ÜÇ KIZIN YALNIZLIĞI YAZ GECESİNDE
ÜÇ KIZIN YALNIZLIĞI YAZ GECESİNDE
Gece
yarısıydı, Nur’un uykusu kaçmıştı. Oda karanlıktı, baş ucu lambasını açtı. Lamba
bir yanıp bir sönüyordu, kabloyla oynadı, bırakınca o noktayı yine arıza verdi,
küfrü basıp bıraktı. Cep telefonunu açıp saate baktı, sabaha daha çok vardı,
canı sıkıldı, pek aç değildi; ama mutfağa gidip şöyle; çikolata, bisküvi, ballı
ekmek ve peynir türünden şeyler yese iyi olacaktı. Ama mutfağa gitmeye
üşeniyordu. Oyalanmak için cep telefonunu eline aldı ve gelen mesajlara baktı.
Hiçbir arkadaşından mesaj gelmemişti, kızıp küfür etti. Kendini alamadı, başka,
daha fena laflar yağdırdı, kendi kendine söylenip duruyordu.
“Ay
kapa çeneni be! Ne söylenip duruyorsun bunak koca karılar gibi!” dedi Ayla,
gözlerini bir an açıp ona baktı.
Nur
gülmüştü: “Kedi gibi tıslama. Canımsın! Şu an kedi gibi bakıyorsun.” Güldü.
Onun yanağını okşadı.
Moral
bozukluğu uçup gitmişti. Onun sesini duymak çok iyi gelmişti.
“Kusura
bakma. Dostlarım olacak sefillerin birinden bile bir mesaj gelmedi. Şehre
dönünce alayını gömeceğim, gömdüm zaten.”
“Ya
ne diye konuşuyorsun benimle! Sus. Uykumu kaçırıyorsun!”
“Mutfağa
gidip bir şeyler alıp geleyim.. Karnım acıktı.”
Nur,
mutfaktan gelince yatakta baykuş gibi bağdaş kurup oturmuş dostunu ters ters
bakarken gördü.
“Ben
onlarla doymam.”
“Solucan
kavurması var, yumurtalı. Ondan yer misin?”
Nur,
tekrar mutfağa gitti Ayla da peşinden fırladı.
Zarife’nin
kaldığı odanın önünden geçiyorlardı, hıçkırık sesi geldi, durup dinlediler,
Zarife ağlıyordu, bu arada kendi kendine konuşuyordu, birine çok kızmıştı,
mesele neydi, anlayamadılar, ona acıyarak, üzülerek oradan uzaklaştılar, onun
ruhuna, hazinesine, sırlarına el atmış gibi kendilerini suçlu hissederek. Kapı
dinlemek hataydı. Ve dert oldu onlara:
“Meselesi
ne acaba?” dedi Nur.
“Dünyada
meselesiz insan mı var?”
Epey
bir süre Zarife’yi üzen şey hakkında sohbet edip durdular.
Doymadılar,
yine mutfağa gittiler sessizce. Dolaptaki yemekten küçük kaba koyup ısıtıp
içeri geçtiler, sonra “esrar içelim” dedi Ayla, yaktı sigarayı, dönüşümlü
içiyorlardı. Ayla kontrollüydü; ama Nur’un yayları iyice gevşemişti, “daraldım”
dedi soyundu, plastik kaba kaşığı vurarak Nezaket’in taklidini yaptı: “Sakın
tencereye demir kaşık sokmayın, çizilir, mutlaka tahta kaşık kullanın!”
Ayla,
deli gibi gülüyordu.
Nur:
“Ya ne sinir kadın, defalarca deyip durdu bıkmadı, ağzının ortasına bir çakasım
geldi sorma.”
Kaşığı
plastik kaba vururken Afrikalı yerliler gibi sanki ateş başında tepinerek
daireler çizmeye başladı, ilginç ayak hareketleriyle dönüp duruyordu. Plastik
kap bir yere uçtu, kaşık bir yere. Ayla, onu tutup; “ses yapma, ev halkı uyanır
ve oyar bizi. Bunlar sakin yaşlı insanlar, misafiriz burada, baban çok kızar!
Pencereyi açayım, esrar içtiğimiz anlaşılmasın.”
“O
senden çıktı; benden değil.”
“Biliyorum.
Maalesef.”
“Onu
boku alma demiştim. Oyulacak tek insan var o da; sensin!”
“Az
vardı tatlım.”
Pencereye
yanaştı Nur; “ohhh, ne güzel bir hava! Şu yıldızlara baksana, ne kadar
romantik!”
“Çekil
kenara” dedi Ayla.
“Neden
gezmiyoruz ki?” dedi Nur, Ayla onun üstüne pembe şalı attı, kendi mavi
hırkasını giydi.
Çiftlik
evinin önüne çıktılar, verandaya, aşağı indiler.
Ayla,
onu sessiz olması için sürekli uyarıyordu, sağ bilekten tutup sus diyordu,
kudurma.” Bir omzunu sıkıyordu, bir kolunu ensesine doluyordu, ensesini
sıkıyordu,
“O
da nedir?!” dedi Nur.
“Ne?”
“Gördün
mü?”
“Neyi?”
“Orada
biri var. Aracın arkasında.”
“Kimseyi
görmedim.”
“Saklanalım.
Geçerken kesilmiş oldun destesinden üç tane aldı Nur.
Aracın
arkasından bir gölge çıktı, koşarken Nur fırlattı odunlardan birini, öyle
fırlattı ki firizbi gibi, dönerek giden odun karanlıktaki kişiye çarptı ve
anında onu yere çaldı, uyuşmuş ve ağrıyla mahvolan başını tuttu, süründü,
zorlukla ilerledi, ve sonra güçlükle ayağa kalktı ve topallayarak kaçtı.
Kızları görmemişti ve bu duruma akıl sır erdirememişti, “kaç kaç bütün gücünle
kaç!” diyordu içinden, bütün gücüyle koşup karanlığa karışmıştı.
“Gördün
mü?” dedi Nur.
“Bir
şey göremedim.”
“Sesi
duymadın mı, tok bir ses geldi, sürünme sesi… kaçtı gitti.”
“Dalga
mı geçiyorsun benimle?”
“At
şu esrarı. Almaya çalıştı.
Ayla,
öteki tarafa kaçtı.
Kafan
güzel; algılayamadın, orada biri vardı. Odunu fırlattım, şansa isabet etti.
Yere yıkıldı, sesini duydum.
İçme
şunu, sağlıklı düşünemiyorsun!”
“Ya
karışma bana lütfen!”
Karanlıktaki
şahıs nefesi kesilince bir noktada durmuş, dua (Ayetel Kürsi) okumuş, titreyerek
çevresine bakınmış; ama kimseyi görememişti, bu işe akıl sır erdiremiyordu,
başına gelen darbeye neyin yol açtığını anlayamamıştı; ama buna gözle görünmez
karanlık varlıkların oyunu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Korkuyla burada
uyuşup kalabilirdi, bütün gücüyle koştu
Kızlar
içeri gitti.
Zarife’nin
odasını kapısını tıklattı Nur; esrar içmekten mayışmıştı, saçmalar bir
haldeydi.
Fısıldadı:
“Zarife gel de sohbet edelim.”
Ayla,
gülüyordu, yalak yalak gülüyordu. Nur da kendini tutamayıp sersem biçimde güldü.
“Laubali
şehir kızları işte” diye düşündü, dengesizler.
Zarife
şöyle dedi: “Kafa bulacak başkasını bulun, defolun gidin oradan, yattım ben!”
“Aşk
olsun. Rahatsız ettiysek özür dileriz, iyi geceler. Derin yangınları dostlukla
aşarsın, küçük vahşi, tekrar iyi geceler.”
“Derin
yangın mı, ne demek istedi” diye düşündü Zarife, düşündü, evirdi çevirdi
sözleri ve hoşlandı bu sözlerden. Acımasız bir yaklaşım sergilediğini düşündü
ve üzüldü.
Öte
yandan haşlanan iki kız o tepkiyi ondan hiç beklemiyorlardı. Sarsıldılar yumruk
yemiş gibi. Zarife fidan gibi bir kızdı. Bakışıyla, hareketleriyle, yürüyüşüyle
ve ses tonuyla son derece nazik, ince, düşünceli bir kızdı. Gül gibi ve gölge
gibi zarif bir kızdı, insanın içini açan ve ferahlatan bir havası vardı. Tek
masum bakışı yeterdi insanı yıllarca oyalamaya, aydınlatmaya ya da mayalamaya. “Bana
bir bardak su ver” demesi bile düşsel gelirdi çoğuna, rüzgarda sallanan otlarla
dolu uçsuz bucaksız kırların ruhundan ve melekler aleminden geliyormuşcasına.
Bir vakitler çok uğraştı, ruhunu, gözlerini, ellerini feda etti, muazzam bir
yere geleceğini sanarak elişleri yapmaya başladı, nakış, iğne oyası, o zamanlar
tutunacak sağlam dalı yoktu, bunları yapıp satıyordu, ölüyordu ruhu. Ta ki Nezaket
onu yanına alıp kızı gibi sevene kadar, insan zor duruma düşünce çok saçma şeylere
inanır, onlara tutunarak anlam bulur, bu küçük şeylerle dünyada bir çağ
başlatacağını sanır. Bir kedisi vardı, tek gözü kör, elişini bırakıp onu
okşardı geceleri. Oturup çay içip uzaklara bakıp hayal kurardı, el işleri dünya
çapında etki yaratacaktı.
Kızlar
odalarına geçti. Oda çok sıcaktı, açık pencere
pek
işe yarar gibi değildi, esrar içen kızların içi kaynıyordu ve ikisini de bu
yüzden ateş basmıştı,
ve
burası cehenneme dönmüştü, dayanamayıp bahçeye çıktılar, bu sırada Zarife de
daralmıştı ve en önemlisi mutsuzdu, şehirli kızları haşladığı için huzursuzdu.
Onların ayak sesini duymuştu, onları takip etti. Bir fikir uyandı zihninde. Dolaptan
soğuk içecek alıp tepsiyle yanlarına gitti. Verandadaki masaya kuruldular.
Yavaş
yavaş muhabbet açıldı ve kaynaşmaya başladılar.
Zarife,
mümkün olsa buradan gitmek için neler yapmazdı, şu iki kızın biri yerinde olmak
çok iyi olurdu; ama değil, bu çocukça bir hayal! Canı sıkıntısını anlatmak,
paylaşmak istemiyordu; ama Nur çok ısırar edince sonunda Zarife anlatmaya
başladı birini sevdiğini, onunla birkaç kez sohbet ettiğini, gencin sevgilisi
olduğunu öğrenince yıkıldığını. Genç adam başta söylememiş, söyleyememiş
sevgilisi olduğunu, Zarife’den çok hoşlanmış ve gerçeği söylerse onunla temasın
biteceğini sezmiş. Ve Zarife ona bütün ruhuyla akmaya başlayınca sevgilisi
olduğunu itiraf etmiş ve “sen çok değerli bir kızsın, dilerim seni çok seven
birini bulursun” demiş.
“Olur
böyle şeyler” dedi Nur, “takma kafana. Onu unut gitsin, sana iyi hissettiren
başkası çıkacaktır, hep böyle olur. İnsanda hep başka tutkular uyanır, bir şey
biter, sonra başka bir rüyaya uyanır insan, başı sola çevirirsin bir güzellik
görürsün, sağa çevirirsin başka bir güzellik, her yerdeler, umut ve aşk her
yerde, aynı oranda kötülük de, aşık olma isteğiyle sokaklarda dolanan insanlar,
her gün eli boş döner giderler evlerine. (güldü) Seversin deli gibi, sonra o
malı neden sevdim ki, sevilecek gibi değilmiş diye düşünürsün. İnsanda hep
başka özlemler, şeyler uyanır, uzaklar, başka insanlar, insanı onlar yaşatır ve
hayata bağlar. İnsan nerde ve nasıl olursa olsun kalbinde başka başka
ufuklarla, tutkularla uyanır. Ya kendine ya oraya ya da birilerine dayanamaz.
Hayatım boyunca çok hissettim böyle.”
“Yürüyelim”
dediler, kalktılar masadan.
Tatlı
yaz gecesinde, böyle ağaçlı, yani tabiatın coştuğu bu cennet yerde, muazzam rahatlatan,
güç veren bu yerde kızlar yeni bir arkadaş edinmenin hazzıyla Zarife’ye güzel,
moral veren şeyler söylüyorlardı. Gecenin gölgeleri vardı, bir cırcır böceği
bir noktadan aralıksız ötüyordu, yeni bir şeyler yaşama arzusu uyandırır böyle
bir gece, yeni bir aşk, yeni bir umut, ya da yeni bir açı, belki de acı, başına
ne getireceğini bilemezsin başladığın yolun, inandığın yolun. Yoksa yola hiç
başlamamalı mı?
Felsefi
konulara daldılar.
Çiftlik
arazisinin aşağısına geldiler, burada ufak bir çay vardı, çay neşeli
mırıltılarla akıp giderken ay ışığını emiyordu, buradaki taşların üstüne
oturdular, ayaklarını suya soktular. Huzur veren bir yerdi burası. İnsanı
düşsel bir aleme çekip sarıp sarmalıyordu. Yakında bir yerde bir cırcır böceği
ve kuş azimle ötüyordu, yorulmak bilmiyorlardı. Yeşil ve kuru otların kokusu
yayılıyordu etrafa. Burası mutluluk veriyordu. Nemli bir geceydi ve sıcak daha
da bunaltıcıydı. Hafif bir esinti vardı; ama o da cılızlığıyla nemin içinde
boğulup gidiyordu.
Zarife
şöyle dedi; “babaannem bana bir keresinde şöyle demişti: !İçindeki saflığı
koru. Hiçbir erkekle muhatap olma evlenene kadar. Aksi halde kaybolursun.
Yalnızlığını, saflığını korursan arızalanmazsın.’ O çocukla hiç muhatap
olmamalıydım. Bense hemen kandım, nasıl bu kadar salak olabildiğime
inanamıyorum. Onu öldürmeyi bile düşündüm, şeytanlaştım.”
“Takma
kafama, hamile kalsaydın ne olurdu?” dedi Nur.
“Beni
öptü.”
“Hadi
yaaa?”
“Yarım
saat. Onu bir güzel pataklamam lazım.”
“Bunu
yapabiliriz.”
(üçü
birlikte gülerek konuşuyor)
“Yok;
tek başıma yaparım. Sizin başınız belaya girmesin. Düştükçe çapa gibi başkalarını da yanımda çekmek istemem
dipsiz karanlıklara. Saflığımı yitirdim.”
“Bir öpüştün diye böyle düşünmene gerek yok
ki.”
“Yalancı biri oldum, Nezaket ablama çok yalan
söyledim. Hastayım, bana iş deme dedim, odama gidip onu hayal ettim, kadının parasını
çaldım. Suçluyum, günahkar pisliğin tekiyim; ama harika hissettim.” Gözleri
parlamıştı Zarife’nin.
Kızlar delice gülmeye başladı.
“Başkalarına da çok yalanlar söyledim, adres
sordular, bir kilometre ilerdeki evi, onlara dağ başını tarif ettim, gidip geri
döndüler, geri gelen aracı görünce sakladım tabi. 3 saat yolu boşa gittiler.
Güldüm zevkle.”
“Sen galiba melek yüzlü şeytansın?”
“Hah, çok iyi tarif ettin! Herkese çok
zararım dokundu. Gizli gizli zarar verdim insanlara. Ölsem de kurtulsam. Benim
acilen intihar etmem lazım. Ama korkuyorum. Ölmekten korkuyorum. İçimde bir ses
zamanın dolmadı, yaşaman gerek diyor ve yaşıyorum; ama hiç huzurum yok, hep acı
çekiyorum.”
“Senin hiç dostun yok mu?”
“Yok. Vardı birileri; ama sıkıntı çıktı. Sizin
yerinizde olmayı isterdim; mutlu, sorunsuz, özgür takılıyorsunuz. Ben bir yere
gidip az geç kalsam Nezaket ablam hesap sorar, başka bir yere mi gittin diye.”
“Bizim de kendimize göre sorunlarımız var.
Bilmiyorsun ki. Dışarıdan hoş görünebiliriz.”
Sizi ilk gördüğümde muhteşem hissettim.
Kendimi çocuk bahçesine dalmış gibi hissettim. Ama gideceksiniz; üzüleceğim. İnsanın
bazı karanlık ya da acı şeyler, zor şeyler, bir şeyler yaşadıktan sonra yaşama
gayreti tükeniyor, yüzü, içi gülmez oluyor, bana gülümseyerek, gülerek bir
şeyler anlatan gerçek dostlar lazım.
Sizde ince, temiz, saf şeyler var. Bende tam tersi. Siz gül gibisiniz. Ben
ise diken. Ne kadar şeytanım bir bilseniz. Irmaklar kadar, dağlar, denizler
kadar. İçimde çok kötü bir şey var. Galiba içimde şeytan var…”
Diğer iki kız gülmeye başladı.
“Gülmeyin komik değil; şu çocukla yarım saat öpüşme olayı gerçek değildi;
sizi güldürmek için öyle dedim…
Birilerini öldürmeyi düşünüyordum sık sık. Sonra kendime saçmalama kız
diyorum, canın sıkkınsa mutlu olmak için her şeyi yap. Her günüm kendime moral
verip kendimi ayakta tutmaya çalışmakla geçiyor, sürekli sıkıntı hissediyorum,
canım sıkılıyor. Konuşacak kimse yok, sevecek kimse yok. Şöyle diyorum kendime:
Gerekiyorsa herkesi üz. Ama mutlu ol. Kural bu diyorum. Ama insanların içine karışınca yeniden süt
dökmüş kedi gibi oluyorum, içimdeki o canavarlığı bir türlü gerçek hayata
dökemiyorum iyi ki de. Siz o kadar iyisiniz ki, bakışlarınız güzel, ezik
değilsiniz, kendinize güveniniz var, bir asaletiniz var, çarpıcı bir havanız var, siz bana suçlarımı
ve günahlarımı hatırlattınız.”
“Bırak ya, ne suçu günahı! Adam mı
kestin gömdün ormanda bir yere… On beş leşin varmış gibi konuşma lütfen!”
Ayla sordu: “Esrar içer misin? Biz kullanırız.”
“Siz içerseniz ben de içerim.”
“Bu kız sıfırın teki” diye düşündü diğer iki kız, birbirine baktı.
“Hani nerde esrar, çok duydum; ama hiç kullanmadım, kötü bir şey olur mu
içersem?”
“Şakasına dedim. Bira içer misin?”
“Bir kere içtim sidik gibi geldi; ama siz içerseniz içerim.”
“Siz kötü bir şey yapmazsınız. Ama ben canavarın tekiyim.
Nur: “Abartma canım.”
“Allah’a inanırdım eskiden. Ateist köpeğin tekiyim. Neden benim isteklerim,
hayal ettiklerim olmuyor ve olmadı, bu beni deli etti, neden benim güzel bir
hayatım yok, neden her gün kötü bir şey yapmamak için kendime telkinler verip
duruyorum, yaşamak bu mu, yaşamak buysa ben hiç doğmamalıymışım, hayat çok
acımasız, adaleti yok!”
Gözlerinden yaşlar düştü.
“Allah varsa neden beni umursamıyor, boktan insanların güzel hayatları var,
hem benim annem neden yok, babam, kardeşlerim. Neden ben hep yalnızım ki. Bir
çıkmaz sokaktayım sanki. Hiçbir yere varamıyorum, düşünüp düşünüp duruyorum.
Dışarından bakınca düzgün görünüyorum tabi, peki içim, içimi bir bilseniz. O
düzgün görüntü ile içimin hiç alakası yok. Bakıyorum da bazen köyün köpekleri
bile benden çok daha anlamlı geliyor gözüme.”
“Bazıları böyle şeyler yaşar.
Herkesin kötü zamanları vardır” dedi Nur, şunu da diyecekti, demedi: “herkesin
kimselere anlatmadığı karanlık ya da bataklık yönü vardır. Bu kız belki arızalı
biriydi, abartıyor olabilirdi, belki de çoğu şeyde kaybetmesinin sebebi kendi
davranışlarıydı.” Ama ağladı ya, içi acıdı, köpek yavrusu ağlasa bu kadar
üzülmezdi, deli gibi inanıyordu ona, Zarife’ye hayat hiç adil davranmıyordu?
Niye?
“Gerçek dostların olsa
dertlerine ve buraya katlanmada sana yardımcı olurlardı sanırım, seni sırtından
vurmasalar eğer?”
“Ne diyorsun sen, mafya
kurardım onlarla. Size içim epey kaynadı, saçmalıyorum arada, beni sözümü
kesmeden dinlemeniz ne güzel! kızabilecekken kızmıyorsunuz, dost böyledir.
Bir de adam gibi biri, güzel biri beni sevseydi iyi olurdu.”
“Geç o işleri ya, faydası yok,
onlar zararlı böcekler gibidir, seni sömürüp atarlar, sevmeyi bilmezler ki.
Bizim çevremizde de kelebek gibi dolanan çocuklar var, işimiz olmaz ki.”
“Hadi ya.”
“Tabi. Hem de nitelikli
çocuklar. Kof değiller. Ama bizim tarzımız değiller.”
Zarife, onlara hayranlıkla
baktı. Bu iki kız ona büyülü geldi, müthiş, çok üst düzey bir (kozmik) yaşam
sürülen çok uzak bir gezegenden buraya gelmişler gibi onlara bakıyor, kafasında
sözü edilenleri canlandırıyordu, onun istediği hep böyle şeylerdi. Az sonra o
parlak, aşk dolu bakışlarını onların üstünden çekti ve önüne baktı, büzüştü,
canı çok sıkılmıştı, boş, salak, saçma hayallerdi bunlar, evet, gayet iyi biliyordu;
ama öyle bir çevrede yaşamak isterdi, belli bir süre, o özgür çevrede gençler
kafalarına göre takılıyordu, büyüklerin, çevrenin baskısı yoktu oralarda.
Kafalarına eseni yapıyorlardı. Onlardan sıradan şeylerin hesabını soran yoktu,
yok efendim, onunla ne konuştun, ona neden selam verdin, neden geç kaldın, onu yapma, şöyle hareket et, kadınlar
konuşurken lap diye lafa girme, sessiz otur. Hayal kurma, düşündüklerin gerçek olmaz,
hayaller başkadır, gerçekler başka, devlet dairesinde çalışan iyi bir çocukla
seni evlendiririm, mutlu olursun umarım. Öğretmen olsa ne iyi olur, ilkokul
öğretmeni mesela. Lise de olabilir. Neden geç kaldın, saate baktım ben, kesin
biriyle muhabbet ettin, kim o, benden hiçbir şey saklama… Birçok saçma şey.
“Orospuluk yapmadım ki, neyi
sorguluyorsun Nezaket teyze” diye düşünürdü ona sakince, istediği cevapları verirken, gerçekte şunu söylemek
isterdi ona: “Bıktım senden! Beni değil; korkularını seviyorsun, yakamdan bir
düşsen, bir çekip giderim, çok ararsın beni!”
Nezaket Zarife’yi kaplan gibi
sahiplenmiş, boş bırakır mı, böyle bir kız kötülüğü çekmez mi, çeker bütün
gücüyle, çünkü güzel. Ve Zarife’yi canından bir parça gibi sever, gevşek
bırakırsa kız bir hata, rezillik yapar diye endişeleniyordu.
“Niye evleneyim ki?” diye
düşünürdü Zarife, tanımadığım biriyle neden evleneyim, sevmediğim birini ne
yapayım? Çok saçma.” Bir fabrikada işe gireceğim, Nezaket abla; çok iyi
saçmalıyorsun, fikrimi sorsan sohbet ederdik ama, fikrimi desem kızarsın!”
İçinden bunlar geçerken, ona
bu düşüncelerle bakarken Zarife, tatlı tatlı, kedi gibi gülümser, saf saf
bakardı, Nezaket de sevinirdi, mutlu olurdu.
Onaylandığını sanarak.
“Çok saçma canım, gelecek
biri, sana talibim diyecek, en güzel yönlerini gösterecek, çirkin yüzünü
saklayacak, sonra? Felaket! Bildiğim kızlar var, acı çekiyorlardı. Esirden
farkları yoktu. İşleri güçleri yoktu. Çalışsalar bile parayı kocalarının eline
vermek zorunda kalırlardı,” böyle çok hikaye biriktirmişti yıllardan beri.
“Keşke bir kirpi olsaydım,
geçen gün bir tane gördüm. Bahçede dolanıyordu.”
“Neden kirpi?”
“Benimki gibi dertleri olmaz
kirpilerin.”
“Kendini kendinden koru” dedi
Ayla
“Çok güzel söyledin. Bazen çok
düşünürüm, çok inanırım, sonra çok saçmadın derim kendime, kendini kendinden
koru felsefesi bende otomatik olarak var.” Güldü.
Nur: “Bir şeylere tutun artık,
vardır da şimdi koy verdin kendini, sen tutunma işlerini bizden çok iyi
bilirsin, sen kutsun kurt!”
Güldüler.
“Öyle bir şey yok, hırstan
başka.”
“Bence vardır. Kalmıştır ufak
şeyler. Cam kırıkları gibi, ufaktır; ama fena keserler.”
“Nasıl yani?”
“Ufak tefek şeyler mühimdir. Hayat küçük şeylerden oluşur, sen seversen büyük olurlar.
Bir karınca gibi yaşamak lazım, çok şey istemeden. Her türlü havada azimliler.”
Ayla: “Onlarda
beyin olsa öyle yaşamazlar; bireysellik yok onlarda. Koloni için yaşarlar.
Koloni için ölmek saçmalıktır!
“Sözlerimi
çarpıtma… Zarife, sen yine kafanı eseri
yap; ama abartma. Sadece yaşama azmini kaybetme; ne olursa olsun!”
“Yaşamak boş
geliyor bana” dedi Zarife.
Nur: “Sıklıkla
bana da öyle geliyor, hep bir şeyler yapmak zorundasın. Sevmediğin şeyleri…
Nezaket,
yemek yaparken şöyle diyor:
“Zarife,
düşünsene üçüz bebeklerin oldu, bayılırım ikizlere, ya da dördüz, süper olur,
değil mi cancağızım?”
“Tabi diyor”
Zarife, “bebekler evin ışığıdır.”
Ama Zarife
şöyle düşünüyor: “Ne çocuğu be! Çocuk demek ayak bağı demek, zırlar durur,
bütün zamanın alır, ruhunu sünger gibi emer enerjini.. yaramazlık yapar, söz
dinlemez,, kölesindir, ne çocuğu be! Kafasının patlatırım çocuğun. Çocukluğumu
yaşayamadım, dayak yiyerek, dövülerek sövülerek geçti günlerim, çalışarak, bir
de bebek mi büyüteceğim, en basitini, çocukluğu yaşamamışken, gençliği hiç
yaşamamışken… Şu dengesizin söylediklerine bak, bir sor, ne düşünüyorsun diye,
anne olmak ister misin diye bir sorsan, çocuk ha? Bak besle büyüt, sonra sana
düşman olsunlar, sabahlara dek bekle, eve gelecekler diye, içiyor mu sıçıyor
mu, esrar, hap mı alıyorlar; kolla. Birini mi vuracak, kavga mı etti, çocuk ne
be, baş belası! Küçük şeytanlar işte. Anasını kesiyor adam, babasını.” Ah eski
kafalı Nezaket ablam, kasap önündeki aç kedi gibi yalan dur, hayaller kur bana
dair; ama o hayaller bana çok dar gelir.”
Nezaket: “Elime
iyi bak hayatım, bak karnıyarık böyle yapılır, beynine yaz, kocana pişirdin mi
parmaklarını yer, geçen gün pişirdiğim tavuklu pilavı herkes beğendi, pilavı
aynen öyle yapacaksın tatlım.”
Zarife şöyle
düşünüyor o an: “İyi, yemek yapayım durayım, dördüz de var, hizmetçi gibi uğraş
dur. Peki ben, benim hayatım?! Birilerine kul köle, hizmetçi olmaya hiç niyetim
yok Nezaket abla, sen kafanda kur dur, boşa, onlar gerçek olmayacak bilesin.”
Nezaket: “Kasapta
çalışan şu çocukla keşke görüşseydin. O da senin gibi anasız babasız büyümüş.
Çok acı çekmiş.”
“Bu hayata
mutluluk yok diye düşünüyorum” dedi Zarife.
“Bazen ben
de böyle düşünürüm” dedi Nur,
“Hadi benim
sıkıntılarım var, bir zorlu durumum var, sizin neyiniz var, siz özgür
takıyorsunuz?”
“Herkesin
kendine göre dertleri var” dedi Ayla,
“içinde
söylemediği şeyler.”
“Bence de
mutluluk yok bu hayatta” dedi Nur, karanlığa doğru koşuyorsun, intihar
düşüncelerine sapıyorsun; ama bakıyorsun bir papatya, bir yağmur damlası,
uzaklara giden bir otobüs, ekmek attığın martı. Bir e posta mesajı, gece
gökyüzünde duran ay iyi hissettiriyor, bir dilek, bir dua., bir mırıldanma.
Küçük şeyler
önemlidir. Babanın bir bakışı, bir gülümsemesi, şefkatli bir bakışı, bir lokma,
bir nokta, annenin bir sözü, göz kırpması. Ufak tefek şeyler saymakla bitmez
canım. Dostla bir telefon konuşması. O karanlık düşünceler dağılıp gidiyor bir
anda. Daha dur; çocuğuz biz; öyle hemen pes etmek yok!”
Zarife: “Gelip
beni alın. Heyyy gelip beni alın! Akşam olmuş, canım sıkkın. Telefonumla
arıyorum, şu an yok, keşke olsa, dört kız arkadaşım geliyor, araca biniyoruz,
nereye kızlar diyorum, deli; ama güzel bir yere, cips var, çikolata var, içecek
var, ne istersin diyor biri. Dondurma isterim diyorum, yolda dondurma alıyoruz
tıka basa yiyoruz. Gezip tozuyoruz, bir kafe oturuyoruz, sonra başka yerde,
sonra bir restoranda yemek yiyoruz, para yok, orası pahalı aman girmeyeyim
düşüncesi hiç yok, bir simit, bir pastayla idare edelim bisküvi… o fakir zihniyet
yok. eğleniyoruz sohbet şamata.. Gülüyoruz, dans edip şarkılar söylüyoruz..
sabaha karşı beni eve bırakıyorlar. Ya da kızların birinin evinde sabahlıyorum.
Nerde kaldın, ağzını yırttığım, ne yaptın diye polis gibi soruşturan, seni
ifadeye alan biri hiç yok. Seni tokatlayan, tırmalayan, ısıran biri hiç yok.”
Nur dedi ki:
“O dediğin hiç de dediğin gibi olmuyor. Ben ben olalı böyle bir şey hiç
yaşamadım, babam izin vermez. o değdin şeyler filmlerde, ha, bizimkiler o kadar
özgür takılmamıza izin vermez, veren aileler binlerce. Benim ailem beni değil,
bence bende görmek istedikleri kızı seviyorlar, sevgi mevgi dedikleri şey yalan
bence, terslerine gittin mi yapacakları düşmanlıktır. Seni hizaya getirmek için
her şeyi yaparlar.”
Nur ve Ayla
kendini, aileleriyle yaşadıkları sorunları anlattıkça onların ulaşılmaz pembe
galaksiden gelen
Aşırı yüksek
bilinçli ve büyü saçan tipler olmadığın, kendi gibi acı çeken et kemik kızlar
olduğunu anlayınca yüreğinde yılardır biriken acı topunda, eziklik topunda deli
bir delik açılmış, rahatlamıştı, yıllardır içinde biriken şeyler… kendi
hayatını küçümsemesi, kendini yaşayan bir ölü gibi görmesi.
“Onlar beni
sevmiyor ki. Onlar kendilerini seviyor.” diye düşünüp dururdu. Bu kızlar da
bunu söylüyordu,
Zarife: Hayat
çok kötü! Güzel ve büyülü bir şey sundular, beynime öyle bir hayal inşa etmişler ve benim gibi hassas
ve iyi kızların çekemeyeceği kadar gaddar, vahşi şeylerle dolu. Kimseyi
anlamıyorum. Anlamak istedim; ama anlayamadım. Olan bana oldu. Çocuğu gerçekten
seviyorsun; ama o seni yemeye kalkışıyor. Meğer sana hiç değer vermiyormuş.
Hiçbir erkeğe güvenim kalmadı bunu yaşayınca. Malın birine değer verdim, çakal
çıktı.”
Diğerleri
güldü.
Nur: “Sen
karakterli bir kızsın, bunun yüreğini etkilemesine izin verme, her şey yoluna
girer, girmese bile sen devam edecek gücü içinde bulabilirsin bence. Psikolog
gibi konuştum ama, idare et.”
Zarife
güldü.
“Psikolog
şöyle diyor” dedi Nur: Toparlarsın kendini. Yarın gözünü açtığında daha iyi
hissedeceğinden eminim. İlk anlar zordur ilk kanlar. İlk karar.”
Zarife: “Öyle.
Çok şey atlattım ben, kaplan gibi güçlüyümdür. Sadece size içimi döktüm,
normalde kimseye açmam içimi.
Nur: “Şunu
de demem lazım: İnsana dayanılamayacak gibi gelir. İnsan delireceğini düşünür.
Ama insan zamanla, günler geçtikçe alışır. Kaldıramayacağı şeyleri kaldırır
insan. Baş eder, engelleri aşar. Coşar, taşar. Yeniden güç bulur kendinde,
yeniden güç alır ufak tefek şeylerle ve hayata bağlanır. Kötü
şeyler hep olacaktır. Ben de çok kötü şeyler yaşadım. Yaşayabilirim. Canımızı
sıkan şeyleri büyütmemek lazım, takmamayı becermek lazım. “
Zarife: “Aslında ben
utangaç biriyimdir, içe dönük, eskiden fazlaydı, size kendimi yakın hissettiğim
için böyle konuştum, çenemin yayı düştü. İlk aşık olduğum biri vardı, benden
çok büyük. Size onu anlatayım mı?”
Nur: “Anlat, çok merak
ettim.”
“Lisedeydi, lise binasına
yakın tarlada patates topluyorduk, birçok işçiyle. Çeşmeye çay yapmak için su
almaya gitmiştim. O da okuldan çıkıyordu, onunla orada rastlaşırdık. Bir gün
onunla konuşmaya karar verdim, bir şey diyecektim ama ne, kafamda birçok şey
dönüyordu, bir gün canıma tak dedi, artık ona bir şey de diye düşünüp bidonla
su alıp dönerken aniden şöyle dedim, tabi iş üstüyleyim, yani pis pasaklı, terli,
saç baş dağınık. Abi sence ben güzelim değil mi, sevgilin olabilecek kadar,
değil mi? dedim.
Gülecek gibi oldu,
şaşırdı, kem küm etti, tabi ya, tabi ki; ama yaşın küçük olduğu için ailen
kızabilir. Şimdilik bunu ertele. On yaşındaydım. Bundan cesaret aldım, bana
acıdığını nasıl bileyim ki, sen benim sevgilim olur musun dedim, lastik
ayakkabılarıma baktı, ne diyeceğini bilemedi, ağlayasım geldi, hayır diyecekti,
şey dedi, kem küm ediyordu, gülüm şey, şeyyy… dedi, güldüm, şaka yaptım avanak,
sen kim ben kim, güldü, deli çocuk dedi, gülüşünü çok sevdim dedi, sonra her
rastlaşmamızda merhaba abi, dedim, nasılsın dedim, yanıt verdi. Onun karşısına
ilk çıktığımda bir şey diyecektim ya, güzel yüzüne bakınca diyeceğim her şeyi,
adımı soyadımı, kim olduğumu her şeyi unuturdum. Löp diye kalırdım, bana böyle
hissettiren başka biri olmadı. O gün başkalarıyla konuşamama, yani utanma
durumumu yıkıp attım. Değişmeye başladım. Bir adım, sonra başka adımlar geldi.
Sonra tozu dumana katan bir sihir uyguladığımı fark ettim… İşçi kız okulda
olmak gerek derdi, param yok derdim.”
Sonra sohbetleri yaşamda
ileri noktalara varabilmek, kendilerini süper hızla ne geliştirir; buna dair
konuşmaya başladılar,
“delilik” dedi Nur,
“öfke ve sanat ve esrar”
dedi Ayla,
“cesaret” dedi Zarife,”
İyilik, iyi insan olma azmi mi, iyiler hep eşek yerine koyulurdu; zeka, akıl, çok kitap mı okumak lazım, çok
okuyan ve etkisinde kalıp bir tür eşek olmaz mı, gezmek mi lazım? “Gezmek” dedi
Nur, “ölümüne gezmek, kitaplardaki bilgiler sadece kitaplardaki bilgilerdir,
deneyimlemek lazım, gerçeği, her şeyi, deliliği, azmi, korkuyu ya da en keskin
berbat durumları, ölümcül durumları, kara delikten bile kurtulmayı başarır
insanlık.”
“Uzayda bizim gibi
insanlar var mı, nasıl canlılar bunlar, pes etmemek lazım?” dedi Ayla, “sonuna
kadar gidebilmek için, sonunu görebilmek için filmin. Çabuk ya da erken
ayrılanlar bir şey göremez ve öğrenemez, intihar etmek iyi midir, çözüm mü?”
Bu konuda sohbet akıyordu,
insan kendi canına son verme hakkına sahip mi? İntihar edenler nereye gider?
Cehenneme mi?
Zarife şöyle dedi: “Gökyüzünde
melekler varsa, ki var, cesaret veren de bir melek vardır, sırf cesaretten
oluşan bir melek.”
“İlginç” dedi Nur.
“Eee?” dedi Ayla.
Zarife, ayağa kalktı,
tiyatro oyuncusu gibi, göğe baktı, bir ağacı gözüne kestirdi. “Orasını biliyorum.
“Ey cesaret, gir kanıma! Gir kanıma sonsuza dek!” Yerden kuru bir dal aldı, ona
sarılır gibi yaptı. “Tüm zamanların en güzel rüzgarları içimde doğsun, güçlü
yağmurlar önümden gitsin, başıma kötülükler gelecekse bile dayanma gücüm olsun.
Sorunlar karşısında pes etmeyeyim!”
Kızlar şaşkınlık ve
hayranlıkla güldü.
Nur şöyle dedi: “Zarife,
iş var sende! Harcanıp gitmeyeceksin buralarda, eminim, ışığın sığmaz
buralarda, kesin fark edilirsin.”
“Öyle mi ya, malın tekiyim
ya. Sizi güldüreyim dedim.”
Nur: “Var ya; seni atın
üzerine çırılçıplak binmiş elinde kılıçla hayal ediyorum.”
Zarife, çocuk gibi güldü,
öyle çok keyiflendi, içi oynadı yerinden ve onun yanına geldi, yanağını okşadı.
Nur şöyle dedi: “Atın
üstündesin saf ışıktan oluşan üstün kız. Üstünde savaş elbiseleri var, üstüne
yapışan, mayo gibi. Evrenin
en gizli sihirli mavisi gözlerinde parlıyor. Cesaret dolusun. Binlerce papatya
arasında atın, usulca ilerliyor ve duruyor.”
Sustu,
dostuna baktı: “Ayla, sen de bir şey ekle.”
Ayla,
biraz düşündü ve şöyle dedi: “Her şey vahşi, her şey dize gelmez, öyle kötü ki
her şey, öyle bir şehre ilerliyorsun. Tek başına değilsin. Gözle görünmez
ışıktan atlılar da arkanda, onlar beyaz giysili kadınlardan oluşuyor, onlar
melek. Aç savaş köpeklerin var, yüz tane, çevrende ilerliyorlar, tarihçe
savaşlarda köpekler kullanılmıştır.”
Gülüştüler.
Ve
Zarife birden mahzunlaştı, bir şeyi kafaya taktığı, bir şeye üzüldüğü beliydi,
iki kız sağdan ve soldan sardı onu, Ayla onun elini tuttu, öteki saçlarını
okşamaya başladı.
Nur
şöyle dedi: Zarife O kadar güzel bakıyorsun
ki. Senin gibi güzel bakanı görmedim.”
“Nasıl?”
“Adeta melek gibi. Çiçek
gibi. Nasıl desem?”
“İçim çok kötü kız,
saçmalama! Ben güzel baksam vampir gibi bakarım!” Diş gösterdi, vampir gibi ses
çıkardı.”
Güldüler yine.
Zarife kalktı: “Gidelim
eve, evdekiler kızlar kaçtı gitti diye kudurmasınlar.”
Eve doğru gidiyorlardı.
Zarife, şöyle dedi: “Aslında
kaçıp gitsek, birkaç gün vakit geçirsek, saklansak… sonra dönsek?”
“Bunu uygulasak” dedi Nur.
“Bunu ben de sevdim” dedi
Ayla.
Ayla, esrarlı sigara
yaptı, içti, Nur’a uzattı.
“Bana da versene” dedi Zarife.
“Olmaz” dedi Nur.
“Biliyorum; esrar o!” dedi,
“Saf salak sanmayın beni; içtim!”
“Vaaay!” dedi Nur, güldü, “Kimseye
söylemezsen bir fırt olur.”
Zarife, bir fırt çekip
verdi sigarayı. Sonra yine aldı sigarayı ve kaçtı ağaçlara doğru, ormana doğru,
kızlar da koşarak peşinden gitti gülüşerek.
Yorumlar
Yorum Gönder