DEMİR KAFES KIZLARI
DEMİR KAFES KIZLARI
Dün üç kız eve geldiklerinde bahçede…(yeni
yeni hava kararmaya başlamış…) oturan Nezaket’in yanına doluşmuşlar, onu
sarmalayıp öpücüklere (kimsenin yapmadığı) boğmuşlar, Zarife ise içeri gidip acıkan
kızlara yiyecek içecek getirmekle meşguldü.
Nezaket; “ne yaptınız ne ettiniz,
gezip mutlu oldunuz mu? diye soruyordu. Kızlar yer yer gülerek ve mutlulukla başlarından
geçenleri anlattılar, sonra Zarife’ye yardım etmeye koyuldular, bu sırada Ayla
ince odunu alıp Nezaket’in arkasına geçti, ona vurur gibi yaparken Nur onu cep
telefonuyla çekiyordu, az sonra Nezaket çakmağını yere düşürünce almak için
oturma grubundan kalktı, Nur ise ona tekme atar gibi pozisyon almıştı, tekme
atar gibi yapacaktı, Ayla ise onu çekecekti, Nezaket’in ayağı kayınca, ve Nur
hızı ayarlayamayınca tekmeyi yedi beline ve yere yuvarlandı acı bir çığlık attı
Nezaket.
İki kız hemen oradan son sürat kaçtı.
Fotoğrafları internete koyacaklardı; “canavar
seri katil Türkiye’ye geldi ve aşçı
olarak çalıştığı yerde onu gizlice çektik” başlığıyla, Amerikalı kadın seri
katilin yüzünü Nezaket’in gövdesine monte edeceklerdi fotoğrafta, herkes
şaşacaktı, “Amerika’da yüksek güvenlikli cezaevinde olması gereken kadın demek
ki firar edip Türkiye’ye gelmiş” diye düşüneceklerdi, yalan haber yıldırım
hızıyla gündem olacaktı, olur zaten genelde. Şu başlığı da atacaklardı; “seri
katile dayak faslı, sahte kimlikle bir çiftlik evinde iş bulmuş, şeytanı ininde
yakaladık!
Ama bu şaka işini ellerine yüzlerine
bulaştırmışlardı, mutfağa kaçmışlardı, Zarife: “Ya neyiniz var, ne oldu, şeytan
görmüş gibisiniz?”
“Fena bir bok yedik; yanlışlıkla.”
Nezaket’in sesini, yardım sesini
duydu Zarife.
Birlikte gidip Nezaket’i düştüğü
yerden kaldırdılar, iki kız özür dileyip şaka işinden söz etti. Nezaket başkası
olsa affetmezdi; ama sineye çekti.
Nur, öğle vakti uyandığında
tedirgindi, babası çitlikte düzgün şeyler yapmasını özellikle, defalarca
söylemişti, Nezaket’in olanları birilerine anlatmasından korkuyordu. Kalktı,
elini yüzünü yıkadı, mutfakta Nezaket yoktu, ve kimse gelip ona çatmamıştı. Çay
demleyecekti, peki nasıl yapılırdı, birkaç kez yapmıştı ve unutmuştu, orada
aptal gibi dikilip düşünürken Zarife göründü, Zarife ona çay yaptı,
kahvaltılıkları dizdi masaya,
İyi tekme atmışsın, beli fena
durumda, krem sürüp yapmış. Sırt ağrısı çok, yatakta şimdi.
Ayla geldi mutfağa: “Nezaket ablanın
yanından geliyorum, evin hanımı yatağın kenarında oturmuş onunla sohbet
ediyordu; “ne oldu sana dedi, banyoda düştüm” dedi. “Bahçede düşmedin mi,
sesini duymuşlar?” “Ha; o ikincisi.” “Yok;
yarına bir şeyim kalmaz.”
Ayla: “Sizi istiyor odasına.”
Üç kız odaya girdi, Nur’un kalbi
korkuyla çarpıyordu, babaannesinin bakışlarını fark etti, çok sertti, Nur, işinin bittiğini düşündü, Nezaket
onu ele verdiyse?
Bu arada Coşkun odaya girdi, yatan
kadına çok üzülmüştü.
Nezaket dedi ki: “Kızlar, bugün mutfak işlerinde sağ
kolum Zarife’ye yardımcı olursunuz sanırım?”
Kızlar nasıl kabul etmesin, başlarını salladılar
onaylar biçimde.
Coşkun, Nezaket’le sohbet edip odadan
çıkarken kızına gözüyle işaret verdi, verandaya çıktılar; “bana kahve yap
getir, kızım. Sanırım takıldığın becerikli kız sana öğretmiştir.”
Kısa bir süre sonra Nur Zarife’nin
ustaca yaptığı kahveyle verandaya geldi. Kahveyi babasına verdi.
“Sen mi yaptın?”
“Kesinlikle!”
“Kahveyi senin yapmadığını biliyorum. Ama sen
yapmışsın gibi gururun ve gülümsemen çok adiceydi.”
“Ben..” dedi Nur, sustu, ağlayacak
gibi olmuştu, tutuyordu kendini.
Babası sustu bir süre, kahvesinden
içti, sigaradan bir nefes çekti ve şöyle devam etti:
“Buradaki kaçık… şey…” dedi, “yani güzel
insanlarla iyi ilişkiler kuruyorsun, sanırım?”
“Tabi.”
“Sonradan senin canavar ya da şeytan
bir tip olduğunu düşündürtecek şeyler yapmıyorsun, değil mi?”
“Asla babacığım!”
“Yanıma otur!” dedi Coşkun.
Oturdu korkarak, kötü şeyler
olacağını hissetti, korkuyordu.
“Burada annemin en önemli yardımcısının
belini kır diye gelmedik, çok ayıp, terbiyesizlik, böyle bir hareket nasıl
yapabildin?!”
Başını önüne eğdi; “özür dilerim
baba. Saçmaladım. Aslında ona şaka yapacaktık.
Beni kim ihbar etti. Merak ettim.”
“Bunu bilmenin sana faydası olmaz,
gözümle gördüm diyelim!”
“Bir daha asla öyle bir hareket
yapmam.”
“Yapmasan iyi edersin. seninle
övünmem için bir kredi, bir şey bırak bana, ben buraya çok büyük umut ve
heveslerle geldim, yaptığın çok kalp kırıcı, kulaklarıma inanamadım. Yapmaz
benim kızım dedim ama…şu ayla yoldan çıkardı seni. O deli kızı hiç getirmesek
çok iyiydi.
“Onunla ilgisi yok ki. Şamata
yapacaktık hesapta.”
“Burada haddini daha da aşarsan bozuşacağız…kapışacağız
bilesin!”
Babasının elini tutup öptü: “Özür
dilerim baba.”
“Kahve meselesine gelelim, kahveyi
sen yapsan, berbat bile yapsan kızım yaptı deyip mutlulukla içerdim; ama bana
yalan attın!”
“Ya baba kahveyi ben yapacaktım, Zarif’e etrafı batırırım diye izin vermedi, ben daha iyi yaparım
dedi, ben yaptım dersini dedi. Ben zaten ondan kahve yapmasını iyice öğrenmek
istiyordum, sırası gelmemişti.”
“Sana inansam mı bilemedim, neyse.
Zaman ilerledi, iki kız mutfakta hem
Zarife’ye yardım ediyor, hem de sohbet ediyorlardı.
Son bulaşıklar yıkanmıştı makinede,
kurulanıp dizilmişlerdi, mutfak temizdi, kendilerine kek yaptılar ve çayla
içiyorlardı.
Zarife’ye her zaman soğuk, serin ve
acımasız görünen mutfak bu kez başka görünüyordu, yanında iki kafa dengi kız
olunca…ikisinin neşesi, dost sıcaklığı onu alıp götürmüştü, kızlara bir şeyler
anlatıyordu, yemek yapmakla ilgili, mutfakta geçen günlerinden bazılarını…
Nur açık pençenin kenarına
oturmuştu. Ayla masadan sandalye çekip
oturmuştu, nur karşısında oturuyordu. Ayla ve Zarife kafa kafaya vermişken nur
dalıp gitmişti, erik ve inci ağaçlarına, ilerdeki dut ağacına baktı aşkla.
Ağaçları seviyorum dedi. Lafa dalan
iki kız ona baktı, Nur iki kez daha tekrarladı aynı cümleyi.
“Delirdi mi bu” diye ona baktılar.
“Orda mısın, alooo?” dedi Ayla.
Güldüler, zarife onda kendini gördü,
o da böyle düşünürdü çoğu zaman, hayatta sevilmeye değer bir şeyler göremediği
karanlık zamanlarında. Mesela mutfağa bir demir kafes olarak görürdü, bu demir
kafesten kaçıp kurtulmanın imkanı yoktu, ve demir kafesin tanrısı da nezaketti,
onun insanlara katlanmasına, ağız kokularını çekmesine hayret ederdi, onun
alttan almalarına, kırılıp dökülerek konuşmalarına, saygılı tavırlarına,
yemekle ilgili saçma sapan bir eleştiri mesela, nezaket hatalı değilse de
hatalıymış gibi davranırdı, oysa karşı tarafın yüzünün ortasına yumruk patlatsa
çok daha güzel olurdu, bu demir kafes filmlerdeki demir kafes gibiydi, içine
iki dövüşçü kapatılır, biri birini öldürene kadar dövüş devam eder, ve nezaket
ne olursa olsun bu demir kafesin yenilmeziydi, sürekli şampiyondu, ve zarife
genç olduğu için bu kafese uyum sağlayamıyordu, ama yer yer o da bir şampiyondu,
rakip tanımazdı, ne var ki bunalımlı anlarında bu demir kafesi tek etmek düşüncesi
sürekli kafasına gelir takılır kalırdı, ve nezaket bilirdi, en mühim iş bir
insan yetiştirmek, canıyla kanıyla dişiyle bu kızı geliştirmek, bildiği her
şeyi ona aktarmak için çırpınırdı; ama zevkle. Ayla ve Nur, coşkusu eksik
olmayan bu matrak kızlar o capcanlı enerjileriyle, kabına sığmaz halleriyle
demir kafesi bambaşka bir şeye, adeta cennetten bir köşeye, öyle güzel ve vakit
geçirilmesi zevk veren bir mekana çevirmişti, şehirli iki kız ruhuyla
yumuşatmıştı demir kafesi, bu can sıkıcı mutfağın havasını büsbütün değiştirmişlerdi. Ve nezaket ciddiydi, ve şehirli kızlar delice
matraktı ve nezakette eğlenceli sözler çoktu ama burası bir demir kafesti ve
burada gereken ciddiyet sergilenmeliydi, titizlikle yürütülen işerde esnasında
espri yapmasını bilir ama bu iş bir noktadan sonra can sıkıcı olabilir bir genç
kız için.
Verandaya çıktılar.
“Ay” dedi, “unuttum, (kendini büyük
bir suç işlemiş gibi hissetti.) Nezaket ablam kekime bayılır, gidip odasına bir
tabak bırakayım,”
Çoğunu yemişlerdi, kalan parçayı
gidip getirecekti.
“Az sonra gelirim” dedi gitti.
Nur ve Ayla Zarife’yle ilgili
konuşuyordu, onu çok sevmişlerdi, ölmez bağlarla ona bağlanmışlardı, ikisi de
kimseyi böyle sevmemişti, birbirleri hariç. Onu çok sevenlerin başına iyi
şeyler gelmediği gevelemişti nezaket, ne demek istemişti acaba, bu konuda
yorumlar yapıyorlardı.
Zarife bir türlü gelmemişti, ben
odaya gidiyorum, yatacağım dedi ayla, ayrıldı.
Nur bir süre yalnız oturdu ve bu anın
tanıdı çıkardı ve tam yatamaya gideceği sırada caydı,
Nezaketin odasının kapına yanaştı,
kapı azcık aralıktı, İçerde gece lambası yanıyordu, kimse var mı diyecekti,
sustu ve bir martı yada baykuş gibi kapı
aralığına başını yanaştırdı, mırıltıyla, kısık sesle konuşan, ,yer yer sesleri
güçlü çıkan nezaket ve Zarife’ye kulak
kabartmıştı.
Nezaket yatakta bağdaş kurmuş
oturuyordu pijamalarıyla. Zarife onun yan tarafında uzanmış, bir elini başına
dayamıştı. İr bacağını ötekinin üstüne atmıştı. O an gözleri birbirinden başka
hiçbir şeyi görmüyordu, öyle derin bir sohbetti, kaptırmışlardı kendilerini. Eski defterler
açılmıştı. Aralarındaki…
Nezaket ona sert davrandığı bir gün
hakkında konuşuyordu: Keşke ses etmeseydim sana, ama ne yapalım oldu bir kere,
ben de genç kızdım bir zamanlar, o günler aklıma geldi, sonra…abarttığımı fark
ettim, ama ne yapalım, çok aç insanlara yemek verirken önce çatal kaşık bıçak
koyulur masaya, kızdım sana çünkü sonra gelip bana laf ederlerdi, neyse ki fark
ettim, gelelim bugünkü meselelere…belimin acısıyla çok düşünüp durdum, hatta
kokuya uyandım, mis gibi kokuttun etrafı, dedim bana da getirir, ama unuttun,
şu şehir kızları aklını başından aldı, çok kızdım üzüldüm, beni nasıl unutur
dedim, hatta inanmazsın ağladım, benim Zarife’m hemen unuttu beni iki piç şehir
kızıyla dost olunca, diye düşündüm,
“Ağladın mı gerçekten?”
“Tabi.”
“Ama sen hiç ağlamasın ki, hiç
görmedim.”
“İnsanlara göstermeden ağlarım… Bugün
senin üstüne çok düştüm, düşerim bilirsin, çünkü sen canımdan bir parçasın,
seni doğurmadım ama doğurmuş gibiyim, biri evladın gibi sevmek için doğurmak
gerekmiyor, başına bir şey gelir diye koktum, çeşitli heyecanlar yaşamak
isteyeceğin beni korkuttu, uçuk ve kaçık heyecanlar, benim de heyecanlarım
oldu, sorunlarım oldu, senle bazı konularda tartışabiliriz, bir çırpıda
çözülmeyebilir, uçuk ve kaçık heyecanlar bize göre değil tatlım, bu tür şeyler
bizim mezarımızı kazar, her zaman uyanık olmamız lazım ve sen çiçek gibi çok
güzel bir kızsın. Kaçık heyecanları yaşarken gelen tehlikeyi göremez insan…”
“Dur ben sana sarılayım” dedi Zarife.
Birbirine sarıldılar.
Nezaket şöyle devam etti: “Bazı
sorunlar bizi eskisinden daha güçlü yapabilir. Bu çöplükten kurtulacağız bir
gün.” Hırsla, azimle söyledi: “İnan
bana!” Bir eliyle Zarife’nin ensesini kavradı ve başını onun başına
yaklaştırdı: “İnan bana kızım! Kafamıza göre takılacağımız bir yerimiz olacak,
bütün amacım bu. Ama bulabileceğimiz en iyi yerdeyiz, bu çöplükteki insanlardan
iyisini bulamayız, sabredeceksin kızım, senin buradan çekip gitmek istediğini
hissetmiyor muyum sanıyorsun… sabret… güzel bir adamla evlensen; bu işler hep
boşanmayla sonuçlanır, mesela tek başına kaçıp gitsen… nasıl başarırsın..
eğitim yok…diploma yok, tecrübe yok… Tecavüzcü kaynıyor ortalık…bilmiyorsun ki.”
Küçük bir kadınsın, önemli olan kadının kadına verdiği destektir, biz! İkimiz!
Erkek sıkılır, başkasını bulur. Aldatır, boşar, her türlü şerefsizliği yapar.” Güldü,
şaka yapar gibi söyledi: “Zengin biriyle evlenmem lazım…o zaman sana daha iyi
bakarım… ama benim gibi yaşı geçmiş karıyı kimse almaz ki. Maaşı olan, evi olan
sıradan ama iyi biri de olur da kör topal…”Güldü epey..
“Evlenmesen?” dedi Zarife çocukça,
“kadın dayanışması dedin ya!”
Güldü: “Ah yavrum, yaşlanınca biri
lazım bana bakacak. Sen bana baka mısın? Bakar mısın evlenmezsem?” diye
soracaktı, “sen bacak aranı tanıyınca beni unutur gidersin” diye düşündü.
Sordu: “Elim ayağım tutmasa bana
bakar mısın? Bakacak kimsem yoksa?”
“Bakarım abla. En boktan günlerimde
tek sen vardın yanımda.”
Nezaket, tatlı tatlı güldü memnuniyetle:
Emekli olmam için 20 sene çalışmam
lazım. O kadar nasıl çalışırım. Bir destek çıkan olsa…hadi on sene çalıştım,
destekçi olsa emekli olabilirim. Keşfe zamanında sigortalı çalışsaydım. Akılsız
başım. Sigortalı çalışınca elime az para geçeceği için sigortalı
çalışmadım…İlerde bir erkek lazım olacak. Her türlü. Evde bir tamirat
gerekecek, elin adamını mı çağıracağım her sefer, erkek olsa yapar.
Çok eskiden, parlak duygularımın
olduğu zamanlardı, ilk heyecanlar… hayatı, başıma gelecekleri merak ederdim,
çay içerken. Başımı yatığa koyduğumda. Sevgililer, evli çiftlere imrenirdim, en
büyük hayalim, pazara giderken mesela.. kadın kocasını koluna girer ya. Bir
yere gidiyorlar diyelim, evden çıktılar. Gezmeye gidiyorlar, usul usul sohbet
ediyorlar.(bir ayağı topal diye kimse evlenmek istemedi onunla)
Derler hakkımda, orası öyle değil
aslında.. istersem evlenmiş olurdum ama içime sinmedi…topal diye almadılar beni
derim gırgırına, eşini koluna giren kadın hayalim..
bu hayal gerçek olamadı, tarlaya
çalışmaya giderken kaza oldu, traktör devrildi, tarım işçisi kız arkadaşlarım
biri öldü, nişanlıydı, yaz gelse de düğün olsa gitsem buralardan, gideceğim
der, anlatır sevinçten havalara uçardı, evde, evin önünde boklu çamaşırları
yıkadı, su yok, kardeşler ufak. Doğal gazlı eve gideceğim derdi, elektrik var,
su var, yaşadığı evde elektrik yoktu, fatura yılardır ödenmediğinden suyu
kuyudan çekerler…kazada bacağım kopacaktı, şükür olmadı, topallığım oradan
kaldı, topalım diye almadılar beni. Güldü…ama bak tatlım, benden nice
çirkinleri, kötü kalpli, kötü karakterli kızlar iyi kocalara vardı; bir
hayatları oldu. Bak sen aptal değilsin, çirkin değilsin, ay gibi parlaksın. Güneş
gibi parlıyorsun, muhteşem bir enerjin var; insanları kendine çeken…Seni alan
yaşadı kızım. Ama kıçını tanıyınca beni unutacağından korkarım; sana tarifsiz
duyguyla yaşatan birini bulunca çekip gidersin, ben de bir köşede sigaramın
dumanını çeke çeke geberir giderim, gitmeden umarım kör topal birini bulurum. Güldü.
Ya erkekten yana şansın olmaması çok acıdır bir kadın için. Kötü huylu biri
olsa bile ama sevsem berduşa razıydım, sinirli adam hiç sevmem; razıydım. Beni
dövmesin yeter, aksi adama razıydım. Yalnızlık büyük acı. Bu yüzden seni
sahiplendim, sevdim, insan ses arıyor. Yoldaş. Evlat, besle, büyüt, yetiştir,
kötü eş ya da sevgili gibi seni terk etmez diye düşündüm, o ara anne olmak
düşünceleri beynimde dönüp duruyordu. Bir bebek, çocuk sevmek bambaşka bir şey,
sevgiliden ya da kocadan daha güzel şeyler hissettirir insana. Eş ,koca dağıtır
yemek dolu masayı, güzel şeyleri darmadağın eder kaçar gider, ama çocuğa
öğretirsin, tokat atsan da az sonra anne der sarılır sana. Mankenin biri
çocuğuna şöyle demiş: kalbim senle o kadar dolu ki, bu yüzden başkasını
sevemiyorum, (sevgili edinmeyi kast ediyor.
Nezaket, böyle hiç konuşmazdı onunla
ilk kez konuştu böyle; bazısı acılarını anlatmayı pek sever ya da böyle
alışmıştır, nezaket hep içine atmıştı. Bazısı eski acılarından söz etmeye
bayılır. Nezaket de anlatmak isterdi ona yara veren, ağırlık veren şeyleri, ama
Zarife’ye böyle bir yakınlık kuramamıştı. Onu genç kız gibi değil de ufak bir
çocuk gibi gördüğünden aslında. Farkında değildi.
“Sana bir şey diyeceğim.”
“Nedir?”
“Şey” dedi, devamını nasıl
getirmeliydi:
“Beni affettin mi, kelebeğim?”
diyecekti, şöyle dedi, “kusura bakma, aşkım.”
“Neden?” dedi Zarife, çok şaşırdı
çünkü Nezaket asla böyle geri adımlar atmaz, astığı astık, kestiği kestiktir.
Ayrıca; “aşkım” da demez, neler
oluyor bu kadına?
“Bugün fazla sahiplendim seni,
kızlarla arana girdim ya?”
“Ya ne kusuru ablam yaaa, haklısın
sen. Kızlar haksızdı, kızlar saçmaladı, asıl ben senden özür dilerim.”
Zarife, kollarını açarak hamle yaptı,
sarıldılar birbirlerine.
“Bir hayat kurmak, bir ev.. hiçbir
zaman gerçek olmadı. Umarım sen gerçekleştirirsin. Umarım beni terk etmesin.”
“Hayır, anca beraber kanca beraber,
anacığım”
Sana bir sır vereceğim; ama söz ver
kimseye demek yok.”
(‘Anacığım’ demesi ne hoştu, hep
böyle hitap etse bana” diye düşündü Nezaket. Zarife bu sözü bir kere daha
demişti, o zaman da sevinçten çocuk gibi kendi etrafında dönmüştü ruhu Nezaket’in,
yemek yaptığı sırada, kan ter içindeyken geçen yaz.
“Söz.”
“Hanım bana ilerde ev almak için para
vereceğini söyledi, ve büyük bir tarla, tarlayı da istersen satarsın eker
biçersin gelirin olur dedi. Emeklilik işimi de halledeceğini söyledi. Bir noktada
takılı kalan sigortamı başlattı sağ oluşun. Yani aç açıkta kalmayacağız kızım.
mirasından da pay vereceğini söyledi, ama sakın kimseye deme, herkes ister,
veremem, gücenirler dedi. Bir on sene daha çalışacağım burada, ama o buradan
ayrılmamı istemiyor, ben ölene derk burada kalırsan mirastan büyük pay alırsın
diyor. Yeminler etti. Beni çok seviyor ve benim gibi bir çalışan, dost
bulamayacağını söyledi. Ne olur bilinmez, Allah bilir, ve an gelir basıp
gidebiliriz buradan, bilemem! Bir ay önce bir rüya gördüm, rüyada ermiş yüzlü
yaşlı bir adam çok kötü şeyler olacak, burayı terk et dedi, o rüyayı dün üçüncü
kez gördüm, sebepsiz yere de burayı nasıl terk ederiz, para çok az, rüyada
yaşlı adam gördük diye, ya rüya gerçek olursa…bilmiyorum…”
Nezaket, yarın yapılacak yemekleri
söyledi.
Onlara patates soğan soydur. Onların
seni faydasız noktalara çekmesine izin verme, onları sen kendine çek ve soyma
işlerini öğret, temizlik gibi. Dünyadan haberleri yok avanakların, senden ricam
yarın onları limon gibi sık, soyup soğana çevir iş yapmaktan, yerleri yalatır
gibi temizlet etrafı. Pestillerini çıkar. Zalim değilim, amaç nedir; canım
senden bir şeyler kapsınlar değil mi, bir ışık kat onlara. Hep onları mutlu
mesut etmeye, hoş tutmaya çalışman bence çok yanlış, bu şekilde gelişmezler,
yeni bir şeyler öğrenmezler ki.”
“Çok haklısın, o iş bende!”
Zarife, çocuk gibi güldü, Nezaket
onun yanağını okşadı, çok akıllı bir kadınsın, keşke senin gibi düşünebilsem, bir
gram aklım yok galiba.”
“Yok yok; çok akıllısın, zekisin sen, birçok yemeği ben
öğretmeden öğrendin, elime, işe iyi odaklanıyorsun. Benim kadar akıllı asla
olma, akıllı olsam bu hallerde olur muydum, saraylarda prenses gibi yaşardım,”
güldü, “sen beni geçeceksin merak etme, ben kimim ki!”
Sabahın erken
saatleri Nur yüksek bir enerjiyle uyandı, tuvalete gitti, elini yüzünü yıkayıp
hemen mutfağa girdi, Zarife’yi görmek için, kimse yoktu, canı sıkıldı, çay ya
da kahve yapmayı düşünüyordu, mutfak penceresi açıktı, yaklaşıp dışarı baktı,
havayı içine çekti, sonra ocağın başına geldi, buradakiler, Nezaket çayı kahveyi
çok iyi yapardı, kahve kavanozu nerde, çay nerde, ararken deli oldu, “hangi
cehennemdesin çay?” diye mırıldandı, durdu, ocağa baktı, yangın çıkarmaktan
korktu, okulda bir keresinde yangın tüpünün zımbırtısını çekerse ne olur diye
delice merak etmiş, o kolu çekince beyaz köpükler fışkırmaya başlamış, fışşş
diye püsküren şeyler etrafı darmadağın etmiş, tüpü kapatayım derken
merdivenlerden aşağı yuvarlanmaktan son anda kurtulmuş, etraf köpüğe boğulmuş, kendi
etrafında çılgınca dönen tüp merdivenlerden yukarı çıkan öğrencilerin üstüne yuvarlanmış,
kaçmak isterken birbirini ezmişler, birinin kafası yarılmış öteki ayağını
kırmıştı, ve yangın basmış, birileri yangın var kaçın diye haykırmış, bütün
okul yangın var diye dışarı fırlamış, yangın mangın olmadığı anlaşılınca “hangi
geri zekalı tüpü açtı?!” diye sormuştu özel okul müdürü. Tabi etraf kalabalık
olduğu için kimse Nur’un bu işte parmağı olduğunu fark etmemişti, o sıvışmıştı
kızlar tuvaletine. Aslında tek suçlu yangın tüpüydü, bozuktu namussuz, ve o an
şeytan dürtmüştü sanki Nur’u, “al bas şuna, al bas şuna, çalıştır şunu, dokun, gerçek
bir yangın olursa çalıştırmasını öğrenmiş olursun, durma yap,” Diyordu kafa
sesi, bir takıntı gibi bir şey başlamıştı, korkmuştu, “yok; asla yapmam” diye
düşünmüştü,
“Korkaksın!”
“Hadi be!”
“Korkak bir solucansın
yapamazsın zaten.”
“Hadi be korkak
değilim!”
Sonra
‘yaparım’a gelmişti ve iş eline yüzüne bulaşmıştı, tek suçlu bozuk tüptü, “en
azından gerçek yangın çıksaydı bir halta yaramazdı ve ben bunu açığa çıkardım”
diye düşündü, çay ya da kahve yapayım derken koca çitlik evini yakıp küle
çevirmekten ödü patladı, “aman!” dedi, iki elini arkasında bağladı.
Zarife
kelebek gibi arkadan yanaştı ve ona sarıldı, “uyandın demek!” Onun yanağını
öptü, nur da onun bir yanağını ısırır gibi yapıp öptü, sarıldılar birbirlerine
aşık gibi,
Nur: “Canım çay çekti, Nezaket abla olsa ne güzel yapardı.”
“Kadının beline tekmeyi indirdin; nasıl yapsın?”
Nur düşmana bakar gibi bakıyordu ona, hınç dolu devasa bir
gemi gibi.
“Isıttığım tuğlayı getirdim beline koydu, güldü, “sana çay
yapayım mı?”
“Yap tabi, nasıl çay yapılır kahve öğreteceksin. Ve ben
öğreneceğim, senden daha iyi yapacağım çayı kahveyi, ve sakın ola bana etrafı pisletirsin,
dağıtırsın, çekli kenara, ben daha iyi yaparım deme, dağıtırım burayı, başına
yıkarım haberin olsun,
Ayrıca dikerim senin mutfak dediğin çöplüğü!”
Zarife şaşkınlıktan ölecek gibiydi ağzı aralıktı: Nasıl
istersen tatlım, demek hizmetçi, aşçı olmayı gördün rüyanda, hoş geldin demir
kafese o zaman, yerleri sileceksin, yerleri yalatacağım sana, pes etmek yok!”
“Gerekirse yalarım; sorun yok.”
Zarife’nin aklı almadı; “Hap içti herhalde; kafası dumanlı. Bu
kıza ne oldu birden bire, hap içmiş gibi de bakmıyor.”
Bu siniri nedendi, sormayacaktı öfkesi artar diye, korktu;
ama dayanamadı.;
“Senin neyin var Nur, bir hatam mı oldu?”
“Evet, senin yüzünden, çekil kenara etrafı dağıtacaksın dedin
dün gece, kahveyi ısrarla ben yapayım dedim, kabul etmedin, ben daha iyi
yaparım dedin, ve babam kahveyi benim yapmadığımı anladı ve öyle laflar etti
ki, çok zoruma gitti, dün gece uyuyamadım, düşünüp düşünüp ağladım, ota bile
söylenmez o laflar, sanki salağın tekiymişim gibi konuştu, kendimi o kadar kötü
hissettim ki, tam öğrenmek istediğim şeyle tokatladı, dövdü beni diyebilirim. O
kahveyi berbat yapsam bile babam benim elimden kahve içmek istemiş ve hem
içemedi hem de sahtekar konumuna düştüm, sen işi mahvettin! Nezaket’i eleştirip
duruyoruz; ama kuyruğusun, hani dert yanardın ya, şöyle diyor, çekil kenara,
etrafı dağıtma, şudur budur taklitlerini yapıyorsun, ben de yapıyordum, ve sen
aslında o eleştirdiğin Nezaket’in kopyasısın; farkında değilsin!”
Zarife, güldü: “Senin sinirlerin fena bozulmuş. Sorunu
çözeceğiz. Ama önce sakinleşmen lazım.” Mutfak masasından sandalyeyi geri
çekti.
“Otur şuraya.”
“Oturmam!”
“Otur lütfen; bana tüy kadar değer vermişsen.”
Nur, oturdu ve ağlamaya başladı.
Zarife de sandalye çekip oturdu: “O an hanımın çok sevdiği
iki antika tabağı kırıyordun nerdeyse, baktım çatlak matlak yok, sırtımdan yük
kalktı.
Bu yüzden çekil kenara, etrafı dağıtma, mutfağı Nezaket abla
dağınık bulursa keser beni dedim sana. O Açık mavi tabak hanım için çok mühim,
bazı özel günlerde o tabaklarda yemeklerini yer, geçmiş zamanları hatırlar o
an, ayin yapar gibi, çok güzel zamanları hatırlatırmış o tabaklar ona, astral
seyahat yapmak gibiymiş o tabaklarda yemek yemek. O gün tabakları kurulamış
çekmeceye koymayı unutmuştum.
Zarife yerinden kalktı ve onun yanına
gitti, birbirine sarıldılar, kısa bir süre öyle kaldılar.
Nur, gözyaşlarını sildi.
“Sana çay yapayım dedi Zarife neşeyle,
kavanozu aldı, tarif etmeye başladı, çay suyu kaynamaya bırakıldı.
“Misafirler var öğlen, patates soyamam
lazım, bana yardım eder misin?”
“Seve seve.”
Zarife, ona bıçağı verdi, kendisi
soyma bıçağını kullanıyordu: “Ayla’yı da çağırsan?”
“Hayatta kalkmaz, seslensem kızar oyar
beni. Kıçını büyütsün.”
“Deme.”
“Keşin teki. Hayatta bir yere
geleceğini hiç sanmam.”
“Arızalı, belalı adamları sever.”
“Onun hakkında bu yorumlarını
duymasın.”
Sorun yok; yüzüne de diyorum zaten.
Ama bir şeyleri kafasına koydu mu yapacağı dedi mi yapar, hep eğlenerek
takılmak ister; ama hayat böyle değil. Onun ne olursa olsun bir şeyleri kafaya
takmamasını çok severim, vurdum duymazlığı, ben de böyle olabilsem. Onun
enerjisi beni çok rahatlatır, motive eder. Ailem iyi bir üniversiteye gitmemi
ister, onları hayal kırıklığına uğratma şansım yok.”
Elini kesti. Ufak bir kesikti.
Zarife, kağıt havlu getirdi: “Bismillahirramamnirrahim”
deseydin keşke.”
“Hiç demem ki. Bizde yok böyle
şeyler. Ama sen sesli deyince içimden dedim.”
Zarife, şöyle dedi: İlkokula giderken
hayal ederdim; duman, ahşap, odun kokan yalın bir kulübede yaşamak, dağda bir
kulübe ama, ağaçların arasında. Komşu momşu olmayacak. Biriyle yaylaya çıkmıştım,
orada birkaç gün kalmıştım, soğuktu, ekmek kokusu, duman…ateş.. o evin nenesi vardı, pek sevmişti beni,
kucağına almıştı, 7 yaşındaydım. Senle öyle bir kulübe yapabiliriz.”
“Kulağa çok hoş geldi. Ama önce şu
ağaç evi bir deneyelim. Hoşumuza gitmezse dağ evi kulübesi işine gireriz.”
“Tabi hamallığını yapan bizi
dikmezse…ben köle gibi çalıştı ettim kan ter içinde kaldım ve siz orayı
kullanmıyorsunuz, boşu boşuna çabaladım durdum, artık sizi dikmek hakkım!”
Güldüler.
Çay olmuştu, zarife iki bardak doldurdu,
eli titreyince demlikteki çay masaya biraz döküldü.
“Bana şu bezi versene.”
Nur, bezi tutmak istemedi. Sanki
bezden ürkmüş gibiydi.
“Ver şunu dedim! Onun kötücül güçleri
yok.”
“Kendin al.”
Nur, el bezini az tuttu ve sanki
akrep tutmuş gibi elini geri çekti.
“El bezidir o, gübre tutar gibi onu
tutmana gerek yok… Dün geceki Nur’un pencere önündeki halini taklit etti:
ağaçları seviyorum, ağaçları seviyorum, mesele bu mu, peki ağaçlar seni seviyor
mu, mühim olan bu…”
Nur, güldü.
“Sen bir el bezini tutmuyorsun; ama
sana tuvaleti temizletmezsen bana da Zarife demesinler!”
Nur, bezi aldı ve ona verdi.
Zarife, masadaki ıslaklığı sildi.
Tuvalet temizlerken eldiven giyerim,
hanım çok titizdir tuvalet konusunda, tuvalet deliğinin kenarında bok görürse
çıldırır…Bir kere girdim tuvalette delik yanında kocaman bir bok yığını, sıcaktı,
kalıp gibi aldım ve deliğe attım, misafirlerden biri konuk tuvaletini bulamamış
ve hanımın özel tuvaletine girmiş.”
“Bu kadar açık konuşmak zorunda
mısın? Konuyu değiştirir misin?”
Zarife el bezini aldı masadan,
burnuna yaklaştırdı ve kokusunu içine çekti, öptü el bezini: “Al sen de
aynısını yap.”
Nur, güldü.
“Neden güldün?”
“Hiç.
“Öp ve kokla.”
Uzaktan kokladı ve; “off, pis kokuyor!”
“Kokla şunu diyorum, kıçımı kokla
demedim ki El bezini sana gizliden
gizliye aşık bir güzel adamın verdiği kırmızı güller olarak hayal et.”
Nur, deli gibi gülmeye başladı.
“Sende bir iş var, neden zır deli
gibi güldün?
“Şeyyy; anlatsam mı?”
“Anlat ya!”
“Okulda bir kız arkadaşımı
anahtarlığı vardı da, küçük bir adam heykeli vardı anahtarlıkta. Penisi kalmış
gri bir adam, çıplak bir adam.”
Zarife, güldü.
“Kız arkadaşım ara ara minyatür
adamın boyundan uzun kalkmış penisini öper, sen de öpeceksin diye tutturdu. Öpmezdim
tabi.
Yanımızdaki diğer kızlar delirmiş gibi
gülerdi.”
Çayları tazeledi Zarife ve ciddi şeylerden söz etmeye başladı: “Bir iş
yeri açacağım. Çok güzel bir iş yeri. Bugün Nezaket ablama nerdeyse diyecektim,
iyi ki demedim, yapamazsın edemezsin türünde şeylere başlardı. Ben bir iş yeri
açma hayalimden söz etsem hep olumsuz şeylerle karşılar beni…deli eder, sus da
dinle be kadın, hayaller başka, gerçekler başka, bunu tabi ki biliyorum, o
hemen gerçeklerden, iş yeri açma prosedürlerinden söz eder, hayalimin içine
eder şom ağızlı!”
Nur da hemen; Nezaket görmüş geçirmiş birisi, hayat tecrübesi var, boşa
konuşmaz, bu iş senin yapabileceğin bir şey değil, yaşın 18 bile değil”
diyecekti.
Nur şöyle dedi; “ne tür bir iş yeri açacaksın?”
“Kasabada bir arkadaşım var, Ayşe, ufak tefek bir kız, al omzuna git.
Erkek olsam kesin seni kaçırırdım, taşımam kolay olur, derim ona, gülmeye
başlar, öyle şakalar yaparım ona. 10 yaşında gösteriyor, bir gün onunla
kasabada terziye giderken bir dükkan gördüm,
‘Meşhur Tadım Yufka Dünyası,’ dükkanın adı bu, cama yapıştırılan kağıtlarda
şunlar yazıyor: Tereyağı yumurta bulunur.
Süt çökeleği bulunur.
El yapımı pekmez çeşitleri bulunur.
Süt çökeleği kilo 60 tl.
Böyle bir dükkan açabileceğimize dair hayaller kurduk. Bir yerlerde
çalışıp para biriktirebiliriz, devlet kredi veriyormuş.”
Zarife anlatıp durdu, iş yeri açma hayalini, çiçeklerle bir bebeği
süsler gibi, yarın açılmış iş yerine gidecekmiş gibi, Nur de tek kelime etmeden
onu dinledi durdu.
Nur şöyle düşündü:“ Mutfak işinde isyanlara girerken iş yeri açıp bir on
insanla nasıl ilgileneceksin? Çocukça güzel hayaller.”
Nur, “işi boş ver” dedi, “iş yeri açsan bir ayda pes edersin belki, sana
biri iş yapmak lazım değil, boş kalıp kafana göre takılman lazım, kafadar
arkadaşlarınla, gençliğini yaşaman lazım.”
“Çok iyi dedin kız, ağzın bal yesin!”
“İşi bitirsek de gezmeye gitsek?”
“İyi olur; ama akşama kadar iş bitmez, sen Ayla’yla takıl, bakma bana.”
Ayla girdi mutfağa. Biri Zarife’ye seslendi, Zarife ona bakmaya çıktı.
Nur, Ayla’ya çay doldurdu.
Nur şöyle dedi: “Şu Zarife için
bir şeyler yapabilsem keşke, kalıcı bir şeyler. Çok üzülüyorum ona. Babamla
konuşsam onu alıp götürsem buralardan.”
“Çocukça
düşünceler bunlar, kedi yavrusu mu köpek, al git?”
“Biliyorum.”
Karanlığında
bir delik açsam yeter o zaman. O delikten içeri ışık dolar. Bir aylığına, ya da
15 günlüğüne bizde kalmasını kabul ettirebilirim, tatil yapar, kafasını dağıtır
ve döner.”
“O kız delinin
teki. Merak etme, saf görünüyor; ama kaç tilki dolanıyor kafasında.”
“Yanlış dedin;
deli değil; matrak.”
“Haklısın. Ama
üzülme onun için.”
“Neden?”
“Merak etme, o
kendi savaşını verecek, bir şekilde bir yere gelir. Sinik, mazlum görünüyor;
ama gizliyor kendini, başka bir karakteri var, onunla kendini var etmesini
bilir her yerde, öğrenecek bunu. kapasiteni doğru şeylere yönlendirirse hayatta
bir yıldız gibi parlar.”
“İyi dedin, “Zarife
bir iş yeri açacakmış, bu işe ben de dahil olabilirim.”
“Nasıl?”
“Yufkacı
dükkanı. Ufak bir dükkan.”
Ayla, güldü.
“Sen
anlamazsın ki bu işlerden, hayatında hiç yufka açtın mı?”
“Hayır; ama
öğrenirim. Arada gelirim buraya, böyle bir iş yeri açacaksa para koyarım.”
“Paranı yerse?”
“Yok canım,
öyle bir kız değil o, çok samimi. Bir şeyleri başarmak istiyor, engelleri aşmak
için delice tutkulu, başarmak istiyor, var olmak, kendi olmak.”
Açık kapının
kenarında Zarife onları dinliyordu.
“paranı yerse”
diyerek içeri girdi, bir eliyle Aylanın ensesini sıktı.
“Acıttın!”
“Senin için ne
kadar kötü ya…Ben de odaya gelip seni uyandırmayı düşünüyordum, Ayla hemen
kalk, gözleme yapacağım, gözlemeye bayılırsın, galiba, diyecektim. Baktım;
yoktun.”
Onu dedim,
öylesine dedim, insan kolay parayı görünce yoldan çıkar, alınma tatlım.”
“Alınmadım; ayıp
ettin.”
“Kusura bakma…
Tamam sen o işe gir ben de para yatıracağım. Yeter ki iş yap kızım. Desteklerim
seni. Ama bu zengin kızları soyarım diye düşünüyorsan oyarım seni. Hiç kırılma.
Açık konuşurum. Benim yerimde sen de olsan Nur’un gözünü açmak isterdin, değil
mi?”
“Tamam, boş
ver, tadımızı bozmayalım, kıymalı gözleme yapayım? Ne dersiniz, sanırım
acıktınız?
Zarife, yerde
sinide yufka açmaya başladı.
Ayla ayaklandı,
Zarife’nin arkasına geçti, omuzlara masaj yapmaya başladı.
Zarife sordu: “Bu
yalakalık neden?”
“İçimden geldi…”
Terlemişsin.” Peçeteyle teri sildi.
“Teşekkür
ederim.”
“Ama daha dur
tatlım, arkandan ne ağır laflar edeceğim, kanalizasyonlara sokup çıkaracağım seni, şu
ahırın orası var ya, ne pis kokuyor arkadaş.”
Zarife güldü
çocukça: “Harbi kızı severim, ondan zarar gelmez, içine atandan korkacaksın… Kuracağım
işe para yatırman güzel. Ama işi batırırsam?”
“Şans yokmuş
bizde deriz. Batmazsan bize paramızı parça parça ödersin ya da kardan verirsin.”
“Anlaştık.”
İsa Kantarcı
Yorumlar
Yorum Gönder