. Ama bana ters geliyor yine de; bilmiyorum. Para verip bir kadıncağızı sömürmek çok şerefsizce geliyor bana.”

“Yapma dostum.”

“Ha, kadın hoşuma giderse bir süre öpüşsek bana yeter; veririm tam parasını.”

 

Üç kız zirveye doğru tırmanırken caydı, bir ağaçlık alan, tarla, dere görmüşlerdi, oraya gidiyorlardı, bir çiftlik evi.

Nur dedi ki: “Buraya gelmeden önce internette araştırıp baktım, dünyanın zenginleri dünyanın sonu gelir diye sığınaklar yaptırıyor ya da satın alıyor, çiftlik evleri inşa ediyor, kendi kendine yeten çiftliler, sürdürülebilir çiftlikler… doktoru var…dişçisi mesela.. korumaları olan…silahlı korumalar…nükleer patlamalar oldu mesela…o zenginler o çiftlik evinde hayatlarını sürdürebilecek, güneş fırtınaları olursa dünya biter… dev bir meteor çarparsa…her tür felakete, zor hava şartına hazır çiftlikler… Zarife gibileri de aç karnını doyurmakla uğraşsın.”

Zarife, ona pis pis baktı: “İyi dedin adamım!”

“Özür dilerim; zoruna mı gitti?”

“Yok yok; sorun değil; Keşke öyle bir şey olsa, dünya bir felakete sürüklense ve ben silahlansam… çok insan öldürürüm. Bir insanın boynu nasıl kırılır, araştırdım ve öğrenim, bir gün lazım olur belki diye.

Çok nefret olsun; herkes birbirini gebertsin; ama ben de onları. Neden? Her gün asit yağmurları yağıyor içime. Bana çektirdiklerini onlara çektirme fırsatı bulurum”

Ayla: “ya Zarife bence sen kimlik bunalımı yaşıyorsun?”

“O da nesi?”

“Yani tam olarak nesin belli değil, bir an seri katil olmak istiyorsun, bir an başka şey, bir an başka şey, sen nesin? Önce buna bir karar ver.”

“Hım, galiba haklısın. Ama boş laf benimkisi. Olsam çoktan seri katil olurdum. Anlık savrulmalar, cesaret gösterileri, delilik, şeytana uymalar, kendimi serbest bırakmalar, serbest düşüş diyelim.”

Güldü.

Ayla: “Ama seri katiller büyük travmalardan geçer ufak yaşta ve bu onların seri katil olmasını sağlar, yani yaşın ufak, gelecekte seri katil olmasan bile mesela evlendiğin şişko içkici adamı kesini baltayla saldırır kafasını kesersin.”

“Hım, kulağıma çok hoş geldi; ama gelecek planlarımda evlenmek yok.”

“Hani çok seversin ya onu; gözün kör olur; ondan başka hiçbir şeyi görmez. Adamın

sonradan içmeye başlar kilo alır filan.”

Umarım böyle bir bok yemem!”

“Çevremiz kötü adamlarla doluysa? Onlardan birini öldürebilir misin?”

Güldü: “Onlar filmlerde olur. Bak benim hayatta kalmak için, en zorlu anlarda hayatta kalmak için geliştirdiğim felsefeler, fikirler varı: Tut kendini. Ama önce zihinsel denge. Bu bende var.”

Ayla: “Sende zihinsel denge yok gibi görünüyor. Bir eyleme girişmeden önce zihinsel denge şarttır, aksi halde giriştiğin eylem iyi da olsa sana hizmet etmez. Tut kendini.”

“Sevdim bunu, sözlerimi bana satmanı sevdim.” dedi Zarife, “Tut kendini. Avut kendini karnı aç kedi gibi.”

“Avut kendini, de güzel felsefe” dedi Nur, “bunu hiç düşünmemiştim, işitmiştim ama sen deyince hissettim anlamını, evet, ‘tut kendini ve avut kendini, ’çok güzel geldi kulağıma.”

Ayla dedi ki: “Kızgın boğalar gibi seks yapmam lazım, ilk seks, bir ay boyunca. Herhalde hayatımın anlamını çözmemde biraz yardımcı olur”

Kalçasını ileri geri seri biçimde dans ettirirken orgazm olur gibi inlemeye başladı, öfkeyle bağırdı: “Yala, pislik herif, yala!” Elinde kırbaç varış gibi salladı.

Diğerleri şoke oldu ve gülmeye başladı.

Zarife dedi ki: “Gül gibi, gül yüzlü gibi. Bir sevdiğim çocuk olsa. Gül yüzlü. Öpüşsek. Çimenlerin üstünde yuvarlanarak.”

Ayla: “Seks kısmına gelmeden az önceki saliselerden anlatmaya başla bence.”

“Yürü git işine be; pislik!”

“Şaka yaptım!”

 

Aşağıdan bir ses geldi.

Nezaket bağırıyordu.

“Kız Zarife nereye? Gel hemen yanıma!”

Zarife, aşağı inecekti.

“Eyvah; yakalandım! Kızlar gezme işi yatar; bunun ne iş var burada?”

Nur: “Sensiz olmaz.”

“İzin vermez.”

“Biz de gelelim; verir.”

“Olmaz; gelmeyin, çok kızar bana! Onunla az konuşup gelebilirsem gelirim.”

 

 

İnek otlatan yaşlı kadının yanındaydı Nezaket, bu çok sevdiği ona küçükken ablalık yapan yaşlı kadını ara ara ziyaret ederdi, yaşlı kadının çocukları şehirde yaşıyordu, yaşlı kadın üç sığıra bakıyor, sebze ekerek geçimini sağlıyordu. Toprağı, hayvanları sevdiği için buradan kopamıyordu.

Nezaket,  oturduğu çimende doğruldu, ağzında sigara vardı, Zarife’nin yakasını tutmuştu öfkeyle.

Nezaket, diğer eliyle tokat atacak gibi yaptı

“Bu kopuklarla nereye?!”

“Gezelim dediler. Mutlu olsunlar diye arkadaşlık ediyorum, bilmiyorlar burayı. Rehberlik ediyorum.”

Nezaket, öfkelenmiş kadın numarasına son verdi ve oturdu yerine.

“Başınıza bir sıkıntı gelir; kabak senin başına patlar, al onları götür eve, bir arıza çıkmasın.”

“Endişelenme; çıkmaz.”

“Kızım burası dağın başı, Allah’ın unuttuğu bir yer, çiçek gibi bu kızları birileri (s.kmek) yemek ister, korkum bu, sen de gidersin arada.”

Zarife’nin dehşet korkusu dağılmıştı, kıkır kıkır güldü, onun elini tuttu, üstünü öptü içtenlikle; yok ablam ya, iyi koşuyorlar, Allah bizi korur!”

“Yok kızım ya, defolup gidecekler de senin başını yakmasınlar, şimdi canım cicim diyorlar sana sanırım, bir şey oldu mu dost most tanımazlar, seni suçlarlar, güvenme onlarla, onları zerre tanımıyoruz, şehirden pislik getirdiler kesin, taşırlar virüs gibi, sanırım esrar içiyorlar, gece kokusu geldi burnuma. Hapçı bunlar, takılma bunlarla, bir bok olmaz bunlardan; çok çekiciler, güzeller ayrı konu; ama içleri boş, yaşamamışlar gerçek şeyler, acı çekmemişler, seni sümüklü mendil gibi kullanıp atarlar.”

 

Nur ve Ayla aşağı fırladı.

“Ne oluyor burada?!” dedi Nur, tehdit yüklü bakışlarla, “Az önce gördüm de, Zarife’yi tokatlamak gibi bir hareket yaptın Nezaket hanımcım?”

Nezaket, güldü.

“Sen karışma!” dedi Zarife.

Ayla: “Nezaket abla, kafa dağıtmak için gezelim dedik, sıkıntı ne?”

“Onun işi gücü var.”

“Biraz gezeceğiz ya, ne var bunda, izin versen?”

“Olmaz.”

“Sen geziyorsun ama” dedi Nur, “izin versen iyi edersin!”

“Nedenmiş?”

“Yoksa seni babaanneme ve babama şikayet ederim; görürsün gününü, ayrıca onu tokatlayacaktın, biz olmasak kesin yapardın!”

“Siz beni tehdit mi ettiniz az önce?”

“Yok da sen Zarife senin kölenmiş gibi hareket ediyorsun da canın nasıl isterse, onun gezmek hakkı, bizle gezmek hakkı. Bunu o beton kafana soksan iyi edersin!”

Nezaket, güldü: “Peki, alın onu gezin, ama ona zarar gelirse s.kerim ikinizi haberiniz ola. Çok uzaklaşmayın.”

Nur: “Uzaklaşırız be! Seni babama diyeceğim, babaanneme diyeceğim! Bize küfür ettin!”

“İstediğin kadar şikayet et.” Güldü.

“Yürü kız eve!” dedi Zarife’ye.

Nur: “Zarife bizle geliyorsun!”

“Gelmiyor! Canı istemiyor çünkü. Ayrıca onun vasisi, her şeyi benim, annesi, ablası babası, teyzesi, yoldaşı! Bunu o züppe zihnine soksan iyi edersin!”

“Dinleme onu!”

Zarife, ağlıyordu.

Nur, yerde kalın bir ucu çürümüş odunu fark etti. Onu eline alıp Nezaket’e girişmeyi düşündü. Oduna Nezaket de baktı.

Güldü Nezaket: “Hadi, cesaretin varsa bir dene, sana gününü göstereyim!” der gibi tehdit yüklü baktı.

 

Nur, başını öte yana çevirdi sinirle.

Nezaket, Zarife’yle giderken Nur yerden odunu kaptı ve Nezaket’in sırtına indirdi. Nezaket, yere yıkıldı acıyla bağırarak.

Nur haykırdı: “O senin esirin değil! O bizim dostumuz, canımız!”

Nezaket, yerde belini tutmuş inliyordu,

Ayla, Nur’u tutu, odunu elinden alıp uzağa attı.

Nezaket: “Bunu hanıma anlatacağım. Sağlık raporu alıp senden davacı olacağım!”

 

Ayla, Nur’u tuttu, oradan uzaklaşıyorlardı.

“Ya saçmaladın, neden vurdun ki? Haksız duruma düştün; bu hiç iyi olmadı…”

Nur: Sinir etti beni!”

“Artık Zarife’yle vakit geçirme şansımız hiç olmayacak!”

Nur bunu duyar duymaz pişmandı. Ama öte yandan; “çok da iyi yaptım, ona dersini verdim” diye düşünüyordu.

“Gidip özür dilesen iyi olacak” dedi Ayla. “Olayı babaannene anlatırsa iyi olmayacak.”

“Canımı sıkan da bu.”

 

Geriye dönelim, Nur nerdeyse odunu alıp Nezaket’e girişecekti, giriştiğinde neler olabileceğini hayal etmişti.

 

Nezaket, ağlayan kızın başını okşadı: “Zarife, git gez onlarla, gezmek senin hakkın doğru söylüyorlar ama senin benim kölen olduğunu söylemeleri çok zoruma gitti, ayıp ettiniz kızlar.”

“Özür dilerim” dedi Nur, “kendimi kaybettim.”

Ayla da özür diledi.

“Peki, demeden edemeyeceğim;  hap kullanıyor musunuz?”

“Ne hapı?”

“Kafa hapı”

Nur Ayla’ya sert sert baktı: “Yok.”

“Dün gece tuvalete kalktım da bir koku geldi burnuma, esrar kokusunu tanırım, bu işi bir daha sakın yapmayın. Aksi halde evin bütün büyükleri öğrenir bunu. Ne bok yerseniz yiyin ama Zarife’ye vermeyin onu!”

“Aman sakın söyleme, çok terbiyesizlik, hadsizlik, saygısızlık ettik” diyerek Nezaket’e sarılmaya ve öpmeye çabaladılar, gönül almaya…bağışlanmaya…

Nezaket: “Babalarının düşmanını siktiklerim!”

Güldü kızlar.

Nezaket: “Zarife’yi çok sevenlerin başına iyi işler gelmedi, ikisini anlatayım mı? Yok; gidin gezin, sarı çiçekleri koklayın bütün havayı ciğerlerinize doldurup bana da getirin sarılırsınız bana geçer, hanım kızlar, su gibi güzel kızlar! Aman dikkat edin, o. çocuğu çıkar, sapığı çıkar, geç kalmayın!”

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATLAR ve İNSANLAR (aşıklar için)

AŞK UĞRUNA